Bölüm 470

avatar
7243 16

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 470


Bölüm 470: Şiddetli Değişimler!



Sonsuz hayat elde etmek istiyor musun?



Göklere karşı koymaya ve sonsuza kadar yaşamaya uygun musun?



“Bütün göklerde eşsiz bir hayat tarzına sahip olmak istiyor musun?



Meng Hao’nun zihni uğuldadı. Bu dünyaya girdiği anda kulaklarına bu üç cümle girdi. Bu sözler aynı kişi tarafından söylenmemişti ve hem zihninde hem de kalbinde gök gürültüsü gibi yankılanmıştı.



Aynı zamanda bu dünyanın gökyüzünün gri renge benzer olduğunu gördü. Yerler gri sis ile kaplı değildi, ama Meng Hao hepsi de birer Köprü Kölesi olan yüz binlerce figürün üzerlerine doğru geldiklerini görebiliyordu.



Hızları inanılmazdı, göz açıp kapayıncaya kadar bu yüz binlerce Köprü Kölesi yaklaştılar. Fakat Meng Hao ve Zhixiang’a tek bir bakış bile atmadılar. İfadeleri hayal kırıklığıyla doluydu ve hatta sanki yeni bir çağrı almış gibi endişelilerdi. Hızla Meng Hao ve Zhixiang’ı geçtiler ve sınırdan akarak boşluğa girdiler.



Yaklaşık on nefeslik sürede yüz binlerce Köprü Kölesi boşluğa akın etmişti. Onlar gittikten sonra geride bıraktıkları tek şey yankılanan sesleriydi.



Ölümsüzlük Köprüsü bir daha ne zaman ortaya çıkacak…? Bayım, seni bir daha ne zaman görebileceğim…?



Bu kadar çok Köprü Kölesinin uğultularla üzerine gelmesi Meng Hao’nun tüylerini diken diken etmişti. Nefesi kesildi ve kaya aniden hareket etmeyi kesti. Zhixiang Meng Hao’ya baktı, belli ki bu kadar fazla sayıda Köprü Kölesi görmek onu sarsmıştı.



Meng Hao ve Zhixiang seslerin hedefinde kendileri olmasa da Köprü Kölelerinin seslerini duymuşlardı. Yüz binlerce Köprü Kölesinin mırıldandığı kelimeler kırık kalplerindeki arzularının dışa vurumu gibiydi.



Meng Hao ve Zhixiang hareketsiz kalırken Köprü Köleleri onları hayalet gibi geçip gitmişti. Onlar gittiklerinde ise dünya tekrar normale döndü. Grilik yok oldu ve normal renk geri döndü. Meng Hao o anda terden sırılsıklam olduğunu fark etti.



Zhixiang’ın ifadesi ise hala korkuyla doluydu. O bile Köprü Kölelerini ilk gördüğünde kesinlikle öleceğini düşünmüştü.



Anladığıma göre...” dedi Zhixiang, “Köprü Kölelerinin yalnızca korkunç kaderlerinden dolayı içgüdüsel olarak yüzlercesi bir araya toplanıyordu. Ama buradakiler çok fazlaydı. Acaba burası… Antik Ölümsüz Şeytan Tarikatının bazı önemli tarihi kalıntılarına mı sahip?



Bu yüzden mi bu kadar fazla Köprü Kölesi burada toplandı? Eğer tahminlerim doğruysa neden aniden ayrıldılar? İfadeleri endişeli görünüyordu. Böyle bir duygu imkansız. Tabii ki…” Aniden gözleri dehşetle doldu.



Tabii ki çağrı almadıkları sürece?” dedi Meng Hao yavaşça, kendi tahminini dile getirirken gözleri pırıldadı.



İkisi de aniden sessizleşti. Bununla birlikte etraflarındaki yenilenen dünya aniden şiddetle titremeye başladı. Her şey sarsılırken daha önce berrak olan gökyüzü bir anda yarıklarla doldu. Yarıklar parlarken aniden hava keskin bir feryat ile doldu.



Yer öyle sallanıyordu ki adeta yerle bir olacaktı. Bu Ölümsüzlük Köprü Taşı toprak kütlesi Meng Hao’nun kulaklarında yankılanan, onu sarsan ve bir ağız dolusu kan tükürmesine neden olan şok edici bir uğultu yayıyor gibiydi.



Meng Hao vücudunun kontrolünü kaybetti. Sanki inanılmaz bir kuvvet yüzüne çarpmış gibiydi. Bir gümbürtüyle geriye doğru savrularak boşluk sınırına çarptı.



Neyse ki sınırın bu kısmı hala yarıktı ve daha tamamen yenilenmemişti. Meng Hao ipi kopmuş bir uçurtma gibi boşluğa doğru uçtu.



Aynı sırada Zhixiang’ın ağzından kan sızdı. Birkaç kez vücudu titredi ve kuvvetin karşısında duramayacakmış gibi göründü. Fakat görünüşe göre hala vücudunu kontrol ediyor gibi görünürken açık olan yarıktan boşluğa doğru savruldu.



Meng Hao’nun yüzü soluktu ve başı dönüyordu. Boşluğun soğuğu onu tamamen sarmıştı ve vücudu aniden katılaşmaya başlamıştı. En kötüsü gövdesinde kanlı ezikler vardı; sayısız kemiği kırılmıştı. Yaralarından kanlar fışkırdı.



Bu kritik bir andı. Zhixiang geriye doğru savrulmuştu ama ciddi yaraları yok gibiydi. Meng Hao’nun gözlerinde mor bir ışık belirirken Mor Göz Bebeği Dönüşümü etkinleşti. Kendi hayat kuvvetinden feda ederek ciddi yaralarından bazılarını iyileştirdi.



İyileşme işlemi ne kadar hızlı ilerlerse harcanan hayat kuvveti de o kadar fazla olacaktı.



Meng Hao’nun göğsü hızlıca iyileşti ve yaraları kayboldu. Gelişim merkezi de gücünün zirvesindeydi. Fakat ödediği bedel… Ömründen bir altmış yıllık döngü olmuştu.



Meng Hao’nun aniden iyileşmesi Zhixiang’ın gözlerinin titreşmesine neden oldu. Bu tekniğin büyük bedeller karşılığında yaraları hızla iyileştirdiğini anlamıştı. İkili geriye doğru savrulmaya devam ederken birbirlerine baktılar ve ardından devasa, titreyen toprak kütlesine yüzlerini çevirdiler.



Tek görebildikleri şey devasa toprak kütlesinin sarsılıyor olduğuydu. Ara sıra duyulan gürlemeler giderek güçleniyordu ve en sonunda toprak kütlesinden gri bir sis yükseldi.



Gri sis devasa bir mantar bulutu gibi görünüyordu. Sis dışarı doğru yayıldı, çalkalandı ve kaynadı, ardından devasa bir canavara dönüştü. Bu, tamamen sisten şekillenmiş olan bir Qiline benziyordu. Fakat dikkatlice bakınca onun bir Köprü Kölesi olduğu belli oluyordu!



Tek fark bu devasa Qilinin diğer sıradan Köprü Kölelerine göre çok daha güçlü olmasıydı.



Ortaya çıktıktan sonra Sis Qilini kafasını kaldırdı ve kükredi. Aniden ileri doğru fırladı, yüz ifadesi endişeliydi. Sanki çağrı almış gibi görünüyordu.



Meng Hao ve Zhixiang son derece yakındılar. Küçük ışınlanma kullansalar bile, hatta Zhixiang inanılmaz hızına bel bağlasa bile kaçınmak için zamanları yoktu. Yalnızca boş gözlerle devasa Qilin canavarının üzerlerine gelmesini izlediler. Göz açıp kapayıncaya kadar sis onları sardı.



Hava kükreme sesleriyle doldu. Meng Hao’nun ağzından daha fazla kan sızdı. Hemen Lotus Kılıç Formasyonunu çağırarak etrafında dönmesini sağladı. Zaman gücü dalgalar halinde yayıldı.



Meng Hao dört ağız dolusu daha kan tükürdüğü sırada, Lotus Kılıç Formasyonu bin yıllık korkunç bir zaman gücü yayarak menzilindeki bütün sisi eritmeyi başardı, menzili otuz metreydi. Tabii ki devasa bir cüsseye sahip olan Qilin canavarına kıyasla bu mesafe çok önemsizdi.



Sonuç olarak Meng Hao ileri doğru fırlayan canavarla birlikte sürüklendi.



Aynı sırada Zhixiang birkaç ağız dolusu kan tükürmüştü. Daha sonra kendi Ölümsüz Mabut tekniklerinden birini kullanarak sise direnmeye çalıştı. Tıpkı Meng Hao gibi devasa Qilin canavarının vücudunda kendisi için bir boşluk yarattı.



İkili birbirlerine baktılar ve birbirlerinin gözündeki hüzünlü bakışları gördüler. Bu durumun içine istemsizce sürüklenmişlerdi. Fakat kendilerini nasıl kurtaracakları tartışmak için zaman yoktu. O anda boşluğun içinde sürüklenerek kaybolacaklardı. Eğer bu olursa sonsuza kadar kaybolacaklar ve Ölümsüzlük Köprü Taşlarını kullanmaktan başka çareleri kalmayacaktı.



Neden bu Qilin canavarına saplanıp kalmışken onunla birlikte gitmemeyim?” diye düşündü Meng Hao, gözleri pırıldıyordu. “Bakalım Köprü Kölelerine çağrı yapabilen şey neymiş!” Durum giderek kötüleşse de Meng Hao’nun gerçekte pek bir tercih şansı yoktu. Hala Ölümsüzlük Köprü Taşına sahip olduğu için eğer gerçekten kötü bir şey olursa bir anda bu alemden ayrılabilirdi.



Zhixiang’ın ise ne planladığını söylemek güçtü. Büyük ihtimalle Zhao Youlan’ı ele geçirdiği için o da Ölümsüzlük Köprü Taşıyla ayrılabilirdi.



İkili hiç konuşmadılar, sadece kükreyen Qilin canavarıyla birlikte ileri doğru uçmaya devam ettiler.



Boşluğun soğuğu sisini içine işleyemiyordu. Qilin, yoluna inanılmaz bir hızla devam ederken dışarıdaki karanlık adeta siyah su gibi görünüyordu.



Qilin canavarının hızı toz kayalarından çok çok daha yüksekti. Onun boyutu inanılmaz büyüktü ve içindeki Meng Hao ile Zhixiang birer sivrisinekten farksızdı.



Qilin, bu ikiliyi Köprü Harabeleri Aleminin derinliklerine doğru büyük bir hızla götürmeye devam etti.



Zaman geçti. Birkaç gün sonra toz kayasıyla bir ayda kat ettikleri mesafe kadar yol almışlardı.



Bir ay sonra Meng Hao’nun zihni titredi. Boşluğun ilerisinde, gözüne kollarını sallayan eşsiz büyüklükte bir dev çarptı. Onun vücudu sisten oluşmuştu ve tıpkı bir Köprü Kölesini andırıyordu. Onun gittiği yön de Qilinin yönüyle aynıydı!



Meng Hao aynı zamanda hayalet benzeri bir Köprü Kölesi ordusu gördü, yüz binlerce kişiden oluşuyordu ve hepsi de büyük bir hızla aynı yöne uçuyordu.



Meng Hao yolculuk boyunca bunun gibi manzaralarla karşılaşmaya devam etti. Sanki Köprü Harabeleri Alemindeki bütün Köprü Köleleri, ister büyük ister küçük olsun, hepsi de aynı yere doğru akın ediyor gibiydi.



Bu durum karşısında şaşkına dönen tek kişi Meng Hao değildi. Zhixiang’ın nefesi de hızlanmıştı. Onun bu yerle ilgili bilgi birikimi çok yüksekti ve tahminleri kalbinin korkuyla sıkışmasına neden oluyordu.



Yoksa… Onlar Köprü Ruhu Dağına mı gidiyorlar!?



Zhixiang’ın kalbinin titremesiyle birlikte uzaklarda bir dağ belirdi.



Gizemli bir parıltı yayan bu dağ boşluğun ortasında havada asılı duruyordu. Yakınında herhangi bir Ölümsüzlük Köprü Taşı yoktu. Sadece devasa, kocaman bir dağ vardı!



Dağın üzerine sayısız isim kazılmıştı ve her biri gizemli bir parıltı yayıyordu. Bunlar tüm dağı kaplayan büyülü semboller gibiydi. Söylemesi zordu ama orada toplamda bir kaç milyon isim yazılı gibiydi.



İsimler ışıkla titreştikleri her seferinde Köprü Kölelerinin yüzleri daha da endişeli bir hal alıyor ve hızlarını daha da artırıyorlardı.



Dağın zirvesinde antik bir kök aurasıyla pırıldayan bir saray yer alıyordu. Sarayın içinde karanlık ve sessizlik vardı.



Dağın yakınında, başka bir konumda, bir kişi vardı. Olduğu yerde duruyordu, vücudunun etrafında azur renk bir kılıç dönüyordu ve elinde bir alkol sürahisi vardı. Uzun azur renk bir cübbesi vardı ve saçları rüzgarla dans ediyordu. Gözlerinde vahşi bir parıltı vardı.



Bu kişi Han Shan idi!



Adam aniden konuştu, sesi öylesine soğuktu ki onun yanında boşluğun soğuğu sıcak gibi kalıyordu. “Bir kez daha söyleyeceğim. Karımın… Hemen bana geri döndürülmesini istiyorum!











Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44332 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr