Çevirmen: Lúthien

Editör: Lord Viole Grace

"Haha, asil savaşçı, neden gökyüzüne uçmuyorsun ?!" Ning Xi, Han Xiao'ya gözlerini devirdi, sonra onu arabadan fırlattı ve alaycı bir tavırla duvarı  işaret etti, "Eğer bu kadar yeteneklisin, bana ne kadar tehlikeli olabileceğini göster. Bana kanıtla..."

Ning Xi cümlesini bitirmeden önce Han Xiao elini çok hızlı bir şekilde duvara çaktı ve korkunç bir ses duyuldu. Ning Xi, Han Xiao tarafından toz haline getirilen duvara baktı ve kendini oracıkta donmuş buldu.

Sadece bir eliyle duvarı moloz haline getirmişti. Duvarın bazı kısımları ince toz haline gelmiş ve havada kar gibi süzülmüştü.

Ning Xi cevap veremedi.

Bu tanrıya diz çökeceğim!

Bu köylü senin harika yeteneklerini fark edemedi!

Ning Xi, bu tür dövüş sanatları becerilerini sadece romanlarda gördüğüne yemin edebilirdi. Sadece romanlarda ...

Zaten akıl hocası olarak İkinci Büyük Abisi olmasaydı, Ning Xi kesinlikle bu çılgın adamı eğitmeni yapacaktı.

Pfft, aslında İkinci Büyük Abisi  olsa bile, başka bir akıl hocası da edinebilirdi.

Ama düşüncelerini kendine sakladı. Bu adamın hareketleri muhtemelen birinden öğrenilmemişti. Muhtemelen hayatını korumak için sadece bir iki hamle öğrenebilirdi.

"Bu duvarla bir tür kan davan mı var?" dedi Han Xiao ve ellerini düzeltip ve şaşkınlıkla Ning Xi'ye baktı.

"Hayır..." Ning Xi şaşkınlıkla başını salladı.

"Hayır mı? Peki, neden bana bu duvara vurdurttun? Delisin sen." dedi Han Xiao ve dönüp arabaya bindi.

Ning Xi bir kez daha cevap veremedi.

Ne oluyor be? Deli olan sensin!

Ning Xi sadece söylemişti, ama kim gerçekten onun duvara vuracağını düşünürdü ki?

Deli olan o değil miydi?

"Haha, asil savaşçı, bu gece ne yemek istersin? Sana kesinlikle bir şey ısmarlamalıyım ... Bana da iki hareket öğret ... " Ning Xi onunla içten alay etti ama ona biraz yaranmak için gülümsüyordu.

Sonra Ning Xi'nin telefonu aniden çaldı. Gong Shangze'ydi.

Ning Xi'nin ifadesi hemen ciddileşti. "Anladım, hemen geri döneceğim. Umarım bu kez History'nin Black Religion'nı devirebiliriz." dedi Ning Xi, sonra telefonu kapattı.

Han Xiao, Ning Xi'nin sözlerini çok net duydu.

"Black Religion'nı da mı biliyorsun?" Han Xiao'ya anında enerjikleşti.

"Tabii ki biliyorum." Ning Xi, bunu Han Xiao'dan fazla gizlemedi. "Ben Spirit'in patronuyum! Son zamanlarda History, Black Religion'ı piyasaya sürdü ve bu şirketimizi çok etkiledi. Boş ver, sana anlatsam bile anlamazsın! "

Han Xiao'nun gözleri genişledi ve hayretle Ning Xi'ye ağzı açık bir şekilde baktı. "Sen Spirit'in patronu musun?"

"Bu kadar şok olmak zorunda mısın?" Ning Xi homurdandı.

"Bana daha önce söylemeliydin. Black Religion'ı ben tasarladım! Ne düşünüyorsun? Fena değil, değil mi ?! " dedi Han Xiao neşeyle, bir bacağını diğerinin üzerinden atarak.

"O sen miydin? Tüm dünyaca ünlü markaları sen mi tasarladın, tanrım? " Ning Xi, Han Xiao'ya şüpheci bir bakış attı. Tabii ki, ona inanmamıştı.

"Gerçekten benim tasarımım." dedi Han Xiao kesinkes bir şekilde.

"Biliyorum, sen tasarladın." Ning Xi ciddi bir ifadeye sahipti ve işbirliği içinde başını salladı.

"Doğruyu söylüyorum..." Han Xiao da aptal değildi. Ning Xi'nin ona inanmadığının açıkça farkındaydı.

"Artık benimle uğraşma, seni gerçekten safdışı bırakırım." Ning Xi dişlerini sıktı ve hemen arabanın kapısını açtı. Bu olaydan çok rahatsız olmuştu, ama bu adam onu gündeme getirmeye devam ediyordu.

"Black Religion gerçekten benim ..."

Han Xiao sözünü bitirmeden önce, Ning Xi tarafından arabadan çıkarılmıştı.

Han Xiao araba camını tıklattı ve boş bir şekilde, "Gerçekten ben ..." dedi.

Bunu söylediğinde, Ning Xi gaz pedalına basıp kayboldu ve Han Xiao'yu geride yol kenarında bıraktı.