Bölüm 128.3 : Cennetsel Ejder Tanrı Mührü! (3)

avatar
5282 10

Heavenly Jewel Change - Bölüm 128.3 : Cennetsel Ejder Tanrı Mührü! (3)


Çevirmen : Clumsy 

 

Zhou Weiqing’in önünde bulunduğu tünel, Külhanbeyi Taburunun yıllar içinde kazmış olduğu pek çok tünelden biriydi ve yalnızca bir metre uzunluktaydı, devamını getirebilmek için aşırı konforsuz bir şekilde eğilerek ilerlemek gerekiyordu. Girişi oldukça iyi gizlenmişti ve dışarıdan fark etmek çok zordu.

 

Tünel, 12 metre ilerledikten sonra daha geniş bir alana bağlanıyordu ve bu alan da kişiye yalnızca zar zor ayakta durabilme imkânı tanıyordu. Ayrıca havalandırma da bir hayli kötüydü.

 

Wei Feng acı bir gülüşmemeyle şöyle dedi: “Bu tepeler sert kayalardan, çoğunlukla da granitlerden oluşuyor. Kardeşlerimiz karınlarını doyuracak yemeğe dahi zor erişiyor… Bu şartlarda bu kadar kazabilmiş olmaları bile mucize. Burası bizi zor da olsa hayatta tutmaya yetiyor.”

 

Zhou Weiqing kaşlarını çatarak cevap verdi: “Bu iş görmez… bu şekilde her şeyi kadere bırakmış oluyoruz. Keşfedilirseniz ölmekten kaçışınız olmaz. Ayrıca ya dışardaki savaş uzun sürerse ne olacak? Ne yapacağız? En sonunda bizi bekleyen şey açlıktan ölmek olur.”

 

Wei Feng, Zhou Weiqing’e bakarak sordu: “Ne yapmalıyız o zaman?”

 

Zhou Weiqing bir an düşündükten sonra cevapladı: “Daha derin kazacağız ve daha iyi erzak depolayacağız. Tepelerin granit olmasının kötü noktaları olabilir ama iyi noktaları da var. Eğer kendimize bir yeraltı dünyası oluşturabilirsek kaç düşman gelirse gelsin korkmamıza gerek kalmaz. Daha ilkbahara yeni girdik, yani acele etmemize gerek yok. Bir süre düşünüp güzel şeyler tasarlayayım… Orijinal tünelleri genişletmemiz, uzatmamız ve birbirine bağlamamız gerekecek. Bir yeraltı dünyası için hareket edecek yeterli alan, uygun havalandırma, giriş ve çıkışlar gerekir. Bunlar en temel gereklilikler. Yardımcı Komutan Wei Feng, normal şartlarda nasıl yetişim ve eğitim yapıyorsunuz?”

 

Wei Feng bir kez daha acı bir gülümseme takınarak cevap verdi: “Bu şartlarda yaşarken kim yetişime ve eğitime yönelebilir ki? Aslında içimizde çok iyi yetenekler var ama buraya sürülerek ölümü beklemeye terk edildiler.”

 

Zhou Weiqing, gözlerinde yaramaz bir ışık parlarken şöyle dedi: “Sorun değil, öncelikle herkes güzelce beslensin ve ısınsın. Zamanı geldiğinde onların yeteneklerini geliştirmenin yollarını biliyorum.”

 

Şu ana dek Emsalsiz Tabur Komutanı pozisyonu sabitlenmişti ama işleri adım adım ilerletmesi, acele etmemesi gerektiğinin de farkındaydı.

 

Eğer bu adamları şu anda eğitime zorlarsa sonuçları hiç de iyi olmazdı. Sonuçta adamların fiziği ne kadar iyi olursa olsun, uzun süredir mücadele ettikleri ısırıcı soğukların ve açlığın etkileri yoğundu. Onlar için en önemli şey, bir sonraki adımı atmadan önce bedenlerini toparlayabilmekti.

 

“Yardımcı Komutan Wei, bu gece TianBei Şehrine gideceğim. Para işini sen hallet.” Zhou Weiqing, bu sözler eşliğinde daha önce Wei Feng’den ilgilenmesini istediği iki el arabasını işaret etti. İçinde ne olduğu ilk bakışta anlaşılmayan bu arabalar, iki yüz bin civarı altın barındırıyordu. Zhou Weiqing, bir kısmı askerlerin ödemesinden oluşan bu parayı levazım subayına getirtmişti. Sonuçta elinde pek altın kalmamıştı ve bu külhanbeylerini düzenli olarak emrinde tutmak istiyorsa paraya ihtiyacı olacaktı. Sırf bugün, dün geceki operasyon yüzünden birkaç bin altın harcamıştı.

 

Bu kez TianBei Şehrine gitmesinin de birkaç sebebi vardı. İlki Lin TianAo ve diğerleriyle iletişim kurmaktı, ikincisi ise kullanacak daha çok altın getirmek. Tabii ki birkaç ufak işi daha vardı. Zhou Weiqing’in kısa vadeli planı, üç ay içerisinde Emsalsiz Taburu doğru yola sokmaktı.

 

Wei Feng başını sallayarak onayladı. “Tamamdır.” Zhou Weiqing’in dışarı nasıl çıkacağı gibi aptalca bir soru sormayacaktı. Şu ana kadar onun her şeye kadir olduğuna dair bir izlenim edinmişti.

 

“Tabur Komutanı, Tabur Komutanı, On Altıncı Alay birkaç kişi göndermiş.” Bir anda içeriye dalan bir Emsalsiz Tabur askeri, bu sözleri sarf etti.

 

“Oh? Bayağı hızlı çıktılar!” dedi Zhou Weiqing biraz şaşkın şekilde. Sonra da Wei Feng’e bakarak hızlıca tünelden çıktı.

 

“Zhou Küçük Şişman, hemen dışarı çık.” Tepeye ulaşan Zhou Weiqing, aşağıda bekleyen Shen Bu’yu fark etti.

 

Shen Bu, Alay Komutanı kıyafetleri yerine normal kıyafetler giyinmişti. Yanında şahsi korumaları yoktu, yalnızca zırhsız ve sıradan kıyafetli sekiz kişiyle birlikteydi.

 

Toplamda dokuz kişi olsalar da bu manzara Zhou Weiqing’in kalbini sıkıştırmıştı. Shen Bu’nun kendisiyle baş etmek için uygun bir yol bulduğunun farkındaydı. Bir birlik gönderemeyeceği için şahsi gücüne başvurmuştu.

 

“Alay Komutanı Shen Bu, uzun zaman olmuştu.” Zhou Weiqing, kalbinde bu sonuca varmış olsa da gayet rahat bir tavır takınıp hafifçe gülümseyerek tepeden inmeye başladı.

 

Külhanbeyi Taburu askerlerinin yarısının midesi bozuk olduğu için tüm tepeye kötü kokular sinmişti. Sağlam askerlerse şovu izlemek için toplanmıştı. Sonuçta Zhou Weiqing, kar getirmedikçe bir şey yapmamalarını söylemişti…ve karşılarında yalnızca dokuz rakip vardı.

 

Eğer bakışlarla öldürmek mümkün olsaydı, Zhou Weiqing, Shen Bu tarafından defalarca öldürülmüş olacaktı.

 

Birkaç gün önce Zhou Weiqing’i Külhanbeyi Taburuna gönderen Shen Bu, en kötü kabuslarında bile Zhou Küçük Şişman’ın bu kadar baş belası birine dönüşeceğini tahmin edemezdi. Resmen korumalarını soymaya cüret etmişti. Daha da kötüsü, ertesi gün gönderdiği ağır süvarileri de soymuştu. Hatta küçük kardeşinin zırhını da almış, onu yalnızca kıyafetleriyle bırakmıştı. Bu kesinlikle beklenmedik bir aşağılanma ve hakaretti.

 

Ağır süvari askerlerinin soğuktan beti benzi atarak ve mavileşmiş dudaklarıyla titreyerek dönüşlerini gören Shen Bu, dişlerini öyle sıkmıştı ki hepsinin parçalaması an meselesiydi. Kalbindeki nefreti hayal etmek zor olmasa gerekti. Bir de üstüne, Shen Yi’den ekipmanlar için para istediğini öğrenmişti. Nasıl bir piçlik, nasıl bir değersizlik ama!

 

Ancak tam da Zhou Weiqing’in tahmin ettiği gibi, tüm Alayını toplayarak Emsalsiz Tabura saldırmak gibi bir şey yapamamıştı. Bu külhanbeyi askerlerin gücü hakkında aşağı yukarı bir fikri vardı. Onları gerçekten öldürmeye çalışırsa en azından bir Tabur askerini yitirecekti. Üstelik bu hareketle kuzey komutanının emrinden çıkmış olacaktı. Muhtemelen bunun için bir ceza almaktan kurtulurdu ama herkes olanları öğrenirse yitireceği saygıdan korkuyordu.

 

Ve bir müddet düşünen Shen Bu, intikam almak için birkaç yakın arkadaşını çağırmaya karar vermişti.

 

“Zhou Küçük Şişman, lafı dolandırmayacağım, eğer bizden çaldığın tüm ekipmanları geri verirsen meseleyi uzatmayacağım. Aksi takdirde, bugün, tüm Külhanbeyi Taburunu ortadan kaldırırım.”

 

Zhou Weiqing ona şaşkın bir bakış atarak karşılık verdi: “Çok korktum, Alay Komutanı Shen Bu! Ama biz hala aynı ordunun askerleriyiz… bunu yaparsan askeri mahkemeye götürülürsün. Külhanbeyi Taburumuz sürgün edilmiş olabilir ama hala Eşsiz Tabur 1 olarak ordunun bir parçasıyız. Buraya gelip bela çıkarmaya çalışman hoş değil, haksız mıyım?”

 

Shen Bu, bir *Swoosh* sesi eşliğinde atından indi ve Zhou Weiqing’i tehdit edercesine işaret ederek konuştu: “Konudan sapıp vaktimi harcamaya çalışma. Ordu komutanının siz külhanbeylerini umursadığını mı sanıyorsun cidden? Sana son bir şans daha veriyorum, yoksa tüm tepe kanlarınızla ıslanacak.”

 

Zhou Weiqing sırıtarak cevap verdi: “Yapma! Alay Komutanı, sakin ol. Senin de söylediğin gibi biz bir avuç külhanbeyiyiz, bize kızman çok anlamsız. Ama bahsettiğin ekipmanlara gelince… Onları öylece geri iade edemem, bedellerini ödemen lazım. Sonuçta kardeşlerimin çabalarını boşa çıkartamam, değil mi ama? Buna ne diyeceksin?”

 

“Bu Bu, neden onunla konuşmaya çalışarak vakit harcıyorsun ki?” Shen Bu’yla gelen sekizli de atlarından inmiş ve kızın yanında yerlerini almıştı. Konuşan kişi, kırklı yaşlarda görünen bir adamdı. Yıllardır güneşin altında bronzlaşan bir teni, asil ve haşmetli bir duruşu vardı. Yüksek rütbeli olduğu belliydi ama Zhou Weiqing, rütbesinin tam olarak ne olduğundan emin olamamıştı.

 

“Abi, eğer harekete geçersek herkes tedbirli olmalı. Mümkünse kimseyi öldürmemeye çalışın. Sonuçta onlar hala bizim ordumuzun bir parçası.” Shen Bu, bu iriyarı, kapkara suratlı adama bariz bir saygıyla, kısık bir tonla seslenmişti.

 

“Ahh, sen… bu küçücük Külhanbeyi Taburu sana çok bela açacak. Eğer Öğretmen bunu öğrenirse temiz bir dayak yiyebilirsin. Hem Yardımcı Tugay Komutanlığına terfi etmek üzeresin, her şeyi iyice düşünmen lazım, anlıyor musun?”

 

Onaylayan ve oldukça yanlış anlaşıldığını hisseden Shen Bu, Zhou Weiqing’e vahşi bakışlar atmaya devam etti.

 

Konuşan adam ise iri bir adım atarak Shen Bu’nun önüne geçti ve Zhou Weiqing’e bakarak lafa girdi: “Zhou Küçük Şişman, değil mi? Shen Bu seni fazla düşünmeden Külhanbeyi Taburuna göndermiş ve bu konuda hata etmiş. Eğer ekipmanlarla birlikte dönersen sana farklı bir görev verebilirim.”

 

Zhou Weiqing anlık olarak afallamıştı. “Bu sorumluluğa sahip misin ki?”

 

Bu noktada Külhanbeyi Taburunun neşeli bakışları endişeli bir hal almıştı. Bu Zhou Küçük Şişman, birkaç gündür Tabur Komutanı olmasına rağmen beklenmedik kazançlar sağlamıştı. Onun gidebileceğini öğrenmek canlarını sıkmış, bu gidişe istekli olmamalarına yol açmıştı.

 

Adam pasif bir şekilde şöyle dedi: “Ben 7. Tugay Komutanı Shen Ji. Şimdi sorumluluğa sahip olduğumu düşünüyor musun?”

 

On Altıncı Alay, Yedinci Tugaya bağlıydı ve bu kelimeleri işitmek Zhou Weiqing’in ifadesini değiştirmişti. Bir Tugay komutanı, yüz bin kişiye emredebilen bir general demekti. Külhanbeyi Taburu ise bin kişi civarıydı. Bu Shen Ji, Shen Bu’dan çok daha üstündü ve gerçekten Külhanbeyi Taburunun başına bela açmak isterse bunu rahatlıkla yapabilirdi.

 

“Hmm Tugay Komutanı demek. Bu astınız da Eşsiz Tabur 1’in Tabur Komutanı, Zhou Küçük Şişman. Selamlar.” Zhou Weiqing, hızlıca Shen Ji’yi selamladı.

 

Shen Ji de elini sallayarak karşılık verdi: “Acele et, her şeyi hazırla da bir an önce dönelim.”

 

Zhou Weiqing mahcup bir ses tonuyla şöyle dedi: “Ama… görüyorsunuz… Alay Komutanı Shen Bu bana karşı çok kötü bir tavır takınmış durumda. Bu şekilde geri dönersek işler benim için nasıl sonuçlanır ki?”

 

“En?” Shen Ji, tüm kuzey ordusunun en üstün askerlerinden biriydi ve ZhongTian İmparatorluğu ordusu genelinde bile koca bir Tugaya liderlik ederek üst kesimlerden sayılıyordu. Daha önce kendisiyle bu şekilde pazarlık etmeye yeltenen hiçbir astla karşılaşmamıştı.

 

“Ne istiyorsun peki?” Bu soruyu soran Shen Ji’nin gözlerinden çıkan soğuk ışıklar ve bedeninden yayılan aura, Zhou Weiqing’e büyük bir baskı uyguluyordu.

 

#Shen Ji mi? Abi dedi, soyadlar da aynı. Herhalde bu da gerçek abileri. Ne aileymiş arkadaş tabur, alay, tugay diye gidiyor. Babaları da genel komutan falan çıksın oldu olacak. 
Peki bizim kerata ne ister dersiniz? Dönmeyeceği kesin ama ne fesatlık yapacak merak ediyorum doğrusu. Hadi bakalım okumaya devam!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44263 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr