4.bölüm: Sorular ve Cevaplar

GAZARNA yazan ATEM78
avatar
320 0

GAZARNA - 4.bölüm: Sorular ve Cevaplar


Yutba gözünü açtığında direk kendini burada bulmuştu, etraf loş bir şekilde ışıklıydı ancak gözleri yine de her şeyi görebiliyordu. Az önce Ame ile kavga ediyorlardı ancak hiçbir yeri acımıyordu sanki hiç dövüşmemiş gibiydi. Etrafa seslenmesine rağmen kimse karşılık vermiyordu biraz ilerleyip sağına soluna bakınmaya başladığı gibi önünde bir taht belirdi. Tahtta bir kadın oturuyordu yutba’nın onu görmesi üzerine ayağa kalktı. Tahttan kalktığı gibi taht yok oldu. Bu kadının üzerinde savaş zırhına benzer bir zırh vardı. Kırmızı saçları bacaklarına kadar uzanıyordu, aynı şekilde sırtından simsiyah iki tane kanat çıkmış ve heybetli şekilde açılmışlardı. Yüz hatları gibi sivri kulaklara ve sapsarı gözlere sahipti. Yutba ilk gördüğü anda nutku tutulmuştu bu kadar heybetli ve güzel duran kadın da kimdi. Yutba’nın ağzından istemsizce kelimeler döküldü.

- Çok güzelll

 

Bunu duyan kadının yüzünde küçük bir gülümseme belirdi. Yüzünde beliren gülümseme ile sanki heybetli ve korkutucu duran ifadesi bir melekmişçesine narin duruyordu. Yavaşça yutbaya yürümeye başladı. Kadının güzelliğine takılı kalan yutba kendine doğru gelindiğini fark edince irkilerek yere düştü ve geri kaçmaya yeltendi. Bunu fark eden kadının yüzündeki gülümseme kayboldu onun yerini özlem ve keder dolu bir bakış aldı içten ve narin bir sesle konuştu.

- Ne kadar da büyümüşsün.

.............................................................................................................................................................................. 

Yutba biraz şaşkınlıkla irkilmişti ancak karşısındaki karakterden gelen baskıyla kendinde geri adım atacak cesareti bulamıyordu kekeleyerek ağzından birkaç kelime çıkmıştı.

-haaasssiktirr beni nerden tanıyorsun.


Kadın kendinden korkan yutbayı görünce. Yavaşça eğilerek elini yutbanın saçlarına koydu ve yavaşça okşadı, sonrasında elini çekerek yutbayla göz göze geldi.

-Benden korkmana gerek yok, yüzündeki korku dolu ifadeyi bırak sana zarar vermeyeceğim.

-nerden bileceğim bana zarar vermeyeceğini.

Kadının yüzü şaşkın bir hale büründü ve sersemlemiş ifadeyle yutbaya bakarak konuşmaya başladı.

-Benim oğlum nasıl bu kadar aptal olabilir ki…

Yavaşça iç çekti ve durumu anlamayan yutbaya açıklamaya başladı.

-Şu an da bir kolyenin içindeyiz, sana zarar vermek istesem zaten bana kimse engel olamaz. Bunun için daha fazla benden kaçmaya çalışma.

-Sen az önce bana aptal mı dedin kim demiş aptal oluduğumu.

-O kadar şey arasından buna mı takıldın cidden, seni Rong’a emanet etmemeliydim. Senide kendi gibi aptal yapmış.


Yutba konuşanları bir kez daha düşününce şaşkınlıkla ağzı açıldı ve bağırarak kadına karşı konuşmaya başladı.

-SEN BENİM ANNEM MİSİN?

-Sonunda en başındaki sorunu çözdük, hadi annene sarılmayacak mısın?


Yutba’nın annesi kollarını yavaşça açınca daha önce hiç annesine veya babasına sarılmamış olan yutba kollarını açarak annesine yavaşça sanki bir yabancıya sarılıyormuş gibi sarıldı. Sarıldığın da kalbin de daha önce hissetmediği bir sıcaklık hissetmişti o sıcaklık arttığında kollarıyla annesini daha çok sıkıyordu. Kasabada ailelerine sarılan, oyun oynarken yanlarında duran, yemeklerini hazırlayan kişileri gördüğünde kötü hissediyordu, belki biraz da kıskanıyordu ancak daha önce bunu hiç yaşamadığından kafasında yer etmiyordu. Anlaşılan kafasında yer etmese de kalbinde çokça yer etmişti, içi sanki kavruluyordu konuşmak istiyordu ama ağzını açacak durumu yoktu, gözlerinden yavaşça göz yaşları akmaya başladı hıçkıran sesle ağlıyordu. İlk başta ki bir yabancıya sarılıyormuş gibi olan hisleri artık anlamsızdı sadece yanından ayrılmak istemiyordu. Yutba’nın ağlamasını gören Annesi kendini tutamayarak ağlıyordu ağlarken bir taraftan oğlunu öpüyor bir taraftan saçlarını okşuyordu. Ağlamaları bir mühlet daha böyle devam etti sonra annesi kendini yavaşça geri çekti.

-Maalesef çok fazla zamanımız yok yutba soracağın sorular vardır. Mesela bunca zamandır neredeydik, neden seni amcana bırakmak zorundaydık, şu an ki durumda neden bulunuyorsun gibi sana en azından birazcık açıklama yapmalıyım.

-Hayır sadece sarılmak istiyorum bu soruların cevabını sonrada öğrenebilirim.

-Tamam o halde sarıl bana, zamanımızı biraz daha kısaltacak ama sana anlatmak yerine göstereceğim.


Yutba annesinin boynuna sımsıkı sarıldı, boynuna sarılan yutbayı kucaklayıp ayağa kalktı, ayağa kalktığında etraftaki loş ortam bir anda değişti. Değişen görüntüde beliren annesinin gençliğiydi vücudu hala çekici bir şekildeydi ancak şu an daha sevimli bir haldeydi kalisia’nın konuşmasıyla görüntüde değişiyor şu an ki halini alıyordu.

-Öncelikle benim kimliğim ve adımla başlayalım ben şeytanların kraliçesi, ölümün elçisi ve rün bilgini “Kalisia Kumin” eski soy adım ise “Mitya”.


Görüntü tekrar değişti şimdi görünen adam uzun boylu, yapılı, siyah saçlı yeşil gözlü biriydi, kafasının üstünde üç tane boynuz bulunuyordu bu boynuzlar dıştan bakan birine sanki bir taçmış gibi görünüyordu. Yüzü orta yaşlı bir adamın yüzü gibiydi çene hatları hafif yuvarlak bir yapıdaydı ancak yüzü bir kahraman gibi gören herkesi kendine hayran bırakıyordu. Üzeri gümüş renkli bir zırhla kaplıydı ama buna rağmen sıkı vücudu fark ediliyordu. Bu zırhın üstünde anlam verilemeyen garip kelimeler bulunuyordu gözle görünür yerlerde çok fazla olmasa da ince bir işçilikle işlenmişti. Adam dimdik heybetli bir şekilde duruyor ne konuşuyor ne hareket ediyordu. Kalisia bu görüntü karşısında hafiften kızardı ama konuşmaya devam etti.

-baban ise “Khaye” imparatorluğunun kralı ve yıkım ejderi olarak ta bilinen “Abra Kumin”

Şaşkınlıkla annesini ve babasını izleyen yutba annesinin kucağında iken meraklı şekilde Kalisia’yı dinliyor annesinin dediklerini dinlerken arada bir ufak sorular soruyordu.

- waow nasıl yani ben bir prens miyim?

- evet öylesin benim küçük prensim.

- Peki krallığımız nerede?

- O konuya gelirsek işler şimdi karışmaya başlayacak.

 


Önlerindeki görüntü yine hızla değişti şimdi kocaman bir Kale vardı ama bu kalenin boyutu birkaç dağ boyutundaydı, kapısı kıpkırmızı şekilde parıldıyordu kapısının yanında iki yanında koca sur boyutunda heykeller bulunuyordu bu heykelle ejderha heykelleriydi. Devasa büyüklükteki bu kale aynı zamanda kilometrelerce uzunluktaydı surların üzerinde Abra’nın üzerindeki garip desen gibi desenler bulunuyordu. Kapı yavaşça açıldı. Görüntü İçerideki binlerce odayı hızla geçilip kralın yatak odasına geldi. Yatakta Kalisia yatıyor, Bir ebenin yardımıyla doğum yapıyordu. Abra yatak odasının kapısında bekliyor bir sağa bir sola dönüyor ileri geri gidip zikzak çiziyordu saatlerdir bekliyordu. Bazen daha bitmedi mi diye beklerken sinirleniyor aurası dışarı sızıyor devasa kaleyi sallıyordu karısının çığlıklarını duyunca siniri endişeye dönüşüyor daha hızlı zikzak çiziyordu. Krallarını böyle gören hizmetçiler bu durumu hem komik buluyor hem de korkuyorlar ve bir şey diyemiyorlardı. Uzun bekleyiş ardından içerden gelen acı dolu sızlanmalar yerini bebek ağlamaları olunca Abra sevinçle ne yapacağını bilemeyerek bir anda ejderhaya kalenin on iki kolonunu kırmıştı. Sallanan kaleye aldırış etmeden hemen eski haline dönüp hızla odaya girdi.

- Doğdu mu kalisia doğdu mu?


Kapıyı hızla açıp konuştuğunu gören ağzını eline getirerek Abra’nın daha fazla ses çıkarmasına izin vermeyerek doğumdan yorgun düşmüş ve uyuya kalmış olan kalisia’yı gösterdi. Soluna dönerek sakince hendekte yavaşça ağlayan yutba’yı kucağına alıp, Abranın kucağına bıraktı.

-Tebrikler Majesteleri bir oğlunuz oldu.


Abra bu habere olan sevinciyle tam bağırıyordu ki ebe bastonuyla Abra’nın kafasına vurdu. Normalde böyle bir şeyi kimse yapamazdı, ancak bu ebe Abra’yı bile doğuran Akna ebeydi Abra için bazı zamanlar bir anne görevi bile yapmıştı. O yüzden bu imparatorlukta karısından sonra ona kızabilen tek kişiydi. Akna ebe Karısı’nı göstererek yüksek sesle konuşmamasını söyledi ve bastonunu dayanarak ağır adımlarla odadan ayrıldı. Yutba, Abra’nın kucağında ağlamayı bırakmış yeşil gözleri ve kırmızı saçlarıyla tatlı bir şekilde babasına bakıyordu. Abra tatlı şekilde bakan yutba’nın yüzünü severek yanağına bir öpücük koyarak kulağına eğildi ve kısık sesle seslendi.

-Senin adın bundan sonra yutba kumin


Yutba’yı beşiğine koyup saçlarını okşuyordu ki Gazarna da ki bütün mana yutbaya doğru çekilmeye başladı. Bunu fark eden Abra aurasını serbest bırakarak gelen manayı yavaşlatmaya çalıştı ancak gücünü ne kadar arttırırsa artsın yutbaya akan mana yavaşlamıyordu. Akan mana sonucunda yutba’nın küçücük vücudu değişime uğruyordu. Kafasından boynuzlar çıkmaya başlamış vücudu pullanmaya başlamıştı aynı şekilde. Bu değişim acı veriyor olmalıydı ki küçük yutba bağırıp yırtınmaya başlamıştı. Oda ya mana akın etmeye başlayınca Bir Aspet olan Kalisia bunu hissetmiş yorgun olan vücuduna rağmen ayaklanmıştı yavaşça cebinden bir kolye çıkarıp yutbanın boynuna astı, kolyeyi asıtğında kolye parlamaya başladı, normalde olan mana akışı devam etti ancak vücudun da ki pullar ve boynuzlar kayboldu, acı azalmış olmalıydı ki yutba uyuya kalmıştı. Mana akışı bir mühlet daha devam edip sonrasında normale dönmeye başladı ve en sonunda Gazarna da ki mana akışı durdu. Yorgun düşen kailisia yatağa doğru geri oturdu.

- Aşkım bu da neydi?

- Bende bilmiyorum canım tek bildiğim şey oğlumuzu basit bir geleceğin beklemediği.

- Peki bu kolye ne? bu olayın gerçekleşeceğini nerden biliyordun?

- Bana Tanrı Orcus (karanlık/ölüm tanrısı) söyledi.

- Bir tanrı neden ufak bir çocuğa bu kadar ilgi göstersin ki?

- Üç ay önce bana bir vahiy bildirdi doğacak olan çocuğumla alakalı. Doğacak olan çocuğun   Gazarna’nın kaderini belirleyeceğini ya yok oluşun ya da var oluşun önünde duracağını bildirdi. Sonrasında ise bana rün kolyeyi yapabilmem için rünleri öğretti ama gerçekten böyle bir şey olacağını düşünmemiştim.


İkili konuşurlarken birbirlerine hem endişeli hemde bir o kadar korku dolu bakışlar atıyordu. En son Kalisia’nın konuşmasıyla oda sessizleşti. Abra, Kalisia’yı yatağına yatırdı, yorganı üzerine doğru çekti. Kapıyı kapatıp odadan çıktı. O sırada Taht odasına gelmiş olan Rong, yemek yiyiyordu. Kafasını eline koymuş bir şekilde içeri giren Abra’yı görünce yemek yemeyi bıraktı, çünkü abisinin normalde olan dik duruşu yerine kafasını kaşıması çok önemli bir şeyin olduğunun göstergesiydi.

- Abi ne oldu?


Abra yemek yediği masaya oturup kendisi de hem yemeye hem de olanları Kısaca rong’a açıklamaya başladı.

- Abi bu iyi bir şey değil mi?

- Nasıl yani

- Senin çocuğun bir tanrının bile dikkatini çekmiş sence güçsüz olabilir mi? emin ol bizi bile geçip en tepede duracaktır.

 

Kadehlerini tokuşturup konuşuyorlar hemde bir taraftan tıka basa yemek yiyiyorlardı. Rong’un sayesinde biraz da olsa rahatlamıştı. Saatlerce konuşmuş sohbet etmişlerdi. Rahatlamış olan kafasıyla Kalisia’nın yanına geldi. Yatağa girip karısına sarıldı, uyuya kaldı. Uykusu Gece yarısında büyük bir patlama ile bölünmüştü. Bir dağ kadar olan koca kapı param parça olmuştu. Yatağında bunu duyan Abra ve Kalisia hızla yataktan kalktılar. Kalisia hemen  yutbayı kucağına aldı. Askerler içeri giren düşmana saldırıyorlardı ancak sadece askerlerin  acı dolu inleme sesleri geliyordu.

- Kalisia burda yutbayla kal sakın dışarı çıkma. Ben çıkıyorum.

- Tamam dikkat et aşkım.

 

Abra kapayı açtığında kocaman kalenin her tarafı param parça olan khaye ırkından asker parçalarıyla doluydu, sabah parlayan zemin şimdi kızıl renk almıştı. Tüm bu katliamın ortasında ise siyah cübbeli bir adam duruyordu. Bu adam şeytan ırkına benzer şeklinde kafasında boynuzları vardı. Boynuzlar kafasının etrafından dolanıp bir sağ taraftan bir sol taraftan çıkıyordu. Alnının ortasında bir üçgen rün bulunuyordu. Vücudunun gri açık tonu gözlerinin kırmızı rengini açığa çıkarıyor gözlerinin etrafından yanağın altına doğru giden sivri hatlı dövmeler bulunuyor, orta yaşlı bir adam benziyordu. Kimseyi Önemsemez şekilde ilerledi.

- Sen kimsin ki benim insanlarıma zarar veriyorsun lan.

 

Abra sinirlenmiş bir şekilde aurasını salmaya başladığında arkasında koca bir ejderha figürü belirdi Abra’nın etrafındaki yeşil aura gittikçe kuvvetlendi, sıçrayıp düşmana yıkıcı bir yumrukla vurdu. Yumruğu yiyen adam hızla yere çakıldı yumruğun gücü o kadar güçlüydü ki yer de koca bir krater oluştu. Siyah cübbeli adam yerden hiçbir hasar almamış şekilde kalktı yere tükürerek gülümsedi.

- Sonun da dişime değecek bir rakip.

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44506 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr