1. BÖLÜM: DOLUNAYIN ALTINDAKİ ŞER

avatar
350 1

ERLİKLERİN HÜKÜMDARI - 1. BÖLÜM: DOLUNAYIN ALTINDAKİ ŞER



 

 Dolunayın tüm parlaklığıyla aydınlattığı bir gecede, koşan atların nal sesleri ve toprağın hışırtısı yankılanıyordu karanlık ormanda. Altı kişilik, fazlasıyla toy olan bir grup, heyecanla önlerine çıkacak avları arıyorlardı. Saçları ve kıyafetleri atların hızıyla savruluyor ve gözlerindeki ışıltının önderliğinde karanlıkta at sürüyorlardı. Coşkulu bir ses duyuldu. "Bu taraftan! Orada kaçışan iki tane erlik[1] var!"

[1] Erlik: Kötü niyetli ruhlardır. Yer altı ruhları da denir. İnsanlara hastalık, sıkıntı getirir.

 Konuşan genç, atını gösterdiği yöne doğrulttu. Başka birisi de şaşkınca konuşmaya başladı. "Karşı tarafta onlarcası var!"

 Bu iki genç konuştuğu sırada bir at kişnemesi yankılandı. Kızıla kaçan kahverengi bir at, arka ayakları üstünde şaha kalkmıştı. Sahibi ise heyecanla yuları kendine çekmişti. Saçını şakaklarından süslü örgülerle yüksekten bir at kuyruğu yapmış gözlerinin üstüne düşen perçemlerinin arasında alevlenmiş kızıl-kahve gözlerle heyecanla bakan genç; soğuk havaya rağmen kalpak takmayarak içinde yanan ateşi cüretkarca etrafındakilere gösteriyordu. Gencin gözleri uzun zamandır aradıkları avlarını bulmanın sevinciyle parıldarken 'deh' diye bir ses yükseldi.

 "Hey, bu yaptığın haksızlık! Gece avında adil olmamız gerek." dedi arkasından gelen siyah kalpaklı kız.

 At üstünde ilerleyen genç kahkaha atarak ilerlemeye devam etti. Diğer gençlerde onu takip etti gecenin coşkusuyla. Uçuşan erlikler gelen gençleri fark ettiklerinde kaçışmaya başladılar. Kahkahası biten genç kız baldırının yanında, kemerine bağlı sadağın içindeki oklardan birini aldı ve sırtındaki yayı alarak nişan aldı. At hızla erliklerin peşinden koşarken hafifçe kalktı ve erliğe oku sapladı. Okun saplanmasıyla karanlık erlik sonsuzluğa kayboldu.

 Diğerleri arkasından gelirken üç tanesini daha avlamış, gruba güç gösterisi yapmıştı. Siyah kalpaklı kız arkadan bağırdı. "Umay, seni kendini beğenmiş hatun, bize de av bırak!"

 Umay sırıtmaya başladı ve biricik teyzesine baktı. Biricik teyzesinin kızılımsı saçları hafif dalgalıydı ve siyah kalpağı alnının çoğunu kaplıyordu. Adı Ilgın olan teyzesi sarıya kaçan gözleriyle Umay'a bakıyordu. Umay atını biraz yavaşlattı ve diğerleriyle yan yana geldi.

 "Hayhay." dedi ve bir kolunu buyur edercesine uzatarak teyzesine yol verdi. Teyzesi Ilgın gözlerini devirip ağaçların üstüne ulaşmış korkak erlikleri hedef aldı. Yayı ustaca germiş ve iki okunu fırlatmıştı. Birbirinden farklı istikametteki iki erlikler bu iki okla kaybolurken çapkın bir gülüş attı.

 Arkadan memnuniyetsiz bir ses yükseldi. Sesin sahibi az önce halinden fazlasıyla memnun olan Umay’dan başkası değildi. "Asıl bu haksızlık! Yani biz küçükler efsunda gelişmemişken efsun becerilerini kullanarak hava atman."

 Ilgın küçümseyici bakışlarıyla Umay'a baktı ve kocaman sırıttı. Umay göz devirip 'gösterişçi' diye söylendi.

 O sırada Umay’ın arkasından yaklaşmış olan koyu kahve rengi atın üstündeki delikanlı, Umay'ın çıplak ensesine fazla sert olmayacak bir şekilde eliyle vurdu. Çıkan ‘şap’ sesiyle ensenin sahibi sinirli bakışlarını yan hizasındaki gence yöneltti. Bu ergence şakanın kurbanı olan Umay sinirle konuşmaya başladı. “Amacın ne Sungur? El şakan hiç komik değil!”

 Elin sahibi Sungur’un açık kumral saçları ay ışığında parlıyordu. Yüzüne gelmemesi için şakaklarından ördüğü iki ince örgüyle arkada birleştirmişti. Mavimsi gözleri soğuk bir şekilde Umay'a baktı ve konuşmaya başladı. "Teyzemle düzgün konuş Umay. O senin büyüğün."

 Umay yaşıtı olan kuzeninin emir vermesini kendine yediremediğinden kılıcını hızla kınından çekti ve kuzenine doğrulttu. "Dövüşmek mi istiyorsun Sungur!" diye haykırırken Sungur da bu çocuksu kavgayı ilerletmek için kılıcını çekmek üzere kabzasına elini koymuştu.

 Fakat şaşkın bir sesin ileriyi göstererek haykırmasıyla ikisi de o tarafa odaklarını çevirdi. "Şuna bakın! İleride yaklaşık kırk tane erlik var. Üstelik bunların çoğu lanet seviyesindeler."

 İkili kılıçlarını kınlarına geri koydu ve atlarının hızını artırdılar. Ormanın seyrekleştiği yerde yaklaşık yirmi tane lanet erliği vardı. Bu tip erlikler ölmüş insanların bedenine girer ve onlar gibi savaşabilirdi. Bu sebeple insanlar öldüklerinde bedenleri ele geçirilmesin diye dokuz gece yarısı bir şaman tarafından ayinlerle kutsanırdı. Eğer kutsama gerçekleşmezse, yanlışlık olursa veya birisi kutsamayı bozarsa ölünün bedeni bir erliğe ev sahipliği edebilirdi. Kutsanmayan bir beden ne kadar güçlüyse erlik o kadar güçlü olurdu ve karşılarındaki erliklerde kılıç taşıyıp kullanabilecek kadar güçlü bedenler vardı. "Tılsım okların pek etkisi olacağını sanmıyorum." dedi arkadan gelen kahve saçlı Bengisu.

 Umay atını yavaşlatıp attan atladı ve kınına koyduğu kılıcı geri çekti. "Haklısın kuzen. Bu yüzden birebir dövüşmemiz lazım."

 Ilgın da hızla atından indi ve gözü kara yeğeninin bileğini yakaladı. Umay şaşkınca teyzesinin tuttuğu eline baktığında Ilgın nutuk çekmeye başladı."Düşünmeden hareket etme Umay. Daha önce hiç bu kadar lanet erliğiyle karşılaşmamıştık. Birimiz otağa haber götürsün."

 Arkadaki bir genç bağırdı. "Ben haber götürürüm." dedi ve hızla otağa doğru at sürdü.

 Umay sinirle Ilgın'a inanamamış bir şekilde baktı. "Obada üç beş tane laneti yenemedik diye adımızın çıkmasını mı istiyorsun Ilgın? Neyiz biz çocuk falan mı?" dedi ve bileğini teyzesinin elinden kurtardı. Hızla oradan uzaklaşan atlıya baktı ve küçümsedi. "Hah! Korkağa bak hemen de kaçtı. Küçükken de böyleydi."

 Atın üstündeki delikanlı kuzenine sinirle bağırmaya başladı. "Bir kere de teyzemi dinlesen olmaz mı Umay? Ayrıca evet bizler daha çocuğuz ve efsun bilgimiz bile yok. Kendine fazla güvenmeyi kes!"

 Umay küçümseyerek gözlerini devirdi ve attaki Sungur'a bakmak için başını hafifçe kaldırdı. Gıcık bir şekilde gülümsedi. "Benim yeteneklerimi kıskandığını biliyorum Sungur."

 Sungur da sinirle atından aşağı indi ve zamanında çekemediği kılıcını çekip Umay'a doğrulttu. "Başımız belaya girecek Umay. Atına geri dön!"

 Umay duymazlıktan geldi ve arkasını dönüp yaklaşan birkaç tane güçsüz gözüken lanete doğru koşmaya başladı. Arkasından Bengisu da koşmaya başlamıştı. Ilgın derin bir iç çekip akıllanmaz yeğeni ve onu takip eden küçüğe uzaktan baktı. Hızla kınındaki kılıcının yeşim taşından yapılma kabzasını tuttu ve kınından çekip yanlarına gitti. Sungur da istemeyerek onları takip etti. Geride, atın üstünde duran Alp ise elindeki okla havada süzülen karaltıları vururken, ilerisindekiler de acıyla çığlık atan lanet erliklerini kesmekle uğraşıyorlardı.

 Umay heyecanla kendisine yaklaşan erliğe baktı. Erliğin kullanabileceği herhangi bir silahı yoktu. Sadece fazlasıyla sivri tırnaklara ve kokulu, çürümüş bir bedene sahipti. Hırlayarak Umay'ın heyecanlı yüzüne doğru tırnaklarıyla aniden atıldı. Umay çevik bir şekilde yana kaydı ve erliğin bel boşluğuna sert bir tekme attı. Erlik uçarak bir ağacın sivri dalına saplandı ve ağzından yeşilimsi bir sıvı akmaya başladı. Bu sıvı damladığı çimenleri cızırtılı bir ses ile çürüttü. Umay tüm bunları görmeden önündeki yeni oyuncağına bakıyordu tabi. Bu seferkinin bir kolu kopmuş, vücudu fazlasıyla yaralı ve bazı yerlerinden sallanan etleriyle fazlasıyla iğrençti. Hızla sağından gelen bu lanet aynı şekilde tırnaklarıyla saldırdı. Umay elindeki kılıcı döndürerek savurdu ve ona yaklaşan diğer el de kopmuş oldu. Kolsuz kalan erlik sinirle hırladı ve sivri dişlerini kullanarak ani saldırılar yapmaya başladı. Umay gülmeye başladı. "Kolunu kestiğim yetmiyor bir de kafanı mı kesmemi istiyorsun zavallı?"

 Lanetin dişlerinden geriye doğru kaçarken çevik bir şekilde kılıcı erliğin işe yaramaz kafasını kesmek için savurdu, fakat erlik manevra yaparak küçük bir sıyrıkla kurtulmuştu. Umay'ın gülümsemesi daha fazla arttı. Biraz eğlenmesine sebep olmuştu erliğin bu minik manevrası. Bir süre boyunca dövüşmeye devam ettiler fakat maymun iştahlıydı ve bir süredir bu kaçan erliği kovalamaktan artık sıkılmıştı. "Tamam, tamam. Kafanı bu kadar sevdiğin için onu koparmayacağım."

 Ani bir atakla lanetin iki kaburgasının altındaki birleşim yerinin oluşturduğu boşluğa kılıcını soktu. Lanet keskin bir bağırışla yeşil sıvıyı kustu. Kılıç erliğin sırtından çıkmıştı. Umay hızla ve biraz uğraşla kaburga kemiklerinin birleşim yerini yukarı doğru kesti. Kılıcını kendine çektiğinde lanet, acıyla yere düştü. Sonunda lanet huzura ermişti.

 O sırada kılıcından bir cızırtı gelmeye başladı. Hızlıca kılıcını salladı ve üstündeki asidik kanı silkeledi. Kılıç aşınmış ve keskinliği körelmişti. Sinirle yerde yavaş yavaş çürüyen ve kılıcını körelten bedene baktı. Derin bir iç çekti ve hüzüenle kılıcına baktı. Bu kılıç sıradan bir kılıç değildi. Efsunlarla ve ayinlerle dövülmüş, dövüş yeteneklerini ispatladıktan sonra kılıç ustası tarafından kendisine verilmişti.

 Diğerleri de ondan farksızdı. Onların da kılıçları aşınmış ve körelmişti. Üstelik diğer lanet erlikleri hala onlara saldırmaya devam ediyordu. Ilgın daha yeni öğrendiği efsunları erlikler üzerinde kullanırken diğer dördü bundan yoksundu. Tek bildikleri birkaç küçük hayat kurtaran, pratik efsunlardı.

 Umay üstüne saldıran erliği uzağa fırlatırken Bengisu'ya arkadan hızla saldıran bir erlik ruhunu fark etti. Hızlıca yayını kemerinden çözdü ve işaret parmağındaki yüzüğün değeceği şekilde sıkıca tuttu. Oku koyduğunda ucu alevle kaplandı ve erlik ruhuna saplandığında erliği toz zerrelerine ayırdı.

 Umay yayını kemerine yeniden bağlarken Bengisu'ya seslendi. "Bengisu, dikkatli ol uçanlar arkadan saldırıyorlar!"

 Bengisu Umay'a bakmadan başıyla onayladı ve ona doğru koşan erliği kılıcıyla kesti. Derin bir nefes aldı ve daralan çembere baktı. Etrafları gittikçe artan lanetlerle sarıldı. Bir süre sonra körelmiş kılıçlarla ancak öteye ittirebiliyorlardı lanetleri.

 Umay aklına gelen fikirle kılıcını yüzüğüyle temas ettirdi ve kılıç alevle kaplanırken hızla solundan gelen, kılıç sallayan laneti engelledi. Bu erlik fazlasıyla güçlü ve becerikli görünüyordu. Öyle ki kılıçları çarpıştığında Umay az da olsa geriye sürüklenmişti. Cesedi gömüleli çok olmamışa benziyordu. Kıyafetindeki birkaç delik hariç her şeyi sağlamdı. Üstelik fazlasıyla iyi kılıç kullanıyordu. Kılıçların çınlaması ormanda yankılanırken Umay lanetin katı vücudunun yavaşlığından faydalanarak kaçabiliyordu. Ama çok iyi bildiği bir şey vardı. Eğer karşısındaki lanet yaşıyor olsaydı kesinlikle ölmüş olurdu.

 Lanetle dövüşürken bir açığını yakaladı ve solak olan lanetin sol kolunu kesti. Yere düşen sol kol ile birlikte düşen kılıç büyük bir taşa çarptığında çınladı. Erlik bu sesi duyduğunda sinirle haykırdı. Bu kulak tırmalayan ses öz kesesine saplanan alevli silahla daha da arttı. Umay sertçe kılıcını çekti ve huzura ermiş ceset yere düştü. Çabucak kılıcına baktı. Alev kılıcı korumuş üstelik yeniden bilenmiş kadar keskinleştirmişti. Dövüşen Sungur'a seslendi. "Kılıcını bana ver Sungur."

 Sungur iki yanını sarmış lanetleri iteledi ve anlamamış şekilde Umay'a baktı. Umay kendi kılıcını Sungur'a atmıştı. Sungur önündeki toprağa saplanan kılıcı hızlıca aldı ve o da aynısını yaptı. Yeni bilenmiş gibi olan kılıçla iki laneti ortadan ikiye ayırdı.

Umay eline geçen kılıcı yaktı ve Bengisu ile değiş tokuş etti. Bengisu'nun kılıcını elleri arasına aldığında kılıcı alevle yakmadan önce bir şey dikkatini çekti. Herhangi bir körelme veya aşınma yoktu. Dikkatini Bengisu'nun kılıcına fazla vermiş olsa gerek önün yaklaşan laneti fark etmemişti. Lanet erliği saldırdığında odağını değiştirdi ve kenara çekildi. Fakat birkaç milisaniye gecikmişti. Lanetin tırnakları koluna dört çizik atmıştı. Acıyla geri çekildiğinde kılıç yere düştü. Eliyle çizilen kolunu tutarken lanet kılıca yönelmişti. Lanet kılıcı almaya yeltendiğinde Ilgın hızla erliğin öz kesesini deşti. Yeşim kılıcını geri çekip yerdeki kılıcı aldı. Kolu kanayan yeğenine baktı ve yanına gitti. Kulağını tutup koşmaya başladı. "Teyze yavaş ol! Bırak kulağım kopacak!"

 Ilgın koşmaya niyeti olmayan yeğeninin kulağını bıraktı ve sırtından itmeye başladı. "Koş çabuk! Ata binip otağa dönüyoruz. Sana demedim mi bekleyelim otaktakileri diye? Bak nasılda yaralandın!"

 Umay kanayan kolunu tutmaya devam etti. Yaradan kanlar akarken arkadan erlikler geliyordu. Bengisu ve Sungur da atlara doğru yönelmişti. Fakat atlara giden yol sekiz lanet ile kapanmıştı. Geriye çekilmeye çalışsalar da nafileydi. Çember gittikçe daralmaya başladı. Herkes saldırı pozisyonunu almış etraflarını çevreleyen, bitmek bilmeyen erliklere bakıyordu. Sungur sinirle nefes verdi. "Neden bunlar bitmek bilmiyor?"

 Birkaç laneti daha yok etmiş olsalar da cidden bitmek bilmiyorlardı. Tek adam akıllı efsun bilenin de Ilgın olması ise işleri zorlaştırıyordu. Gittikçe daralan çemberde yeniden körelmiş kılıçlarla savaşıyorlardı Umay ve Sungur. Tekrar değiş tokuş yapmak için fırsat bulamamaları da cabasıydı.

 Aniden gözlerinin önünden parlak bir ışık çizgisi geçti. Etraflarını saran erlikler anında bedenlerinin yarısından kesilmişlerdi. Yere düşen ceset parçalarının ilerisinde beyaz ve turkuaz renklerine sahip kıyafetleri olan, simsiyah saçlı ve grimsi gözlere sahip kişi atının üzerinde onlara yaklaşırken belirdi. Sol eliyle tuttuğu kabzasına hızlıca geri döndü kılıcı. Arkasından gönderdikleri takım üyesi ve dört kişi daha geldi. Fazlasıyla görkemli görünen bu beş kişi ormana tıpkı bir rüzgâr gibi girmişti. Hızlıca yanlarına geldi ve atından inmeden ortada kalmış dörtlüye baktı. "Gerisini bize bırakın. Yaralarınızı hızlıca yengeme gösterin." dedi gözleri Umay'ın yarasına bakarken.

 Ardından ileride, gelmekte olan yeni lanetlere odaklandı. Umay'ın yanından yavaşça geçti ve başını nazikçe okşadı. Yaralı koluna baktı ve gülümsedi. "Daha dikkatli ol kan kardeşim."

 Umay kaşları çatık bir şekilde başını eğdi ve hafifçe kızaran yanaklarını sakladı. Yine güçsüz görünmüştü. Yumruğunu sıktı ve atına doğru hızlıca yürüdü. Herkes atlarına bindiğinde son kez erliklere koşan beş atlıya baktı. Arkalarında bir bariyer yapmışlardı. Böylece erlikler dışarı kaçamayacaklardı. Umay iç çekerek baktı bu kıdemlilere. Fazla özendiricilerdi.

 Altı kişilik ekip hızla av otağına giderken uçan erlikleri avlayan genç konuştu. "Üzgünüm sizlere pek yardımım dokunmadı."

  Ilgın nazikçe geç oğlana baktı. "Eğer olmasaydın bir de erlik ruhlarıyla uğraşacaktık. Fazlasıyla yardım ettin Alp."

 Ormandan çıktıklarında otağa varmaları fazla uzun sürmemişti. Attan inip atlarını bağladılar. Umay ve Ilgın hızlıca büyük çadıra gitti. Çadırın içine girdiklerinde Umay'ın ve Bengisu'nun annesi telaşla çadırda dolaşıyorlardı. Bengisu'nun annesi Zeren hatun Umay'ın yarasını görünce hızlıca Umay'ı oturttu ve yarasına baktı. "Bu nasıl oldu?"

 Ilgın gözlerini devirdi ve hıhlayarak cevapladı. "Büyük sözü dinlemezse olacağı buydu. Kahramanlığının bedeli bu oldu."

 Umay yaramaz bir çocuk gibi kaşlarını çattı, suçlu bir şekilde başını öne eğdi. Zeren hatun bu atışmaya gülümsedi ardından yarasına bakabilmek için kumaşları yavaşça yırttı. Kumaş parçaları yaraya az da olsa yapışmıştı. Acıyla gözlerini yumdu Umay. Yarasına sanki binlerce iğne batıyormuş gibi bir acı hissediyordu.

 Zeren hatun yarayı güzelce temizledi ardından gözleri sımsıkı kapalı Umay'a hüzünle baktı. O sırada Umay'ın annesi Bilge hatun ağrı kesici bir bitkiyi kaynatıyordu. Zeren Hatun nazik sesiyle konuşmaya başladı. "Umay, yarana biraz erlik zehri gelmiş. Bu yüzden yaranı biraz yakman gerek."

 Umay başını salladı ve sağ elinin iki parmağının ucunda küçük bir alev belirdi. Yarasına parmaklarını sürerken derisinin yanmasından dolayı gözlerini sıkıca kapattı. Etrafı saran yanık et kokusu ile aç karnında çalkalanma hissetmişti. Yanan yara zehirden arınmıştı ve bunu fark eden Zeren hatun yarayı çok sıkmadan sardı. "Teşekkürler yenge." dedi Umay titrek bir sesle.

 Başının ağrıdığını ve gözlerinde hafif yangılar olduğunu hissediyordu. Sağ elini başına götürdüğünde Bilge hatun küçük bir tas ile yanlarına geldi. Tası Umay'a uzattı ve içmesinde yardım etti. Gözlerini sımsıkı kapattı ve dilini çıkardı. Tadı fazla acıydı ve zorla yutabilmişti. "Bu çok acı anne." demişti ağzında korkutucu tat yayılırken

 Ilgın ise yeğeninin bu haline iç çekti ve küçümseyerek Umay'a baktı. "Hem sözümü dinlemiyor hem de ilacın tadı hakkında şikâyet ediyorsun. Ne zaman büyüyeceksin?"

 Umay ilacın tadının geçmesi için bir kâse su içti. Ağzından sızan birkaç su damlasını koluna sildi ve Ilgın'a gülümseyerek cevap verdi. "Yavaş yavaş büyüyorum teyzeciğim~"

 Ilgın sinirle uflayıp çadırdan çıkarken Umay gıcık bir şekilde kıkırdıyordu. Bilge hatun endişeli bir şekilde kızına baktı. "Acıktın mı? Biraz kuzu güvenç ve bulgur pilavı ister misin?"

 Umay'ın gözleri yemekleri duyunca parıl parıl parıldadı ve hızla kafasını yukarı aşağı salladı. "Evet, evet isterim~ Bir kurt gibi açım!"

 Annesi gülümsedi ve küçük kızının başını okşadı. "O zaman biraz bekle, pişmek üzeredir." dedi ve çadırdan çıkıp aşların piştiği yere gitti. Umay'da çadırdaki teyzesinden izin isteyip çıktı.

 Dışarı çıktığında koşarak ona doğru gelen Bengisu'yu gördü. Elinde kendine ait olan, kabzası kırmızı yakut işlemeli kılıçla ona doğru yaklaşıyordu. Yanına ulaştığında derin derin nefes aldı ve koluna bir süre göz attıktan sonra konuşmaya başladı. "Umay kılıcın Sungur'daydı. Onu sana vermemi istedi."

 Kılıcı kuzenine uzattığında Umay kılıcını aldı ve kınına geri koymadan önce bir süre baktı. "Kılıcımı biledin mi? Yeniden aşınmış olması gerekiyordu."

 Bengisu gülümseyerek başıyla onayladı. Umay da gülümsedi ve kuzeninin omzunu patpatladı. "Teşekkürler Bengisu. Sen olmasan ben ne yapacağım."

 Bengisu koluna girdi ve bir süre yanan meşalelerin arasında yürümeye başladılar. "Ben olmasam yalnızlıktan ölebilirdin ya da küçük sırlarını kendi içinde yaşamak zorunda kalabilirdin."

 Umay içten bir şekilde gülümsemişti hatta bu gülümseme gözlerine bile yansımıştı. "Bu yüzden sana sahip olduğum için çok şanslıyım canım kuzenim." dedi ve Bengisu'ya sıkıca sarıldı.

 O sırada Bengisu'nun gözleri sarılmış kolla buluştu ve endişeyle sordu. "Senin kolun nasıl? Kanaması durdu değil mi?"

Umay koluna baktı ve gülümsedi. Havalı bir şekilde konuşmaya başladı. "Bu küçük sıyrık mı? Sadece çılgın bir lanetin tırnak izinden başka bir şey değil."

 Hafifçe yaraya dokunurken irkilmesiyle Bengisu güldü ve kuzenine baktı. Umay'ın bandajındaki kırmızılığa bakarken konuştu. "Havalı olacağım diye az kalsın ölecektin. Ah, teyzem gibi konuşmaya başladım yaşlanıyorum galiba."

 İkili gülmeye başladılar. Hatta Umay o kadar gülmüştü ki aç midesi çalkalanıyordu. "Çadırda ettiği azarları bir duysan ahahah. Bizden sadece dört yaş büyük ama kendisi bilge bir şaman edasıyla bizi azarlıyor."

 Bengisu başını öyle olduğuna inandığı için salladı birçok kez. Bir süre daha gülüştü iki kuzen. Ardından Umay anında ciddileşti. Bengisu'ya dikkatle baktı. Bengisu da Umay'a sorar gözlerle baktı. "Ne oldu Umay? Üstümde böcek falan mı var?"

 Sorup sormamak arasında kalan Umay yutkundu ve derin bir nefes aldı. "Hayır böcek değil. Sadece sormak istediğim bir şey var. Senin kılıcın... neden ona hiçbir şey olmadı? Elime aldığımda hala sapa sağlam ve keskindi."

 Bengisu gülümseyerek kınındaki kılıca baktı. "Babam kılıcımın kabzasını erliklerde etkisi olan nadir bir beyaz taştan yapmış. Bu yüzden erlik zehrini anında buharlaştırıyor ve kılıcı korumuş oluyor. Bir nevi efsun gibi."

 Umay anladığını göstermek için başını salladı. Büyümüş gözleriyle kuzeninin kemerinde asılı duran kınındaki kılıcın beyaz taşlı kabzasına baktı. "Vay canına! Dayımdan da bu beklenirdi. Gerçekten iyi efsunlara ve böyle nadir bir taşı bulabilecek yeteneklere fazlasıyla sahip."

 Bengisu burukça gülümsedi. "Öyledir."

 Konuşmaya devam ettiler fakat midelerinin gurultusu bu kısa akşam yürüyüşlerini yarıda kesmelerine sebep oldu. Çabucak çadırlara döndüler. Hazırlanan aşlar büyük çadırda ahşap masaya konmuş, büyükler ise masaya çoktan oturmuşlardı. Masanın başında oturan çadırın reisi konumundaki kişi parmaklarını masaya yavaş bir ritimde vuruyordu. Buiki kuzeni bekliyormuş gibi görünüyordu.

 Bu reis Bengisu'nun babasıydı. Sağ tarafında eşi Zeren hatun, Zeren hatunun karşısında ise biricik kız kardeşi Bilge hatun oturuyordu. Yanlarında ise Sungur'un annesi Çilde hatun, kardeşi Beyge, Sungur, Ilgın, Alp, otağa haber gönderen Yula oturuyordu.

 Hızlıca selam verip izin istediler ve izin ile sofraya oturdular. Umay heyecanla leziz güveci yemeye başlamadan önce Bengisu'nun babası Erkut Bey onaylamaz bir şekilde baktı. "Bir daha zamanında sofraya oturun. Büyükleri bekletmeye utanmıyor musunuz?" dedi soğukça ve yemeğini yemeye devam etti.

 Umay ve Bengisu azarlanmanın hüznüyle birbirlerine baktılar ardından yemeklerini yemeye başladılar. Bir süre sessizlik içerisinde yemekler yendi. Fakat bu sessizlik Ilgın'ın sesiyle bölündü. "Ağabey herhangi bir haber var mı diğerlerinden?"

 Ilgın'ın sorusuyla gözler -özellikle Umay'ın gözleri- Erkut Bey'e yöneldi. Erkut Bey elindeki kemikli kuzu etini tabağına bıraktı ve konuştu. "Henüz bir haber yok. Bir sıkıntı çıksaydı muhtemelen haber gönderirlerdi. Halledeceklerini düşünüyorum endişeye lüzum yok." dedi ve yemeğine devam etti.

 Umay da dalgın dalgın yemeğini yedi ve sonunda herkes Gök Tanrı'ya şükredip çadırlarına döndü.

 Umay sağ kolunu başının altına koymuş ve üstüne yorganını çekip çadırın tavanındaki birleşim yerine bakıyordu. Düşünceli bakışları sol elindeki izi kalmış yaraya yöneldi. Sağ elinin işaret parmağıyla sol elinin avcunun köşesindeki küçük çiziği okşadı ve aklına dolan anılarla gülümsedi.

 Altı-yedi yaşlarındayken fazlasıyla enerjik bir çocuktu ve sürekli yaralanıp duruyordu. Yine bir gün büyük gölün kenarında koşuştururken ayağı kayıp yüzüstü yere düştü. Elleriyle destek alıp kalkmaya çalışırken dolmuş gözleriyle burnunu çekti. Sol elindeki acıyla gözleri daha fazla yaşarırken nazik bir kıkırtı duydu ve ardından ona uzatılan bir el gördü. Elin sahibine bakmak için kafasını kaldırdığında karşısında gördüğü kişi fazlasıyla alımlı, güzel ve ihtişamlıydı.

 Elin sahibi gözleri yaşlı Umay'ı düştüğü taşlıktan kaldırdı ve kirlenmiş üstünü silkeledi. Gülümseyerek uzun ve karışmış saçlarını karıştırdı. "İyi misin Umay?" dedi karşısındaki miniğin gözyaşlarını silerken.

 Umay burnunu çekti ve başını iki yana salladı. "İyi değilim. Sol elim çok a-acıyor."

 Kanayan elini gösterdi ve daha fazla ağlamaya başladı. Yüzü narin ellerin arasına alınana kadar gözleri kapalıydı. Yavaşça açtığı kapakların ardından karşısındaki büyüğe baktı. Gülümseyen yüz kendi sol eline bıçakla küçük bir çizik attı ve Umay'ın elini tuttu. İkisinin yarasını birleştirdi ve bir süre bekledi. "Artık ağlama. Bak kan kardeş olduk. Bu çok önemli ve güzel bir şey. Ama bundan sonra daha dikkatli olmalı ve düşmemeye çalışmalısın."

 Zarif ellerin sahibi çömeldiği yerden kalktı ve Umay'ın elinden tuttu. Gülümseyerek minik kıza baktı ve obaya doğru yürümeye başladılar.

 Umay gülümseyerek minik yaraya dokunmaya devam etti. Kalbi kıpır kıpır olmuştu bu minik anısıyla fakat tüm bu hisleri fazla uzun sürmemişti. At nalları yavaşça gecenin karanlığında yankılandı. Hızla üstündeki battaniyeyi kenara attı ve dışarı çıktı. Diğerleri de çadırlarından çıkmış hızlıca beşlinin yanlarına gitmişlerdi. Bu beşli grup atlarından inip atlarını bağladılar. Tüm ihtişamlarıyla gecenin alacakaranlığında parıldarlarken Umay hızla turkuazların içindeki bedene koştu. Elinde tuttuğu içi su dolu bir tası uzattı gülümseyerek. "Yorulmuş olmalısın Görkem abla. Su iç biraz iyi gelecektir."

 Görkem gülümseyip suyu aldı ve kuruyan boğazını yumuşatmak için içti. O sırada Umay endişeyle Görkem'i süzüyordu. Kıyafetlerindeki birkaç yırtık ve kir haricinde sağlamdı. Diğerleriyle ilgilenildikten sonra büyük çadıra herkes toplandı ve pişmiş aşları ısıttılar. Ekip kazasız belasız geri dönmüş ve aç olan midelerini doyurmaya başlamışlardı. Yemek bittikten sonra büyük çadırda toplanıldı. Ekibin başı İlkan konuşmaya başladı. "Yüze yakın laneti yok ettik fakat sürekli gelmeye devam ediyorlardı. Tahminimce bir geçit açılmış olabilirdi ve biraz aradıktan sonra bir geçit gördük. Bu yüzden o bölgeye bir bariyer yaptık ve geçidi geçici olarak mühürledik. Şu anlık güvendeyiz ama sizde gidip bir bakmalısınız çünkü mühür fazlasıyla zayıf. Her an kırılabilecek kadar erliki enerji yayıyor."

 Erkut Bey eliyle çenesini ovuşturdu. Erlik diyarı yeniden şeytanlık peşindeydi. Sinirle elini masaya sertçe vurdu. Bunu Kağan'a iletmesi gerekiyordu. Herhangi bir aksilikte sadece gençlerin ve birkaç büyüğün bulunduğu bu avda kan gövdeyi götürürdü. Büyük çadırda göz gezdirdi. Yeni gelen ekip yorgundu ve öncekiler de tek başına yolculuk için fazlasıyla küçük. Ilgın ağabeyinin gözündeki arayışı fark etti ve ayağa kalktı. "Ben giderim ağabey." dedi. Erkut Bey itiraz edecekken İlkan da ayağa kalktı. "Ben de giderim Erkut dayı." Erkut Bey bir süre düşündü ve mecburiyetten başını salladı, hızlıca atlarıyla av çadırlarından obaya doğru yola koyuldular.

 Erkut Bey oturduğu yerden hızlıca kalktı ve çadırdan çıkıp uzakta görünen bariyere baktı. Ağaçların üstüne kadar uzanmış enerji dalgalarını görebiliyordu. Acele etmeleri gerekliydi. Av çadırlarının büyüklerini topladı ve bariyere doğru at sürdüler. Herkes çadırlarına dağılırken Umay, ısınmak için ateşin kenarında oturan Görkem'in yanına oturdu ve gülümseyerek yanındakine baktı. Görkem gözlerini çatırdayan alevden çekti ve ona bakan Umay'a baktı. Bir süre bakıştıklarında Umay kafasını çevirdi ve alevle oynamaya başladı. Fazla zaman geçmeden konuşmaya başladı. "Sence geçidi kapatabilirler mi?"

"Büyükler oldukça tecrübeli ve yetenekli. Fazla oyalanacaklarını sanmıyorum fakat ilk defa bu kadar büyük bir geçit gördüm. Geçidin içerisi ölüm gibiydi ve ona bakmak bile canlılığını çekiyordu bedeninden." dedi Görkem. Sonra gözleri Umay'ın sarılmış kolunu buldu. "Senin yaran nasıl Umay?"

 Umay yarasına baktı ve korkusuzca konuştu. "Bu küçük şey mi? Sadece sıyrıldı."

 Görkem kahkaha attı ve Umay'ın saçını karıştırdı. Yarasına hafifçe dokundu. Umay acıyla tıslarken Görkem inanmamış gözlerle Umay'a baktı. "Küçük bir sıyrık bu kadar fazla sarılıyor muydu? Üstelik akşam yatmadan önce bandajını değiştirmelisin. Kanlanmış..."

 Umay somurtarak başını salladı ve yanan ateşle yeniden oynamaya başladı. Bir süre süren sessizlik Umay'ın sözleriyle bozulmuştu. "Oradan yaralanmamış şekilde çıktığın için mutluyum Görkem abla."

 Görkem gülümsedi. Ardından ciddi bir ifade takındı. "Evet yaralanmadım fakat dediğim gibi orası fazlasıyla tehlikeliydi. Bir dahaki sefere avda yanınızda gelmem gerekiyor yoksa böyle tehlikelere balıklama atlayacaksınız yine."

 Umay hüzünle somurttu. "Sadece senin gibi güçlü olduğumu kanıtlamak istemiştim."

 Görkem tam cevap vereceği zaman yanlarına uzun boylu bir oğlan geldi. Bu oğlan Görkem'in ikizi Gürhan idi. Kız kardeşine ve yanında sızlanan Umay'a bir bakış atıp yanan ateşin etrafında bir yere oturdu. Ardından diğerleri de geldi. Herkes fazlasıyla gergin ve uykusuz bir şekilde ateşi seyrediyorlardı cırcır böceklerinin sesiyle.

 O sıralarda büyükler bariyerin içine girmiş ve geçici olarak mühürlenmiş geçide baktılar. Geçit geniş gövdeli bir ağaçta oluşmuş, ağacı ve çevresindeki elli metre çaplı alanı erlik enerjisiyle kurutmuştu. Cansız ağaçlar, solmuş çimenler ve yaşam enerjisi tükenmiş hayvanlar...

 Erkut Bey atıyla ağacın etrafını turladı ve düşünceyle baktı. Yıllar önce erlik diyarı ile insan diyarı arasına devasa bir bariyer yapmışlardı ve Bilge Ağaç'ın enerjisi geçit açmalarını engelleyecek kadar güçlüydü. Böylesine büyük ve birkaç saatte yüzlerce lanet erliğini geçirebilecek enerjiye sahip bir geçit yapmayı bırak bir lanetin erlik diyarından bu diyara geçmesi bile zordu.

 Aralarındaki en büyük ve bilge olan Çilde Hatun ve eşi geçidin mührünü sıkılaştırmak için efsun yapmaya başladılar. Mühür sağlamlaştıktan sonra her ihtimale karşı obadan gelecek olan desteği beklemeye başladılar. Belki mühür zayıflar ve kırılıp birkaç erlik çıkabilir gibi bir düşünceyle atlarının üstünde temkinli bir şekilde bekleyen büyüklerden hiçbiri fazladan dört portal açılacağını tahmin etmiyordu.

 



 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44365 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr