Bölüm 6: Acı Bir Zafer

avatar
684 4

En Güçlü Olacağım! - Bölüm 6: Acı Bir Zafer


 

 Yobanay ve Yücel arasındaki savaş oldukça stres doluydu. Yobanay’ın vücudunun her yerinde derin kesikler vardı. Hayatı ince ipe bağlıydı adeta! Birkaç dakika sonra ölecek birisi gibiydi. Teni soluktu.

 

Yücel daha normaldi. O kadar hasar almamıştı. Ancak yüzü solmuştu, yorgundu ve Enerji Deposu dibini çekmişti. Savaşı daha fazla uzatamazdı.

 

Güldü. “Hm… Bu savaş daha da uzayacak gibi! Berabere demeye ne dersin? Eğer daha fazla zarar görürsen ömrün kısalacak.”

 

Yobanay’ın gözleri hâlâ yıldızlar gibi parlaktı. Ölmek en son korktuğu şeydi. Zaten pek fazla zamanı kalmamıştı. Burada ölmesi bir şey değiştirmeyecekti. Ancak soyunu korumak için boyla birleşmeliydi. Aksi takdirde, soyu açgözlülerin hedefi olacaktı.

 

Yobanay kılıcını kınına geri soktu. “Mantıklı konuşuyorsun. Devam edersek ikimizde ağır hasarlar alacağız. Ben hayatımı dahi kaybedebilirim.” Sakince konuşurken ağzındaki kanı tükürerek Yücel’e baktı.

 

Yücel’in dudakları alayla kıvrıldı ve bir yıldırım gibi Yobanay’a fırladı.

 

Çok safsın yaşlı adam! Her şeyin bu kadar basit olacağını mı düşünüyordun? Berabere deyince berabere mi olacak?

 

Kılıcında altın sarısı bir ışık parladı ve Yobanay’ın kafasına saldırdı. O kadar hızlıydı ki Tezbey bile görememişti. Ancak hiç panik yapmamıştı.

 

Durum biraz garipti.

 

Bir saniye sonra Yobanay’ın kafası gövdesinden ayrılacaktı, ancak kimse paniklememişti. Çünkü beylerine o kadar güveniyorlardı ki, bu güven kendilerine duyduklarından daha fazlaydı.

 

Yücel’in içini bir huzursuzluk kapladı. Ancak iş işten geçmişti, kılıcını geri çekemezdi. Yobanay’ın işi bitmişti.

 

Yobanay alayla gülümsedi.

 

“Ortaya çık, ortak.”


*** 

 

 

Karanlık odada, uzun ve narin bir kız dişlerini sıkarak onu bağlayan prangaları parçaladı. Karanlık yüzünden yüz ifadesi belli olmasa da oldukça öfkeli olduğu belliydi.

 

Alçatun.

 

Bu kız Alkan’ın nişanlısı Alçatun’du. Ve ana rehine olarak tutuluyordu. Sadece on kız kaçırılmasına rağmen, kaçırılan kızlar Yoban Soyunun gururuydu. Onların birisine bile bir şey olursa, hepsi birlikte saldırırdı.

 

Alçatun ise bunların başında geliyordu.

 

Çünkü oldukça güzel olmakla beraber bir o kadar yetenekliydi. Öyle ki, ortağı Rüzgar İyesi ile olan yakınlığı ikinci seviyeye gelmişti. Savaşçı seviyesi olarak çok güçlü olmasa da, Rüzgar İyesi ile oldukça sağlam bir ilişkileri vardı.

 

Başkentte bulunan akademiye girebilecek kadar yetenekli birisiydi!

 

“Lanet olası o*** çocukları! Hepsini lime lime etmezsem bana da Alçatun demesinler!” Alçatun ellerini birleştirdiği gibi etrafında bir hava akımı oluştu. Ardından bu havayı yönlendirerek diğer kadınların prangalarını parçaladı.

 

9 kadında kollarını kurtardıktan sonra derin bir nefes aldı.  Hepsi oldukça gençti ve canlıydı. Buyan enerjisi sayesinde kazandıkları pürüzsüz ve yumuşak ciltleriyle, güzel gözüküyorlardı.

 

“Bükte! Metal Kurdunu çağır ve bizi bu parmakların arkasından çıkar. Dışarıda savaş var. Babam gelmiş olmalı! Çabuk olmalısın!” Alçatun hemen arkasında duran kısa kadına seslendi. Oldukça güçlü gözleri vardı. Alçatun’un sözlerini duyduğunda tereddüt dahi etmeden eşlikçi ruhu olan  Metal Kurdu çağırdı.

Bükte’nin çağrısına kulak veren ruh ortaya çıktı ve tereddüt dahi etmeden demir parmaklığı ısırdı. Sanki bir pasta ısırıyormuş gibiydi. Isırdığı anda demir kopmuş, yer açmıştı.

 

Bu kadarı yeterliydi. Kilit kırılmıştı. Alçatun büyük bir öfkeyle kapıyı tekmeledi ve demir parmaklıkların hepsini kırdı. Ardından tereddüt dahi etmeden bir rüzgar misali dışarı fırladı.

 

Onların hapis tutulduğu yerde iki tane uzun boylu haydut nöbet tutuyordu. Sesleri duydukları anda tereddüt dahi etmeden döndüler ve Alçatun’ların oraya saldırdılar.

 

Ancak geç kalmışlardı. Tamamen rüzgardan oluşan bir kılıç onları ikiye böldü ve devam ederek havaya dağıldı.

 

Alçatun’un narin figürü kapının içinden fırladı.

 

Etrafta dinlenen diğer haydutlar bir anda ayağa fırladı ve Alçatun’la arkadaşlarını hedefleyen saldırılar gönderdiler. Bu kişiler haydut grubuna dahil olmuş diğer takımların üyeleriydi. On kişi kadarlardı ve hepsi oldukça güçlü görünüyordu. Emirler rehineler zarar vermemek doğrultusunda olsa da emirler yok sayılabilirdi.

 

Alçatun zaten oldukça öfkeliydi. Bir de ona saldıran adamları görünce hiçten dellendi ve çıldırdı. Vücudunu keskin rüzgarlar sardı ve ona saldıran saldırıları püskürttü. Ardından zaman kaybetmeden rüzgarı yönlendirdi ve haydutları geri püskürttü.

 

Hemen ardından arkasından birkaç ateş topu uçtu ve haydudun birisini oduna çevirdi. Sadece bununla kalmamıştı. Su okları, ateş kırbaçları, topraktan oluşmuş mızraklar artlarını takip ederek haydutları zor durumda bıraktılar.

 

“Siktir! Bunların hepsi güçlü! Patron olmadan halledemeyiz!” Haydutlardan birisi Bükte’nin kurduna saldırırken yoldaşlarına kükredi. Rehineleri ele geçirirken onların yanında değildi, ancak oldukça kolay olduğunu duymuştu. Bu sebeple zayıf olduklarını düşünüyordu. Zaten bu yüzden bu kadar cüretkarlardı.

 

Alçatun bilmediği bir dilde konuşan adamları duyunca öfkesi asla dinmeyecek seviyeye kadar çıktı ve yüzü kızardı. Bazı kelimeler mırıldandıktan sonra vücudu hafifçe değişti ve teni hafifçe şeffaflaştı. Saçları dalgalanmaya başlamıştı.

 

Elini savurdu ve hilal şekilli bir rüzgar bıçağı haydudu böldü.

 

“Ne diyorsun lan sen! Saldırın!” Alçatun Rüzgar İyesi’nin gücünü kontrol ederek saldırmaya devam etti. Kısa süre içinde kıyafetleri kanların esiri oldu.

 

Tam o sırada yüksek bir ses kulaklarını çınlattı ve mağara sarsılmaya başladı.

 

“Neler oluyor?!”

 

***

 

Mağaranın dışındaki savaş bir anda bitmişti.

 

Yücel dağa sert bir şekilde çakılmıştı. Bir böcek gibiydi, arada vücudu kasılıyordu. Kılıcı tutması gerek kol yerinde değildi. Tüm vücudu ıslanmıştı. Ancak bu kandan dolayı değil, Yobanay’ın saldırısı yüzündendi.

 

Yobanay’ın bacakları binlerce kiloluk baskının altındaymış gibi titriyordu. Ancak bu titremeye rağmen dimdik duruyordu. Ağzından çıkan kanları ve solgun tenini umursamadan Buyan enerjisi eline odakladı ve eşlikçi ruhunun gücünü kullandı.

 

Beş metrelik bir su mızrağı oluştu.

 

“Geber!” Mızrağı öfkeli bir şekilde Yücel’in figürüne fırlattı.

 

Tam o sırada herkesi şaşkına düşüren bir şey yaşandı;  Yücel’in hemen önünde siyah bir figür belirdi ve Yücel ile birlikte ortadan kayboldu.

Yobanay’ın mızrağı dağa çarptı ve hafif bir sarsıntı yarattı.  Yobanay öfkeyle gökyüzüne kükredi. Tüm emekleri bir anda boşa gitmişti.

 

“HAYIRRRR!”

 

 “Beyim!” Tezbey endişeyle Yobanay’ın yanına geldi ve onun omzunu tutarak sarstı. Kendine gelmesini sağlamak istiyordu. Ancak Yobanay öfkeli bir şekilde kükremeye devam etti.

 

Bir saniye sonra Yobanay’ın ağzından kanlar fışkırdı.

 

Sıcak kanlar Tezbey’in yüzünü boyadı. Neler olduğunu dahi idrak edemeden Yobanay yere yığıldı ve vücudu kanlar içinde kaldı. Oluşan kan birikintisinin üzerinde yatmıştı.

 

Tezbey’in gözleri büyüdü. Hızlıca Buyan enerjisi aktararak onu kurtartmaya çalıştı. Ancak gönderdiği Buyan enerjisi vücuduna dahi girmeden başka bir şey tarafından emildi. Yobanay’ın kalbinin üzerinde su yeşili bir ışıma oluştu.

 

Tezbey’in gönderdiği tüm enerjiyi sünger misali emdi ve içinde depoladı. Tezbey bunu fark ettiği anda ışımayı kavradı ve oradan çıkardı. Ardından tereddüt dahi etmeden sağ elini Yobanay’ın vücuduna koydu ve tüm buyanını aktardı.

 

O anda Yobanay’ın arkasında dört metrelik dev bir kurt belirdi. Kurdun kürkü açık maviydi, gözleriyle mükemmel bir eş oluşturuyordu.

 

Kurdun gözleri ıslaktı. Belli ki ağlıyordu, kafasını eğerek Yobanay’ın vücudunu dürttü. Uyanmasını ve eskisi gibi ayakta durmasını istiyordu. Vücudunu kaplayan o parlak, canlı kürk rengini kaybetmeye başlamıştı. Yaşam gücünü Yobanay’a aktarıyordu. Her şeyini vermekten kaçınmıyordu.  

 

Tezbey, kardeşinin ortağının çaresizliğini görünce kalbinin ağrıdığını hissetti. Ölüm onlar için normaldi. Ancak bu demek olmuyordu ki, ölmek isteyeceklerdi ya da kaybetmek isteyeceklerdi. Aksine birbirlerine daha bir bağlılardı. Küçük bir soydan ibaret olan bu aile bir diğeri için canını tereddüt etmeden feda edecek kişilerden oluşuyordu.

 

Yobanay’ın gözleri hafifçe açıldı. Dudakları ve yüzü rengini kaybetmişti. Vücudundaki kanın çoğu boşalmıştı, ölüm birkaç saniye uzaktaydı.

 

Son gücünü kullanarak ağzını açtı. “Kardeşim. Sözümü kesmeden beni çok iyi bir şekilde dinle… öleceğim. Enerjinizi boş yere harcamayın.”

 

Tezbey kafasını dikkatle salladı ancak gücünü aktarmaya devam ediyordu.

 

Yobanay Tezbey’in elini göğsünden itti ve kolu yere düştü. Gücü yoktu. “Şimdi. O aldığın taş Yada isminin verildiği bir Armağan. Savaşlar için önemli olmasa da içinde büyük bir enerji barındırıyor. Bu enerji ile gök olaylarına müdahale edilebiliyor. Bu normal Yada Taşları için geçerli. Ancak bu daha özel. Bu yenilenebilir. Bunu göğsümdeki kolye ile birlikte Alkan’a vermeni istiyorum.”

 

“Anladım, ağabey.” Tezbey kafasını salladı ve devam etmesini bekledi.

 

“Beni yanınızda götürmenizi istemiyorum. Beni eşimin yanına gömün,” dedi Yobanay kısık sesle. Ardından son kalan enerjisi ile vücudundaki mühürü parçaladı ve ortağını serbest bıraktı. Eşlikçi ruh demek aynı ruhu paylaşmak demekti. Eğer Yobanay ölürse, ortağı da ölürdü. Mühürü kırarak ortağını kendisinden ayırmıştı.

 

Mavi kurdun gözleri daha da doldu ve gerçekten ağlamaya başladı. Gözyaşları ardı kesilmeyecek şekilde Yobanay’ın soğuk, sert yüzüne düştü. Yobanay bu sıcak gözyaşlarının kalbini ısıttığını hissetti ve ölüme dair hiçbir korkusu kalmadı.

 

“Yıllarca yanımda durduğun için teşekkür ederim, dostum. Sen olmasaydın çok uzun zaman önce ölmüş olacaktım, benim yüzümden çok şey kaybettik. Umarım beni affedersin. Uçmağ’da seni bekliyor olacağım. Mutlu bir hayat yaşa…” Yobanay bunu sadece kurda söylememişti. Onu ıslak gözlerle izleyen aynı nesilden kardeşlerine söylemişti. Ailesi hiç kimsede olmayacak kadar büyük ve sıcaktı. Yalnız hissetmiyordu.

 

Mavi gökyüzüne baktı ve acı bir şekilde gülümsedi.

 

Asral… Kocan yorgun bir şekilde yanına geliyor… umarım ellerin eskisi gibi yumuşaktır.

Gözleri mavi gökyüzüne baksa da, içindeki parlaklık sönmüştü.

 

Tezbey hiç olmayacağı kadar nazik bir şekilde onun gözlerini kapattı.

 

İyi uykular ağabey.

 

Etraftaki Yoban Soyunun erkekleri yaralarını umursamadan onun etrafında toplandı. Kimisinin bacağı yerinde değildi. Kimisinin ise kolu kopmuştu. Bazısı yerde ölü bir şekilde yatıyordu. Ancak ölüler bile diğerlerinin yardımı ile Yobanay’ın etrafında toplandı ve saygısını sunarcasına durdu.

 

Kimse gözyaşı dökmedi.

 

Yaptıklarınız için sonsuz teşekkürler beyim!

 

Altın renkli bir kelebek Yobanay’ın göğsünden çıktı ve yıldızlara kadar yükselip dağıldı.

 

Bunu kimse fark etmedi.

 

***

 

Akhan ve Alkan aynı atta ilerlerken, Alkan bir anda atın iplerini gerdi.

 

At durdu.

 

Akhan ıslak gözlerle kızgın güneşe baktı. Kalbini hiç hatırlamak istemeyeceği o ekşi his kaplamıştı. Gözyaşlarına engel olmak için çabalıyordu. Sanki bir şeyler kayıp gitmişti, hem de oldukça önemliydi.  

 

O sırada sıcak toprağa düşen küçük gözyaşını gördü. Şaşkınca kafasını Alkan’a çevirdi. Gözyaşının kaynağı oydu. Hiçbir ağlamayan genç yiğit bu sefer gözyaşlarına boğulmuştu. Akhan bir şey söylemedi. Sessizce atın kontrolünü eline aldı ve ilerlemeye devam etti.


Bu his ona tanıdık geldiğinden dolayı düşündüğü şeyin olmaması için dua ediyordu. Tanrılara olan inancını bir kez kaybetmiş olmasına rağmen.

 

***






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44743 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr