Bölüm 296: Büyük Çağ Salonu

avatar
8496 18

Emperor’s Domination - Bölüm 296: Büyük Çağ Salonu


 

Bölüm 296: Büyük Çağ Salonu

 

Bu yüzden Li Qiye buradaki damarlardaki değişikliklerin fazlasıyla farkındaydı.

 

“Ah, ne güzel bir yermiş. Eğer böyle olduğunu bilseydim, Kendimi buraya ışınlar ve kendi alemimde keyfini sürerdim. Göklerden gelen böylesine besleyici bir hediyeye sahip olsaydım Tanrı-Kral olmamam bile garip olurdu.” Li Qiye’yi takip ederken zengin dünyevi özü hissedince Küçük Hazan’ın ağzının suyu akmıştı.

 

“Ataların İlahi Tapınağı’nda Yüz Savaşın Tanrı-Kralı’nın kalıntı aurası vardı ve Bin Görüntülü Gerçek Tanrı seni koruyordu, Magu’nun da yanında sana destek olduğundan bahsetmiyorum bile. Daha güvenli bir yeri nerde bulacaktın? Ayrıca orası o kadar normaldi ki hiç dikkat çekmiyordu.” Li Qiye ona bakarak konuşmaya devam etti: “Seni burada Cennetsel Dao Akademisi’nde bırakmak zor dğeildi, ama daha sonra ayrılmak istediğinde zor zamanlar seni bekliyor olurdu. İşin sonunda Alem Tanrısı akademide kalmak zorunda kaldı. Cennetin ve dünyanın zincirlerini kırabiliyor olsan da, insanoğluna yaranamazsın! Cidden Alem Tanrısı gibi akademide kalmayı mı isterdin he?!”

 

“Hehe, şaka yapıyorum ya ufak bir şaka. Belki de akademide kalsaydım delirip giderdim.” Küçük Hazan hemen yalakalığa başlamıştı: “Ben senin takipçinim ve sen nereye gidersen oraya gelirim. Dünyaları silip süpürürken, her yere hükmederken, ben nasıl orda olmam?”

 

Li Qiye, Küçük Hazana tekrar baktı ve yavaşça konuştu: “Methiler düzmeyi bırak da Hükümsüz Kapıyı bulmak için elinden geleni yap. Onun gerçek yüzünü görmek ve nereye çıktığını bilmek istiyorum!”

 

Hükümsüz Kapı, Dokuz Büyük Cennetsel Hazine’den biri. Hakkında birçok mit vardı, bazı kişiler de varlığına inanmıyordu. Ancak Li Qiye bunun da tıpkı diğer sekiz hazine gibi gerçek olduğuna ikna olmuştu.

 

Asıl soru, Hükümsüz Kapı’nın esas anlamının ne olduğuydu. Li Qiye’nin araştırdığı şey buydu. Söylentilere göre Hükümsüz Kapı geleceğe ya da geçmişe bağlanıyordu, ya da belki de Dokuz Dünya dışındaki onuncu bir dünyaya. Bunun gerçek olup olmadığını bilmiyordu. Onuncu dünyanın da varlığı tıpkı Hükümsüz Kapı gibi tartışmalıydı.

 

Küçük Hazan göğsüne vurdu ve konuştu: “Genç Asil ben çalışıyorken rahat olabilir! Kesinlikle sorun olmayacak!”

 

Li Qiye ona güvensizce bir bakış attıktan sonra konuştu: “Öyle mi? O yıl Gerçek Tanrı meselesini sıçıp batırmıştın; sadece bir izleyiciydin ama kendinle beraber Gerçek Tanrı’yı da tuzağa düşürdün.”

 

Küçük Hazan biraz suçluluk hissetmişti: “Hepsi benim suçum değildi. O zamanlar ustamın meselelerine karşı ilgisiz ve dikkatsizdim, ama o her şeyi idrak edebilen ve ne yaptığını bilen biriydi. Ona hatırlatmam gerekebileceğini düşünmemiştim.”

 

“Bir yanlış hamle ve her şey kaybolur.” Li Qiye konuşmadan edemedi: “Bu Budist Defin Platosu konusundaki en korkutucu şey – sezilemez etki. Sayısız yenilmez varlık her şeyin kontrol altında olduğunu düşünüyordu ama işin sonunda, yandaşlara dönüştüler ve cidden hala başka bir yüce dao yolunca düşündüklerini sanıyorlardı.”

 

Küçük Hazan sövme isteğine engel olamamıştı: “Hay ben, hepsi o anasını **ktiğimin sidik kabı yüzünden!” Lafları sert olsa da, fazlasıyla ürkmüştü çünkü o şey çok korkutucuydu.

 

“Aslında o kap ile hiçbir alakası yok. Kişi şeytana dönüşmeyi de düşünür, tanrılığa yükselmeyi de; her şey kalpte biter. En üzücü olay Dhi Shi’nin herkesten önce ilk adımı atmasıydı. Öyle olmasaydı onu oradan alabilirdim.” Bunu dedikten sonra Li Qiye’nin gözleri kısılmıştı.

 

Budist Defin Platosu’nda, Ölümsüz İmparatorların bile gıpta ettiği bir şeyin olduğunu dünya bilmiyordu. Ne yazık ki kimse onu alamıyordu. Li Qiye geçmişte birkaç kez denemişti ama fayda etmemişti.

 

Küçük Hazan da başını salladı: “Ah o kırık kap gerçekten muazzam; Ölümsüz İmparatorlar bile bir şey yapamıyor. Efsaneye göre Di Shi zamanın başından beri liderliği almış.”

 

Li Qiye sonra ciddi bir ifade ile cevap verdi: “Budist Defin Platosu’nu bir kenara bırakalım, önce Hükümsüz Kapı ile ilgilenmeliyiz. Hükümsüz Kapı’ya sahip olduğumuz sürece, Budist kapısı açıldığında, Uzay Kutsal Kitabı’na sahip olacağım. Hükümsüz Kapı ve Uzay Kutsal Kitabı ile o kap ile uğraşmak sadece zaman meselesi olacak. Sonrasında Ölümsüz Şeytan Yeraltı Odası’na tekrar saldıracağım!”

 

“Genç Asil için rahat olsun, Hükümsüz Kapı’yı elde etmen için elimden gelenin en iyisini yapacağım!” Küçük Hazan heyecanla cevapladı. Hükümsüz Kapı ve Uzay Kutsal Kitabı göklere meydan okumanın da ötesindeydi. Onların yardımı varken Ölümsüz İmparatorlara karşı bile korkan olmazdı.

 

Li Qiye akademinin nabzını ölçüyordu ve nihayet on gün sonra girişi buldu.

 

Sonra emretti: “Sen aşağı dalabilirsin. Aceleci olma, uzaysal gücünü kullan ve akademinin büyük düzenini atlat, onlar da portal için bir ipucu aradıklarından seni hissedebilirler. Alem Tanrısı’na dikkat et. Eğer bir hata yapmadan benim talimatlarımı dinlersen Alem Tanrısı’nı atlatabileceksin. Şu an kendisi dengesiz olduğundan çok fazla şey için endişe etmeye zamanı yok.”

 

“Merak etme, portalı bulan ilk kişi ben olacağım ve damarı kullanarak Hükümsüz Kapı’nın kökenini araştıracağım. Hükümsüz Kapı portalın içinde olduğu sürece onu kesinlikle bulabilirim.” Li Qiye’nin talimatlarını kabul ettikten sonra, Küçük Hazan birden ortadan kayboldu ve kendi alemine girdi.

 

Bu konuyu hallettikten sonra Li Qiye Büyük Çağ Salonu’na gitti ama orada beklenmektik bir kişiyle karşılaştı.

 

“Kardeş Li ile burada karşılaşmayı hiç beklemiyordum.” Bu Bing Yuxia idi, Buz Tüyü Sarayı’nın ana öğrencisi. İki yanında ona eşlik eden iki güzellik vardı; ikisi de krallıkları devirebilecek kadar çekici, güzel hatunlardı.

 

Li Qiye, Bing Yuxia’yı hala erkek kılığında görünce sessiz kalmıştı. Bu kız ölümüne dayak yese bile bu tarzından vazgeçmeyecekti.

 

Ona doğru baktı ve konuştu: “Küçük Kız, kendini sürekli bir erkek olarak görme, yoksa bir gün travestiye dönüverirsin.”

 

“Kardeş Li çok komiksin.” Bing Yuxia gülümseyerek yanıtladı: “Hangi salonda kalıyorsun? Seni ziyaret etmemin sakıncası olur mu?” Bing Yuxia’nın yanındaki iki güzellik çok şaşırmıştı. Bing Yuxia erkek kılığında gezerken dünya umrunda olmasa bile, kibirli biriydi. Herkes ondan böylesine bir kibarlık göremezdi; bu küçük şeytan da kimdi böyle?

 

“Li Qiye hemen reddetti: “Gerek yok.” Sonra sakince ekledi: “Kızlarla flört etmeye devam edebilirsin, beni rahatsız etme.”

 

“Kardeş Li yanılıyorsun.” Bing Yuxia güzelce gülümsedi: “İnsan güzel şeyleri arkadaşlarıyla paylaşmalı. Eğer şuan meşgulsen, bir dahaki sefere Boş Çağ Salonu’na gelmeyi unutma. Sana birkaç yüce güzelliği tanıtırım, kesinlikle birini beğenirsin.”

 

Li Qiye bu erkek fatmanın sözleri karşısında kelimesiz kalmıştı. Kız zekiydi ama Ölümsüz İmparator Bing Yu’yu taklit etmek istiyordu. Bazen Li Qiye ona bir ders vermek istiyordu ama kendisi ona Ölümsüz İmparator Bing Yu’yu hatırlattığından sadece iç çekmesiyle kalıyordu.

 

Bing Yuxia güldü ve sonra konuştu: “Bakıyorum ilgilendin? Gelmeyi unutma, seni iyi ağırlarım ve bazı prensesleri ve azizeleri tanıtırım.” Erkek kılığında olsa da, güzelliği hala eşsizdi.

 

Li Qiye ağlasa mı gülse mi bilemiyordu. Bu kız gerçekten ilginçti ve diğer büyük güçlerin ana öğrencilerinden tamamen farklıydı.

 

O gittikten sonra nereden geldiği belli olmayan başka biri geldi ve neşeyle gülümsedi: “Genç Asil de mi Cennetsel Dao Akademisi’ne gelmiş? Bu gerçekten sürpriz oldu.”

 

Bu kişi kaslı ve iri yapılı genç bir adamdı – yüzü tanıdık olmayan bir akademi öğrencisiydi. Hiç kimse onun kimliğini bilmiyordu.

 

Li Qiye bu garip öğrenciye baktı ve konuştu: “Yani bu sefer hedefinde Cennetsel Dao Akademisi mi var?”

 

Diğerleri tanıyamayabilirdi ama Li Qiye’nin gözünden kaçar mı? Bu genç adam Sikong Toutian idi.

 

Sikong Toutian gülümsedi ve konuştu: “Geçen sefer Aslan Kükreyişi Sarayı’nda eski bir düşmanım ile karşılaştım, bu yüzden veda edemeden ayrılmak zorunda kaldım.”

 

Li Qiye ne diyeceğini bilemiyordu. Bu veledin çok fazla düşmanı vardı, sayabileceğinden fazlaydı. Bu yüzden Li Qiye sormaya üşendi.

 

Sikong Toutian etrafa bakındı ve kimsenin olmadığını görünce merakla sordu: “Genç Asil bu sefer bir şeyler duydun mu?”

 

Li Qiye ona baktı ve sordu: “Ne gibi bir şey? Ben sadece gezintiye çıktım.”

 

Sikong Toutian doğal olarak buna inanmamıştı ama daha fazla sorgulamaya cesaret edemedi. Sonra fısıldadı: “Öte yandan ben, bazı haberler duydum ve Genç Asil ile paylaşacağım.”

 

“Ne tür haberlermiş?” Li Qiye ilgisizce sordu. Bu sefer buraya gelişinin tek nedeni Hükümsüz Kapı’ydı ve diğer meselelerle ilgilenmiyordu.

 

Sikong Toutian bir kez daha etrafa baktı ve yakınlarında kimsenin olmadığına emin olunca ciddi bir ifadeyle konuştu: “Cennetsel Dao Akademisi tehlikede.”

 

Li Qiye gözlerini kıstı ve buyurdu: “Ayrıntıları ver.” Bu haber merakını uyandırmıştı.

 

Sikong Toutian fısıldadı: “Bazı gizli haberler elde ettim, göklere delecek bir sır. Bazı insanlar bu durumu avantaj görüp Cennetsel Dao Akademisi’ni yıkacak.”

 

“Cennetsel Dao Akademisi’ni yıkmak mı…” Li Qiye gözlerini kıstı. Bu fazla acayip bir durum değildi. Zamanın başlangıcından beri, sayısız soy ve hanedan Cennetsel Dao Akademisi’ni yıkmak istemişti. Sayısız miktarda kaynağı ve hazinesi vardı; bu paha biçilemez şeylerden biri bile savaş çıkarmaya yeterdi. Akademi, Issız Çağ’dan beri sayısız erdem kanunu ve gizli teknik biriktirmişti. Bu da diğerlerinin daha da aç gözlü olmasına yol açıyordu. Aynı zamanda sadece gök ve yer damarları bile bu bölgeyi çok değerli yapıyordu. Biri sırf bu damarın üzerinde ebedi bir soya sahip olabilirdi.

 

İlk çağlardan beri birçoğu Cennetsel Dao Akademisi’ni yıkmak istemişti ama işin sonunda akademi hep ayakta kalmıştı.

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44333 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr