Bölüm 2: Bilge Kral

avatar
359 1

Düşüş - Bölüm 2: Bilge Kral


Prens ve Altı Duvar son on gündür düzenli olarak Rovan Şehrine gidip koca bir çantayla geri dönüyordu. Artık ordunun en deneyimli askerleri bile neler döndüğünü anlayamıyordu.  


Asıl problem ise Prens ve Altı Duvarının şehre gitmek dışındı hiçbir zaman çadırlarından çıkmıyor oluşlarıydı. Bu durumdan en çok rahatsız olan kişi Yaşlı Montis’ti. Duruma müdahale etmek için prensin çadırına doğru harekete geçti. 


Montis çadıra girdiğinde beklemediği bir görüntüyle karşılaştı. Prensin tembellik yaptığını ya da yakında olacak savaştan korktuğu için çadırına kapandığını düşünüyordu. Karşısındaki manzara ise bambaşkaydı, prens ve Altı Duvar onlarca kitabın arasında oturmuş sohbet ediyordu. 


Yedi genç sohbete o kadar dalmıştı ki Montisin içeri girdiğini bile fark edemediler. Yüksek bir sesin ordugâhı inletmesiyle Montisin çadıra girdiğini fark ettiler. Sesin sahibi Montisti. 


‘’Bu saçmalıklarla mı -bulduğu bir kitabı elinde sallıyordu- iblisleri öldüreceksiniz! Dışarda askerler yeni Prens ve Altı Duvarın korkak olduğunu düşünüyor! Bir saat içinde kendinize gelin ve ordunuzun başına geçin!’’ 


Montis’in emirleri netti. Bu yüzden cevap beklemeden sırtını döndü ve dışarı çıktı. Çadırdan yeni çıkmıştı ki prensin sesi duyuldu. 


‘’Belki bunlarla -çevredeki kitapları gösteriyordu- iblisleri öldüremem ama halkımın yüzündeki o çirkin ifadeyi silebilirim! Halkımı açlıktan, savaşlardan ve ağır iş yüklerinden kurtarabilirim!’’ 


Prensin sözleri garip bir şekilde Montis’in canını yakmıştı. Montis eskisinden daha sinirli bir şekilde içeri daldı. Prensin üstüne yürürken korkunç bir baskıya neden oluyordu. Yaşıtlarının çok ötesinde bir öz gelişimi olan Prens korkunç bir hastalığın pençesine girmiş gibi titriyordu.  


‘’Kızıl Dağ kuraktır ve madencilik zor bir iştir! Savaş ise bizim yaşam alanımızdır! Eğer bu kâğıt parçaları seni tanrı yapmayacaksa kimseyi ne açlıktan ne yorgunluktan kurtarırsın!’’ 


Genç prenste öfkelenmeye başlamıştı. Hemen yanında bulunan kalın bir kitabı aldı ve ayağa kalkıp Montise doğru gitti. Yaklaştıkça daha şiddetli titriyordu ama kararlılığı bir nebze azalmıyordu. Elinde tuttuğu kitabın bir sayfasını açarak

‘’Bak işte burada! Burada her şey yazıyor! Çark Şehrinin bilim adamlarının bulduğu bu ilaçla birkaç yıllık bir işlemin ardından topraklarımızı kuraklıktan kurtarabiliriz! Dışarıdan almamıza bile gerek yok! Madenlerimizden çıkanlarla bile yapabiliriz bu ilaçtan! Bir kere dışa olan bağımlılığımızı azaltırsak savaştan savaşa koşmak zorunda kalmayız! Kendi madenimizi kendimiz işleyip daha az çalışır daha çok kazanırız!’’ dedi.


Montis bir anda sakinleşmiş, prensin elindeki kitabı incelemeye başlamıştı. Montis prensin sözlerinin tamamını dinlememişti. Tek ilgilendiği kısım kuraklıktı keza ne savaşı ne de çok çalışmayı bir problem olarak görüyordu.  


‘’Burada yazanların doğru olduğundan emin misin? Kuraklığı bitirebilir misin?’’ 


‘’Bir hafta içinde kesin olarak emin olacağım!’’ 


‘’Nasıl olacak o?’’ 


‘’Şehir lordundan benim için biraz bu ilaçtan bulmasını istedim. Daha önce kendileri de kullanmış. Sipariş verdi, bir hafta içinde ilaçlar elime geçecek.’’ 


Montis biraz sakinleşmişti ‘’Bende göreceğim o ilaçları! Eğer söylediklerin yalansa önce seni sonra bu şehri en son da kitaplarını yakarım!’’ dedi ve prensin elindeki kitabı aldı prens ve Altı Duvara garip ve biraz melankolik bir şekilde baktıktan sonra tekrar kaşlarını çattı ve elindeki kitabı incelerken emirler vermeye başladı. 


‘’Bugünden sonra gündüzleri ordunuzun başında olacaksınız! Akşam olduğunda ne yaparsanız yapın!’’ 


Prens ve Altı Duvar mutlulukla hep bir ağızdan "Emredersiniz!" dedi.  


Yaşlı Montis Kızıl Dağ Krallığının en güçlü savaşçılarından biriydi. Kaç yaşında olduğunu kendisi bile bilmiyordu. Kızıl Dağ adına binlerce savaşa girdiği, karşısına çıkan binlerce askeri katlettiği söyleniyordu ancak nesillerdir başta Kral ve Altı Duvar olmak üzere Kızıl Dağ Krallığındaki soyluları ve üst rütbeli askerleri yetiştirmekle meşguldü. Sadece tahmini yaşına bakılarak bile Roi kıtasındaki en güçlü Uyanmışlardan biri olduğu kolayca anlaşılıyordu. Kısacası Kızıl Dağ Krallığını ayakta tutan ana sütunlardan biriydi. 


Bir hafta sonra prensin bahsettiği ilaç bizzat şehir lordu tarafından ordugâha getirildi. İlacın adı Kaya Tozu idi. Bu basit ismin nedeni ilacın birçok kaya benzeri madenin tozlaştırılmış halinin bir araya getirilmesiyle yapılmasıydı. Artık geriye sadece ilacın denenmesi kalmıştı. 


Montis ve prens ilacı incelerken çadıra bir asker girdi ve diz çöktü. Montis askere bakmadan ‘’Konuşabilirsin.’Dedi. 


‘’Efendim, gözcüler iblis izleriyle karşılaşmış! Beklediğimizden erken gelebilirler!’’ 


‘’Çekilebilirsin.’’ 


Askerin çadırdan çıkmasıyla birlikte Montis genç prense döndü ve ‘’Bir planın var mı yoksa komutanların önerdiği yöntemi mi uygulayacaksın?’’ dedi. 


‘’Komutanların planı saçmalıktan başka bir şey değil! Bence şehir surlarına çekilip oradan iblisleri yıpratmalıyız. Ardından ani bir saldırıyla iblisleri temizleriz.’’ 


“Planın çok basit olsa bile birçok askerimizin hayatını kurtaracağı kesin. Komutanların da bu kadar basit bir planı önere bilirdi ama göğüs göğse savaşmayı tercih ettiler. Bunun nedenini biliyorsun değil mi?” 


Corvus kaşlarını çatıp iğrendiğiher halinden belli olan bir kelimeyi, tükürürcesine çıkardı ağzından. 


“Gelenekler!” 


Askerler bir yana Kızıl Dağ Krallığının ortalama bir vatandaşı için bile göğüs göğse savaşmak dışında her yol kocaman bir utanç demekti.  


Corvus’un hedefi ordunun kondisyonunu olabildiğince yüksek tutmaktı çünkü eğer ordu yıpranırsa Kızıl Dağ Şehrine dönmek zorunda kalacaktı. Corvus ise olabildiğince dünyayı gezip ülkesi ve halkı için yeni şeyler öğrenip yeni fikirler edinmek istiyordu. Ancak orduyu surların arkasına çekecek ne otoritesi ne de gücü vardı. Yapabileceği tek şey İblislerin sayısının az olması için dua etmekti.  


Çok geçmeden çadıra bir asker daha girdi. Bu asker bir öncekine kıyasla nefes nefeseydi. Birkaç nefes aldıktan sonra yaklaşmakta olan iblislerle ilgili detaylı bilgiler verdi.  


Askerin söylediğine göre bu iblisler böcek tipiydi ve sayıları 3 bin civarındaydı.  


Corvus’un tüm hayalleri yerle bir olmuştu. Böcek tipi iblisler uğraşması en zor olanlardı. Her bir iblisin öldürülmesi için en az on asker gerekiyordu ve en azından bu on kişiden üçünün savaşa devam edemeyeceği kesindi. Eğer Corvus böyle bir kuvvete karşı göğüs göğse savaşırsa ordusunun beşte birinin etkisiz hale geleceğinden emindi. Böyle bir askeri güçle en fazla bir veya iki paralı asker görevi yapabilirdi. Corvus’un gözlerindeki umutsuzluk on dokuz yıllık ustasını etkilemişti ve ondan beklenmeyecek bir cümle kurmasına neden olmuştu. 


‘’Askerlerin surların arkasına çekilmesini sağlayabilirim. Ben emredersem her şeyi yaparlar.’’ 


‘’Ordunun nasıl olduğunu biliyorsun. Göğüs göğüsse çarpışmaktan korktuğunu söylerler, bu da otoriteni zedeler. Bunu izin veremem.’’ 


Montis kısa bir kahkaha attıktan sonra elini prensin omzuna koyarak ‘’Bana korkak demeye cüret edebilecek kimse yok bu dünyada! Şimdi planın detaylarını anlat!’’ dedi. 


Böcek Tipi İblislerin fiziki yapısı surlara tırmanmalarını zorlaştırıyordu. Dört bacakları vardı ve ön bacakları arka bacaklarına nazaran daha kısaydı. Bu yetmezmiş gibi arka bedenleri de daha geniş ve ağırdı. Surların dışbükey olması da eklenince böceklerin surlara tırmanması daha da zorlaşıyordu.  


Prensin planı iblisleri oklar ve çeşitli savunma aletleriyle hırpalayıp, surlara tırmanmayı başaran güçsüz düşmüş ya da yaralanmış iblisleri az zayiatla imha etmekti. İblislerin sayısı iyice azaldığında ordu tüm gücüyle saldıracak ve düşmanı hızlıca yok edecekti. 


Tamamen düşmanın fizyolojik yapısına ve surların eyimine dayanan bu plan her ne kadar basit gözükse bile göğüs göğse savaşmaktan çok daha güvenliydi. 


Askerin haber vermesinin üzerinden dört gün geçmişti ki iblisler ufukta gözüktü. Kızıl Dağ Askerlerinin çoğu bu ve buna benzer manzaraları çokça görmüştü. Ordu prensin emrettiği şekilde surlarda konumlandı. Birkaç saatlik gergin bekleyişin ardından iblisler şehre iyice yaklaşmış şehir surlarına akın etmeye başlamışlardı. İblisler yaklaşık dört saat boyunca surları aşmaya çalıştılar ancak her seferinde ağır yaralar alarak ya da öldürülerek yüksek surlardan düştüler. Böcek tipi iblisler akıl sahibi değildi ama surları aşamayacaklarını zor yoldan da olsa öğrendiler. Odundan yapılma kapıyı kırmak daha kolay olabilirdi bu yüzden iblisler tüm güçlerin şehrin kapılarına yönlendirdi. İblislerin yarısından fazlası ya ölmüş ya da ağır yaralanmıştı. Buna rağmen iç güdüleri şehir kapılarını aşarlarsa kazanacaklarını söylüyordu. İblisler tüm hızlarıyla kapıya doğru yaklaşırken beklenmedik şekilde kapılar açıldı. İblisler bir an bile düşünmeden hızlarını arttırdılar.  


İblisler şehre yaklaşırken şehir kapılarının hemen ardında Corvus, kurdurduğu savunma formasyonunu denetliyordu. Formasyonu oluşturan askerler Kızıl Dağ şehrinin en güçlü askerleriydi.  Yarım daire şeklinde dizilmişlerdi ve ellerinde her biri üç ila dört metre arasında mızraklar tutuyordu. İblisler iyice yaklaşırken tüm mızraklar kapıya yöneldi. Kapı girişi tam anlamıyla bir ölüm tuzağıydı.  


Kapıdan ilk geçen iblisler bu ölüm tuzağını gördükleri anda durmuşlardı ancak arkalarından gelen ırkdaşları durmayı düşünmemişti bile. Yüzlerce iblis oluşan hengame yüzünden bir anda delik deşik olmuştu. Çok kısa sürede şehir kapısı iblis cesetleriyle kaplanmıştı ve içeri girmek tekrar imkânsız hale gelmişti.  Kapıdan geçmenin imkânsız olduğunu anladığı anda Corvus başta Altı Duvar’ı olmak üzere ordudaki Uyanmışlarla birlikte şehir surlarına çıktı. Aşağı baktıklarında gördükleri şey birbirlerine çarpa çarpa ezilmiş olan iblislerin cesetleriydi. Şehir surları dışında üç yüzden az iblis kalmıştı ve hemen hemen hepsi ağır yaralıydı. Corvus ve arkasında bekleyen Uyanmışlar hiç düşünmeden surlardan atlayıp kalan iblislere hücum ettiler. 


Birkaç saatin ardından Corvus surların üzerinde kan içinde kalmış zırhıyla belirdi. Zaferini kutlamak için kılıcını havaya kaldırmış, askerlerini selamlıyordu.


Zafer çok basit kazanılmıştı. Deneyimli askerler bile bu kadar kolay olmasını beklemiyordu. Neredeyse hiç zayiat yoktu. Bu korkakça plan yüzünde prensi ve Yaşlı Montisi aşağılayan ordu, Prens ve Montis lehine sloganlar atmaya başladı. Teknik olarak göğüs göğse de savaşmışlardı. Ayrıca ilk defa neredeyse hiç zayiat olmadan savaş kazanılmıştı. Tabi ki durumdan rahatsız olan birçok asker de vardı. 


Surların üstünde bulunan Prens ve Altı Duvar şeytanların siyah kanına bulanmıştı. İlk savaşları beklediklerinden kolay geçmişti. Montis ise savaşa hiç karışmamıştı. Görevi prensi korumak ve eğitmekti. Çok tehlikeli bir şey olmadığı sürece savaşlara müdahil olmayı düşünmüyordu. Savaş boyunca prensi izlemek dışında çok bir şey yaptığı söylenemezdi. 

Prensin kendisine baktığını fark edince basit bir sıçrayışla uzuluğu on metreyi bulan şehir surlarının üstüne çıktı ve prense doğru yürümeye başladı.  


‘’Korkak taktiğin işe yaradı. Tebrik ederim.’’ 


Prens aldığı iltifat karşısında gayet mutlu olmuştu. Kurnaz bir gülümseme göstererek ‘’Aslında plan bana ait değil. Bir kitapta okumuştum.’’ Dedi. 


Montis bu sözlere cevap verme gereği duymadı ve ‘’Sıradaki Planın ne? Şehre mi dönüyoruz?’’ diye sordu. 


‘’Dönmüyoruz. Çevrede iblislerden mustarip birçok şehir var. Onlara yardım ederek iyi para kazanabiliriz. Ordumuz da gayet iyi durumda zaten.’’ 


Montis bu görüşe karşı çıkmayı düşünüyordu çünkü katıldığı tüm savaşların ardından orduyla birlikte Kızıl Dağ Şehrine dönerdi. Ancak bunun nedeni ordunun her seferinde çok hasarlı olmasıydı. Şu anda öyle bir durum yoktu. Bu yüzden karşı çıkmaktan vaz geçti. Prensin neler yapacağını görmeyi merakla bekliyordu. 


‘’Durumdan rahatsız olanları sana bırakıyorum Yaşlı Montis.’’ 


________________________________________ 


Prens ve ordusu iki yıl boyunca birçok şehir gezdi ve savundu. İki yıl boyunca ordu sadece beş bin askerini kayıp etmişti. Bu Kızıl Dağ tarihindeki bir ilkti. At arabaları altın ve değerli eşyalarla doluydu. Prense ait olan at arabaları ise kitapla ve gezdiği şehirlerden satın aldığı şeylerle doluydu. Corvus’un asıl hazinesi ise bu şehirleri dolaşırken edindiği yeni arkadaşlarıydı. Bu Arkadaşları arasında bilim insanlarından çobanlara kadar her sınıf ve meslek grubundan insan vardı. Birçoğu da Corvus’la birlikte Kızıl Dağ Şehrin’e dönmeyi kabul etmişti. 


Uzun zamandır evden uzak olan ordu artık yorulmuş ve evine dönmek istiyordu. Prenste ihtiyacı olan hemen her şeyi bulmuş ve planlarını hayata geçirmek istiyordu. Bu yüzden çok geçmeden geri dönüş emri çıkardı. 


İki aylık bir yolculuğun ardından prens ve ordusu Kızıl Dağ Şehrine vardı. Prensin başarıları kendisinden önce şehir varmıştı. İnsanlar ilk başta Genç Prens Corvus’u geleneklere uymamakla suçlamıştı ama gün geçtikçe gelen haberler bu düşünceyi zayıflatıyordu. İlk kez bu kadar az kayıp ve bu kadar yüksek gelirle şehre dönen bir ordu vardı ve bu halkı geleneklerden daha mutlu eden bir şeydi. Ne de olsa geleneklerin karın doyurmadığı oldukça muhafazakâr olan Kızıl Dağ halkı tarafından bile biliniyordu.  


Corvus’u en çok savunanlar ise aile fertleri orduda görev alan insanlardı. Corvus’un ordusu şehirden ayrılırken en az on bin kayıpla döneceğine inanılıyordu ve bu sadece bir görev için geçerliydi. Ancak Corvus iki yıl içinde on beşten fazla görev tamamlamış ve sadece beş bin asker kayıp etmişti. Tüm bunlar bir araya gelince asker aileleri hiç düşünmeden Corvus’ u savunuyordu. 


Prens sarayda da hoş karşılanmıştı. Kral prensin şerefine ziyafet düzenlenmesini emretmişti.  Ancak prens tüm bu olanlardan kopuk gibiydi. Aklında başka bir şey vardı. Bunu fark eden kral ziyafetten sonra prensi çağırttı. 


Prens ve Altı duvar kralın karşısında diz çökmüş bekliyordu. Kral çok uzatmadan ‘’Aklında ne var Corvus?’’ dedi. Aslında prensin düşüncelerini çoktan duymuştu. 


Corvus uzun süredir içinde tutuğu şeyleri sonunda babasına anlatacak fırsat bulmuştu. Uzunca aklındakileri anlattı.  

Kralın duydukları ilgisini çekmişti. ‘’İlk adımını atmak için neye ihtiyacın var peki?’’ diye sordu genç prense. 


‘’Yüz bin asker ve biraz zamana.’’ 


‘’Ne için?’’ 


‘’Yüz bin askerimle birlikte bizden çok uzakta olmayan ve çoğu zaman madenlerimizi satın alan bağımsız Tiran Şehrine saldıracağım. Oradaki zanaatkârları köle olarak getireceğim. Böylece birçok yetenekli zanaatkârı krallığımıza kazandıracağım. Bu sayede kendi üreti…’’ 


Genç prensin lafları kralın araya girmesi sonucunda kesildi. 


‘’Uzun süredir iş ortağımız olan bir şehre saldırmamızı mı istiyorsun? Unutma Corvus! Biz Kızıl Dağ’ın İnsanları dostlarımızı asla arkadan bıçaklamayız!’’ 


Prens beklediği tepkiyi almıştı. Nede olsa babası da geleneklerle kafayı bozmuş bir adamdı. 


‘’Bizle yıllardır ilişkileri var çünkü madenlerimizi piyasa fiyatının çok altına alıyorlar! O madenlerin ne kadar zor şartlarda çıkarıldığını sende iyi biliyorsun. Ben, Corvus Tiamat, halkımın hakkını farklı yollarla almaya gideceğim sadece!’’ 


Dolandırıldığını duymak Kızıl Dağ Kralını çok sinirlendirmişti. Yüksek sesle bağırdı. 


‘’Elli bin Kızıl Ordu eliti de dâhil olmak üzere iki yüz bin asker artık senin emrinde!  Tiran Şehrine istediğini yapabilirsin! Şimdi git ve dinlen. Seferden sonra da tüm planlarını duymak istiyorum.’’ 

________________________________________ 


Prens müsadeyi aldıktan iki gün sonra Tiran Şehrini kuşatmak üzere yola çıktı. Bir haftalık seyahatin ardından Kızıl Dağ Ordusu şehir surlarına dayandı. Tiran Şehrinde yüz bin civarında asker ve beş Uyanmış vardı. Parmaklarında oynattıkları Kızıl Dağ Krallığı varken kimsenin  onlara saldırmaya cüret edemeyeceğini düşündükleri için orduyu küçük tutmuşlardı. Bu sayı deneyimli iki yüz bin kişilik Kızıl Dağ ordusu ve yirmiden fazla iyi eğitimli Uyanmış için gülünç olmaktan öteye gidemiyordu. Savaş çok kısa sürdü. Kızıl Dağ Şehrinin Uyanmışları düşmen surlarını kolayca aşmıştı. Genç Prens ilk kez bir Uyanmışla savaşmış ve onu öldürmüştü. 


Şehir yağmalandı, yöneticiler infaz edildi ve çoğunluğu zanaatkâr ve öğretmenlerden oluşan yirmi bin kişi köle yapılıp Kızıl Dağ Şehrine götürüldü. Zanaatkârların çoğu madenleri işlemeyi biliyordu. Bu da Kızıl Dağ Şehrinin ihtiyaç duyduğu şeydi zaten. 


Genç prens üç zanaatkâr yetiştiren veya en az yüz kişiye basit matematik ve okuma yazma öğreten kölelerin serbest bırakılacağını açıkladı. 


İki yılın ardından Kızıl dağ şehrinde okuma yazma bilen kişi sayısı yüz bini, zanaatkâr sayısı ise yirmi bini geçmişti. Kölelikten kurtulmuş birçok kişi şehirde kalmaya devam ediyordu ne de olsa dönecek başka yerleri yoktu. Özellikle bilim insanları ve öğretmenler Kızıl Dağ Şehrinden ayrılmayı akıllarına bile getirmemişti. Ne de olsa krallık bu insanlara çok iyi bir maaş bağlamıştı.  


Aynı zamanda prens köle zanaatkârların yardımıyla bir yıl önce Kaya Tozu üretmeyi başarmıştı. Çok geçmeden Kaya Tozunu geliştirmişlerdi bile. Tahminen iki yıl içinde ilk mahsuller toplanacaktı. 


Zanaatkârların işlediği ürünlerin satışından gelen gelir işlenmemiş madenleri satmaktan çok daha yüksekti. Aynı zamanda bu zanaatkarların yaptığı zırhlar ve silahlar ordunun savaş kabiliyetini arttırmıştı. 


İlk tarım mahsullerinin toplanmasının ardından beklenmedik bir şey oldu. Kral pozisyonunu genç prense devrettiğini, kendisinin de ordunun başına geçeceğini duyurdu. 


Prenste dâhil kimse bunu beklemiyordu. Genç prens kral olmuştu artık. Halk ise gururla kendisinden Bilge Kral olarak bahsediyordu. 



[Düzenlendi] 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr