Bölüm 140: Büyücünün İninde (1)

avatar
213 3

Düşmüş Perinin Yükselişi - Bölüm 140: Büyücünün İninde (1)


Yüzündeki meraklı ifadesini takınmış olan Alastair deneylerin gerçekleştiği odanın ortasında duruyor ve etrafını inceliyordu ancak aklı tamamen karaborsa alanındaydı.

Karaborsa alanında yapmış olduğu satım birçok kişi için ortalamanın üstünde veya iyi olarak düşünülebileceği türdendi fakat Alastair için öyle değildi çünkü elde ettiği büyü kristalinden daha fazlasına ihtiyacı olduğunu düşünüyordu.

Büyücülük yolunda ilerleyebilmek için gereken teknikler ve bazı gizli araştırma notları büyücü dünyasında en çok para edenler arasındaydı ancak Alastair’in elinde bu tür şeyler bulunmuyordu.

Alastair’in bir gizli araştırma yetecek kadar büyü üzerine bilgisi yoktu, ayrıca hiç de böyle bir şey yapmayı da düşünmemişti şu ana kadar.

Elinde araştırma yapabileceği tek bir konu vardı, o da gözleriyle alakalıydı fakat onunla ilgili de hiçbir araştırma yapmaya yeltenmemişti çünkü yapması gereken önemli işlerle o kadar meşguldü ki tamamen arka plana atılarak unutulmuştu.

‘Eğer bu ilerleme planım işime yararsa kesinlikle bu gözler hakkında da araştırma yapmam lazım,’ diye düşündü ve kafasını hayal kırıklığıyla iki yana sallayıp sesli bir şekilde derin nefes aldı. “Her neyse… Şu an odaklanan gereken şey bu değil.”

Alastair etrafına odaklandı.

Her yer toz içinde kalmış, tamamen dağılmıştı. Masaların üstü tozlarla kaplanmış, etraftaki malzemelerin bozulup değerlerini kaybetmesine sebep olmuştu ancak Alastair’in amacı bu oda değildi.

“Kendisinin kaldığı bir oda olmalı,” dedi kendi kendine, gözleri duvarların üstündeydi ve olası bir gizli geçit aramaktaydı. “Öyle bir büyücü araştırmalarını çöpe atacak biri değil, muhtemelen birilerinin kendinin kaldığı yerden devam edebilmesi için arkasında bir şeyler bırakmıştır.”

Alastair kendi kendine konuşarak düşünmeye devam ederken içinde garip bir rahatsızlık hissiyatı kendini göstermeye başladı. Eğer adam böyle bir şey yaptıysa bu aynı zamanda başkalarının buraya doluşacağı anlamına geliyordu ancak kendisi bu konuda pek de emin değildi.

“Eğer böyle bir şey olsaydı şimdiye kadar burada olmazlar mıydı?”

An aracılığıyla buranın kontrolünü yapmış, tedbirini alıp da buraya gelmişti. Eğer burada birileri varsa onları haklamanın bir yolunu bularak ilerlemeyi ve o şekilde araştırmasını yapmayı düşünmüştü.

Alastair masaların altlarını inceledi, duvarların üstünde elini gezdirdi ancak bir şey bulamadı. Umutsuz bir şekilde gözlerini bir zamanlar zindanın bulunduğu alana çevirip izledi.

Patlamanın ardından neredeyse bütün oda tamamen çökmüştü ve her yerin toprakla dolmasına sebep olmuştu. Giriş kısmı yarısına kadar tamamen kapanmış da olsa içeri girebiliyordu ancak kafesler tamamen toprak ile dolduğundan ve her an daha da fazla çökme ihtimalinin olmasından dolayı oraya girmekten olabildiğince kaçınmak istiyordu.

“Başka şansım var mı ki?”

Yüzündeki umutsuzluk dolu ifadesi daha da kararırken yutkundu ve kafeslerin bulunduğu odaya doğru ilerledi. Eğer An yanında olsaydı ilk onun girmesini isterdi ancak yanında değildi, dışarı da korumalık yapmasını istemişti ancak bunu gerçekleştirmesini istediği için hafif bir pişmanlık duymaya başlamıştı.

İçeri girdiğinde kendisini beklediği gibi toprak birikintilerinden başka bir şey karşılamamıştı.

Bazı parmaklıkların sağlam bir şekilde durduğunu, patlamadan etkilenenlerin ise parçalanmış olduğunu ve garip bir şekilde erimiş olduklarını da gördü. Patlamanın etkisinin ne kadar güçlü olduğunu odanın ne hâle geldiğini iyice kavradıktan sonra daha iyi anlama fırsatına erişmişti böylece.

“Bir insan, özellikle de bir büyücü, kendisini patlatmayı seçip intihar eder ki?” diye sordu, yüzünde öfkeli bir ifade vardı ve hiç de hoşnut değildi. “O kadar araştırma yaptın ve öylece yakalandın diye kendini patlattın. Hayatına bu kadar mı değer vermiyorsun? Araştırmaların gerçekten de senin için önemli ama hayatının daha da önemli olması gerekmiyor mu?”

Alastair bu soruları soruyordu ancak hepsi cevapsızdı veya belirsizdi. Duruma göre değişebileceğini fısıldayan düşüncelerine karşı çıkmadı, istemiyordu da zaten. Adamın araştırması için yapmış olduğu şeyi doğru bulmuyordu ancak haksız olduğun da söyleyemezdi.

‘En azından savaşması gerekiyordu, biraz daha uğraşması lazımdı.’

“Bazı büyücüler için güçleri kadar araştırmaları da önemlidir, hatta belki de daha fazla. Hayatları buna bağlıymış gibi araştırma yaparlar ve gelişmek isterler, sanki yapmazlarsa hayatlarının anlamlarını kaybedeceklermiş gibi devam ederler. Bunun sonucunda ise aşırı bağlanırlar; onu korumak için ellerinden geleni yaparlar ve başkaları almasın diye kendileriyle birlikte gömebilirler bile,” diye söyledi Damasis.

Bu, kendisine Hugh Abesh hakkında sorular sorduktan birkaç gün sonra yalnızlarken söylemiş olduğu birkaç cümleydi ve Alastair hâlâ hatırlıyordu.

Damasis’in yüzündeki hüzünlü ifadeyi de çok iyi bir şekilde görebilmişti o zamanlar.

“Etrafa düzgünce bakmaya devam,” dedi ve toprak tepesinden aşağıya indi, yüzündeki hoşnutsuz ifade umutsuzluğun yerini almıştı. “Nefret ediyorum şu pis durumlardan ya!”

---

An, bir ağaçtan bir ağaca uçuyor ve dinlenerek etrafı gözlemliyordu. Ne kadar ağaçların arasında böyle bir iş yapmaktan hoşlanmıyor olsa da Alastair’in kendisine verdiği görevi lâyıkıyla yerine getirmek için uğraşıyordu.

Ağaçların arasında bir süre daha uçarken renkli gözleri Alastair’in olduğu tarafa yönelen iki kadın büyücünün üzerinde durdu. Ağaç dallarından birine konduktan sonra kendisini yaprakların arasına gizledi ve onları izlemeye başladı, Alastair’in bulunduğu tarafa doğru kesin adımlarla ilerlemekteydiler.

An ağaçların üzerinden uçarak Alastair’in girdiği deliğe ulaşarak daha önceki geçtiği yollardan ilerledi ve Alastair’e ulaştı hızlı bir şekilde, bu sefer bir tuzağın bulunmaması işlerini kolaylaştırıyordu. Oldukça hızlı ve aceleci uçmuştu bu yüzden ve olması gereken de buydu çünkü Alastair’in hayatının buna bağlı olduğunu çok iyi biliyordu.

“Hoot!” diyerek toprak kümelerinin arasında asık suratıyla dönüp duran Alastair’in dikkatini çekti, kendisine tek kaş kaldırarak bakmaktaydı.

Omzuna kondu ve kapı tarafını işaret etti, sonrasında da Alastair’in gülümsediğini gördü ancak nedenini anlayamadı. Başını eğerek ona baktı, renkli gözleri büyük, parlak soru işaretleriyle bezenmişti.

Alastair kendisinin başını okşadı ve gülümseyişine devam etti.

---

“Gerçekten de öylece ölüp gittiğine inanamıyorum,” dedi kadınlardan biri, ince bir yüzü ve doğal olmayan mor gözleri vardı. “Yaşlı ve gerzek falandı ama yine de en azından iyi biriydi.”

Diğer kadın ona yandan bir bakış attı, sözlerinde ne kadar dürüst olduğunu anlamaya çalışıyordu ancak kısa bir süre bunu bıraktı.

Şu anda amacı görevi bitirmek ve geri dönmekti. Aydınlık tarafın mekânında uzun süre durmaktan hoşlanmıyordu çünkü her an kendisine saldıracak birinin olduğuna dair rahatsız edici bir hissiyat ile baş başa kalmaktan nefret ediyordu.

Sarı saçlarını ellerinden geçirdikten sonra derin bir nefes aldı, gözlerinde bıkkınlığın ebedi alevleri dans ediyor ve kendisini ele vermekten hiç çekinmiyorlardı. Hoşnutsuzluk yüzünün her bir santiminde kalıcı bir şekilde kazınmış gibiydi.

“Saçma konuşmalarını lütfen kendine sakla,” dedi kadın rahatsızlığını saklamaya uğraşmadığı sert tonuyla. “Şu görevi yerine getirelim ve çabucak defolalım.”

“Pekâlâ, pekâlâ…” dedi ve ağzına kadar gelmiş diğer yorumlarını yutup kendisine sakladı. “Bu kadar sıkıcı bir görev almak… Gerçekten ne diye verildi bize bu görev.”

“Onunla yakınlık konusunda en iyileri biz olduğumuzdan olmasın,” diye bir tahmin bulundu sarışın kadın.

Diğeri ona gözlerini devirdi, mor gözlerinde tatmin olmadığını belirten parıltılar vardı, “Ciddi misin? Adam zaten ölmüş, ne diye yakınlığı umursayacaklar ki? Yeni yetmelerden niye seçip yollamıyorlar ki? Benim gibi Acemi 3. Seviye olan e Çırak Alemi’ne ulaşacak birine böyle bir şeyi yaptırmaları hiç de etik değil. Kabul edemem bunu!”

Sarışın kadın derin bir nefes aldı ve burun kemiğini sıvazladı, yanındaki kadının kişiliğinden hiç hazzetmiyordu. Özellikle çok konuşuyor olmasına asla katlanamazdı ama elinden bir şey gelmiyordu, üstlerinin emriydi ne de olsa.

“Lütfen… Lütfen şu görevi çabuk bitirelim ve ikimiz de kurtulalım, olur mu?” diye sordu, sesinde bıkkınlık dolu bir yalvarma vardı.

Gözleri mor renkte olan kadın gözleri devirdi, “İyi, iyi! Sustum, oldu mu?”

“Sonunda!”






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44486 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr