Bölüm 127: Adım Adım Yaklaşım

avatar
218 3

Düşmüş Perinin Yükselişi - Bölüm 127: Adım Adım Yaklaşım


Görev Binası, her zaman olduğu gibi gayet sessiz bir şekilde işlemine devam ediyordu ve birçok büyücü adayıyla doluydu.

Resepsiyondaki orta yaşlı kadın bıkkın gözleriyle görev almak için gelen kişileri ve gruplarını sorguluyor, görevlerini onaylıyor ve ardından sıradakinin kontrolünü yaparak monoton bir şekilde işini yapmaya devam ediyordu.

Sıkıcı ancak bir o kadar da rahat bir işmiş gibi duruyordu.

Binada bulunan adaylarının birçoğunun durumu kadınınki kadar rahat değildi, yüzleri dehşet, korku ve aynı zamanda da öfkeyle doluydu ve yüzlerindeki ifadelerdeki çaresizlik elle tutulur derecede belirgindi.

Bunlar, görevden gelmiş olan birkaç grubun yüz ifadesiydi, hepsi öyle değildi. Çıkmış oldukları görevde ne kadar kötü bir durumu tecrübe edip nasıl bir teröre maruz kaldıklarını sadece kırılgan duruşlarıyla bile anlatabiliyorlardı.

Hatta bu gruplardan biri, yanlarında genç bir adayın ikiye ayrılmış cesedini getirmişti.

Cesedin gözlerindeki bakış şaşkınlığı, dehşeti ve korkuyu hâlâ yüzünde barındırıyordu.

Dört kişilik bu gruptaki her üyenin gözleri ağlamaktan kızarmış ve göz kapakları balon gibi şişmişti. Yüz ifadeleri saf hüznü ve acıyı resmetmekteydi ve hâlâ görevlerinin kendilerine yaratmış olduğu kalp donduran dehşetin etkisinden kurtulamamışlardı.

Yaşaması zor ancak edinilmesi oldukça kolay bir tecrübeydi.

Büyücü adayının cesedi akademinin yakınlarında bulunan bir mezara gömülecekti.

Bu, akademinin adayları için sağlamış olduğu bir prosedürdü çünkü karanlık tarafın büyücüleri tarafından cesetlerinin iğrenç deneylere alet edilerek kirletilmelerini istemiyorlardı. Aksi takdirde büyücünün ruhunun rahat etmeyeceğine inanıyorlardı ve ailesinden uzakta olan bu ruhun bedenini göndermek aynı zamanda oldukça pahalıya patlardı.

Soylu ailelerin ölen çocukları ise akademiden alınıp kendi aile mezarlıklarına gömülüyordu ancak bu durumun mümkün olma olasılığı pek de yoktu çünkü aileler bile böylesine bir şeyin pahalılığından yakınıyordu.

Eğer ölen çocuk on büyük ailenin çocuğundan biri olmadığı sürece yaşananlar bu şekildeydi.

On büyük aileden birinden gelmiş olmak, ölümünde bile işe yarayan bir avantaj hâline geliyordu.

Alastair, görevden gelmiş dört kişilik acınası grubu gördüğünde kendi ilk gittiği görevi hatırlamadan edemedi.

Birinin ilk defa görev alması durumunda yaşanacak en kötü senaryolardan birini ilk elden tecrübe etmişti.

Gruplarından birinin acı içinde yakalanarak ölmesi ve Keskin Kızılkurt sürüsü ile o canavarın arasındaki gerçekleşen savaşa şahit olması en kötü senaryolar arasında bile oldukça nadirdi.

Kendisinin diğerleriyle birlikte canını dişine takıp hayatı pahasına yaptığı kaçışı zihninde tekrar oynadı ve tir tir titremesine sebep oldu.

‘İlk görev için müthiş derecede kötü bir başlangıçtı,’ diye düşündü.

Ondan sonraki görevleri ise gayet sıkıntısız geçmişti. Birkaç kere tek başına bile görev yapmaya gitmişti ancak çoğunlukla Paisley ile görevlere çıkmış, onlarda da başlarını neyse ki bir şey gelmemişti ve bunun sayesinde Paisley ile olan yakınlığını da arttırmıştı.

Fap! Fap! Fap!

Duyduğu keskin kanat sesleriyle Alastair arkasını döndü ve kendisine doğru hızla uçmakta olan An’ı gördü.

An zarif bir hareketle Alastair’in çevresinde bir tur attı ve ardından omzuna kondu.

“Hoot!”

Neşeli bir şekilde Alastair’e sürtündü ve etrafını inceledi.

Birçok kişi kafasını döndürüp ortaya çıkan Yıldızkanat Baykuş’a bakış attı ama hemen kendi işlerine geri döndüler, bazı yeni aday olan kişiler de büyülenmiş bir şekilde gözlerini baykuşa diktiler.

Alastair onunla ilgilenmeyi bıraktıktan sonra adımlarını görevlerin asılı olduğu panoya dikti ve istediği bölgeye yakın olan bir görev olup olmadığını kontrol etti.

İstediği özelliklere uyan bir görev bulunmuyordu.

Alastair her şeyin bu kadar hızlı gelişmesinden sonra bir anda tıkanılmasını beklememişti ve aynı şekilde akışın hızla devam edeceğini ummuştu. Beklediği gibi olmamasına rağmen üzülmedi ve görev panosunu incelemeye devam etti.

‘Büyü kristallerim su gibi akıp gittiğine göre seri bir şekilde görev yapmaya başlamam gerekiyor. Özel dersler ve Damasis’den alabildiğim büyü kristalleri artık yetmiyor.’

Alastair şu anda başkalarıyla göreve çıkabilecek durumda değildi.

İlk olarak Paisley ortalıkta gözükmüyordu, bu da kendisinin görev ortaklarından birini kaybettiği anlamına geliyordu ve onun nerelerde olabileceğine dair bir fikri de bulunmuyordu.

Zaten de onun ayağına kadar gitme gibi bir niyeti de yoktu.

Paisley’nin ayağına giderek bir şey isterse kendisini sonsuz bir istek döngüsüne gireceğini ve büyük bir borcun altında kalacağını hissediyordu. Onun oluşturduğu tehdidin gayet de farkındaydı ve olabildiğine kendisiyle ilişkisini minimum seviyede tutmaya devam ediyordu.

En azından Paisley’nin işe yarayacağı bir döneme kadar bu şekilde istiyordu.

Arashi’den yardım istemeyi de düşündü ancak onun da şu an nerede olduğunu bilmiyordu, kahvaltıya giderken onu görmemişti veya ondan önceki akşam yemeğinde de karşılaşmamıştı.

‘Uzun bir görev olmalı,’ diye tahmin etti.

“Alastair!”

‘İti an çomağı hazırla,’ diye aklından geçirdi gözlerini hâlâ panonda tutarken.

Arashi yüzündeki hafif gülümsemesiyle panoya baktı, “Sana uyan bir şey bulabildin mi bari?”

Alastair kafasını hafiften eğdi ve bir süre daha devam edip cevap vermeden incelemesine devam etti.

“Pek sayılmaz. Tek başına yapabileceğim şeyler aşırı kolay ve bundan dolayı da büyü kristali ödülleri de doğal olarak benim için aşırı az. Pek de işime yarayacak bir şey yok gibi yani.”

“Damlaya damlaya göl olur,” diye geri dönüş yaptı. “Peki sorunu---”

“Arashi!”

Arashi’nin sözünü yarıda kesen sese döndü ikisi de.

Sesin sahibi uzun boylu, yüzünde yanık izi olan biriydi.

Yara izi oldukça kötü görünüyordu, hatta mide bulandırıcı olduğu bile söylenebilirdi.

‘Çırak Seviye,’ diye düşündü Alastair, içinde acımasız bir kıskançlık yükseliyordu.

“Gitmem gerek. Sana sorununla baş etmede bol şans.”

Alastair sadece başını sallamakla yetindi ve derin bir iç çekerek panoya döndü. Bir süre daha baktı ve kolay dediği görevlerden birini alıp düşünceli bir ifadeyle resepsiyona doğru yürüdü.

‘Damlaya damlaya göl olur, değil mi?’

Arashi’nin dediğine uymasında bir problem yok gibi gözüküyordu, en azından bir süreliğine öyle umuyordu.

---

Görevleri aldığı ilk günden beri tam tamına iki ay geçmişti ve artık Kasım ayındalardı, sonbahar mevsiminin son ayıydı.

Sonbahar ayıyla birlikte gelen rahatlatıcı serin rüzgârlar kendilerini göstermeye başlamıştı, bazı günler rüzgâr keskin bir bıçak gibi insanın rahatsız olmasına sebep olabiliyordu ancak hâlâ kış ayları gelmediği için çevre oldukça sakin gözüküyordu.

Alastair görev panosuna bakıyor ve sonunda istediği şekilde bir görev çıktığı için seviniyordu.

İki ay boyunca aralıksız görev yapmıştı büyü kristali biriktirebilmek için, sonucunda ise kendisine minik bir servet dağı oluşturduğunu söyleyebilirdi.

Özel dersler, Damasis’den aldıkları ve görevler sayesinde şu an toplam üç bin yüz kristali bulunmaktaydı.

Kendisine ‘Görev Avcısı Alastair’ diye bir lakap dahi takılmıştı yeni gelen büyücü adayları arasında.

Alastair bunları umursamıyordu ama içinde garip bir başarı hissiyatı da vardı, en azından kendisinin kim olduğunu ve becerilerini akademiye göstermişti.

Kendisinin ilk baştaki niyetine tamamen ters bir şekilde ilerlese de bunun yararına olabileceğini düşünüyordu çünkü akademinin güvenini kazanarak çırak tekniğini kazanmaya doğru yatırım gibiydi onun için.

“Bu görevi alacağım,” diyerek panodan çıkardığı kâğıdı uzattı.

Resepsiyondaki kadın kafasını iki yana salladı, uzun zamanın ardından gülümsemekteydi ve aynı zamanda da oldukça şaşkındı.

Karşısındaki çocuk kadar görev alıp da tamamlayan olmamıştı, en azından bunu tek başına yapabilen olmamıştı ve kendisi daha Acemi Alemi’nde olan bir büyücü adayıydı.

Ne kadar aldığı görevlerin birçoğu kolay ve rahat olsa da bazı yapmış olduğu zor görevler de bulunuyordu.

“Ne zaman durmayı planlıyorsun?”

“Öldüğüm zaman,” diye hazır bir cevap verdi, gülümsüyordu.

Kadın aynı şekilde karşılık verdi, “Ölümün yakın olacak gibi duruyor. Baksana etrafına! Birçoğu senin aldığın görevler yüzünden ya görev alamıyor ya da zorlu görevleri almak zorunda kalıyor ve ciddi kayıplarla geri dönüyor. Akademideki birçok adayın öfkesini kendine çekmiş bulunuyorsun.”

Alastair omuz silkti. Diğer büyücü adaylarını umursayacak değildi.

Nihayetinde burada hayatta kalmaya çalışıyorlardı ve zayıflar elbette ölüp gidecekti. Onların görevi daha önce alamamış olması kendi problemleriydi.

Kendisiyle alakası bile yokken sinirlenme hakkını nereden buluyorlardı ki?

“Erken kalkan yol alır.”

Alastair bu noktadan sonra konuşmadı, kadın da bir şey demedi.

Görevin kaydı yapıldı ve Alastair’in ayrılmasına izin verildi.

“Alastair… Sözümü ciddiye almana gerek yoktu,” dedi Arashi yüzündeki sıkıntılı ifadeyle. “Şimdiki aldığın görev yüzünden kabak benim başıma patlayacak!”

Alastair kaşlarını çattı, Arashi’nin dediklerini anlamıyordu.

“Neden öyle bir şey gerçekleşecekmiş?”

“O görevi bizim gruptan birisiyle benim almam istenmişti. Grup başkanı bir tür test sunuyor ve görevi sen aldın.”

“Erken gelseydin,” dedi Alastair ve onun yanından geçerek binadan çıktı.

Arkasında gözlerini deviren ve kafasını iki yana sallayan Arashi’ye dönüp bakmadı bile.

Alastair odasına geldiğinde gülümsedi ve rahatlayarak kendisini yatağına attı. Vücudunda garip bir yorgunluk vardı ve daha gece olmadan yatacak gibi duruyordu.

“Yaptığım görevler boyunca güzel malzemeler buldum ve oraya gittiğimde bir karaborsa satışının olacağını biliyorum,” dedi ancak ardından yatağına oturur bir pozisyona geçti. “Tabi bu kadının sözlerinin doğruluğuna da bağlı ama yalan söylemesi için bir gerekçesi de yok gibiydi.”

Derin bir nefes aldı ve yarının getireceklerini bekledi.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44467 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr