Bölüm 58: Mutlu Başlangıçlar İçin Edilen Hüzünlü Vedalar

avatar
418 2

Düşmüş Perinin Yükselişi - Bölüm 58: Mutlu Başlangıçlar İçin Edilen Hüzünlü Vedalar


Alastair’in denemiş olduğu kılıcın duvarda deneme yapmasından dolayı Baldre kılıcı vermeden önce tekrar baştan bilemiş ve bir sıkıntısı olmadığından emin olduktan sonra kılıcı geri vermişti.

Jade düşünceli bir hâlde nereye gideceklerini düşünürken Khan hayretini gizlemeden Alastair’e bakıyor ve onun kendilerine yaşatmış olduğu heyecanlı şöleni düşünüyordu. Hayran olmuştu ve inkâr etmiyordu bunu.

“Bu kadar iyi kılıç kullanabildiğini bilmiyordum,” dedi başını hafifçe sallayarak.

Alastair yüzüne bir gülümseme kondurdu ve omuz silkip Khan’a yandan bir bakış attı.

“Ben soylu sınıfının bir üyesiyim!” dedi bilinmesi gereken bir gerçek gibi ama kelimeler ağzından çıktığı anda donakaldı, adımları yavaşlamıştı. Derin bir iç çekti ama içini dondurmuştu sanki buzla dolu soğuk bir su içmiş gibiydi. Nefret etmişti.

Sahte bir öksürükle düzeltti kendisini ve yüzündeki ifadesini geri kondurdu yüzüne, “Her neyse… Üyesiydim. Her soylu sınıfının üyesinin olduğu gibi bizler de şövalyelik konusunda eğitim almakla yükümlüydük. Centilmenlik kurallarının da zorunluluğu da eklenince bunu yapmak zorunda kalıyorsun ve ayrıca normal hayatta da gayet işe yarıyor,” diye açıkladı ve ardından yüzünde karanlık bir ifade oluştu. “Ayrıca babamın da zorlu, çetin ceviz sınavları sayesinde kılıç ve yay kullanımını öğrenmek durumunda kaldım. Yine de yay konusunda pek iddialı olduğumu söyleyemem.”

Büyükbabası, kendisi ve kuzenini bu konuda eğitmek için elinden gelen her şeyi yapmıştı ve hiç arkada kalmamalarına dair tavsiyelerde bulunarak eğitimlerini aksatmamıştı.

Büyükbabasının kendilerine öğretirken en çok uğraştığı konu, nasıl bir centilmen olunmasıyla alakalıydı. Ephios’un tamamıyla saçmalık olarak bulsa da katıldığı ve öğrendiği bir dersken Alastair bu konunun bir başka sahne oyunu olduğu bilerek ciddi bir şekilde öğrenmeye çalışmıştı.

İlk başlarda bütün dersler sözel olarak başlamış ve teorik bilgiler anlatılmış. Hemen ardından da uygulamalı hâle gelen ders artan zorluğuyla bir yıl kadar devam etmişti.

Büyükbabası ilk başta ahlak kurallarını, bir centilmenin kendisine nasıl bakması gerektiğini, bir hanımefendiyle nasıl konuşması ve ona nasıl davranılması gerektiği konusunda birtakım bilgiler vermişti.

Bunlar Alastair’in canını sıkmaya yetmişti. Karşı cinsten biriyle flört etmesi gereksiniminin amacından oldukça nefret etmişti.

Bu kendisini iğrendiren ve oldukça can sıkıcı bulduğu bir konuydu.

Bu derslerin uygulamalı bölümüyse Alastair’in ciddi anlamda kendisini usandıran ve oldukça hızlı bir şekilde enerjisinin tükenmesini sağlamıştı.

Uygulamalı dersler, aileyle düzenlenen küçük çay partileri, başkalarını davet ederek düzenlenen çay partileri ve birkaç doğum günü kutlamaları gibi konuları içeriyordu ama Alastair’in bunları gerçekleştirme konusundaki yeteneği pek de harikulade değildi. Neyse ki babasından öğrenmiş olduğu bilgilerin ışığında kendisini olmadığı gibi biri göstermek konusunda gayet iyiydi.

Bu derslerin ardından Alastair’in daha rahat olduğu ve sevdiği şövalyelik derslerine geçmişlerdi. Ephios ne kadar bu derslere katılmayı bir süre sonra bırakmış, büyükbabasıyla kendisini birebir ders yapmak zorunda bırakmıştı. Büyükbabası birkaç kere denemişti ikna etmeyi gelmesi için ama başarısızlıkla sonuçlanmıştı nihayetinde.

Oriol bu konuda ne kadar hayal kırıklığına uğramış olduğunu belirtmemiş de olsa, Alastair bunu onun gözlerinde görebilmişti.

Şövalyelik derslerinin başlangıçların sabahın ilk saatlerinde kalkmalarıyla başlamıştı ama sonralardan Ephios’un kendi rahatlığına düşkünlüğünden dolayı hizmetliler onu kaldıramamıştı. İşte bu yüzden büyükbabaları kendisi gelip kaldırmaya başlamıştı.

Sabah kalkmalarının hemen ardından ilk başta büyükbabalarının ve arada kendilerine katılan Bentley’nin eşliğinde ısınmalarıyla başlıyorlardı. Ardından malikane etrafında beş tur atıyorlardı ve bu turlar her geçen günle artıyordu. Sonrasında şınav ve mekik çekerek ısınma işlemlerini tamamen bitiriyordu.

Alastair için bu geçerli değildi. Alastair o sıralarda zaten kılıç kullanmayı biliyordu ve babasından yay konusunda da dersler almıştı. Büyükbabasıyla yaptıkları kendisine antrenman konusunda hatırlatıcı olmuştu sadece. Babası kendisini 6 yaşından itibaren eğitmeye başladığından dolayı Ephios’dan daha tecrübeliydi.

Büyükbabasının eğitiminin ilk günlerinde sadece bu antrenmanlar yapılmış ve vücut esnetilerek açılışı yapmayı tercih etmişti Oriol. Sonrasında kılıcın nasıl tutulması gerektiğinden başlayarak birkaç gün harcanmış, hemen sonrasında da karşılaşmalara başlayarak uygulamalı anlatıma geçmişti.

Bu şekilde bir buçuk yıl kadar geçirmişlerdi. Zaten kısa bir süre sonra da Ephios tamamen bırakmış ve Alastair ile Oriol’u yalnız bırakmıştı. Oriol Alastair ile yay alıştırmalarına geçmişti ve Alastair’in pek de inancı olmadığı bu konuda yardımcı olmaya çalışmıştı. Sonralarında beraber ormanın fazla derinlerine gitmeden ava giderek eğitimi devam ettirmişlerdi. Bazen de arka bahçeye hedefler kurularak yapıyorlardı bunu.

Eskiyi hatırlamak, Alastair’in hüzünlenmesine sebep olurken gözlerindeki ışık yavaşça solmuştu. O eski zamanlarda tekrar yaşamak ve hatalarını düzeltmek isterdi. Özellikle de amcası ve eşine karşı olan tavırları konusunda kendisini düzeltmesi gerektiğini düşünüyordu.

Belirsiz bir iç çekişin ardından odağını satın aldığı silahlarına çevirdi.

Kılıç, kınının içinde her bir an saldırı için çekilmeye hazır bir şekilde kendinin çekilip sebep olacağı katliam anını beklermiş gibi duruyordu usulca. Aldığı yay ise, özel kutusunda sadağı ve oklarıyla birlikte duruyordu. Düzgün ve sabit bir gelir elde edene kadar sınırlı okundan dolayı yayı olabildiğince az kullanacaktı.

‘Büyücülükten bir gelir elde ediliyordur herhalde,’ diye düşündü ama büyücüler hakkında bilgisinin yokluğu yüzünden bunu düşünmemesi gerektiğini fark etti. Şu anlık yapabileceği tek şey dünyaya dalış yapıp tecrübe ederek öğrenecek oluşuydu.

“Şimdi de benim ilgi alanıma gidiyoruz! Seni güzelce giydirmezsek olmaz, değil mi?” dedi heyecanla ama sonra durdu ve Alastair’e döndü. “Bir bavulun yok, değil mi?”

Alastair başını iki yana salladığını görünce Khan’ı aceleyle bir bavul alması için yollamış ve böylece yollar ayrılarak günün geri kalanının devamı gelmişti.

---

Huzurla dolu gecenin manzarası olan yıldızsız gökyüzündeki ay yapayalnız bir şekilde yukarda aşağıdakilere bakıyor, onların yoldaşlığını üstleniyordu. Yıldızlar sanki küsmüşler gibi ortadan kaybolmuşlardı. Ay ile dans etmiyorlardı, tek başınaydı.

Peri Kanadı alışılmışın dışında bir yoğunluğa ev sahipliği yapıyordu bu gece ama içerideki hava oldukça farklıydı. Şen, neşeli ve sıcaklığın yükseldiği hanın içi her an bozulabilecek bir sakinlik ve huzur dolu bir ortama dönüşmüştü. En ufak bir gerginlikte ortam kaosa dönecekmiş gibiydi. Her şey pamuk ipliğine bağlıydı.

Hanın içerisinde soylu sınıfının insanları bulunmaktaydı. Bu da gerginliğin sebebiydi. Çalışanlar olabildiğince hata yapmamaya çalışıyor ve müşterileri olan soylulara tolere etmek için fazlasıyla çaba sarf ediyorlardı. 

Jade gülümsemesini koruyarak bulunduğu bar masasının arkasındaki işini her zamanki gibi yapmaya devam ediyor ve gözlerinin ucuyla da masalarını işgal etmekte olan soylulara yandan bakış atmaktan da kendini alamıyordu. Onların gözlerindeki tiksinti yi ve küçümsemeyi mesafeye rağmen gece ortasındaki meşaleymişçesine görebiliyordu.

Sinirli değildi ama yine de soylular yüzünden çektiklerini düşününce kendisini iç çekmekten ve lanet okumaktan da kendini alamıyordu.

Hanın kapısından içeri elinde bavul ve belinde biri kısa, biri de normal boyutlarda olan kılıç bulandıran bir genç girmişti. Fırtınaları gözlerine hapsetmiş olan gözleriyle etrafını hızlıca taradı ve hedefini bulduğunda sanki şimşekler çakmış gibi gözleri parıldadı.

Handaki üst sınıftan gençlerin hiçbiri giren yeni gelen çocuğu umursamamıştı, hepsi kendi aralarındaki konuşmalara dalmıştı veya tamamen kendilerine odaklanmışlardı.

Çocuk şöminenin önündeki büyük masaya doğru hızlı adımlarla ilerledi. Hedefi o masada oturmaktaydı.

Şöminenin önündeki on kişilik büyük masada, üstlerinde mavi renkte, kenarları altın işlemelerle süslenmiş olan cübbeleri bulunan biri kadın olmak üzere üç kişi ve üzerlerinde deri zırhlar bulunan dört adam bulunuyordu. Cesaret kıran ve korkutucu görünen silahları masanın üzerinde duruyor, işlevlerini gayet de yerine getiriyorlardı.

Çocuk silahları hiç umursamadan yanlarına geldi. Önlerindeki yemeğe ve aralarındaki muhabbete öyle dalmışlardı ki, yanlarına gelmiş olan kendisini görememişler veya ayak seslerini duyamamışlardı. Çocuk gözlerini devirdi ama hemen yüzünü düzeltti, sahte bir öksürükle dikkatlerini çekmeye çalıştı.

Grubun lideri olan adam tek kaşını kaldırdı ve çocuğa dikti gözlerini ama ağzından tek bir kelime dahi çıkmamıştı.

Çocuk, adamın dikkatini çekebilmiş olmanın verdiği rahatlıkla birlikte ceketinin iç cebinden kendisine bu öğlen başrahibe tarafından verilmiş onaylı belgesini çıkardı.

“Pekâlâ,” dedi kısa bir incelemenin ardından ve yanındaki cübbe giyen büyücülerden birine uzattı belgeyi. “Normalde sabaha doğru çıkmayı planlıyorduk ama birkaç komplikasyon oluştu ve bundan dolayı iki saate yola çıkacağız. Anlaşıldı mı?”

“Anlaşılmıştır. Bilgilendirmeniz için teşekkür ederim.”

Ardından çocuk boş masalardan birine geçmiş ve bavulunu da yanına alarak yolculuk zamanını beklemeye başladı.

Kendisine ayrılmış odasında, önüne koymuş olduğu eşyalara bakıyor ve gözlerini kısarak içindeki bunaltıcı hissiyatın gitmesini bekliyordu. Yaklaşık iki saat içinde buradan ayrılacak ve yepyeni bir hayatın sularına yelken açarak bilinmezliğin sularında ilerleyecekti.

İlk öğrendiği vakitten beri istediği şey olan akademiye gidip de büyücü olabilme hayalinin ilk adımını atmış olacaktı ama mutlu olmak yerine sinir bozucu bir burukluk vardı içinde. Bundan nefret etmemişti ama bunu hissetmek istediğinden de emin değildi.

“Vedalar gerçekten bu kadar zorlayıcı mıydı hep?” deyip düşünceli bir hâl aldı.

Babası öldüğünde üzülmemişti ama tatmin olmuştu. Hak eden hakkettiğini almıştı. Annesi öldüğündeyse, onu hatırlamıyordu. Annesi öldüğünde nasıl hissettiğini hatırlamıyordu. Tek bildiği babasıyla yaptıkları nefret körükleyen mide bulandırıcı konuşmaydı.

Alastair duygularını hiç ön planda tutmayan biri olarak bu tür durumları hiç düşünmemişti. Olaylara mantıksal açıdan yaklaşmayı tercih eden biriydi çünkü duygular kişinin yapmaması gereken şeylere iten bir motivasyon aracıydı.

Ancak şu an Alastair duygularına öncelik tanımayı seçmişti.

Jade ve Khan ile ilgili olunca duygularının yüzeye çıkmasını engellemesi zor oluyordu.

Hoş, deniyor muydu ki? Bundan pişman değildi, garip bir şekilde bunu istiyordu aslında.

O ikiliyle geçirdikleri vakit gayet kısa da olsa kendisi için iyi geldiğini itiraf ediyordu ve bunun daha çok yaşanmasını istiyordu. Özellikle de bir zamanlar yaşamış olduğu ve geride bırakmak zorunda olduğu hayatı düşününce, böyle bir durumda oluşuna sevinmişti.

‘Gerçek bir aile,’ diye düşündü. Ne kadar Laila, Bentley ve Oriol kendisine bir ailenin varlığını hissettirmeye de çalışsa pek de başarılı olamamışlardı. Belki kendisinden dolayıydı, belki de onlardan… Ama hiçbiri şu anki hissettiğini hissettirememişti.

“Ölüp gelmenin de kendince bir getirisi var demek ki.”

Yüzünde çiçekler açıyordu adeta ama kırgınlık barındırıyordu çiçekler.

Derin bir nefes aldı ve gözlerini ovuşturarak aklın başına toplamaya çalıştı. Şu anda hayalindeki büyü akademisi için yola koyulacaktı ve mutlu olması, sadece orayı düşünüyor olması ve geleceğinin planlarını yapıyor olması gerekiyordu. Duygusallığının bunun önüne daha fazla geçmesine izin veremezdi. Her ne kadar güzel bir şey de olsa da atılacak yeni adımlarını hesaplayıp rotasını çizmeli ve ilerlemeliydi.

Mantık tekrar duygularının çelikten duvarların arkasında olmasını sağlamış ve kendisini kapatmıştı.

Alastair kendi belgesini konvoy buraya geldikten kısa bir süre sonra hemen vermiş ve ardından eşyalarını ayarlayıp kontrol etmek amacıyla odaya çıkmıştı.

Yayını ve okları kutusuyla birlikte bavulunun en dibine koymayı tercih etmiş, saklamayı tercih etmişti. Kılıcını da sırtına yerleştirmiş, hazırlık bir şekilde odasında duruyordu.

Alastair ardından odadaki çalışma masasının üzerinde hazır bekleyen kâğıt ve kaleme baktı. Maalesef ki devriye sırası bu gece Khan’da idi ve ona veda edemeyecekti. O yüzden hızlıca bir şeyler yazmaya çalıştı onun için. En azından görüşmemiş olmayacaklardı.

‘Mutlu başlangıçlar için edilen hüzünlü vedalar…’

Aklında beliren düşünceyle kâğıdı mutfaktaki masanın üzerine koydu ve bavulunu da alıp çıktı.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44476 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr