Bölüm 40: İçte Oluşan Sıkıntılar

avatar
427 1

Düşmüş Perinin Yükselişi - Bölüm 40: İçte Oluşan Sıkıntılar


“İlk önce bronzlar…”

Açgözlülükle ellerini birbirine ovuştururken gözleri parıldamış ve dudakları geniş bir hilal şekli şeklini almıştı.

İlk başta bronz shininlerden başlayarak onları kendi arasında gruplara ayırmaya başladı. Kısa süren hızlı bir ayırma işleminin hemen ardından gümüş olanlarına geçmişti.

Bir tüccarın açgözlü ifadesi yavaşça yüzünde belirirken tatmin olmuş bir şekilde ayırmış olduğu küçük para tepeciklerine baktı. Ellerinin kavuşturup izledi kısa bir süre.

Eğer en değerlilerin bulunduğu kısmı Khan’a vermemiş olsaydı gümüş ve bronz shininlerden çok altın olanlarıyla ilgilenirdi. Ama şu saatten sonra artık o altınların bulunduğu keseyi hayal etmekten başka bir şey yapamazdı.

Manzaranın keyfini çıkarma işleminin ardından bronz shininlerden birini eline aldı ve incelemeye başladı.

Bütün paraların üstünde olduğu gibi shininlerin üstünde tepelerin ardından yükselen güneşin anına benzer bir olay işlenmişti paranın üzerine.

Paranın üstündeki bu resim hem krallığın kurulmasından hemen önce bu amaç uğruna verilen kanlı savaşların simgesiydi hem de bu amacın adına insanların inancı ve umutlarının simgesi olarak bir hatırlatıcı olarak görev görüyordu.

Birçok söylentiye göre o tepeler kuruluş adına verilmiş olan kanlı savaşların gerçekleşmiş olduğu yerleri temsil ediyordu veya o tepelerin ardında krallığın ilk temelleri atılmaya başlanmıştı. Ya da bu kurtuluş için yapılan planlamaların ilklerinin ortaya atıldığı yerdi.

Kimse tam olarak ne olduğunu bilmese bile paraların arkasında işlenmiş olan bu resimler onların milliyetçi ruhlarını besliyordu. Sonuçta yaşıyor oldukları kudretli krallıklarıyla ilgili güzel bir şeydi.

Kimse ne kadar doğru olduğunu umursamıyordu.

İçindeki açgözlü tarafın canlandırıcı his ve gözlerindeki harlanmaya devam eden ışıltılarla birlikte bronz shininleri saymaya başladı. Saymayı hızlıca bitirmiş ve üstüne de birkaç kere kontrol için tekrar saymıştı, yanlış bir hesaplama yapıp kendisini dışarıda küçük düşürmemek için.

Bronz shinin açısından, elinde 55 tane birlik, 10 tane onluk ve son olarak da 4 tane ellilik bulunuyordu. Aralarında bir tane bir tane bile yüzlük bronz olmaması biraz hayal kırıklığına uğramasına sebep olsa bile derin bir nefes alıp elinde daha gümüş shininlerin olduğunu hatırlayıp duruşunu bozmadı.

Bronz olanlarının değerine dayalı hesaplamasını yaptı ve tekrar kontrol edip sağlamasını da yaptıktan sonra hiç ara vermeden gümüş olanlarına çevirdi dikkatini.

Gümüş shininlerin oluşturduğu tepe bronz olanlarına kıyasla daha küçüktü ama değer olarak daha üstte olmasından dolayı Alastair’in umudu da yüksekti.

Küçük tepesinin de ayrıştırma işleminden sonra elindekilerin 30 tane birlik, 3 tane onluk ve birer tane de sırasıyla ellilik ve yüzlükten oluştuğunu öğrenmiş oldu.

“Toplam 355 bronz shinin ve 210 gümüş shininim var. Hiç olmamasından iyidir. Ve eğer hepsini altına çevirmeye kalkarsam da 4 altın shinin sahibi oluyorum,” dedi gururla çevirisini yaparken ama sonunda yüzündeki gülümseme solmuştu. “Altına çevirmediğim zaman kesinlikle daha zenginmiş gibi hissediyordum.”

Halk tabakasından birinin bakış açısıyla bakıldığında elindeki para gayet iyiydi ama Alastair gibi bolluk ve refah içinde bürünmüş birinin küçük sayıların altında bu yönden hissetmesi gayet doğaldı.

Özellikle de eğer kölelerin bakış açısıyla durumu göz önüne aldığında durumunun onlar için tam bir bolluk ve bereketlilik olduğu söylenebilirdi. Onlar için bir bronz shinin bile zenginlik anlamına gelebilirken Alastair’in elindekiler onlar için hazineden farksızdı.

“Pekâlâ, artık soylu olarak geri dönüş yapamayacağıma göre elimdeki her bir shinin parçasına hazineymiş gibi sarılmam gerekecek.”

Siyah renkteki keseyi eline alıp el çabukluğuyla sahip olduğu bütün shininleri içine attıktan sonra dikkatini odaklanması gereken bir sonraki konulara verdi bütün dikkatini: yeni kıyafetler ve duş.

Geçen zamanla birlikte burnu kokusuna alışmış da olsa kendisine giydirilmiş süslü ve gösterişli kıyafetlerin kötü koktuğunun farkındaydı ve ayrıca kendisi de muhtemelen tuvalet sularında gezen lağım fareleri kadar kötü kokuyordu.

Üstündeki kıyafetlerin etrafındaki herkese doğal olarak rahatsızlık vereceğinden kesinkes emindi ve böyle bir şey istemiyor olsa bile asıl sorun sadece bu da değildi.

Kendisi bu kıyafetlerden kurtulmalıydı ki diğer insanların arasında rahatça gezebilsin. Yoksa kendisinin tekrar öldürülebileceğinden endişeliydi. Sonuçta zombi olarak görülüp bir anda kendisine kılıçların geçirilmesi ve okların yağması gayet olasıydı.

Hem kötü kokudan kurtulması gerekiyordu hem de üstündeki kıyafetten kurtulması gerekiyordu.

“Eğer odamı olduğu gibi bıraktılarsa muhtemelen dolabıma da dokunulmamıştır, değil mi? Mantık açısından pek de yanlış düşünmüş olamam diye düşünüyorum.”

Düşünceli yüz ifadesiyle Alastair kendine konuşarak fikirlerini sesli bir şekilde dile getirmeye devam ederken dikkatini kalkık kaşlarıyla gardırobunun mat siyah renkteki kollarına çevirdi.

Çevik bir hareketle ayağı kalktı ve gardırobunun önüne geldi. Kısa bir süre inceleyip derin bir nefes aldı umutla ve açtı dolabı.

Yüzündeki düşünceli ifade yerini mutlu olana bırakmıştı.

Beklediği gibi olmuştu ve istediği şeyle karşılaşmıştı. Kıyafetleri tamamıyla oradaydı ve hem de her biri koruyucu bir şeffaf pakete sarılmıştı. Kıyafetlerin her biri, Alastair’e göz kırpıyordu giyilebilmek için.

“Ev tamamen boşaltılmış durumda ama gariptir ki benim her bir eşyam yerli yerinde ve hiçbir şekilde değiştirilmemiş durumda gibi duruyor. Temizlenmiş olması dışında her şey…” dedi elleri kıyafetlerin üzerinde gezerken ve ekledi. “Büyükbabamın kişiliğini düşününce bütün her şeyimi kiliseye bağışlayacağını düşünürdüm.”

Aklını çelen bu varsayımla birlikte düşünceli ifadesi tekrar yüzündeki yerini almıştı. Dolaba bakmaya devam etti bir süre ama bunun için bir sebep bulamayınca dert etmemeye karar vererek başını iki yana sallamıştı.

“Bütün kıyafetlerim burada olabilir ama eğer bunların hepsini buradan alırsam muhtemelen sıkıntı çıkabilir. Aslında… Zaten buraya istediğim gibi girip çıkabiliyorum. Eğer ihtiyacım olursa istediğim gibi alırım.”

Kendisine basit bir beyaz, uzun kollu gömlek, kahverengi bir pantolon ve ceketin bulunduğu poşeti askısından tutarak ve kirletmemeye özen göstererek eline alırken dudakları büzüldü ve kaşları hafiften çatıldı.

“Acaba diğer odaların da dolu olma olasılığı var mı? Bir odaya daha bakıp denesem mi ki?”

Ne kadar düşünmek istemese bile evin durumuyla alakalı sorular diğerlerinin üstüne çıkarak kendisini belli ediyordu.

Kaşları daha da çatıldı ve bu sorusunun cevabını alabilmek için öğrenmeye karar verdi. Ne de olsa elindeki yaklaşık dört altın dışında kaybedebileceği bir şey yoktu. Ek olarak evde kimse yoktu ve bir başkasının da girebilme olasılığı elinde anahtar olmasına bağlıydı. Yani kendisinin korkup bu kararından geri çekilmesini sağlayan bir durum yoktu ortada.

Taşıyor olduğu kıyafet setini dolabın kollarına asmış ve yapacağı operasyon için adımlarını banyoya çevirmişti.

Evin boş olması yüzünden kapıların yenilenmelerinin ve tamiratlarının yapılmaması gerçeği hâlâ aklında olsa da bir daha omuz ile kapıyı parçalayarak açıp kendi omzunun ağrımasına sebep olmak istemiyordu.

Kolay bir yol gibi gözükse de acı çekmek istemiyordu. Acının büyüklüğü veya küçüklüğü fark etmezdi. Acının olmaması onun için en önemli etkendi.

Ayrıca belki başka bir türlü kendisini yaralayabilirdi de! Banyodan alacağı eşya sayesinde, bu riskli durumu ortadan kaldırmış olacaktı.

Oldukça kazançlı bir durumdu neticede.

Banyonun kapısının açık olması işini kolaylaştırmıştı. Eğer kapı kilitli olsaydı diğer odaların boş olup olmadığını kontrol edemeyecekti ama bu sonuç onun için pek de sorun teşkil eden bir problem değildi.

Sadece içinde bir belki olarak kalacak ve belki kısa bir süre zihninde dönüp durarak kendisini rahatsız edecekti. Tabi ki kendisi kapıyı kırıp da açabilirdi de ama bunu yapmak için efor sarf etmek gibi bir niyeti yoktu ve olmazdı da.

Kendi kapısını kırdı diye diğerlerini de mi öyle açması gerekecekti?

“Aha!” dedi sesli bir şekilde istediği eşyayı elleriyle gösterirken.

Aklında geçip duran ve gözlerinin önünde duran, kendisine yardımcı olacak olan eşya bornoz askılığından başkası değildi. Kendisinin kapı kırma için mükemmel bir araç olacağından şüphesi yoktu.

Heyecanla kaynayan kanıyla birlikte hızlıca gidip askılığı eline aldı ve dikkatli bir şekilde kapısındaki delikten geçerek Ephios’un kapısının önünde durdu.

Zalimlikle bezeli bir gülümseme belirdi yüzünde Ephios’un suratını hayal ederken.

“Keşke içeride olaydın! Kafanda bunu parçalamak öyle zevkli olurdu ki!”

Gülümsemesi daha da genişlerken metal askılığı sıkıca kavradı ve bir anda, hızlı bir şekilde kapıya indirdi.

BANG!

Çıkan yüksek sesle birlikte parçalara ayrılan tahtadan yapılma, özel işlemelerle bezeli kapının ortasında artık kocaman bir boşluk bulunuyordu.

Alastair askılığı kenara koydu ve dikkatlice içeri girdi. Oda tamamıyla boşaltılmış, geriye hiçbir şey kalmamıştı. Koca yatak bile yerinden alınmıştı. Bunun nasıl başarılabilmiş olduğunu çözememişti. Boş olan odanın durumu onu şaşırtmaktan ziyade hayal kırıklığına uğramasına sebep olmuştu.

Boş olanın içinde daha fazla durmadan, askılığı aldığı gibi koşar adımlarla tekrar odasına dönüp yerine koymuştu. Ardından su deposunun yanına ilerledi ve duvara sabitlenmiş olan dolaptaki muhafaza edilen yedek sabunlardan birini eline aldı.

Sabuna kısaca bir göz gezdirip kokladı. Kokusunda bir sıkıntı yoktu ve bu içinin rahatlamasına sebep olmuştu. Sonunda üstündeki lanet kokudan kurtulacaktı.

Dolabı bir daha inceledi ama istediği kokulu aromaların bulunmadığını fark edince omzunu silkerek geri döndü odasına.

Kulpa asmış olduğu askılığı eline aldı ve kapıya doğru ilerledi ama kaşları çatılıp duraksadı kısa bir süre. Gardıroba geri yöneldi ve içinden sade, kahverengi başlıklı bir cübbe alıp odadan çıktı.

Evde suyun bulunduğunu düşünmüyordu, özellikle her yerin kapanmış olduğu gerçeği göz önüne bulundurunca normal bir şeydi.

‘Kilise ve şövalyeler… Umarım göl tarafında araştırma yapmıyorlardır ve bu gayet düşük bir olasılık,’ diye düşündü merdivenin başına gelirken.

Kiliseyi ve şövalyeleri düşünmeye devam ederken merdivenleri hızlıca inmeye başladı ama yarı yolda guruldamaya başladı karnı. Yüzünde acı bir gülümsemeyle kafasını iki yana sallayarak iç çekti ve üst üste gelen bu soruları düşünmeye başladı.

Kilise ve şövalyelerin göl tarafından uzakta olması gerekiyordu ki üstünü değiştirebilsin ve iğrenç kokudan kurtulabilsin. Eğer şövalyelerin araştırması oralarda devam ediyorsa Alastair ne yapacağına dair hiçbir fikri yoktu şu anlık.

Kasabaya inemezdi çünkü eğer üstündekileri biri görürse anında yakalanacak ve muhtemelen öldürülecekti. Karnının açlığını giderebilmesi için de kasabaya inmesi gerekiyordu ama onun için de ilk problemi çözmesi gerekiyordu.

İyi yandan bakılacak olursa, en azından parası vardı ve düşünmesi gereken sorunları da zaman ile halledebilecek bir şeydi.

“Yüzüm…”

Aklına gelen düşünceyle birlikte dudaklarını büzdü ve derin bir nefes aldı sıkıntıyla. Yüzünü görmemiş kimsenin olduğunu düşünmüyordu.

“Cübbeyle olabildiğince bir şekilde gizlenmeye çalışacağım artık. Keşke… Keşke bir maskem olsaydı,” dedi ve ardından aklına gelen düşünceyle gülümsedi. “Saçlarımı da kesebilirdim aslında. Bir de makyaj yapmayı öğrenmiş olsam… Kesinlikle öğrenmem lazımdı.”

İçinde oluşan daralma düşünceleriyle birlikte dağılırken gözlerinde umut dolu bir ışıltı belirti ama hemen söndü. Göğsünde garip bir baskı vardı ve kendisini endişelendiriyordu. Lakin biliyordu ki eğer kasabadan dışarıya adım attığı anda geçeceğini bildiği bir baskıydı bu. Her an tanınıp kötü olaylar zincirlerinden birini tetikleyecek ve bunun sonucunda başına gelebilecek sıkıntıların ihtimali ağır birer kaya olarak omzuna yüklenmişti.

“Olabildiğince hızlı bir şekilde bu kasabadan kaçıp kurtulmam lazım. Bu şekilde günler geçirerek kendimi paranoya edip delirmek gibi bir niyetim yok,” dedi kendi kendine kaşları çatılırken.

Gözleri sıkıntıyla bulutlanmıştı.

Olumsuz düşüncelerini bir kenara bırakıp derin nefesler alıp kendisini rahatlatmaya çalıştı. Olumlu düşüncelerin gücüne inanarak göl kenarının tamam boş bırakılmış bir şekilde kendisini beklediğini ve orada sakince duşunu alıp ilk sorununu çözeceğini umdu.

Bir de rahip ve şövalyelerin açacakları soruşturma yüzünden yapacakları araştırma yüzünden uzaktan onları izleyip gitmelerini beklemek istemiyordu. Tanınmadan üstündeki kokudan ve kirlenmiş kıyafetlerden kurtulmayı planlıyordu.

Ek olarak elinde kıyafetlerle ve sabunla saklanması oldukça zor olurdu. Ne kadar poşete sarılmışlar da olsa, kirlenme risklerini de almak istemiyordu.

Ormanı araştırıp belki başka bir su kaynağı aramaya çıkabilirdi ama üstündeki yüklerler bunu yapmaya kalkışmanın pek de akıllıca bir karar olacağını düşünmüyordu. Üstüne üstlük ormanda başka bir tane bulabileceğine dair olan umudunu yüksek tutup kendisini hayal kırıklığına uğratmak da istemiyordu.

Bunun için nedenlerinin başında ormana dair olan bilgisinin az oluşu ve ormanda bir su kaynağı ile karşılaşmaktan ziyade vahşi bir yaratık ile karşılaşmasının daha yüksek olması durumu da bulunuyordu.

Hayata daha yeni gelmiş biri olarak daha hayatını düzgün yaşayamadan bir su kaynağını bulma uğruna ölmek veya ağır yaralanıp başlangıcını berbat etmek istemiyordu.

Merdivenlerden indi ve umudunu göl kenarının boş bırakılmış olmasından yana yatırdı.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44471 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr