Bölüm 37: Mezar Yağmacıları (3)

avatar
819 3

Düşmüş Perinin Yükselişi - Bölüm 37: Mezar Yağmacıları (3)


Başarılı bir şekilde sonuçlandığını düşündüğü planlarının sonunda yaşayacakları hayata dair yeni hayaller kuruyor, bulunduğu durumların kendilerine yüklemiş olduğu rahatsız edici eziklikle dolu yaşamın düşüncelerini tamamen yok ediyor ve kendisinin ruhunun hafiflemesini sağlıyordu.

Thev son nefeslerini alıp vermeden önce oldukça mutlu, sakin ve huzur doluydu.

Aynı şekilde kader de Thev gibi planlarını yapmış ve ona uygun bir şekilde ağlarını örmüştü. Bu adamın hayatının oluşturduğu ağ ile kendisinin ördüğü ağın karışmasına, adamın ağının incelmesine ve zayıflayıp kader tarafından yok edilmesiyle sonuçlanmıştı.

Kader, demirden yumruğu ve bir taşın sahip olabileceği kadar duyguyla zavallı ama güçlü hırsa ve büyük hayallere sahip adamın nefesini kesip atmıştı.

Karşısındaki pisliğin kendisinin içinde patlamasına sebep olacak öfke yanardağını bastırmaya çalışmak için derin nefesler alıp önündeki olaya, yeniden hayata döner dönmez işlediği bu cinayete odaklanmaya başladı.

Hayata tekrar gözlerini açma şansı yakalamıştı.

Bu kesinlikle onun karşılaşabileceği en absürt ve harikulade durumdu ama bunun hakkında yakınacak değildi.

Yaparsa anında öldürülüp kendisini aynı yerde tekrar bulacağından korkuyordu.

Yine de hayatındaki ilk adımlarını atarken birini öldürmek zorunda kalmış olması, ne kadar öfkesine kapılıp ani bir karar vermiş de olsa, pek de iyi bir profile sahip olmak için yapılabilecek bir hareket gibi gözükmüyordu.

Değildi de zaten.

Nihayetinde bunu yaptığından dolayı içinde zerre bir pişmanlık kalmadı. Hatta daha mutluydu ve annesinin çürümüş bedeninin zarar görmemesi için elinden geleni yapabilmiş olması bile yeterdi onun için.

Sabahın ilk ışıklarının haberciliğini üstlenen kuş cıvıltıları iç rahatlatıcı bir rol üstlenmiş olsalar bile önündeki gerçekleşmiş olan olay Alastair'in rahatlamasına engel oluyordu.

Annesinin mezarında huzurlu bir sonsuz uyku çekmesi gerekiyorken önündeki şerefsiz tarafından mezarından çıkartılıp üstündeki değerli olan eşyaların alınıyor oluşu onun rahatlamasından ziyade daha da hiddetlenmesine sebep oluyordu.

Annesinin burada bu ıssız ormanın ortasında mezar soygunculuğuna kurban gitmesini istemiyordu.

Düşüncesini hayata geçirmek amacıyla etrafındaki yeşilliğe bir göz gezdirdi.

Yeşillik şüpheli durmuyordu. Oldukça sakin, huzurlu ve güven vericiydi ama bu Alastair'in içinde dikkat çekici bir huzursuzluğu barındırmasına sebep olmuştu.

Alastair'in gözleri ebeveynlerinin cesetlerinin bulunduğu alana yöneldi ve huzursuzluğunun kaynağını buldu: iki kürek ve iki kazma.

'Diğeri nerede?' diye düşündü ve eğilip cesetlerin arasında bir süre beklemeye çalıştı ama kimse çıkmamış, bulunduğu alarm durumunu biraz da olsa rahatlatmasını sağlamıştı.

Alastair dizlerinin üstüne oturup gözlerinin önündeki cesetleri incelemeye başladı.

Her ikisi de bir ölünün olabileceği kadar iyi durumdaydı. Kendisinin vücuduna veya annesinin vücuduna dokunulmamış ve üstlerinden bir şey alınmamıştı ama babası bu konuda pek şanslı değildi.

Babasının üstündeki ceketi çıkartılmış, bütün cepleri araştırılmış ve ardından bir kenara fırlatılmış gibi duruyordu. Yeleğiyse biraz daha şanslı konumdaydı. Sadece düğmeleri çıkartılmış gibi duruyordu.

Babasının üstünden düşündükleri kadar eşya çıkmamıştı. Bu Alastair tarafından beklendik bir şeydi.

Babası, kişinin değerli ziynetler ve eşyalarla gömülüşüne sertçe karşı çıkan biriydi. İnsanların inandığı bir hurafeye göre böyle bir işe girişip kişiyi adeta hazine olarak gömmesinden tiksinti duyar, yapanları küçümserdi.

Belli bir noktaya kadar Alastair de aynı fikirdeydi.

'Diğer kişi kim?'

Gözleri tekrardan iki küreğin üstünde durdu ve bulunduğu durumu en başından itibaren gözden geçirmeye başladı.

Dünyaya tekrar dönmesinin hemen ardından hiçbir ikinci düşünceye dahi izin vermeden mezar soyguncularından birini öldürmüştü ve şu an, bunu yaptığından dolayı pişmanlık duymaya başladı.

Belki adamı yaralayabilir ve kaçıp yardım istemesini engelleyip onu sorguya çekebilirdi ama ölüsünün kendisine kazandıracağı bir şey yoktu artık.

'Senin bana verdiğin derslere rağmen yine de duygularımın önüme geçmesine izin verdim ve sonucunda zararlı çıkan ben oldum,' diye kabullendi hatasını. 'Haklı olmandan nefret ediyorum.'

Kafasını iki yana sallamış ve ardından kılıçları alıp cinayet mahallinden yavaş adımlarla uzaklaşmaya başlamıştı.

'Iyh! Ne iğrenç bir koku be!' diye yakındı zihninde.

Üstündeki kıyafete sinen iğrenç ölü kokusunun güçlü aroması midesini bulandırmasına rağmen buna karşı yapabileceği bir şey olmadığına dair olan katı gerçeklik yüzünden dayanmaya çalışıyordu.

Mezar soyguncusunu öldürmüş olduğu göl kenarından uzaklaşıp ağaçların arasına daldıktan sonra cinayet mahallini rahatlıkla izleyebileceği ve kendisinin de dalları arasında görünme ihtimalini oldukça indirecek bir ağaç seçmek ile uğraştı kısa bir süre.

'Küçük bir ihtimal ama... Denemekten de zarar gelmez,' diye düşünmüştü arama sırasında kafasında dönen çarkların eşliğinde. 

Kısa bir arama sürecinin sonucu oldukça güzel ve verimli olmuş, mükemmel bir yer seçmişti kendine yapacağı gözlemleme için.

Bulduğu ağaç fazla uzun boylu bir ağaç değildi ama gövdesi ve dalları oldukça kalındı. Dahası çevresindeki ağaçların boyunun kendisine kıyasla daha uzun olmasından dolayı tam anlamıyla kamuflaj olmuş gibi duruyordu.

Büyükbabasının kendisine öğretmiş olduğu gibi tırmanmaya başladı. Ağacın gövdesinde bulunan göçüklerin yardımıyla bu işi oldukça kolay bir şekilde bitmişti. Ağaca tırmanma işlemi kolaydı.

Ancak ağacın dalları arasında kendisine güzel bir yer ararken dallara takılmış ve birkaç kere elinin çizilmesine ve pantolonuyla yeleğin üzerinde de birkaç yırtılma oluşmasına neden olmuştu.

'Kıyafetler...' diye düşündü ve üstüne bir bakış attı.

Giymiş olduğu kıyafetlerin beyaz ve gri renkleri arasında giden tonları bulunduğu ortamın yeşil tonları arasında oldukça öne çıkıyor ve anında göze çarpıyordu.

'Umarım buna göre planım da işler!'

Yine de kendisinin fazla öne çıkmamasına uğraşaraktan yaprakların arasında kendisini gizlemeye çalıştı.

Göl kenarını yeterince iyi bir şekilde görüyordu. En azından yapraklar yüzünden görebildiği tek şey ölü bedenlerin olduğu bölümdü ve bu ona görmesi için gereken tek yerdi. Görüşünü kısıtlayan tek şey yapraklar değildi. Ayrıca ince dalların yüzünü çizme ve gözlerini kör etme ihtimali olduğundan dolayı kafasını pek de hareket ettiremiyordu da.

Elden bir şey gelmiyordu ve olanıyla yetinmek zorundaydı.

Ağaçların arasında yer değiştirerek göl kenarını daha iyi bir şekilde görebilmek için kendisine yeni bir yer arayabilirdi ama üstündeki dikkat çeken kıyafet yüzünden böylesi bir denemenin tamamen boşa olacağını düşünmüştü.

Ayrıca, hazırladığı şey de bunun üzerineydi. O yüzden şu anda yapabileceği tek şeyi yapmaya karar verdi: gözlemlemek ve suç ortağının kim olduğunu öğrenmek.

--

"Fiuv! Sonunda bitti!" dedi ve ayağa kalkıp pantolonun düğmesini ilikledi.

Yağlı saçlarını elleriyle karıştırdı ve gerindi. Gözlerini etrafında dolaştırdı kısa bir süre. Sabahın yeni yeni yükselen güneşine çevirdi başını.

"Yeni hayatımıza doğan yepyeni ve parlak bir güneş," dedi kendi kendine. Sesinde hafif bir üzüntü vardı. "Keşke siz de burada olabilseniz."

Sonrasında derin bir nefes aldı ve rahatlamış ifadesiyle göl kenarına doğru adımlarını yönlendirdi. Thev'in yaptığı gibi o da ıslık çalmaya ve ritim tutturup zaferlerini kutlamaya başlamıştı.

Aklı, yeni hayatlarının kendilerine getireceği güzelliklerle ve yaşayacakları refahla dolarken keşfetme arzusu yükselmeye başlamıştı içinde. Oldukça çocuksu ve saf bir keşfetme arzusuydu onunki.

Göl kenarına ulaştığında neşeli yüz ifadesi yavaşça solmaya, kaşları çatılmaya ve adımları da yavaşlamaya başlamıştı. İçinde yükseliyor olan endişe, korku ve etmeye başladığı dualarla birlikte adımları daha da hızlanmış, koşmaya başlamıştı.

"Hayır! Hayır! HAYIR!" diye bağırdı gördüğü sahne karşısında.

Hareket edemedi, öylece donakaldı. Bir şey yapmak istedi. Bir adım atmak, elini uzatmak ama hiçbirisini yapamadı ve öylece kaldı.

Bir süre öylece bakakaldı kardeşi olarak gördüğü adamın hayattan koparılmış vücudunun kanlı görüntüsüne.

Nihayetinde bir tepki verebilmişti; ağzı yavaşça açıldı. Çatılı olan kaşlarının dehşetle kalkışı ve gözlerinin sonuna kadar açılışı takip etmişti.

Ağzı açıktı ama tek bir ses dahi çıkaramamıştı; gözleri açılmıştı ama tek bir damla yaş dahi dökülmemişti; kaşları kalkmıştı ama öfkeyle tekrar kapanamamıştı.

Öylece bakıyordu Thev'e.

Kendi kanının üstüne düşmüş olan cansız, nefesi kesilmiş olan kardeşinin bedenine bakarken derin ama titrek bir nefes alabilmişti zorla da olsa ve sanki taş yutuyormuş gibi hissetmesine neden olsa da yutkunabilmeyi başarmıştı.

Yavaşça eğilmeye çalıştı ama titreyen dizlerine dayanmamış, kendisinin dizlerinin üstüne düşmesine sebep olmuştu. Titreyen elleriyle beceriksizce Thev'in açıkta kalan, şaşkınlığın parıltılarını barındıran gözlerini ve ağzını kapattı.

Sonrasında uzaklaştı ve kardeşinin cansız bedenine bakmaya devam etti. Dişlerini sıkıyor ve daha birkaç dakika önce birlikte gülüp eğlendiği adamın ölü bedenine dikilmişti yaşlarla dolmaya başlayan mavi gözleri.

Geçmişlerini düşünmeye başladı.

Kendilerinin kim olduğunu oldukça iyi bir şekilde gizlemeyi başarabilmişler ve bulunmayacaklarından da bir o kadar emin olmuşlardı. Şu ana kadar yapmış oldukları her işten, soylu soymak olsun ya da birilerini kandırıp paralarını ellerinden almak olsun, hepsinden kaçabilmişler ve karanlığın kucaklayan, kendilerini kabul eden sıcaklığında kaybolmuşlardı.

İşte bu şekilde yaşamayı becerebilmişler, hiç yakalanmamışlar ve kendilerini korumayı başarabilmişlerdi.

Bundan dolayı kendilerine çok güveniyorlardı zaten ama şimdi bu güven tamamen sarsılmaya başlamıştı.

Rob'un kafasında bunun nasıl olmuş olabileceğine dair bin bir türlü fikirler dönüyor, şimşekler çakıyordu ama hiçbir çıkar yol bulamıyordu.

Kapana kısılmış gibi hissetmeye başlamıştı. Belki eskiden soydukları biri onların izini bulmuş ve Thev'in canını almışlardı ama bu nasıl olabilirdi?

İşte bu kendisinin hiçbir şekilde cevabını bulamadığı soruydu ve bu aynı zamanda onu korkuyordu.

Thev'in kanlar içindeki huzurlu görüntüsünden kafasını kaldırmış ve sonunda etrafına bakabilmişti.

'Ha? Bir dakika? Ne oluyor burada?' diye sorular uçuşmaya başladı kafasında.

Çocuğun bedeni ortada yoktu ve bu kendisinin anında ayağa kalkmasına sebep olmuştu.

Endişe bütün bedenini kaplamaya ve kendisini tüketmeye başlamıştı. Korku da kendisinin titremesine sebep oluyordu.

Kontrolü kaybediyordu Rob.

Biri tarafından takip mi ediliyorlardı? Takip ediliyorlarsa, ne zamandan beridir takip ediliyorlardı? Kaç kişiydiler? Silahlılar mıydı? Güçlü müydüler? Yoksa, tek kişi miydi bunlara sebep olan?

'Kilise!' diye parladı bir anda zihninde fikri.

Kilise yapmış oldukları şeyi fark edip kendilerini araştırması için arkalarından birilerini göndermiş olabilirdi. Bu işleri daha da zorlaştıracaktı.

'Bizi kimse takip etmiş olamaz! O kadar araştırma yaptık! Bunun için, kendimizden tamamen emin olmak için bir ay boyunca bekledik!'

Düş kırıklığı kendisini göstermeye başlarken zihni Rob'u cesaretlendirmeye ve kendisini toparlaması için yardım etmeye çalışıyordu.

Böylesi bir işi ilk defa yapıyor değillerdi. Kendileri bir çaylak hatası yapacak kadar çaylak da değillerdi! İyice araştırma yapmışlar ve bu işe girişmişlerdi. Kendilerine olan güvenleri tamdı ama şu an, önündeki olayı çözmek için zihni yeterince çalışamıyordu.

Derin bir nefes aldı ve kendisini sakinleştirmeye, odaklanmaya çalıştı. Eğer bu şekilde devam ederse kendisinin sonunu getirecekti ve bütün çabaları boşa gitmiş olacaktı.

'Sakin ol! Sakin ol!'

Eline küreklerden birini almış ve sıkıca tutarak gölden uzaklaşıp ağaçların arasına doğru ilerlemeye başlamıştı.

Sesli bir şekilde yutkundu.

Ba-dump! Ba-dump!

Kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyor, dışındaki oluşturmuş olduğu sakin görüntüsünü ele veriyordu. Dışarıdan duyulabilecek gibiydi kalp atışları.

İzlediği yol olarak ise geldiği yolu seçmişti. Eğer birisi veya birileri tarafından takip ediliyorsa en azından bir iz bulabileceğini düşünüyordu.

Geldiği yol boyunca ilerlerken Fae ailesinin malikânesine bir bakış atmış ve içinde yükselen tiksinti ve öfkeyle yüzünü çevirmişti. Yavaş adımlarını daha da yavaşlatarak nerede durma noktasına getirirken mezarlığa bir bakış attı ve etrafta oradan oraya telaşla koşuşmakta olan kilise üyelerini ve şövalyeleri gördü.

'Siktir! Siktir! Siktir!'

Kilisenin olayın farkına varmış olması içindeki endişeyi daha da arttırmıştı. Bu işin planlandığından daha zorlu ve sıkıntılı bir şeye dönüşmüş olması, kendisini daha da zora sokuyordu.

Eğer kilise onu cesetlerle birlikte yakalarsa muhtemelen yakalanıp hücreye kapatılacaktı ama eğer bu Fae ailesinin kulağına gidecek olursa işte o zaman tamamen bitmişti ve bu tek bir şeye işaret ediyor olacaktı: idam.

Cesetlerden biri olan çocuğun kayıp olduğu gerçeği de buna eklenince muhtemelen ölmek için dua etmek zorunda kalacak ve işkencelerin hedefi olacaktı.

Soyluların neler yapabileceklerine ilk elden şahit olmuş birisiydi. Bu onun kalbinin atışını ve nefes alışverişlerini daha da hızlandırmış ve çaresizliğini daha da kesin kılmıştı.

Hızlı adımlarla birlikte geldiği yoldu geri dönmeye koyulmuşken aynı zamanda etrafını dikkatlice inceliyor ve şövalyelerden biriyle karşılaşmamak için uğraşıyordu ama o sırada bir şey fark etti.

'O da ne?'

Mavi gözleri ağaç dalına takılı olmuş olan beyaz renkteki cekete takılmış ve adımları yavaşlamaya başlamıştı.

Korkuyla çarpmakta olan kalbi şüphe tohumlarıyla daha da karmaşık bir hâl alırken kendisini sakinleştirmeye ve kafasındaki oluşmaya başlayan karmaşayı sonlandırmaya çalıştı.

'Thev'e saldıranın işi olmalı! Kaçarken arkasında bırakmak zorunda kaldı!'

Rob dişlerini sıktı ve yavaş adımlarla ceketin bulunduğu ağaca doğru yürüdü. Gözleri ağacın dalına takılıp delinmiş ve değerini yitirmiş cekete takıldı. Ceketi geri dönerken fark etmemiş olmasını bulunduğu durumun oluşturduğu baskıdan dolayı diyerek kendisini rahatlamaya çalıştı.

Whish! Whish!

O sırada yapraklardan gelen hışırdama sesleriyle birlikte elindeki küreği içgüdüsel olarak daha sıkı tutmaya başlamış ve gözleri ilk önce etrafına ardından ağaçların dalına yönelmişti.

Kilise tarafından bulunma olasılığının verdiği korku, yerini Thev'in katilinin hâlâ buralarda olabileceğine dair olan olasılığın kendisine hissettirdiği öfkeye bıraktı.

Dişlerini sıkıyor, hiddetle etrafını inceliyor ve hızlı hızlı nefesler alıyordu.

Bir süre daha devam etti incelemeye ama ardından bir şey bulamadığından dolayı derin bir nefes aldı ve daha rahat bir pozisyona geçti.

'Hayvandır,' diye düşündü sonunda. Şüpheliydi ama başka şansı yok gibi görünüyordu. Özellikle de kilise kendisini her an bulabilecekken.

"AAAAAH! AAAAH!" diye bir anda bağırmaya başladı çıldırmış bir hayvan misali omuzlarında hissettiği acıyla birlikte ve elindeki küreği yere fırlattı.

Rastgele oradan oraya hareket ediyor, bağırıyor ve üstündeki acısına sebebiyet veren ağırlıktan kurtulmaya çalışıyordu ama bunu başaramıyordu. Aksine acısını daha da katlıyor ve kendisinin daha da zararlı çıkmasına sebep oluyordu ama elinden başka da bir şey gelmiyordu.

Daha ne olduğunu anlamadan şiddetli acıyla birlikte kendini yerde bulmuştu.

Artık bağırmıyordu ama acıyla arada bir inliyordu. Ek olarak gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı hissettiği acıdan dolayı. Daha önce hiç böylesine bir acı hissetmemişti.

Sırtındaki ağırlık bir anda yok olmuş ve gözlerinin önüne bir çift beyaz ayakkabı girmişti.

"Sen... Ah... Huuuu..." diye devam etmeye çalıştı konuşmasına ama omuzlarındaki acı kendisinin konuşmasının devamını getirmemek için kararlıydı.

Acı dayanılmaz değildi ama şiddetliydi ve kendisini öldürmesini istemesini sağlıyordu. 

"Sen... Sen... kim...."

Kelimeler ağzından zorla çıkmıştı ama sormaya niyetlendiği soru gayet açıktı.

"Yooo... Hayır... Sen... Sen..." diye zor da olsa konuşmaya çalıştı.

Şaşkınlığı acısından üstün gelmişti.

Baş ucuna eğilip kendisini göstermiş olan kişi yerde yatan ölü çocuğun ta kendisiydi!

Ne düşünmesi gerektiğini ne düşüneceğini tamamen kaybetmişti.

"Evet, ölüydüm," diyerek anlatmaya başladı gülümseyerek. "Canlandığımda gördüğüm sahneyle keşke ölü olarak kalmamı istememe sebep olacak derecede berbattı. Sizi şerefsiz, pislik, insanlıktan nasip almamış varlıklar..."

Alastair bulundukları yöne doğru gelen ayak seslerini duyduğu anda derin bir nefes aldı. Hızlıca kılıçları adamın omuzlarından çıkartmıştı ve bu, adamın tekrar acı içinde haykırmasına ve yeniden inlemelerinin artışını sağlamıştı.

Küfretmeye de çalışıyor ama acı onu engelliyordu.

Ardından olabildiğince hızlı bir şekilde aksi yöne ilerleyerek ortadan kaybolmuştu.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44464 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr