Bölüm 30: Kendini Güçlü Kılman Gerek!

avatar
402 2

Düşmüş Perinin Yükselişi - Bölüm 30: Kendini Güçlü Kılman Gerek!


Güneş zalim sıcaklığıyla merhametsizce insanları sarıp sarmalıyor ve onları kavurup canından bezdiriyorken Fae ailesinin malikânesinin önündeki 10 yaşındaki Alastair endişe veren düşüncelerinin arasında dolanıp duruyordu.

Sırtında 10 tane okun bulunduğu siyah ayı derisinden yapılmış bir sadak ve kılıç kını bulunuyordu. İkisi de çapraz, birbirine takılmayacak şekilde duruyor ve Alastair'in rahatsız bir durumda olmamasını sağlıyorlardı.

Sol elinde tuttuğu meşe ağacından yapılmış düz yayıyla birlikte tamamıyla silahlanmış ve savaşa hazır gibi görünüyordu.

Endişeli düşüncelerinin arasında dolaşan Alastair, babasının kendisine vereceği son sınavı beklerken içinde bir heyecan dalgası da oluşmaya başlıyordu ama ne yapacağına dair bilgisi olmaması yüzünden dalganın durulması uzun sürmemişti.

'Sonunda kurtulacağım!' diye düşündü umut ve neşe meşalelerini yakarken kalbindeki.

Alastair'in endişeli ifadesi neşeye eşlik eden rahatlamayla değişmişti.

Eğer bu sınavı başarıyla geçerse babası onu bir daha rahatsız etmeyecek ve istediğini yapma konusunda rahat olacaktı. Babası tarafından dört yıl önce kanatlarına vurulmuş zincirler ve ayaklarına vurulmuş prangalardan kurtulacaktı.

Kanatlarını özgürce açacak ve istediği yerlere gidebilecekti. En azından artık annesinin yasını daha rahat tutabileceği zamanı olacaktı.

Aklına gelenlerle birlikte gözlerini kapattı ve derin bir nefes alıp öfkenin kendisini ele geçirmesini engellemeye çalıştı.

Başarmıştı ama sadece birikmesine sebep oluyordu. Bir gün patlayacaktı ve o zaman değişiklik ufukta kendisini gösterecekti.

'Ne olursa olsun sınavdan geçmek zorunda olduğumu unutmamalıyım!'

Ela gözlerini yavaşça açtı. Kararlılık ve hırsın parıltılarıyla doluydu. Yüzünde kendinden emin olduğunu belirten ifadesi kendisinin her şeyi başarabileceğini gösteriyordu.

Derin bir nefes aldı tekrardan ve bütün odağını babasının birazdan yapacağı sınava çevirdi.

O sırada, açılan kapı Alastair'in odağının dağılmasına ve dikkatinin kapıya kaymasına sebep olmuştu.

Kapıdan çıkan kişi yanındaki hizmetçiyle birlikte Jorah idi.

Kısa saçlarını dağınık tutmayı tercih etmiş olan Jorah hâlâ çekiciliğini korumayı başarabilmiş, kendine yeni bir imaj kazandırmıştı bu tercihiyle.

Kendisine rahat bir hava katmıştı ne kadar zıt bir tanım olsa da varlığına.

Üstünde beyaz renkte ince şeritlere sahip, toz mavisi kısa kollu bir gömlek vardı ve düğmelerinin üstten üç tanesi haricinde tamamı iliklenmişti sıcak havadan dolayı. Göğüs kıllarının birazının özgürlüğe kavuşması anlamına da geliyordu.

Güneşin kavurucu sıcaklığına rağmen siyah, sade bir pantolon giymiş ve siyah ayakkabılarına uyum yakalamasını sağlamıştı.

Yanında gelen kadın ise siyah renkteki hizmetçi elbisesi ve beyaz renkteki önlük giyiyordu.

Önlüğün kenarlarında hizmetçinin el işindeki yeteneğini gösteren kırmızı renkte yapraklara sahip bir çiçek işlenmiş, oldukça sevimli bir dekor olmuştu.

Kadının görüntüsündeki en çok dikkat şey ise iki eliyle birlikte taşıyor olduğu kutuydu.

Kutu 15 santim uzunluğunda ve 30 santim genişliğindeydi. Tahtadan yapılma, sıradan ama oldukça iyi bir şekilde oyularak yapılmıştı. Süsleme veya ayrıyeten bir renklendirme yapılmamış, tamamıyla sıradan bir kutuydu.

Göze kötü gelen bir görüntüsü yoktu ama iyi de sayılmazdı.

Alastair kutuyu gördüğünde kaşlarını merak ile çatmış olsa bile soru sormaya denememişti. Onun yerine babasının yapacağını umduğu açıklamayı bekledi.

Soğuk, acımasız ve mesafeli olan ela gözler Alastair'in üzerinde gezdi kısa bir süre.

Ne bir memnuniyet ne de bir iğrenme vardı yüzünde ifade olarak. Düz, donuk ve ölü bir yüz ifadesinden başka bir şeye sahip değildi Jorah.

"Kutunun içinde avlaman gereken iki hedefin bulunuyor," diyerek açıklamasına başladı ve ardından eline cebine atıp gümüş işlemeli bir ce saati çıkardı.

Saatin incelikle işlenmiş desenleri göz alıcı ve mükemmeldi.

"Sınavın kutunun içinde bulunan iki hayvanı yakalamak ve onları kutunun içine geri koymaktan geçiyor. Avlama sürecini nasıl geçireceğin tamamıyla sana kalmış. İstersen öldürürsün, istersen de canlı bir şekilde kutuya olduğu gibi geri koyarsın."

Sustu ve oğlunun bir sorusu olup olmayacağını dinlemek için bekledi.

Cevap alamamıştı ama bu onun için daha iyiydi.

"Seni belli bir mesafeden izliyor olacağım," diye son noktasını da koydu Jorah.

Alastair babasının anlattıklarına bir karşılık vermemiş, sadece başını onaylayarak sallamakla yetinmişti.

Avlama işi pek de içine yatmamıştı aslında.

Kendisinin oldukça kötü hissetmesine sebep olan bir düşünce de olsa onların canını almadan veya yaralamadan da alabileceğine dair bir şansının var oluşu onu iyi hissetmesini sağlamıyordu.

Böyle bir şey yapabileceğine dair umudu yoktu çünkü babası ona gerekli bir malzeme vermemişti.

Bu demek oluyordu ki babası onun avlanmasını istiyordu.

'Muhtemelen yaralamadan yakalayamayacağım türden canlılardan seçmiştir,' diye düşündü babasının amacını çözmeye çalışırken.

Bu fikir onun yutkunmasına ve kendinden, en çok da babasından, iğrenmesine sebep olmuştu. Ancak dişlerini sıkmış ve derin bir nefes alarak konsantrasyonunu geri kazanmaya çalışıp gözlerini kutuya çevirmişti.

"Arkama geç," dedi Jorah ve hizmetçinin elinden kutuyu nazik bir hareketle çekip aldı.

Kutunu ağzını açmış, hemen ardından da kutuyu anında ileriye doğru sallamış ve içinde bulunan iki canlının fırlamasına sebep olmuştu. 

Biri kuş, diğeri ise tavşandı.

Kuş hızlıca kanatlarını çırparak kavuştuğu özgürlüğüyle ağaçların arasına karışıp göz açıp kapayıncaya kadar kaybolurken tavşan da çalıların içine girmiş ve kaçmıştı.

"Hedeflerini gördün," dedi ve arkasını dönüp oğluna baktı. "Şimdi başlayabilirsin."

Son cümlesinin ardından cep saatine bakmaya başlamıştı.

Babasının önünde gerçekleştirmiş olduğu eylemin aniliği yüzünden hissetmiş olduğu şaşkınlıktan dolayı ilk birkaç saniye donakalmış ve bu durumdan çıkamamıştı ama hemen hislerini geri kazanmayı başarabilmiş ve son görevinin kendisine yüklediği sorumluluğu alarak ilerlemeye başlamıştı. 

Yargıç ile olayları izliyor olan Alastair de kaşlarını çatmış, önünde tekrar sahne alan anıya bakarken kafasında oluşan karışıklığı çözmeye çalışıyordu.

Garip bir olaydı.

"Neden kuş ve tavşanı bulanık gördüm?" diye sordu kafa karışıklığını dile getirme amacıyla.

Yargıç gözlerini önünde ayırmadı ama yavaşça kafasını sallayarak odağının Alastair'de olduğunu göstermiş oldu.

"Anıların gözlerinin görmesi, kulaklarının duyması, dilinin tattığı, burnunun kokusunu aldığı ve elinin dokunduğu ve bunun sonucunda aldığı hislerin toplamıyla oluşmuş olan bir şeydir," diye basitçe açıkladı ve devam etti örnek göstererek. "O sırada o iki hedefin görüntüsünü tam göremediğin için anılarında bulanık olarak görmüş olduk biz. Lakin sen onların muhtemelen ne olduğu bilen tek kişisin ve sakın bunu söyleyip eğlencemi bozmayı düşünme! Sürprizin ne olduğunu merak ediyorum!"

"Anladım."

Alastair değişen çevreye bakarken derin bir nefes aldı ve birazdan yaşanacak şeyleri bekledi.

'Beklemek dışında sanki elimden başka bir şey geliyormuş gibi...'

Düşüncesinin verdiği karamsarlıkla buruk bir gülümseme belirdi yüzünde.

Küçük Alastair yayını sımsıkı tutarken gözlerini etrafına dikmiş ve dikkatli bir şekilde çevresini inceleyip hayvanları aramakla meşguldü.

'Onları öldürmeden götürmenin bir yolu var mıdır ki?' diye düşündü ve kendisini izleyen babasına kısa bir bakış atıp tekrar önüne döndü.

Yüzünde karamsar bir ifade vardı.

İkisi de oldukça hızlı bir şekilde kaybolmuştu ve nasıl araması gerektiğine dair de bir fikri yoktu. Babası ona avlanma konusunda bir şey öğretmemişti ve kendisi de bu konuda bir kitap okumamıştı.

Siss! Siss! Siss!

İçinde umutsuzluk dalgası yükselirken duyduğu ses dalgalarının sakinleşmesine ve ela gözlerinin parlamasına sebep olmuştu.

Derin bir nefes aldı Alastair.

Alastair refleks olarak hemen sadağın bir ok aldı ve yayına yerleştirip çekmiş, hazır bir şekilde beklemeye başlamıştı.

Vhif!

Tavşan hızla bir anda çalıdan fırladı.

Voos!

Alastair çekmiş olduğu okunu serbest bırakmış ve başarılı bir şekilde hedefine ulaşmıştı.

'Biri gitti,' diye düşündü Alastair ama içten içe bunu yaptığından dolayı kendisin kötü hissediyordu.

"Sormak istediğim bir soru daha var. Peki ya düşünceler? Onları nasıl duyabiliyoruz?"

Anı izleme işinin tam anlamıyla nasıl yürüyor olduğu merakını tamamen çekmişti çünkü birazdan olacakları görmek istemiyordu.

"Söylemeyi unuttum," diye gülümseyerek başladı Yargıç. "Anılar, sadece hislerden oluşan şeyler değil. Aynı zamanda o anda düşünüyor olduğun tonlarca düşünce de bunlara dahil. Evet, hisler asıl belirleyici faktördür ama duygular ve düşünceleri de o sırada tecrübe ederek yaşıyor olduğun için onları da hissedebiliyorsun. Daha doğrusu şu an hissedebiliyoruz."

Alastair başını salladı ve kendisinin küçük hâline dikti gözlerini.

Küçük Alastair elindeki yayı sıkıca tutmaya devam ederek ilerlemeye başladı hedefini görmek için.

'Hayır, hayır! Olamaz, yok, yok! Hayır!' diye düşünceleri şiddetli bir fırtınadan farksız bir hal almıştı.

Yanık ombra ve bakır rengi tüylere sahip olan tavşan yerdeydi. Geceden siyah gözleri tamamıyla açıktı, nasıl öldüğünü bile fark edememiş olduğunu gösteriyordu.

Göz alıcı güzellikteki kürkünde kirden farksız duran ok karnını delip geçmiş ve etrafında bir kan gölünün oluşmasına yol açmıştı.

Kan.

Alastair'in başı dönmeye ve midesi bulanmaya başlamıştı ama ilginç bir şekilde kusmaya direnebilmişti.

Kan önündeki doğa harikası tavşanın güzelliğini mahvetmiş ve iğrenç, tiksindirici bir hâl almasını sağlayarak güzelliğini katletmişti.

Küçük Alastair dehşet ile yere çöktü.

Şoktan donakalmıştı yüz ifadesi ve göz yaşları birikmeye başlamıştı ela gözlerinde hissetmeye başladığı hüzünle.

Kalbi acıyordu. 

Bu acı annesini kaybettiği zaman hissettiği acıyla aynıydı.

Sevdiği bir şey daha elinden kaybolup gitmişti.

Ancak bu sefer farklıydı. Bu sefer sebebi kendisiydi.

Tavşana gözü gibi bakmaya çalışarak onca ay onu beslemeye çalışmış ve onunla iyi bir bağ kurarak onunla dost olmuştu adeta.

Şimdiyse onu kendi elleriyle öldürmüştü.

Yüzüne soğuk bir su gibi çarpan gerçekle kafasını hızlıca çevirmiş ve kusmuştu.

Kendisini durdurabilir zannetmişti bundan ama başaramamış ve kendi iğrençliği yüzünden kusmuştu.

On dakikaya yaklaşan bir kusma seansının ardından bitkin ve solmuş yüz ifadesiyle bir zamanlar güzel olan hayvana bakmayı sürdürdü.

"Neden?" diye sordu Alastair arkasındaki babasına seslenmek amacıyla. "Onları kullanmak zorunda mıydın?"

Jorah, Alastair'in durumuna bakarken başını onaylamaz bir tavırla iki yana salladı.

Oğlunun hâlâ yeterince vasıflı olamayışını görmüş olması elindeki bütün umudun da kaybolmasını sağlamıştı.

Oğlu zayıftı. 

"Bu sınavın asıl amacı senin onları öldürüp öldürememen veya yakalayıp yakalayamaman ile hiçbir alakası yoktu," dedi ve oğlunun yanına yürüyüp yanına çökmüştü.

Ela gözleri Alastair gibi tavşanın üzerindeydi.

"Olay onları koruyup koruyamayacağın ile alakalıydı. Eğer elinde onları koruyabilecek kadar gücün yoksa onları terk etmen ve kendini daha güçlü kılman gerekir," dedi ve ardından sustu bir süre. "Seni zayıf bırakanlardan kurtulmalı ve güçlenmelisin."

"Aynı annemi terk ettiğin gibi," diye karşılıkta bulundu Alastair.

Ses tonu ölü ve babası gibi soğuk ve mesafeliydi.

Kafasını kaldırdı ve babasının ruhsuz ela gözlerine baktı, kendisinin gözleri de aynıydı şu an.

Soğuk, acımasız bir parıltı yerini almıştı artık Alastair'in gözlerinde.

"Aynı anneni terk ettiğim gibi," dedi ve Jorah ayağa kalkıp oğlunu yaşadıklarını sindirmesi için bir başına bıraktı.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44457 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr