Bölüm 6: Malikanede Son Durum

avatar
734 8

Düşmüş Perinin Yükselişi - Bölüm 6: Malikanede Son Durum


Öğlen güneşinin batışa hazırlık için çöküşü, gayet baştan çıkarıcı bir görüntüyü gözler önüne seriyor ve görenin kalbini ferahlamasını sağlıyordu.

Bu görüntünün etkilemediği iki çocuk lüks bir yolcu arabasının içinde korku, endişe ve kaygıyla oturuyorlardı. İçlerinde bulundukları durum yüzünden neler yapması gerektiklerini ve nasıl karşılamaları gerektiğini düşünüyorlardı.

İki saat süren yolculukları ilk başlarda hafif endişeli ve fazlasıyla korkutucu geçerken, sonrasında sessizlik içinde rahat bir yolculuk geçirmişlerdi.

Güçlü ve iyi bakımlı atlar, arabayı malikaneye doğru ilerleyen patika üzerinde sıkıntı çıkarmadan ilerlemiş, bir gürültü olmadan kapıya ulaşmıştı.

Kapının önüne yerleştirilmiş, ellerinde mızraklarıyla korumayla yükümlü olan askerlerden biri arabanın sürücüsüne kısa bir bakış atmış ve ardından arabanın kapısını açıp kenara çekilmişti.

"Selamlar olsun genç efendiler! Umarım yolculuğunuz rahat ve hiçbir sıkıntı olmadan geçmiştir," diyerek karşıladı. Başı önüne bakıyor ve yanındaki soylu statüsünün insanlarıyla göz teması kurmamaya çalışıyordu.

Çocuklar karşılık vermedi, onun yerine direkt olarak malikanenin girişine doğru yöneldiler. Çocuklardan birinin yüzü her zamanki gibi soğuk ve dünyadan uzak ve bilinmeyen diyarlara bakıyor gibi görünüyorken diğerinin yüz ifadesi soluktu ve dudaklarını dişleyip duruyordu. Korkmuş ve endişeliymiş gibi görünüyordu.

'Oldukça rahat ve sıkıntısızdı,' diye düşündü Alastair alaylı bir şekilde.

Kapının açılışını izlerken sonun alabileceği cevapları düşündü. Zihni ve bedeni düşüncelerinden dolayı gerilmiş, kendisinin yorulmasına sebep olmuştu. Rahatlamayı umuyordu.

Arabada geçen yolculuk boyunca zihninde her türlü kötü senaryoyu tekrar ve tekrar e yüzlerce kez oynamış ve sonucunda baş ağrılarına sahip olmuştu.

Kapının açılmasının ardından yorgun ela gözlerini karşılayan şey arka bahçeye doğru ilerleyen hizmetçilerdi. İçindeki merak ateşi tekrar harlanırken yanındaki Ephios'a bir bakış attı.

Ephios'un durumu arabadaki çaresiz haline kıyasla daha iyiydi. Arabadan çıktığı anda kendisini biraz daha düzeltmişti, kendi ailesinin şu anki telaşlı durumuna bir de kendisini eklemeyip düşünceli bir davranışta bulunmuştu. Yine de aklındaki çaresizlik gölgeleri hâlâ yerlerini korumaya devam ediyorlardı.

"Annem arka bahçede olmalı," diyerek belirli olanı vurguladı Ephios sesinin güçlü çıkmasına umarak.

Alastair başını salladı ve iki saat boyunca oturarak geçirdiği yolculuğunun bitmiş olması sayesinde kazandığı yürüyebilmenin rahatlığıyla adımlarını arka bahçeye yöneltti.

Kısa bir yürüyüşün ardından, uzun boylu amcasını ve yanındaki kısa eşini birbirlerine sarılır bir şekilde desteklerken görmüş oldu. Birbirine yakışan güzel çiftin hayran olunası, güzel ve ihtişamlı eş görüntüsüne içten içe göz devirmiş ve tamam onları göz ardı ederek etrafına bakmayı tercih etti.

"Bentley amca, tam olarak bu buluşma ne ile alakalı?" diyerek bir baş selamı dahi vermeden direkt olarak konuya girmeyi tercih etmişti. Ses tonundaki mesafe kendini oldukça belli ediyordu.

Yeğeninin soğuk ve mesafeli tavırlarına alışmış olmasına rağmen yine de başını olumsuzlukla sallamadan edemedi. Karşısındaki çocuğun aile içinde gösterdiği soğuk, mesafeli tavırlarının bir heykel kadar kusursuz olan abisiyle ne kadar benzediğine bir kez daha şahit olmuştu.

"Benim de günüm iyi geçti Alastair. Sorduğun için çok teşekkür ederim. Beni bu kadar düşünüyor oluşun gerçekten de kalbimi neşeyle dolduruyor," diyerek alaycı bir şekilde karşılık verdi.

Alastair bu sefer kendini tutmamayı seçti ve gözlerini devirip derin bir nefes aldı bıkkınlıkla.

Ephios'un bitmek bilmeyen aşağılama dolu tavırlarından sıkılmış olmasının yanı sıra amcasının yersiz neşeli tavırlarından da nefret ediyordu. Konuya ciddi bir şekilde yaklaşılmasını istiyordu. Alaycı yaklaşmalarıyla boşuna cümle sarf etmeleri boşa zaman kaybıydı. Bundan nefret ediyordu bundan.

Amcasının dediklerine karşılık gözlerini ona dikti ve bir cevap beklemeye başladı.

"Babandan hiçbir farkın yok Alastair. Her zaman olduğu gibi soğuksun," diye araya girdi dudaklarını büzerek, ardından neşeyle devam etti. "Alastair, canım yeğenim, bir tanem, lütfen bugün asık suratla dolaşma, tamam mı? Bugün büyük bir gün ve hepimizin buna dikkat etmesi lazım. Lütfen, ikiniz için de söylüyorum bunu; hiçbir şekilde birbirinizle atışmaya çalışmayın. Birbirinize destekleyici bir şekilde yaklaşın, tamam mı? Bu büyük günü atlatırsak kendini odana kapatıp bir ay boyunca çay partilerinden uzak kalabileceksin, tamam mı?"

Alastair bıkkınlığını koruyarak başını salladı. Ne uğruna bu kadar uğraşıldığına dair bir bilgi hâlâ elde edememişti. Canı sıkılmaya başlamıştı.

"Alastair'i odaya kapatıp hasta olduğunu söylesek olmaz mı? Bu sayede onun çirkin ve göz kanatan görüntüsünü görmemiş oluruz. Bunun, önlem amacıyla kesinlikle daha iyi bir yol olacağını düşünüyorum. Boşa riskten kurtuluruz ne de olsa."

Eline geçen şansı anında değerlendirerek harekete geçmiş, kuzenine laf atma şansını gözden kaçırmamıştı. Sözcükler ağzından çıkarken gülümsüyordu.

"Düşünülebilir," diye destek çıktı alaycılıkla Bentley.

"Bentley! Ephios!" deyip küçük çaplı bir çığlık attı Laila. "İkinizde lütfen küçük bir çocukmuşsunuz gibi davranmayı keser misiniz? Üzülme Alastairciğim, ikisi de günün kendi üstlerinde oluşturduğu stresi atmak için seni hedef alıyorlar."

Çaresizliğinin ağırlığı altında eziliyor olan kuzeninin kendisini bu kadar çabuk toplayabilmiş olmasına şaşırmış olsa da bir şey dememeyi tercih etti.

Daha bir saat kadar önce arabada ecel terleri döküyordu ve şimdiyse gülümsüyordu. Kuzenine ve amcasına karşı bir şey demedi. Sadece bıkkınlık ve küçümseme dolu gözleriyle uzunca bir süre ikiliye dikti gözlerini.

Laila'nın kelimeleri ne kadar kendisinin destekleyicisi olduğunu gösterse de pek de umurunda olmamıştı. O tür sözcüklerin bir etkisi olmadığını düşünüyordu. Eylem hep daha önemliydi ne de olsa.

"Alastair sadece bunun oldukça önemli olduğunu bilsen yeter," diyerek yeğeninin sorusuna nihayetinde cevap vermişti. "İkiniz de gerisini büyüklere bırakın. Bu geceki düzenlenecek organizasyonda sadece görünüşünüz ve davranışlarınızla ilgili endişelenseniz yeter."

Cevabının ardından Bentley yeğenlerine ve eşine veda ederek doğruca malikaneye ilerledi. Yüzündeki gülümseme yavaşça endişeli bir ifade halini almış ve omuzları da düşmüştü.

Bu gecenin önemi yüzünden omuzlarına binen yük kendisinin boğulmasına ve zihnen acı çekmesine sebep olsa da yine de güçlü kalmak zorunda olduğunu bilerek dayanmaya çalışıyordu.

Bu geceyi atlattıkları anda kendisin rahatlatmak amacıyla içkiye vuracak ve yaşadığı bu stresin üzerinden akıp gitmesini umacaktı.

Amcasının gidişini dikkatle izleyen Alastair, onun durumunu oldukça net bir şekilde fark etmişti ama yanındaki anne-oğul ikilisine bir şey söylememiş ve kendi içinde tutmuştu.

'Oldukça stres dolu ve sıkıntılı bir durum,' diye bir yorumda bulundu zihninde.

"Alastair!" diyerek şaşkınlıkla yeğenine baktı Laila. Kaşları kalkmış ve ağzı hayretler içerisinde açılmıştı. "Senin bu üstünün hali de ne böyle? Ne oldu da bu kadar kirlenebildin? Yoksa başına bir şey mi geldi? Birileri sana mı sataştı? Köleler... Köleler sana bir şey yapmaya mı kalkıştı yoksa? Bir yerinde falan bir şey yok, değil mi? Yaralanmadın, değil mi?"

Laila endişeyle Alastair'in yüzünü, kollarını açıp inceledi bir yaranın olmasını umarak ama bir şeyi olmadığını fark ettiğinde rahatlamayla birlikte derin bir iç çekti.Endişeyle parlayan mavi gözleri anında Alastair'in üzerine kilitlenmişti. Ellerini önünde bağladı ve sorularının cevabını beklemeye başladı.

Laila'nın kendisini bir yara bulma arayışıyla olan incelemesini bıkkınlıkla izledi.

Laila’nın davranışlarına bakarken hafiften öfkelenmeye başlamış, soğuk çelikten farksız olan gözlerinde alevler yanmaya başlamıştı.

Kendisi altı yaşından beri kılıç ve yay kullanımıyla ilgili dersler almış birisiydi. Büyükbabası ve babası tarafından sabahları kaldırılıp öğlene kadar dur durak bilmeden onların sert koşullarının altında kendisini geliştirmiş birisiydi.

Kılıç ve yay kullanımının yanı sıra göğüs-göğse muharebe konusunda da bilgileri mevcuttu. Altı yıl boyunca kendisini savunma dersleri özenle ve oldukça sert bir şekilde öğretilmişti.

Laila’nın kendisine olan bu yaklaşımı, gururuna darbeden başka bir şey değildi.

Kölelerin kendisine bir şey yapabileceğini düşünmek en basitinden suç olarak düşünülmeli ve akıllara dahi getirilmemeliydi. Kendisinin muharebe konusunda eğitim almamış bir köle tarafından yere serileceğini düşünmüyor, böyle bir zamanın geleceğini de düşünmüyordu.

Ve her şeyin sebebinin onlara bağlanması kendisini sinirlendiren bir başka olaydı.

Her insanın hata yapılabileceği bilinen bir gerçek olsa da soylu sınıfının üyeleri daima köleleri suçluyor, hep onların cezalandırılması gerektiğini düşünüyordu. Bu sadece kişinin kendi hatasını kabullenemeyeceği derecede kibirli ve geri zekalı bir maymundan farksız olduğuna dair başka bir kanıttan ibaretti.

Alastair derin bir nefes aldı. Sol elini beline yerleştirirken sağ eliyle de gözlerini ovuşturmaya başlamıştı öfkesini dindirmek için. Kendisini sakinleştiğine kanaat getirdiğinde karşılık verdi yengesine.

"Endişelenme Laila yenge," dedi rahatlamasını umarak. Sesi hâlâ mesafeli ve netti. "Kölelerin önündeki işlerden kaytarıp kaytarmadıklarından emin olmak için yanlarında gezeliyordum o kadar. Kendi dikkatsizliğimden gezimin sonucunda ayağım taşa takıldı ve düştüm. Abartılacak bir şey yok. Endişelenmene de gerek yok."

Laila rahatladı ve gülümseyerek yeğeninin karışık kızıl kahverengi saçlarını daha da dağıttı.

"Alastair, lütfen yine de kendine dikkat et," dedi uyarma maksadıyla gözlerini karşısındaki soğuk ela gözlere dikerken. "Kölelerin öfkesinin ne zaman patlayacağı belli olmaz. Söylentilerden haberdar olduğunu düşünüyorum ama tekrarlamış olayım. Köleler daha birkaç gün önce bir soylu evinin çöküşüne sebebiyet verdi. Lütfen kendine dikkat et ve onların eline düşme, tamam mı? Sen benim tek yeğenimsin.”

Yengesinin gereksiz anaç tavırlarına karşılık sadece gülümsedi ama hiç de samimi bir gülümseme gibi durmuyordu.

Laila'nın ona anne ve babasının eksikliğini hissettirmemeye çalışarak kendi oğluymuş gibi görmüştü ve o şekilde davranmıştı.

Buna minnettardı. Özellikle de civar soylu ailelerde olanları düşündüğünde böyle hissetmesinin doğal olduğunu biliyordu.

"Ben yıllardır büyükbabamdan muharebe eğitimi alıyorum, o kadar da kolay düşecek değilim," dedi Alastair. "Lütfen Laila yenge üzülme artık! Ağlarsan gece kırmızı, şiş gözlerle misafir karşısına çıkmak zorunda kalacaksın. Böyle bir şey olmasını ikimiz de istemeyiz, değil mi? Bu gecenin güzelliğini üstünde tutman lazım ki amcam ve büyükbabamın çirkin görüntülerini arkada bırakabilesin!"

"Hey, kocama çirkin deme!" diye söylendi Laila. Mavi gözlerinin içi gülüyordu.

Alastair'in sözlerinin işe yaradığı açıkça belliydi.

Ephios yandan ikilinin durumuna gözlerini deviriyordu ama içten içe kıskanmıyor değildi. Özellikle de Alastair'in soğuk tavrına rağmen hâlâ annesi ve babası tarafından koşulsuz bir şekilde seviliyor oluşu sinirlerini bozuyordu. Alastair'in daima ayrıcalıklı oluşu ve hiçbir şekilde azarlanmıyor oluşu onu çileden çıkartıyordu.

Bekledi ve ikiliyi izledi sessizce.

"Zaman ne de çabuk geçiyor!" dedi ani bir hüzün ile Laila. Mavi gözlerindeki neşe yerini buruk bir sevince bırakmıştı. "İkiniz de ne ara büyüdünüz hâlâ anlayamıyorum. Geçmiş günler dün gibi hâlâ aklımda. 14 yaşında genç delikanlı çocuklarım oldu. Keşke hep çocuk kalsaydınız."

Alastair bir anda kendisine ve kuzenine sarılmasıyla birlikte donakalmış ve ne tepki vereceğini seçememişti. Yüzündeki garip ifadeyle kuzenine bakıyordu ve onun da aynı durumda olduğunu gördü.

'Geceki buluşma onun da sinirlerini tamamen bozmuş belli ki,' diye düşündü Alastair.

Laila'nın duygusal olarak harap olan haline iki genç hiçbir karşılık verememiş ve öylece beklemişlerdi.

Ek olarak ikili gecenin tam olarak ne ile alakalı olduğuna dair bir bilgi dahi alamamıştı.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44462 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr