Bölüm 1: Soyludan Gelen Yardım

avatar
2208 11

Düşmüş Perinin Yükselişi - Bölüm 1: Soyludan Gelen Yardım


Yaz ayının işareti olan kavurucu güneş, cehennem ateşinden bir parçaymış gibiydi. İnsanı canından bezdiren ısısını, bulunduğu masmavi, bulutsuz gökyüzünün güzelliğiyle kapatıyor ve uğursuz caniliğini bir kenarda saklı tutuyordu. 

Yüzlerindeki yorgun ve ışığını kaybetmiş oldukları ölü gözleriyle köle sınıfının insanları ellerindeki çapaları sallıyordu. Sıcaktan kurumuş dudakları çatlamış, üstleri başı ter içinde kalmışlardı. Köleler kaderlerinin kendilerine uygun gördüğü bu zorlu durumu kabullenmişler gibilerdi. Gözlerindeki heyecan yoktu. Ellerinden söküp alınmış veya hiç var olmamış gibiydi.

O sırada 14 yaşındaki bir çocuk kocaman tarlanın etrafını saran çitlerin üstüne çıkmış, donuk gözlerle kendi ailesi için çalışan köle sınıfının insanlarını inceliyordu. Kafasını çevirdi ve görebildiği kadarıyla her bir kölenin yüzünü görebilmeye çalıştı.

Aynıydı. Hiçbir değişiklik yoktu. Olmasını da beklemiyordu.

Tarlanın etrafında gezen nöbetçiler hızla çocuğa baktılar. Yol kenarından geçen bir çocuk olduğunu düşünmüşlerdi. Çocuğun çalıştıkları ailenin varislerinden biri olduğunu görünce yerlerine geri döndüler ve bakışlarını geri çektiler. Bir soylunun gözüne istemedikleri sürece bakmak istemiyorlardı. Aslında hiçbir şekilde değil bakmak, bir diyalog bile kurmak istemiyordu.

“Paydos!” diye bağırdı uzun boylu adam.

Köle sınıfının insanları alınlarında biriken terleri kıyafetlerinin koluna veya eteklerine sildi ve birkaçı sürü halinde tarlanın en köşesinde kurulan yemek dağıtım köşesine ilerledi. Hepsi açlıkla yutkunuyordu ama gözlerinde ne bir heyecan vardı ne de mutluluk. Yürüyen ölülerden farksızdılar.

Aralarında farklı olan birileri de vardı ama çok azdı.

Önündeki tuzsuz, sade çorbanın ve bayatlamış kara ekmeğe ağzının suyunu akıtarak bakan, iri vücuduyla göze çarpan bir adam vardı. Yüzündeki parlayan heyecanıyla birlikte çorbasını içmeye ve ekmeğinden büyük parçalar koparıp yemeğe başlamıştı iştahla.

Boyu ortalama bir erkeğin boyuna kıyasla kısaydı ama güçlü vücudu ve korkutucu yüz yapısıyla öne çıkıyordu. Mücevher gibi parlayan gözleri ve kısa, koyu kahverengi saçları vardı. Toz ve toprak içinde kalmış olan yüzünde alnın sağ yanağına doğru paralel olarak ilerleyen üç çizgili bir yara izi bulunuyordu. Aynı yara izi kollarında da bulunuyordu.

Tarlada toprak çapalamaktan ve terden dolayı üstündeki kısa kollu gömleği sararıp kirlenmişti. Birkaç yerinde yama bulunuyordu ve yamaların her biri farklı renklerde olduğundan dolayı da oldukça gülünesi bir görüntü oluşturuyordu. Pantolonu da harap haldeydi. Diz kapakları yırtılmış ama tamir edilmemişti ve paçaları da tamamen parçalanmıştı. Ayakkabılarından yana oldukça şanslıydı çünkü hâlâ sapasağlamdılar, sadece temizlenmeleri gerekiyordu.

Adam kısa sürede çorbasını bitirmiş ve son kalan bayatlamış ekmek parçasıyla da tabağını sıyırmıştı. Bir süre oturup meslektaşları olan diğer köleleri izlemiş ve ardından özlemle iç çekerek çalıştığı yere geri dönmüştü. 

Soylu çocuk yemeklerini yiyen köleleri izlemeye devam etti. Gözleri anında kıtlıktan çıkmış gibi tabağını silip süpüren iri adama takıldı. Adamı tanıyordu, son birkaç aydır arada bir onunla oturup konuşuyordu. Gözlemlediği köleler arasında ruhu ölmemiş olan sayılı olanlardan biriydi.

Çitten atladı ve adımlarını çalıştığı yere dönen adama çevirdi.

Adam oturmuş, girmiş olduğu depresif durumla birlikte eliyle toprağı eşelemeye ve farklı şekiller çizerek zaman geçirmeye çalıştı.

“Yüzün asılmış, ne oldu?”

Duyduğu hafif meraklı sesle birlikte dikkatini o tarafa yöneltti. Sesin sahibini gördüğü anda sırtını dikleştirdi ve yüzündeki ifadeyi düzeltti. Karşısındaki soylu statüsüne sahip kişi tarafından işinden, en kötüsü de hayatından olmak istemiyordu.

Çocuğun ince kaşlarından teki kalkmış, cevap bekliyordu. Yakışıklı suratı cevabını beklerken kısa bir süreliğine soğumuş ama hemen eski haline dönmüştü.

Çocuğun boyu yaşına göre normaldi ve fiziği de yaşıtlarından daha iyi durumdaydı. Büyükbabasından ve babasından almış olduğu şövalyelik dersler sayesinde oldukça iyi bir fiziksel kondisyona sahip olabilmişti.

Koyu renkteki kızıl kahverengi saçları kısaydı ve dağınık bir hâldeydi. Ruhun derinliklerine bakan ela gözleri tepeden bakan lider duruşuyla iyi bir uyum yakalamıştı.

Karşı konulamaz havasıyla öne çıkan biri olduğu belliydi.

O da kısa kollu bir gömlek giyiyordu ve ilk iki düğmesini iliklememişti sıcaktan dolayı. Kollarını dirseklerine kadar katlamış ve kaymamaları için de düğmelerini iliklemişti. Siyah renkteki ayakkabıları ve pantolonundaki tozlar rahatlıkla görülebiliyordu ama çocuk umursamıyordu.

Çocuk yaz ayından nefret ederdi. Bunaltıcı sıcak dikkat dağıtıcıydı.

“Bir şey yok efendim. Sadece düşünüyordum,” deyip saygıyla cevapladı ama kelimeler ağzından çıktığı anda pişman oldu.

“Neyi düşünüyordun peki?”

Sorusunu iletirken kullandığı sesine hafif bir sertlik eklendiğini fark edince Khan’ın korkmaya başlamıştı. Çocuğun sorduğu soruya cevap istediğini açıkça anlayabiliyordu ve kaçınmaya kalkışırsa sonucunun kötü olacağını da biliyordu.

“Jade, efendim. Jade'i düşünüyordum,” dedi sonunda.

“Jade...” diye tekrarladı çocuk. Hatırlamaya çalışıyor gibi görünüyordu. “Oh, şu sevdiğin kadın! Doğru muyum?”

Adam onaylamış ve hüzünle iç çekerek bakışlarını sevdiği kadının gülümseyen görüntüsüne çevirmişti. Büyülenmiş bir şekilde bakıyordu ama ardından yanında bir soylu olduğunu fark ederek kendisini toparlamaya çalıştı.

Soylu birine dikkatini vermemesi kötü olabilirdi.

Çocuğun ona olan bakışlarındaki soğukluğu fark ettiği anda omurgasından aşağıya soğuk terler döküldü. Endişesini zayıf bir gülümsemeyle gizlemeye çalıştı fakat nafile bir çabaydı. Çocuğun bakışlarının soğuduğunu görünce daha da korktu.

“Neden direkt evlenme teklif etmiyorsun?” diye sordu kaşlarını çatarak.

“Bizlerin arasında evlilik konusu kasabadakiler gibi sade bir evlilik teklifiyle olmuyor efendim.”

İçindeki büyüyen merak ile toprağa aldırmadan oturdu ve adamın daha da anlatmasını işaret etti.

“Jade'in babası, Jade ile evlenebilmem için benden 250 altın shinin istiyor,” diyerek acıyla söyledi. “Benim gibi bir köle öyle bir parayı kazanmayı geç, başkasının elinde bile göremez.”

Köle topluluğunun arasındaki bu gelenek oldukça yaygındı ve böyle bir şey yapmayan kişilerin sayısı anca bir elin parmaklarıyla sayılabiliyordu.

Köle sınıfının geleneklerinde kadınlar para karşılığında evlendirilir, birer para kaynağı objesi olarak görülürdü. Ahlaki açıdan ne kadar yanlış bir davranış olursa olsun, herkes tarafından kabul edilmişti.

Bir tarlada veya madende zorlu şartlar altında ölene kadar çalıştırılıyor olmaları ve gülünç rakamlarda para kazanmaları onların paraya olan hırslarını körüklüyordu. Kendilerini kölelikten kurtaracak şeyin para olduğunu düşünüyorlardı.

Acımadan ve umursamadan acı gerçeği diler getirdi çocuk, “250 altın shinin senin gibi biri için hayalden öteye gidemez.”

Adam mağlup olmuş bir ifadeyle başını salladı ama bir şey demedi. Çökmüş omuzları ve kambur duruşu bulunduğu durumun vahimliğini onun yerine anlatıyordu.

Çocuk, adamın acınası durumuna burun kıvırdı ve derin bir nefes alarak gerindi. Zihnindeki çarklar dönüyor ve gözleri ışıldıyordu. Diğer köleler ile kıyaslandığında yanındaki adam daha iyi bir durumdaydı ve ruhsal olarak hala hayattaydı. Yardım etmekten çekinmezdi, ona ihanet edilmediği sürece bir şey olmayacaktı.

“Kasabanın yeraltı kumarhanesinde bahis oyna. En kolay yoldan parayı kaldırırsın,” deyip önerisini sundu. “Belli bir miktar biriktirebilmiş olduğunu varsayıyorum, az olduğunu düşünüyorum. Birkaç ay sürekli olarak oynarsan, Jade ile olan evliliğini garantileyebilirsin. Oldukça basit.”

Çocuğun önerisini düşündü ama içinde bunu beceremeyeceğine dair bir tedirginlik oluştu.

Hayatında hiç kumar oynamamıştı. Kumarı bırak, daha kart oyunu oynamayı da bilmiyordu. Doğduğundan beri çalışıyordu. Diğerlerinin eğlencesine oynadığı kart oyunlarına da bu yüzden hiç katılamamıştı.

“Efen--”

“Bir daha bana efendim dersen...” diyerek soğuk bir yüz ifadesiyle tehdit etti adamı. “Adımla seslen, tanıştığımızdan beri söylüyorum. Bir adım var benim.”

“Al... A... Alastair, şey…uhm…şey,” diyerek konuşmaya çalıştı ama beceremedi. 

Önündeki çocukla birkaç aydır bu tür konuşmalar yapıyorlardı ama bu duruma hâlâ alışamamıştı. Ağzından çıkacak cümlelerin Alastair’i rahatsız etmesinden korkuyordu. Eğer bu olursa, kendisi ölecekti veya ölümden daha beter bir ceza alacaktı.

Çocuk onu kaç kere uyarmıştı bu konuda. İsmiyle seslenilmesini istiyordu. En azından kendisine söylediği buydu.

“Evet, Khan, adımla seslen.”

“Alastair, şey, ben hiç öyle şeyler oynamadım,” diyerek sonunda söyleyebildi ve derin bir nefes alarak çocuğun yorumunu bekledi korkuyla.

“Hiç oynamadın. Bu biraz sorun olabilir,” dedi Alastair ve gözlerini kısarak adamın üzerine çevirdi bakışlarını. “Benim sana dediğim şekilde oyna, muhtemelen büyük bir vurgun yapacaksın.”

“Nasıl efendim?” diyerek atıldı Khan. Çocuğun yardım ediyor oluşu tedirginliğini silip götürmüştü bir anda.

“Hiç gittin mi oraya?” diye sordu ilk önce.

“Birkaç kere uzaktan gördüm. İçerisine dair bir bilgim yok.”

“Tamam, içeriye girince Kızıl Kan'ı ara ve ona Peri'nin ulağı olduğunu söyle. Ardından sana oynaman gereken bahisler ve izlemen gereken adımlar hakkında bilgiler verecektir. Ona güven yeter, tamam mı?”

Khan bunun ne kadar doğru ve güvenilir olduğuna dair bir şey diyemiyordu. Çocuk tarafından kandırılıp bütün birikimini kaybedebilirdi ve bu da Jade'i kaybetmek demek olacaktı. Birikimi çocuğun gözünde azdı ama kendisine göre oldukça fazlaydı ve sahip olduğu tek umuduydu. Yine de bir yanı çocuk ile olan samimiyetine güvenmesini söylüyordu.

“Yani diyorsun ki eğer bu şekilde oynarsam kesinlikle kazanacağım,” dedi kalın ve korkutucu sesiyle ama oldukça komik ve gülünesi bir şekilde çıkmıştı.

“Evet, bu şekilde yapacaksın. Bana bunu milyon kere sorup canımdan bezdirmeyeceksin, değil mi?” diyerek yakındı çocuk bıkmış bir şekilde.

“Teşekkürler, efendim.”

Ardından ikili arasında gerginlik dolu bir sessizlik oluşmuştu ama bu gerginlik sadece adam tarafından hissediliyordu. Bir şeyler sorması gerektiğini hissediyor ama kendinde bunu yapmak için gerekli cesareti bulamıyordu.

Bir süre sonra dayanamadı ve sessizliği bitirdi.

“Soylular arasında evlilik nasıl işliyor, efe--Alastair?”

Kendisine hitap konusunda adamın hala alışamamış oluşuna aldırmadı. Onun yerine soruya odaklandı.

“Soylu sınıftaki evlilikler, yüksek meblağlarda paraların harcandığı gereksiz bir gösteridir,” deyip başladı açıklamasına. “Siz kaçarak evlenme gibi bir şansa sahipsiniz ancak bu durumda soylu aile sizin başınıza ödül koyuyor ve öldürülüyorsunuz. Oldukça zalimce olduğunu kabul ediyorum ama gerekli bir uygulama.”

Khan açıklamadan dolayı kötü hissetti. Köle olması yaşanabilecek en kötü kaderlerden biriydi. Ölmeyi seçse bile ailesi, eğer varsa, oldukça kötü bir durumda kalacaktı.

Alastair onun çökmüş moralini umursamadan devam etti, “Soylu evliliklerin çoğu iş üstüne kuruludur. İki taraf arasında sağlanacak yararlar konuşulur, evlenecek olan ikili seçilir ve anlaşma tamamlanır. İki taraf birbirine hediyeler gönderir ve şanlı bir düğün ile evlilik tamamlanmış olur. Tamamıyla güç ve zenginlik üzerine kurulu.”

“Peki ya aşk?” diye sordu içine kaçmış sesiyle.

“Aşk evlilikleri soylular arasında pek rastlanan bir şey değil. İki tarafın da ailesi kabul ediyorsa aşırı derecede saçma paraların harcanmasıyla düğün yapılıyor. Bu kadar, pek de bir şey yok.”

Soylunun sınıfının meselelerini aşağılıyor oluşu sadece ikisi tarafından duyuluyordu ama Khan korkmadan edemedi. Yanındaki çocuğun cesaretle söyledikleri yüzünden canı tehlikeye girebilirdi.

“Alastair hem bulunduğun soylu sınıfını hem de benim gibi köle insanlarını eziyorsun,” diyerek belli olanı vurguladı Khan. “Seni anlayamıyorum.”

“Nasıl anlayamazsın diyerek sorup kendimi yoracak değilim,” diyerek karşılık verdi Alastair bariz kibriyle. “Kendi sınıfımdaki insanlar aşırı bariz davranıyorlar. Kendilerini en zekisi, en mükemmeli, en güzeli veya yakışıklısı olduklarını gösterme çabasındalar. Gereksiz bir ışıltıdan ibaretler. Söndürülmesi kolay olanlardan.”

Khan göz ucuyla çocuğun figürüne baktı. Çocuk oldukça yalnız ve her şeyi sadece kendi yapıyor olduğunu hissediyordu. Duygularını veya davranışlarının nedenini anlayamıyordu.

Çocuk farklıydı. Köleleri ve soyluları küçümsüyordu ve bunu oldukça da belli oluyordu. Kendinden üstte bir makama sahip olsun ya da olmasın hepsine karşı aynıydı. Herkesi küçümsüyor gibiydi.

Kendisiyle diyaloglar kurup konuşuyor ve yardım ediyordu. Çocuk hakkındaki dedikoduların, çocuğun farklılığı, aykırılığı ve aşırı kibirli oluşuyla ilgili olduğunu biliyordu Khan.

“Şey, Alastair, cidden sence o kadar para kazanabilir miyim?” sordu tereddüt ederek koca adam. Görüntüsüne rağmen aşırı masum gözüküyordu

“Khan, sen geri zekalı mısın?”






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44480 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr