Bölüm 1251: Ölümün Kollarına Atılana Dek Amansız

avatar
3442 30

Desolate Era - Bölüm 1251: Ölümün Kollarına Atılana Dek Amansız



Bölüm 1251: Ölümün Kollarına Atılana Dek Amansız

 

“Başaracak.” dedi Aksükun. “Ona inanıyorum.” Ji Ning'in Mavi Çiçek Malikanesi'nde edindiği bilgileri biliyordu; ayrıca efendisi sadece kısa bir süredir eğitim yapıyordu. Taobirleşimi'nde başarılı olma şansı vardı.

 

“Bah, neden senin gibi bir golemle konuşarak zaman harcıyorum ki?” Mavihabis başını iki yana sallayarak Ning'e baktı. “Lakin tabii, ben de onun başarılı olmasını istiyorum. Nihai Tao'yu takip eden bir Ebediyet İmparatoru… Acaba ne kadar güçlü olur? Hayal bile edemiyorum. Muhtemelen Ötekidiyar Efendileri'ni bile aşarak Tiranlar'a yaklaşır!”

 

Uzaklardaki Ning onlara boğuk bir zihinsel mesaj gönderdi: “Aksükun, Mavihabis, bir süreliğine yalnız kalmak istiyorum. Beni rahatsız etmeyin.”

 

“Anlaşıldı, efendim.” dedi Aksükun.

 

“Biraz yalnız kalmak sana iyi gelecektir. İyice düşün ve taşın. Gelişim bir yaşam tarzıdır; Tao kalbin yeterince sağlam değilse bu yolda fazla ilerleyemez ve Nihai Tao'yu asla kavrayamazsın.” dedi Mavihabis.

 

Ning cevap vermedi. Göklere doğru sessizce yürüyordu. Tırırırım… Aniden etrafındaki boşluk değişmeye başladı. Kadim kaos esnedi ve titredi; yeni bir dünya doğuyordu. Dağlar yükseliyor, nehirler akıyor ve büyüklüğünü anlatmaya kelimelerin yetmeyeceği kadar büyük bir deniz varlığa bürünüyordu. Kıtaların oluşmasıyla birlikte çayırlar ve bataklıklar belirdi. Şehirler ve ormanlar bile ortaya çıkıyor, manzara gitgide güzelleşiyordu.

 

Çok geçmeden Ning'in etrafında yeni bir dünya oluştu… Bu dünya, Büyük Xia dünyasıydı.

 

 Ning tek bir düşünceyle hepsini yeniden yaratmıştı.

 

“Sakinsu Şehri.” Ning göklerde yürüyor, bulutların üzerinde seyrediyordu. Mesafeye doğru baktı; orada büyük bir şehir vardı. Şehrin adı Sakinsu Şehri'ydi. Ning'in anılarını taşıyan, hatta Siyah Beyaz Okulu'nu bile barındıran o şehir…

 

“Siyah Beyaz Okulu'ndaki Tao Sarayı.” Ning, Siyah Beyaz Okulu'na girdi. Her şey anılarındaki gibiydi; ancak şehirde yaşayan hiçbir canlı yoktu. Çok geçmeden Tao Sarayı'na ulaşan genç adam, sarayın kapılarına kuruldu ve çıkardığı şarap şişesinden içmeye başladı.

 

Hala daha o yıl yaşananları hatırlıyordu. Genç yaşında, Mu Kuzeyoğul ile birlikte buraya kadar gelmişti. Parlak bir figürdü ve Tao Mücadeleleri'nde çok sayıda kıdemli öğrenciyi alt etmişti. Nihayetinde araya giren Yu Wei, ona sıkı bir ders vermişti. Mücadeledeki bahsi unutmuş değildi; yüz siyah beyaz sikke ve beş kilogramlık sıvı özü.

 

“Kıdemli öğrenci kardeşim, neden birlikteliğimize çıkan bu yol engellerle dolu?!” Ning mırıldandı, başını kaldırdı ve şaraptan içti. Hızlı içiyordu, boğazına takılan şarabın etkisiyle öksürdü. Üstüne başına dökülen şarabı umursamıyordu. Tek istediği şey çektiği acıdan kurtulmaktı.

 

Sadece acı değil, öfke ve hayal kırıklığı da hissediyordu. Kim bilir bu duyguları kaç zamandır bastırmıştı? Neden? Başarıya çok yakındı; Yu Wei'nin ışıltılarla dolduğunu ve neredeyse hayata döndüğünü görmüştü. Birbirlerine baktıklarında her şey mükemmeliyete o kadar yakındı ki… Bir kez daha ona sarılabilecekti. Fakat kader, yine onları ayırmıştı!

 

Neden?!

 

“Gücüm tükenene, vücudum bitkin düşene dek bu yoldan ayrılmayacağım.” Ning Tao Sarayı'na baktığı sırada kendi kendine söylendi. Neredeyse Yu Wei ve diğerleriyle yaptığı mücadeleleri görür gibiydi.

 

Asla tereddüt etmemiş, asla pes etmemişti. Tiran ona tek bir olasılığın olduğunu söylediyse… O vakit Ning, Tiranlık’a ulaşana dek durmayacaktı!

 

“Belki de günün birinde bu yol, beni öldürecek.” Ning gülümsedi. “İşte o vakit, gerçekruhum parçalanacak ve Kaosdiyarı'nın has özlerine geri döneceğim. Orada, seninle yeniden buluşacağız.”

 

 Sukabağındaki şarap bitmemişti, ancak Ning çoktan sarhoş olmuş durumdaydı. Sarhoşluğu şaraptan değil, aklına dolan umut dolu düşüncelerdendi. Ayağa kalktı ve yürümeye başladı.

 

Svooosh. Aniden yağmaya başlayan kar taneleri diyarı beyaza boyarken, Ning hızla biriken karın üstünde yürüyor ve tek eliyle şarap kabağını taşırken diğer elindeki Kuzeykuşak Kılıcı’yla bazı hamleler deniyordu. Bunu bilerek yapıyor değildi, sadece ruhu çektiği acıyı bu şekilde göstermeyi seçmişti.

 

Ayılmak istemiyordu. Kılıç sanatlarını uygularken içmeye devam etti; kafası bulandıkça bulanıyordu.

 

Aniden gözlerinin önünde bir insanın hayal meyal görüntüsü belirdi. Yüzüne bakmasına gerek yoktu, onun Yu Wei olduğunu biliyordu. Her zamanki gibi çok güzeldi. Sanki ilk tanıştıkları ana yeniden dönüvermişti.

 

“Vedalardan doğan ağır hüzünler… Yalnız kalanın acısını anlatmaya yetmezler.” Ning gülümsedi.

 

Vhooosh. Ning'in kılıcı ansızın göklere doğru kan kırmızısı bir ışık hüzmesi gönderdi. Genç adam farkında bile olmadan [Kalpkılıç] sanatının on üçüncü duruşunu, “Karlıdiyar'ın Kanı”nı sergilemişti.

 

Yaşadığı ağır hüzün, dünyevi endişelerden arınarak üstünlüğe kavuşan bir kalp… Ning kılıcıyla hamle yaptığında adeta kılıcı yıllar yılı özlemini duyduğu hayatının aşkına dönüşmüştü. On birinci duruş ya da on ikinci duruşlardan tamamen farklıydı. Bunlar, heybetli güce sahip şiddetli saldırılardı. Fakat on üçüncü duruşun içinde melankoliden eser vardı; kalp yarasından doğan acının yarattığı bir hüzün…

 

 Yaşadığı hüzün dolu duygulardan ötürü bütün kalbini kılıcına aktardı ve böylece on üçüncü duruşu kavramayı başardı.

 

“İmparator Kalpkılıç… Acaba bu duruşu yarattığında nasıl bir ruh halindeydin?” Ning gülümseyerek kılıcını kaldırdı. “Kalpkılıç'ın on dördüncü duruşu, ‘Ölümün Kollarına Atılana Dek Amansız'.” Ning başını kaldırarak şaraptan bir yudum daha aldı, ardından uzunca bir çığlık attığı gibi yeni hamleyi uyguladı.

 

Kılıcı harekete geçtiğinde artık o eski katı ve heybetli halinden eser yoktu. Üstün bir kılıçtı, gerçek gibi görünmüyordu. Hatta kılıcı doğru düzgün görmek bile mümkün değildi; sanki o esnada kayboluvermişti. Fakat yine de izleri görülüyordu. Bu zar zor görülebilen izler, rakibin karşı koyabileceği şeyler olamazdı. Durmadan ilerlemeye devam edecekler ve karşılarına çıkan herkesi katledeceklerdi. Kılıcın izleri bile insanı dehşete düşürmeye yeterdi.

 

İşte bu Kalpkılıç'ın on dördüncü duruşu, Ölümün Kollarına Atılana Dek Amansız'dı.

 

Alevejder Diyarıdüzlemi'nde daha önce bu duruşu sadece iki kişi kavrayabilmişti. Ning ise üçüncüydü!

 

On üçüncü ve on dördüncü duruşlar genel bağlamda aynı güç seviyesinde yer alıyorlardı. Kişi on üçüncü duruşu öğrendiğinde on dördüncü duruşu kısa bir sürede kavrayabiliyordu.

 

İmparator Kalpkılıç gerçekten de çok görmüş, çok şey yaşamış bir adamdı. Ning'le aynı şeyleri tecrübe etmemiş olsalar da zihinsel yapıları benziyordu. Ning de onun gibi hüzün ve kederle doluydu; uzay zamanı geri çevirip, eşini diriltmenin artık neredeyse imkansız olduğunu biliyordu. Yine de… Bu yola baş koyduğu için pişman değildi; ölse bile aman vermeyecekti! Umut ne kadar zayıf görünse de genç adam bu yolu terk etmeyecekti.

 

…..

 

Ning kılıcıyla dans ediyor, karlar etrafına yağıyordu. Gökler yavaş yavaş karardı. Ning karlı toprağa uzanarak uyumaya başladı. Uzun zamandır uyku yüzü görmemişti.

 

“Kar” ve “Karanlık”… Bunlar sadece içinde bulunduğu ruh halinin birer yansımasıydı. Bu dünyayı kendisi yarattığı için hava koşulları direkt olarak ruh halinden etkileniyordu.

 

Uzunca bir uykunun ardından gözlerini açtı. Sabah güneşi ufukta kendini gösteriyor, Ning'i ışıklarıyla ısıtıyordu. Havada biraz sis olsa da, yayılan güneş ışıklarını engelleyebilecek kadar kalın değildi.

 

Ning sukabağına ve Kuzeykuşak Kılıçları’na bakarak gülümsedi.

 

“Uyandım. Sırada Taobirleşimi var demek, ha?” Ning şafak güneşine baktıktan sonra mırıldandı: “O halde ilk onunla başlayacağım! Adım adım ilerleyeceğim. Taobirleşimi'nden sonra sıra, Tiranlık’a gelecek.”

 

“Kıdemli öğrenci kardeşim… Başarısız olursam sakın beni suçlama.” Ning gülümsedi, ardından göklere yükseldi. Tırırım… Arkasında bıraktığı dünya yavaş yavaş parçalanıyordu.

 

Ning onu bekleyen iki figüre döndü.

 

“Efendim.” Aksükun saygıyla seslendi.

 

“Karakuzey.” Mavihabis hafiften şaşırdı. Taolordu Karakuzey'in ciddi bir değişim geçirdiğini hissedebiliyordu. Aurası bile değişmişti. Geçmişte Ning parlak sayılabilecek bir figürdü. Umutla doluydu ve etrafa ışıltılar saçıyordu… Fakat artık bakışları daha sakin ve daha uzaktı. Sonsuz okyanuslara açılan gözleri vardı. Sanki bu dünyada kalbini sarsabilecek hiçbir şey yok gibiydi.

 

Uzay zamanı geri çevirerek Yu Wei'yi diriltme planı başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Artık her şey bittiği için aklında tek bir şey vardı… Gelişim yoluna devam edecek ve ölüme dek pişmanlık yaşamayacaktı.

 

Ya Yu Wei'yi diriltmekte başarılı olacak ya da bu uğurda can vererek Kaosdiyarı'nın has özlerinde onunla buluşacaktı.

 

“Mavihabis, sence Taobirleşimi'nde başarılı olacak mıyım?” Ning güldü.

 

Mavihabis şaşırdı. “Çok zor… Ama yine de, Nihai Tao'yu takip ederek dördüncü adıma ulaşan Taolordu sayısı neredeyse yok denecek kadar az. Onların başarısız olması, senin de başarısız olacağını göstermez.”

 

“Aynen öyle.” Ning güldü.

 

“Fakat çok inatçı ve takıntılısın. Tiran Titanos'un sözlerini unutma; fazla takıntı, kişiyi ölüme götürebilir.” dedi Mavihabis.

 

Ning başını sallayarak gülümsedi. “Sanırım o sözün tam halini bilmiyorsun? Tam hali şöyle; fazla takıntı büyük işlerin başarılmasını sağlayabilir, fakat kişiyi ölüme de götürebilir. İçinde bir ses bana… Büyük şeyler başaracağımı söylüyor.”

 

……

 

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44257 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr