Bölüm 1188: Kayaya Dönüşmek

avatar
3313 31

Desolate Era - Bölüm 1188: Kayaya Dönüşmek



Bölüm 1188: Kayaya Dönüşmek

 

Bu geniş diyarda, yedi ulus üstünlük mücadelesi veriyordu. Bölgedeki gelişim sistemi diğer yerlere kıyasla daha farklıydı. “Savaşçılar”, “Ustalar” ve “Efendiler” olarak bilinen üç büyük aşama mevcuttu. “Efendi” seviyesi, dış dünyadaki Boşluk Seviye Toprak Ölümsüzleri'ne denkti. Ji Ning dönüşüm geçirerek bu diyara adım attı ve sayısız canlının yaşam ile ölüm arasındaki döngüsünü izlemeye başladı.

 

“Vaaaaaaaaa!” Büyük bir malikanede doğan bir bebeğin ilk çığlıkları duyuluyordu.

 

Beyaz cübbeli Ning malikanenin hemen dışındaydı. Vücudu bulanık bir hal aldı ve ardından bayrak taşıyan, orta yaşlı bir adama dönüştü. Bayrakta “Falcı” adı altında basit kelimeler yazıyordu. Malikanenin önüne yürüdü ve ardından iki korumayla konuştu. “Bu genç efendiyle aramızda bir kader bağı var.”

 

“Senin gibi alçak bir falcıyla genç efendimizin ne gibi bir bağı olabilir ki?”

 

“Kaybol!” Korumalar kükreyerek falcıyı kovmaya çalıştılar.

 

Ning sinirlenmiyordu. Geriye itildiğinde ve yalpaladığında bağırdı. “Ama ya kaderimizde bir bağ varsa?”

 

O gün doğan çocuk, malikane efendisinin tek çocuğuydu. İsmi “Xuhu”ydu.

 

…….

 

Üç yıl sonra, beyaz cübbeli Ning bir kez daha malikanenin önüne geldi. Uzaklardan, çamurda oynayan onu aşkın çocuğa bakarak hafifçe gülümsedi. Vücudu bir anlığına bulandı ve bu kez kırmızı cübbelere bürünmüş, dört yaşındaki bir çocuğa dönüşerek yalın ayak koşmaya başladı.

 

“Sen nerelisin? Neden daha önce seninle tanışmadık?” Konuşan çocuğun soyadı Wang'dı ve malikane efendisinin tek çocuğuydu. Wang Xuhu üst düzey bir pozisyona sahipti ve kırmızı dudaklı, beyaz dişli çocuğa anlamsızca bakıyordu.

 

“Seni ilgilendirmez.” Kırmızı kıyafetli çocuk fazla kibirliydi. “Hey, fena değilmiş. Verin bakayım!” Konuştuğu sırada çamurdan yaptıkları at şeklindeki heykeli eline aldı ve pap! Heykel paramparça oldu.

 

“S-sen…” Wang Xuhu şaşkındı. Gözlerinde yaşlar belirmeye başladı ve sinirden dişlerini sıkıyordu. “Ne yaptın sen!” diye konuşurken kırmızı kıyafetli çocuğa yumruk atmak için koşmaya başladı.

 

“Dövün!” Diğer çocuklar da yeni gelen, garip çocuğa saldırıyordu.

 

“Bana vurmak mı istiyorsunuz?” Kırmızı kıyafetli çocuk bulanık bir edayla ilerleyerek Xuhu'nun poposuna bir tekme attı ve onu yere çaldı.

 

“Vaaaaaaah!” Xuhu hem öfkeli hem de utanç içerisindeydi. Ağlaya ağlaya ayağa kalktı ve kırmızı kıyafetli çocuğun peşine düştü.

 

“Neler oluyor? Neden kavga ediyorsunuz?” Malikanedeki misafirlerden bazıları durumun farkında varınca olay yerine koştular. Kırmızı kıyafetli çocuk ise hızla ormana kaçtı ve gözden kayboldu.

 

Xuhu malikanenin tek çocuğuydu. O gece aklını başından alacak kadar ciddi bir ateşe yakalandı. Bu durum malikane efendisini dehşete düşürdüğü için adam hemen bir doktor çağırdı ama üç gün içinde Xuhu mucizevi bir şekilde iyileşti. Ardından gücü hızla artmaya ve gelişim yeteneği yükselmeye başladı. On sekiz yaşına bastığında usta seviyesine çoktan ulaşmıştı.

 

Savaşçılar, Ustalar, Efendiler… Bu diyardaki gelişimin üç temel taşı bunlardı. Savaşçılar sadece fiziksel eğitim yapan sıradan ölümlülerdi. En güçlü olanları Üç Alem'deki Xiantian yaşam formlarına denkti.

 

 Ustalar vücutlarında bir merkez oluşturmaya başlayan kişilerdi ve dış dünyadaki Zifu Öğrencileri ile Wanxiang Üstatları'na benziyorlardı.

 

Efendiler kendi vücutlarında bir dünya yarattıkları için Üç Alem'deki Kadim Taoistler ve Toprak Ölümsüzleri gibi figürlere denkti.

 

Efendi seviyesini aşanlar da Kutsal Ölümsüzler'le boy ölçüşebiliyordu. Bu diyarda nadiren bir Kutsal Ölümsüz yetiştiği için sayıları fazla değildi.

 

………

 

Ning, Xuhu'nun büyüyüşünü izliyordu. Xuhu on sekiz yaşına bastığında bölgedeki bir numaralı üstat oluvermiş ve bir milyon kilometre çapında rakipsiz biri olarak görülmeye başlamıştı! Çok güçlü ve vahşiydi. Fakat bölgeye sürekli hırsızlar ve haydutlar akın ediyordu. Xuhu askerlerle birlikte onlara saldırsa da, günün birinde yenilgiye uğradı. O savaşın akabinde bir dağ köyüne kaçan genç adam, orada hayatının aşkıyla karşılaştı… “Gül”.

 

“Efendim, iki kilo et almak istiyorum.” Kız, hasta ve bitkin görünen Xuhu'yla birlikte yiyecek almaya çıktı.

 

“Biraz bekle.” Kasap kalıplı, beyaz cübbeli ve kaslı bir yaşlı adamdı. Eline satırını alır almaz domuz kemiklerini ayırmaya başladı.

 

Xuhu bunu görünce hemen gözleri parladı. “Gül, sen önden gidebilirsin.” dedi Xuhu. Kızcağız iki kilo eti alarak eve döndü.

 

“Efendim, lütfen bana sabre sanatlarınızı öğretin.” Xuhu diz çöktü.

 

“Ahahah! Sabre sanatı falan bildiğim yok benim! Ben sadece domuz öldürmeyi ve onları kesmeyi bilirim.” Yaşlı kasap bir kahkaha patlatmadan edemedi.

 

“O halde bana domuz öldürmeyi ve et kesmeyi öğretin.” Xuhu pes etmiyordu.

 

“Sana maaş vermem, ona göre.” Yaşlı adam gence baktı.

 

“Benim için sorun değil.” Xuhu cevapladı.

 

O günden itibaren, yaşlı kasap artık yepyeni bir çırağa sahipti. Yarım yıl sonra yaşlı kasap aniden kayboldu. Xuhu onu ne kadar ararsa arasın, bir türlü bulamadı. Kızcağızla birlikte kendi evine dönmekten başka çaresi yoktu.

 

“Ahahaha… Sayısız yıldır gelişim yolunda yürüyorum ama daha önce domuz kesen bir kasap olmamıştım. Hahaha…” Yaşlı kasap çoktan beyaz cübbeli Ning'e dönüşmüş ve bir dağın zirvesine çıkarak, Xuhu'yla eşini izlemeye başlamıştı.

 

………

 

Yaşlı kasaptan öğrendiği tekniklerin ardından Xuhu, durdurulması güç bir hızla ilerlemeye ve iyice derin öngörüler kazanmaya başladı. Eve döndüğünde bütün o haydutları kolayca katledebilmişti. Öngörü seviyesi derinleştikçe, farkında bile olmadan “Efendi” seviyesine adım attı. Ulusun imparatoru bu gelişmeyi duyduğunda ona bizzat gönderdiği elçilerle Xuhu'yu bir general ilan etti!

 

 Kendine bir isim yaratan, klanına ve atalarına şanı tattıran Xuhu, koca ulusun bir temel direği haline geldi. Üç yüz bini aşkın askere önderlik ederek sınır boylarını katetti. Bu göreve sekiz yüz yıl boyunca devam etti.

 

 Hayatı boyunca üç oğlu ve bir kızı oldu, çok sayıda da torunu…

 

……

 

Nihayetinde, art arda kaybedilen savaşlar ulusun durumunu iyice kötüye götürüyordu. Xuhu elinden geleni yaparak ordusunu nizami bir geri çekilme planıyla yönetse de, genel durum çoktan belirlenmişti. Xuhu'nun bu durumu geri çevirmesi imkansızdı. Düşmanın sekiz efendisi tarafından kuşatıldı ve saldırıya uğradı; ağır yaralar aldı. Savaş alanında ölmese de, aldığı yaralardan ötürü ölmek üzereydi.

 

Xuhu yatağında yatıyor, etrafını bir ölüm aurası sarıyordu. Odada imparator, bakanlar ve Xuhu'nun çocukları ile torunları da vardı.

 

“Majesteleri, yaşlı hizmetkarınız bu diyardan göçmek üzere.” Xuhu'nun sesi boğuk ve suratı solgundu.

 

“Yaşlı general… Ah yaşlı generalim! Bizi öylece bırakamazsın!” Genç imparator dehşete düşmüş durumdaydı. Son desteği olarak gördüğü yaşlı general sayesinde durum ne kadar kasvetli olsa da, ulus iki yüz yıl daha dayanabilmişti. Yaşlı general öldüğünde ise her şey sona erecekti. Düşmanları acımasızdı; sırf Xuhu'yu öldürmek için sekiz efendilerini feda etmeyi göze almışlardı.

 

“Çiçekler açar ve dönerler; çayırlar yeşerir ve solarlar. Hayatın döngüsünden kaçamazsın.” Xuhu başını çevirerek ağlayan, diz çöken çocuklarına ve torunlarına baktı. Çok rahattı, sanki uzun zamandır omuzlarını ağrıtan bir yükten kurtuluyordu.

 

Aniden, yatağın önünde duran imparatorun yanında bir beyaz cübbeli genç belirdi. Beyaz cübbeli genç ona bakıyordu.

 

“Sen…” Xuhu da ona baktı. Aniden, kaskatı kesildi… Aklına o gün gördüğü ve defalarca kez tekme yediği kırmızı kıyafetli çocuk gelmişti. O çocuğun gözleri de bugün karşısında duran gencin gözleriyle aynıydı.

 

Ardından sırada o eski öğretmeni vardı. O yaşlı, dedevari kasap… Öğretmeninin gözleri de bu gencin gözlerine benziyordu.

 

“Hayat bir döngüdür ve sen, döngünün sonuna gelmek üzeresin.” Ning gülümsedi. “Bin yıldır yanındayım. Kaderin bizi bir araya getirdiğini söyleyebiliriz. Anılarını koruyacak ve reenkarnasyon döngüsünü aşarak bir daha doğmanı sağlayacağım… Fakat karmik bağların artık nihayet ermeli. Bugünden itibaren her şey, yalnızca senin ellerinde.”

 

“Usta… Usta…” Xuhu seslendi ama aurası gitgide zayıflıyordu.

 

“Haydi göç. Git.” Ning başını salladı.

 

O günün akşamında Ning, Xuhu'ya bizzat eşlik etti ve ikili reenkarnasyon döngüsüne doğru yola çıktılar. Ning'in gözetiminde yepyeni bir anneye kavuşan Xuhu, cennetvari bir dağ köyünde yepyeni bir hayata başladı.

 

“Artık kaderimde yer alan bir sonraki kişiyle buluşma vaktim geldi.” Ning gülümseyerek öne doğru bir adım attı ve generalin malikanesini terk ederek, bir kez daha “Falcı” bayrağını taşıyan o orta yaşlı adama dönüştü.

 

“Satılık ekmekler! Taze ekmekler!!” Yürüdüğü sokakta çeşit çeşit dükkân ve oyun oynayan bir de çocuk vardı.

 

Bayrak taşıyan Ning çocuğun yanına yürdü. “Hey çocuk!” diye seslendi.

 

“Ha?” Aklı karışan çocuk başını kaldırarak Ning'e baktı.

 

“Bizi kader bir araya getirdi.” dedi Ning.

 

“Seni sahtekâr, çocuğumu kandırabileceğini mi sandın?” Arkadaki dükkândan bir anda fırlayan yapılı kadın, hemen elindeki oklavayı kaldırdı. Ning hızla geri çekildi ama geri çekilirken bağırmayı da ihmal etmiyordu. “Hayır, aramızda kader bağı var!”

 

……

 

Falcı. Hancı. Kasap. Genelev sahibi. Hayatını savaş alanında geçirmiş, beyni yıkanmış bir asker…

 

Ning farklı farklı tecrübeler ediniyor, sayısız ölümlünün yaşam mücadelesini kendi gözleriyle izliyordu. Her şeyi görmüştü.

 

Zaman akıp geçti. Savaşan yedi krallık sonunda üç krallığa kadar indi ve en nihayetinde Qian krallığı dünyayı bir araya getirdi. Fakat iç savaş mağduru olan Qian hanedanlığı kısa sürede yıkılarak Güney Qian ve Kuzey Qian diye iki yeni oluşuma parçalandı.

 

Zamanla Qian hanedanlığı düştü ve bir yenisi yerine geldi.

 

Ning her hanedanlığı görüyor, hayatın ve ölümün sırlarını aramaya devam ediyordu. Sahip olduğu bilgelik sayesinde yepyeni öngörüler kazanmaktaydı.

 

“Bu… Nihai Kılıç Taosu’nun bir sonraki sınırını açan anahtarın gizemi olmalı.” Artık 130 milyon geçirdiği bu diyarda, son kez bir dağ zirvesinde durarak keyifle ve mutlulukla manzarayı izliyordu.

 

Vhoosh. Ning metrelerce uzunlukta bir kayaya dönüştü. Dağ zirvesine inen kaya hiç dikkat çekmiyordu. Genç adam sadece orada oturuyor, esen rüzgâra ve onu ısıtan güneşe izin veriyordu. Hatta arada sırada yanından geçenler bazen üstüne bir şeyler yazıyordu.

 

 Ning kayaya dönüştükten sonra bile geniş dünyayı izlemeyi sürdürdü. Aklında ve kalbinde, sahip olduğu beş büyük kılıç duruşu birleşiyordu. Kan Damlası, Yin-Yang, Yalnızkalp, Gökkıran, Gölgesiz… Hepsi bir oluyordu…

 

………

 

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44312 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr