Bölüm 480: Söz

avatar
4305 42

Desolate Era - Bölüm 480: Söz



Bölüm 480: Söz

 

“Genç efendimiz Semavi Tanrı seviyesine çok yaklaşmış bir Boşluk seviye Habistanrı’dır.” Kar Akrebi duygusalca iç ekti. “Tanrıkral burada olsaydı ve böyle bir öğrenciye sahip olduğunu bilseydi… Muhtemelen çok mutlu olurdu.”

 

“Tanrıkral…” Kızılkar’ın bakışları rüyavariydi, uzaklara odaklıydı. Diğerleri de sessizliğe bürünmüştü. Bunlar, Taoist Üçhayat’ın en sadık takipçileriydi; eğer öyle olmasalardı neden sayısız yıldır yeraltı malikanesinde bekleyeceklerdi ki?!

 

Siyah cübbeli Ning söyledi, aklı karışmıştı, “Üstatlar… ‘Genç efendi’ diyorsunuz? Pek anladığımı sanmıyorum. Ayrıca… Yoksa bunca zamandır yeraltı malikanesindeydiniz ve bu yüzden mi Hiçliğin Bölgesi’nde bir anda ortaya çıktınız?” Her ne kadar Ning az çok tahmin edebiliyor olsa da ve Taoist Üçhayat’ın veliahtı olduğunu biliyor olsa da hala daha meseleyi tam anlamıyla çözebilmiş değildi.

 

“İzin ver açıklayayım.” diye bir ses yankılandı; bu ses Ning’e doğru bakan çocuğa aitti.

 

“Semavi Tanrı Asılışık.” Ning seslendi.

 

“Bana Asılışık diyebilirsin.” Çocuk gülümsedi, “Aklında çok soru olduğunu biliyorum. Elimden geldiğince basit bir şekilde açıklayacağım. Babam, evrendeki kadim kaostan bir Gerçek Tanrı olarak doğmuştur. Doğduğunda bile akılalmaz bir güce sahipti. Pangu evreni kurduktan sonra, çok sayıda Habistanrı doğdu. Habistanrılar doğuştan gelen bir savaş arzusuna sahip oldukları için, savaşları Kadim Dünya’nın dört bir yanına yayıldı.”

 

“Patrik Subhuti gibi üstün güçler bu tür meselelerden bağımsız yaşar; yani kendilerini farklı bir noktaya gizleyerek bu tür savaşlara katılmazlar; ancak babam savaşmayı çok severdi; doğal olarak gücüne, Yıldızkavrayan Malikanesi’ne çok sayıda Habistanrı toplamıştı. Pangu’nun Kadim Dünyası’nda, Yıldızkavrayan Malikanesi çok ünlüydü!” Çocuk ekledi, “Yıldızkavrayan Malikanesi’nde çok sayıda Habistanrı bulunuyordu ve hepsi de babamın söylediklerini takip ediyordu. Yedimiz de Yıldızkavrayan Malikanesi’ne ait kişileriz.”

 

 Ning başını hafifçe öne salladı.

 

“Pangu’nun Kadim Dünyası çok sayıda felakete ve fırtınaya maruz kaldı, ancak hepsini başarıyla atlatmayı başardı; fakat o son savaş… Kadim dünyayı parçaladı… Babamın öldüğü o savaş… Daha önceki savaşlardan çok başkaydı.” Çocuğun gözlerinde keskin bakışlar belirdi, bu bakışlar öldürme isteğiyle doluydu. Kendisi Gökyüzü ve Yeryüzü’nden doğan bir Habistanrı’ydı…  Ancak Üçhayat, kadim kaostan doğan bir Gerçek Tanrı’ydı.

 

Bu baba ve oğul ikilisi… Birbirine biyolojik aileler kadar yakındı.

 

Yıllar boyunca, Üçhayat’ın öldüğünden habersizdi… Devasa ayı Patrik Subhuti’den bu bildiği aldığında, Habistanrılar da durumu öğrenmişti. Sayısız yıldır babasını tekrar görmeyi umut ediyordu… Ancak babasının öldüğü haberi onu kedere boğmuştu. Ayrıca vücudunu akılalmaz bir öfkeyle bastırdığı da açıktı. Savaşmak istiyordu. İntikam almak istiyordu! Ancak henüz… Yeterince güçlü olmadığını fark etmişti!

 

“O savaşta ne yaşandığını tam olarak biz de bilmiyoruz; sonuçta savaşa katılmadık. Tek bildiğimiz şey, babamın Anne Nuwa’yı takip etmekte ısrarcı olduğu ve o savaşta Anne Nuwa’nın yanında durduğu.” Çocuk söyledi.

 

“Anne Nuwa’yı mı takip etmişti?” Ning bu gerçeği sessizce aklına kazıdı.

 

Nuwa Üç Alem’in bir numaralı figürüydü. Kendisi Pangu’nun seviyesine ulaşmıştı!

 

Yoksa bu savaş bir iç savaş mıydı?

 

Anne Nuwa bir taraftı… Peki diğer taraf kimdi? Ning iç savaşın, dış savaşlardan daha vahşi ve ölümcül olabileceğini biliyordu.

 

“Anne Nuwa bizi koruyamadığı için babam onu takip etti ve savaştan önce, Anne Nuwa bize bir kaçış yolu sundu.” Çocuk söyledi. “Babam, bu aldığın malikaneyi yapmak için çok ama çok uğraştı. Ayrıca, Anne Nuwa da bu malikanenin içine geniş bir dünya yerleştirdi. Bu dünyaya bizler, ‘Yıldızkavrayan’ büyük dünyası olarak hitap ediyoruz ve orada yaşıyoruz.”

 

“Ne? Yeraltı malikanesinde bir büyük dünya mı var?!” Ning şoke olmuştu.

 

Şoke olmuştu… Lakin çabucak kendine gelmiş ve meseleyi anlamıştı.

 

Kulağa mantıklı geliyordu.

 

Üç Alem’deki bazı değerli Protokozmik ruh hazinelerinin içinde de büyük dünyalar yer alıyordu! Büyük dünyaları tutabilen hazineler ise… Genelde Gerçek Tanrılar ve Taobabaları tarafından yapılamıyordu; ancak Anne Nuwa bunları yapabiliyordu. Aslında, birden fazla yapmıştı! Büyülü hazinelerde bulunan büyük dünyalar genelde “mağaradünyaları” olarak biliniyordu.

 

“Babamın bir veliaht aramak isteyeceğini hepimiz biliyorduk; ilahi yeteneği [Yıldızkavran El]’in kaybolmasını istemiyordu.” Çocuk söyledi. “Babam Yıldızkavrayan Malikanesi’ndeki bütün güçlere hükmedecek kadar heybetliydi… Ancak veliahtı bu seviyeye ulaşabilecek miydi? Bunu kimse bilmiyordu ve bu yüzden babam malikanedeki Habistanrılar’ı, bir sonraki efendilerini beklemek için zorlamadı. Kalmak isteyenler kalabilir, gitmek isteyenler gidebilirdi.”

 

“Bazı Habistanrılar burayı terk etti ancak bizler, Yıldızkavrayan El malikanesinde kalmaya devam ettik.” Çocuk söyledi.

 

“Bekliyorduk. Veliahtı bekliyorduk. Yıldızkavrayan Malikanesi’nin yeni efendisini bekliyorduk.”

 

Diğer Semavı Tanrılar da Ning’e bakıyordu.

 

Onlara göre…

 

Ning mükemmel bir adaydı! En iyi adaydı!

 

Ning’in kanı kaynıyor olsa da, çabucak sakinleşmişti. “Yıldızkavrayan büyük dünyasıyla ilgili bana bir şeyler söyleyebilir misiniz? Herkes girebiliyor mu?”

 

“Hayır.” Kar Akrebi gülümsedi, keyifliydi, “Yıldızkavrayan büyük dünyası Anne Nuwa tarafından yaratıldı ve kendisi bu dünyanın etrafına formasyonlar kurdu. Gerçek Tanrılar ve Taobabaları bile içeriye girmek için kaba kuvvet kullanmak zorunda! Yıldızkavrayan Malikanesi’nden çıktığımızda, kontrol ettiğimiz formasyonlar dahilinde çıkabildik ancak dışarıya çıktığımızda, hemen Yıldızkavrayan dünyasının yerini bulamıyoruz; sonuçta Yıldızkavrayan dünyası Yıldızkavrayan Malikanesi’nin içinde.”

 

“Formasyonları kim kontrol ediyor?” Ning sordu.

 

“Ben, Asılışık ve Kar Akrebi.” Semavi Tanrı Kızılkar söyledi. “Asılışık Tanrıkral’ı takip eden ilk kişidir ve Tanrıkral’ın oğludur; Tanrıkral ona güvenirdi! Geçmişte, Kar Akrebi’yle birlikte Tanrıkral’ı dünyanın etrafında yaptığı maceralarda takip ettik ve emrindeki en güçlü iki Semavi Tanrı bizlerdik; diğerleri söylediklerimizi dinlerdi. Bu yüzden, bütün dünyayı koruyan formasyonların kontrolü üçümüze verildi.”

 

Ning başını öne salladı.

 

“Bildiğim kadarıyla ustam, Taoist Üçhayat, Semavi Tanrı olmadığım sürece benim hayatımla ilgili endişe duymamanız gerektiğini emretmişti, yanlış mıyım?” Ning sordu.

 

“Doğru söylüyorsun.” Semavi Tanrı Kızılkar onayladı.

 

“Ama… Hiçliğin Bölgesi’nde beni kurtardınız.” Ning söyledi.

 

“Seni kurtarmamış olsaydık bile, Yıldızkavrayan Malikanesi uzaylıların eline geçecekti. Muhtemelen malikaneyi zorla bağlayarak Yıldızkavrayan büyük dünyasını fark edeceklerdi ki… Bu olduğunda, onlarla savaşmak zorunda kalacaktık. Durum böyle olduğu için… Yedimiz erkenden çıkalım dedik.” Kızılkar açıkladı. “Yani sadece senin için değildi.”

 

 Ning gülümsedi, “Ancak geldiğinize göre… Üstatlar, Üç Alem şu anda büyük bir fırtınanın eşiğinde; bu fırtına Kadim Dünya’yı yok eden o fırtınadan daha zayıf değil. Ustam bile bu fırtınada can verebileceğini söyledi; benim gibi genç birinin ne tür sıkıntılar çekeceğini söylememek olmaz! Bu yüzden, doğruyu söylemek gerekirse… Gerçekten yardımınıza ihtiyacım var. Tabii, bana yardım etmek istemiyorsanız sorun değil.”

 

“Üç Alem gerçekten de karmaşık bir durumda.” Kar Akrebi zihinsel yoldan diğerlerine mesaj yolladı. “Madem dışarıya çıktık, genç efendiyi şimdilik takip etsek diyorum.”

 

“Babamın emirleri hala geçerli.” Çocuk cevapladı.

 

“Tanrıkral bizlere talimat verdi, ancak son kararı bize bırakmıştı. Üç Alem şu aralar gerçekten karmakarışık; bu fırtınayı bizzat tecrübe etmek de gücümüzü artıracaktır.” Yaşlı, kel üstat zihinsel yoldan söyledi.

 

“Büyük kardeşi Kızılkar, sen ne diyorsan onu yapacağım.”

 

“Aynen öyle.”

 

Kavurangüneş ve Karanlıkay söyledi.

 

Bir anda hepsi Kızılkar’a dönmüştü. Kızılkar grubun gerçek lideriydi. Öncelikle, kendisi çok güçlüydü ve ardından, işleri mantığa dayalı bir şekilde hallediyordu.

 

Kızılkar sessizdi, Ning’e baktığı esnada düşünüyordu.

 

Ning de Kızılkar’a bakıyordu.

 

“Ji Ning.” Semavi Tanrı Kızılkar söyledi. “Üç Alem’e devasa bir fırtına yaklaşıyor. Tanrıkral’ın talimatları, şu anki duruma pek uygun değil gibi görünüyor; lakin seni takip edecek olursak... Kendini hiç geliştiremezsin. Sana bir söz vereceğim! Semavi Tanrı olmadan önce, bizlerden tek bir kez yardım isteyebilirsin. Yedimiz de sana bütün gücümüzü kullanarak yardım edeceğiz, ancak… Sadece tek bir hakkın var! Bunu kullanırsan sana bir daha yardım etmeyeceğiz. Ölsen dahi burada oturup yaşananları izleyeceğiz. Ölecek olursan, zayıflığın ve kötü şansın için sadece ve sadece kendini suçlayabilirsin.”

 

Diğer altı Semavi Tanrı da Ning’e bakıyordu.

 

Ning gülümsedi, “Tamamdır. Tek bir söz hakkı bile yeterlidir, üstatlar! Hayatımı kurtaracak koruyucu bir tılsımdan farkı yok; eğer buna rağmen Semavi Tanrı olmadan ölecek olursam, o halde kimseyi suçlayamam.”

 

“Mm.” Semavi Tanrı Kızılkar başını öne salladı.

 

Lakin çocuk, Ning’e söyledi, “Ji Ning, bir an önce Semavi Tanrı olmalısın.”

 

“Bizi fazla bekletme.” Güzel kadın ekledi.

 

“Yıldızkavrayan Malikanesi’nin yeni bir malikane efendisine ihtiyacı var.” Tatlı görünen genç Ning’e bakıyordu. Gözleri umut doluydu.

 

Vhoosh!

 

Yedisi de kayboldu.

 

Ning rahat bir nefes çekti. Aslında, yedi Semavi Tanrı’nın onu sürekli takip etmesini ummuyordu; tek bir kez yardım etme sözü bile fazlasıyla yeterliydi. Sonuçta, böyle tehlikeli zamanlarda… Yaklaşan fırtınanın yarattığı görünmez baskı, Ning’i sürekli tehlike altındaymış gibi hissettiriyordu. Doğal olarak hayatta kalabilmek için elinden ne geliyorsa kullanmak istiyordu.

 

 Bu fırtınayı canlı bir şekilde atlatmak istiyordu. Daha da önemlisi, sevdiklerini koruyabilmek istiyordu.

 

…….

 

Karanlıktı.

 

Sakinsu Şehri. Siyah Beyaz Okulu. Yu Wei o esnada kendi malikanesinde, sessizce düşünüyordu. Hemen yanında bir adet mum yanıyordu. Yu Wei’nin gözlerinde karmaşık ifadeler vardı.

 

“Ne yapmam gerekiyorsa onu yapacağım.” Yu Wei tek başına odadan çıtı, başını kaldırıp göklere baktı. Hava karanlıktı. Ay kararan gökyüzünde seçilebiliyordu. Hafifçe mırıldandı, “Küçük öğrenci kardeşim, geri dön… Geri dönmelisin…”

 

Aniden, Yu Wei’nin kalbinde garip bir hissiyat belirdi.

 

Vhoosh.

 

Hemen bir rüzgar misali göklere fırladı.

 

Oracıkta, havada…

 

Kara göklerde genç bir adam duruyordu. Bu adam uzaklara bakıyordu…  Baktığı yerde Yu Wei vardı. Yu Wei’nin gözleri şaşkın ve mutlu ifadelerle doluydu. Gözleri yaşlanmadan edememişti. Daha demin, göklere yükseldiğinde garip bir hissiyat yaşamıştı. Adeta, kader ruhuna fısıldıyordu.

 

Ning sadece Yu Wei’ye bakıyordu. Genç kadının gözleri, Ning’e Güz Yaprağı’nı hatırlatmıştı.

 

Yu Wei ve Güz Yaprağı’nın ortak bir özelliği vardı; ikisi de Ji Ning’i hayatlarındaki en önemli insan olarak görüyorlardı. Ji Ning için her an can verebilirlerdi! Ning bu hissiyatı Güz Yaprağı’ndan duyabiliyordu ve… Yu Wei’den de duyabiliyordu. Bu hissiyatı çok önceleri, Ölümsüz Kaderin Toplantısı’nda hissetmişti. Şimdiyse… Bu hissiyat eskiye kıyasla daha da güçlüydü. Ning’in fark etmediği şey ise, Yu Wei’nin şeytankalp felaketinde Ning’le birlikte, o illüzyon dünyasında üç bin yılı aşkın bir süre yaşamış olduğuydu…

 

“Kıdemli öğrenci kardeşim.” Ning nihayetinde ona seslendi.

 

……..








Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44264 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr