Bölüm 103: Kulübenin Dışındaki Yağmur Fırtınası

avatar
4702 56

Desolate Era - Bölüm 103: Kulübenin Dışındaki Yağmur Fırtınası



Bölüm 103: Kulübenin Dışındaki Yağmur Fırtınası

 

........

 

“Üstat, Savaştanrısı Salonu’ndaki başarımın %10’u geçmeyeceğini söylediğinize göre, neden şansımı deneyeyim ki?” Ji Ning konuştu, “Üstelik, söylediklerinize göre Ölümsüz Juhua’nın en çok faydalandığı salon Yıldız Salonu’ymuş. Orayı merak ediyorum.”

 

Lafını bitiren Ning salona adım attı.

 

Peki ya Hazine Salonu’ndaki hazineler? Madem onları elde edebilecek gücü yoktu, o zaman meseleyi düşünmenin bir anlamı var mıydı? Ölümsüz Juhua bile yalnızca Kayıp Ölümsüz olduktan sonra bir adet Ölümsüz seviye büyülü hazine elde edebilmişti.

 

“İşleri ağırdan almak lazım.” Ning kendi sınırlarını biliyordu.

 

Hazine Salonu’ndan çıktıktan sonra koridora adımını attı.

 

Hazine Salonu koridorun giriş kısmına yakındı ve Yıldız Salonu da koridorun sonlarında yer alıyordu.

 

Yaşlı boğa yürüdüğü esnada konuşmadan edemiyordu, “Yıldız Salonu içinde sayısız gizemi ve bilgeliği barındıran bir yerdir. İçeride antrenman yaptığında, Tao’ya dair bilgilerinin daha hızlı geliştiğini ve öngörülerinin artığını göreceksin. Lakin dikkatli olmazsan, antrenmana kendini kaptırabilirsin… Anladığım kadarıyla dışarıda yaşanan olaylar seni endişelendiriyor. Sanırım önemli meselelerin var. Yıldız Salonu’nda Tao’yla ilgili yapacağın meditasyona kendini kaptırmamaya çalış. Aksi takdirde dış dünyadaki meselelere zamanında yetişemezsin.”

 

“Ah!” Ning şaşırmış ve hemen minnettarlığını göstermişti, “Hatırlattığınız için teşekkür ederim, üstat.”

 

 Neredeyse yaşanacak olaylara geç kalacaktı!

 

Her ne kadar Tao konusunda meditasyon yapmak onun için büyük önem arz ediyor olsa da eğer kendini meditasyona kaptırırsa, gözlerini açtığında… Her şey için geç olacaktı.

 

“Ne olursa olsun,” Ning yaşlı boğaya diyordu, “Dış dünyada hava karardığında, hala daha Yıldız Salonu’nda Tao konusunda meditasyon yapıyor olursam, sizden beni uyandırmanızı istiyorum, üstat.”

 

“Hava kararırsa mı? O zaman antrenmanın için on iki saatin var demektir.” Yaşlı boğa konuştu.

 

“Evet, on iki saat! Eğer Tao’ya dair meditasyona başlarsam… On iki saatten fazla Yıldız Salonu’nda kalamam!” Ning telaşla söyledi, “On iki saatin ardından hemen beni uyandırmanız lazım.”

 

Ning’in hesaplarına göre genel bağlamda, uçan hazineler kullanan Zifu Öğrencileri günde yüz bin kilometrelik mesafeyi katedebiliyorlardı. Lakin tabii, bu normal koşullarda geçerliydi eğer kişi uyumadan, dinlenmeden, bütün gücüyle ilerlemeye odaklanırsa, muhtemelen günde iki yüz bin kilometreye yakın bir mesafe katedebilirdi. Buna karşılık Kırlangıç Dağı’nın büyüklüğü en fazla on binlerce kilometreye ulaşıyordu…diğer tarafta bulunan Karejderi Dağı’nın yan oluşumlarına gidip geri dönmek en azından…

 

Ji Dokuzateş’in dediklerine göre bir ya da iki gün sürecekti!

 

Ning yalnızca on iki saatlik bir süre zarfı boyunca Tao’da meditasyon yapabilecekti. Kesinkes bu süreyi geçemezdi!

 

“Merak etme.” Yaşlı boğa başını kaldırdı, “On iki saat geçtiğinde, seni uyandıracağım! Biz hazine ruhları… Bize verilen görevleri hiçbir zaman unutmayız.”

 

“Teşekkürler, üstat.” Ning gülümsedikten sonra Yıldız Salonu’na yöneldi.

 

 Salon diğer üç salon gibi büyük, geniş bronz kapılara sahip değildi. Yıldız Salonu’nun kapısı ahşaptan yapılmaydı ve kapı etrafa doğal, antik bir aura saçıyordu. Kapıya bakan Ning’i gören yaşlı boğa konuştu, “Karşında duran ahşap yalnızca Dokuz Cehennem’de bulunan Ebedi Maviateş Odunu’dur. Değeri paha biçilemez bir odundur! Özellikle de Ölümsüz seviye büyülü hazine yapımında işe yarayan bir eşyadır. Yine de gördüğün gibi burada yalnızca kapıyı yapmak için kullanılmış.”

 

“Kapıyı ayrıştırmanın mümkünatı var mı?” Ning meraklıydı.

 

“Eğer olsaydı, Ölümsüz Juhua geçmişte bunu çoktan yapmış olurdu.” Yaşlı boğa iç çekti, “Gördüğün kapı Sualtı Malikanesi’nin, yani bu devasa büyülü hazinenin bir parçasıdır. Yerinden bile oynatman mümkün değil.”

 

Ning ahşap kapıya dokundu. Ahşap soğuk, boşluğa benzer bir ışıkla kaplı olsa da temas edildiğinde kişiye sıcak, huzur dolu bir hissiyat yaşatıyordu. Ning iç çekti… Yalnızca Dokuz Cehennem’de bulunan Ebedi Maviateş Odunu mu? Peki… Bu daha önce hiçbir yerde okumadığı ve duymadığı bir kavramdı. Genç adamın gerçekten geniş bir tecrübesi yoktu.

 

“Gerçekten de…” Açık kapıdan içeriye giren Ning’in nefesi kesilmişti. Önündeki manzara genç adamı şaşkına çevirmişti. “Gerçekten de olağanüstü… Tanrılar’ın elinden çıkma bir yer, Tanrılar’ın işi!”

 

Hemen önünde devasa bir dağ duruyordu. Dağın yüzeyi hayat doluydu. Ağaçlar, çeşit çeşit bitkiler manzaraya keyif dolu bir ambiyans katıyordu. Dağın eteklerindeyse hayat adeta sonlanıyordu neredeyse tek bir yeşillik bile görmek mümkün değildi. Arada sırada parçalanmış birkaç taşla, aralara sıkışmış çim parçalarını görebiliyordunuz. Ayrıca dağın eteklerinde samandan yapılma ufak bir kulübe vardı.

 

 Kulübenin önünden akan dere dağa kadar uzuyor, kıvrılarak adeta ebediyete yol alıyordu. Zaten yetişen çimlerin ve otların çoğu da bu derenin yanında bulunuyordu. Diğer bölgelerse ıssız taşlarla doluydu.

 

 Gökyüzünü incelediğinizde, sayısız yıldız ışığıyla karşılaşıyordunuz. Yıldız ışıkları bölgeye illüzyonvari bir görünüş katıyordu.

 

“Yoksa burası farklı bir dünya mı?” Ning söylenmeden edememişti.

 

“Farklı bir boyut.” Yaşlı boğa iç çekti, “Gördüğün yer, ilk efendinin Yıldız Salonu’nda oluşturduğu farklı bir boyuttur! Bu boyut, Yıldız Salonu’nun kapısına bağlı yani kapıdan girdiğimizde farklı bir boşluğa, boyuta adım atmış olduk. Daha önce, kadim varlıkların ufak toz parçalarına bile farklı boyutlar yerleştirebildiklerini duymuştum. Muhtemelen ilk efendi de böyle bir yeteneğe sahipti.”

 

Ning onayladı.

 

Derin! Akılalmaz! Her ne kadar Ning henüz genç olsa da daha önce bir sürü efsane duymuştu. Örneğin Houyi’nin Güneş’i Vurması gibi efsaneler genel halk tarafından biliniyordu lakin daha önce bahsi geçen bu efsanevi figürleri görmemişti! Sonuçta, bu efsaneler ondan çok ama çok uzak yerlerde yaşanan şeylerdi. Peki ya farklı bir boyut oluşturmak? Genel bağlamda kişiler farklı boyutlar oluşturduklarında, bu tür malikanelere de başka boyutlar katabiliyorlardı.

 

 Sualtı Malikanesi’nin bizzat kendisi de farklı bir boyuttu… Lakin içindeki salonların da farklı boyutları vardı. Her ne kadar Ning meseleyi tam olarak anlamamış olsa da böyle bir şeyin ne denli zor ve ne denli yetenek gerektiren bir işlem olduğunu tahmin edebiliyordu.

 

“Gerçekten Sualtı Malikanesi’nin ilk efendisini çok merak ediyorum.” Ning kendi kendine konuştu.

 

“Gel. Hazine, saman kulübenin içinde.” Yaşlı boğa konuştu.

 

 “Saman kulübe mi?” Ning çabucak kulübeye ulaşmıştı. Kulübe dağ eteklerine inşa edilmişti ve içinde taştan eşyaların olduğu sıradan bir kulübeye benziyordu.

 

Kulübeye adım atan genç adam… Şaşkına dönmüştü. Kulübedeki masanın üstünde, çeşit çeşit siyah kitapların durduğunu görebiliyordu. Ning daha önce bu kitapları görmediği için çabucak birine bakmıştı. Kitapların üstünde muazzam görünen Habistanrı karakterleri yer alıyordu: [Yıldız Parşömeni] [2. Yıldız Parşömeni] [3. Yıldız Parşömeni]… Toplamda kırk üç parşömen vardı.

 

“Bu…?” Ning kitaplara bakıyordu.

 

Yaşlı boğa hemen açıklamaya başladı, “Bunlar ilk efendinin geride bıraktığı rehberlerdir. Toplamda kırk üç parçaya ayrılan ‘Yıldız Salonu’ kavramını görüyorsun.”

 

 Ning Yıldız Parşomeni’ni eline alıp kapağını aralamıştı. Sayfalar siyahtı ve Habistanrı karakterleri de altın renkliydi. Kitabın içeriği de karmaşık görünüyordu… Adeta rastgele karalanmış notlardan farksızdı! Gerçekten de sıradan kayıtlar ve kişisel duyguların yazıldığı bir sayfaydı! Ning daha önce bu kitapların kadim gizemler içerdiğini düşündüğü için durumu şaşkınlıkla karşılamıştı.

 

“Eğer okumak istiyorsan!” Yaşlı boğa konuştu, “İlk bakışta gizemleri ve bilgelik dolu içerikleri göremezsin! Lakin her şeyi okursan… Kitapların ne denli olağanüstü olduğunu anlayacaksın.”

 

“Oh?”

 

Ning şaşırmış ve hemen parşömenleri eline almıştı.

 

“Odanın dışına çıkıp şuradaki taş banka oturarak oku.” Yaşlı boğa konuştu, “Dışından oku!”

 

“Lakin Habistanrı karakterlerini bilmiyorum.” Ning sordu. Her ne kadar genç adam Habistanrı karakterlerini tek bir bakışta fark edebiliyor ve karakterlerin insan dilinde hangi kelimelere denk geldiğini anlayabiliyor olsa da dil hakkında geniş bir bilgiye sahip sayılmazdı.

 

“Kendi ırkının dilini kullanarak okuyabilirsin. Geçmişte Ölümsüz Juhua öyle yapmıştı.” Yaşlı boğa konuştu.

 

“Tamam.” Elinde kitapla, genç adam kulübeyi terk etti. Milyonlarca yıl önce ilk efendinin ve Ölümsüz Juhua’nın oturduğu taş banka kurulmuştu.

 

Kitabı açan genç adam hemen okumaya başladı.

 

“Bugün, Chang saygılarını sunmak için bana geldi…” Ning okumaya başlamış, aklı gitgide karışmaya koyulmuştu.

 

Sesi duyuluyordu.

 

 Genç adamın ağzından çıkan her ses kulağa sıradan geliyordu lakin kelimeler okunmaya devam ettikçe garip bir şekilde birbirleriyle bağlanmaya başlamışlardı… Öyle ki, birleşen kelimeler insanın kalbini etkileyen bir şarkıya dönüşüyordu. Acı, hüzün, hayranlık ve daha nice duygu… Kelime sesleri beraberinde akılalmaz derin bir anlam taşıyordu sadece kelimeleri okuyarak bile durumun ne denli gizemli, mucizevi bir güç barındırdığını anlayabiliyordunuz…

 

Yavaş yavaş, genç adam kelimelerin yarattığı bu garip dünyaya çekiliyordu.

 

Bahsi geçen bu dünyaya kapılan genç adam çoktan [Yıldız Parşömeni]’ni ellerinde tuttuğunu unutmuştu. Issız bölgedeki sayısız taşa bakıyor, hayat dolu dereyi izliyordu. Adeta deredeki yaşam enerjisi beraberinde sınırsız, bilgelik dolu Taolar’ı taşıyordu. Kenarda büyüyen ufak çimler bile bu Taolar’dan birkaç tanesini barındırıyor gibiydi.

 

Ning başını kaldırdı.

 

Yıldızların oluşturduğu manzara muazzamdı. Her biri parlıyor ve genç adam her yıldızdan bambaşka duygular, hissiyatlar alıyordu. Aniden… Ning ona çok tanıdık gelen bir yıldıza odaklandı. Yıldız genç adamı adeta kendine çekiyordu.

 

“Özlem, sıcaklık…”

 

 Ning aniden kendini Yılankanadı Gölü’nün üstündeki ufak teknede bulmuştu.

 

Adeta annesinin kollarında yatıyordu…

 

Bu özlem ve sıcaklık… Bütün kalbini kaplamıştı…

 

……………

 

Yaşlı boğa yaşananları şaşkınlık dolu gözlerle izliyordu, “Akıl alacak gibi değil! Bu… Bu… Bu… Durmadan bu kitabı nasıl okuyabiliyor bu çocuk? Ji Ning… Gerçekten de muazzam bir kavrayışa sahipsin. O kadar karakteri okuyabildiğine göre çoktan meselenin derin katmanlarına adım atmış olsa gerek.”

 

Yaşlı boğa meseleyi çok yakından biliyordu.

 

Aslen kitaplar bir nevi rehberden farklı değillerdi. Kişinin bilincine rehberlik ederek, akılalmaz derinliklerde yer alan öngörüleri, kavrayışları elde etmelerini sağlıyorlardı. Kişi ne kadar çok kelime okursa, elde ettiği öngörü miktarı da bir o kadar artıyordu! Lakin tabii… Ne kadar öngörü elde edileceği kişinin gerçek hayatta yaşadığı tecrübelere bağlıydı. Sağlam bir hazırlık, başarıyı getiren en önemli şeydi. Kişi yalnızca yeterli tecrübeyi elde ettiği takdirde ani aydınlanmalar yaşayabilirdi.

 

“Hangi yıldıza bakıyor?” Yaşlı boğa, başını kaldırmış gökyüzünü izleyen Ning’e bir bakış attı. Meraklanmadan edememişti, “Juhua’nın söylediklerine göre, gökyüzündeki yıldızlardan her biri farklı anlamlar ve farklı Taolar taşıyor olmalı.”

 

 Genç adam adeta annesinin kollarında uzanıyordu. Suratında huzur dolu bir gülümseme yer etmişti.

 

 Bahsi geçen bu gülümseme beraberinde akılalmaz bir karizma taşıyordu… Yaşlı boğa Ning’in gülümsemesini gördüğünde, kendi kalbinin bile ısındığını hissetmeye başlamıştı.

 

Bir çeşit özlemdi…

 

Vücudu kaplayan bir sıcaklık…

 

“Kılıç.” Yaşlı boğa meseleyi izliyordu.

 

 Ning taş banktan kalktı. Orta parmağını ve işaret parmağını adeta bir “kılıç” formunda birleştirmişti. Ardından Yıldız Salonu’nda kılıç oyununu çalışmaya başlamıştı. Genç adamın uyguladığı kılıç oyunu sonsuz, sınırsız bir özlemi taşıyordu… Ning herhangi bir kılıç ışığı saçmıyordu ya da element enerjisini kullanıyor değildi. İlk bakışta hareketleri oldukça sıradan görünüyordu.

 

Lakin kılıç oyununu izleyen yaşlı boğa durumun taşıdığı özlemi kalbinde hissediyordu.

 

 Öyle ki, yaşlı boğa Yılankanadı Gölü’nün etrafını bile hissetmeye başlamıştı. Ning’in yıllar yılı yaptığı antrenmanların ve Tao’nun Gerçek Manası’ya ilgili öğrendiği kırıntıların büyük oranda özlem barındırdığını biliyordu. Kılıç isteği adeta özlem dolu bir iradeyi taşıyordu.

 

“Değişti.” Yaşlı boğa Ning’in kılıç oyunundaki değişimleri fark etmişti. Genç adamın hareketleri daha saf ve akıcı görünüyordu.

 

“Tırırım…”

 

Element enerjisi kullanmayan ve sadece iki parmağıyla hamlelerini yapan Ning’in etrafında aniden yağmur damlaları belirmeye başlamıştı. Birbiri ardına ortaya çıkan yağmur damlaları durmaksızın yere düşüyordu. Yağmur duracakmış gibi görünmüyordu ve… Yağmur fırtınasının orta yerindeki Ning, adeta yağmurun en sevdiği oğlu gibi damlalardan etkilenmiyordu.

 

“Bu… Bu… Bu…” Yaşlı boğa konuştu, “Biriktirilen kırıntıların nihayet birleşmesi!”

 

Genç adamın yıllar boyunca biriktirdiği Tao’nun Gerçek Manası kırıntıları, o esnada… Akılalmaz bir seviyeye adım atmıştı!

 

.........

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44333 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr