Bölüm 74: Oğlunu Bekle

avatar
4598 63

Desolate Era - Bölüm 74: Oğlunu Bekle



Bölüm 74: Oğlunu Bekle

 

 Mavi Ateşkuşu bahçeye indikten sonra kızıl saçlı, gri cübbeli Ji Dokuzateş iki adımda kapıya ulaşmıştı.

 

“Yichuan.” Dokuzateş’in suratındaki gülümseme adeta insanın içini serinletiyordu. Efsanelere göre, Dokuzateş küçükken akılalmaz bir kişiliğe sahipti lakin yaşadığı yüzyılların ardından adam neredeyse dört yüz yıl yaşına bastığı için sakinleşmişti. Batı Vilayeti’ndeki Ji Klanı’nınsa en yaşlı üyesi yüz yaşlarındaydı. Doğal olarak Dokuzateş’in küçüklüğünü anlatan meseleler efsaneler haline gelmişti.

 

Klan lideri.” Klan liderini gören Yichuan’ın gözlerinde telaşlı bir bakış belirdi. “Kar, o..”

 

“Kızılçiçek anlattı.” Dokuzateş başıyla onayladı. “Bir bakayım.”

 

“Tamam.” Yichuan hemen adamın önünden çekildi. O esnada Kar çoktan yatağını terk etmiş ve saygıyla adamı selamlamıştı, “Kar klan liderini selamlıyor.”

 

Dokuzateş konuştu, “Şu anda vücudun zayıf bir durumda. İlk önce uzan bakalım. Böyle gereksiz resmiyete lüzum yok.”

 

 Bu kelimeleri duyan Kar yatağa uzanmış ve Dokuzateş de yatağın yanındaki sandalyeye kurulmuştu. Adam elini uzatıp Kar’ın bileğine hafifçe dokundu…aniden Kar’ın vücudunu kızıl bir ışık hüzmesi kaplamıştı. O esnada, adeta Kar’ın vücudu alevler içerisinde kalmış gibiydi.

 

Yichuan kenardan yaşananları gergin gergin izliyordu. Dokuzateş gözlerini kapayarak odaklanmıştı.

 

 Aradan birkaç nefes almaya yetecek kadar zaman geçtikten sonra Kar’ın vücudunu kaplayan kızıl ışık hüzmesi kayboldu. Işık kaybolur kaybolmaz Dokuzateş gözlerini açmıştı. Suratında beklenti dolu bir ifade olan Yichuan’a dönen Dokuzateş iç çekmeden edememişti. Ardından başını iki yana sallayarak konuştu. “Hastalığın tohumları kök salmış. İyileştirmenin imkânı yok.”

 

“Ah!” Yichuan’ın suratı bembeyaz kesilmişti.

 

Dokuzateş iç çekti, “O sene, eşin Xiantian’ın zirvesindeydi. Felaketle karşılaştığınız zaman sadece temelleri zarar görmüş olsaydı sıkıntı çıkmayacaktı zira hemen tedavi edildiğinde meseleyi kolayca atlatabilirdi lakin…bunun yanında kendi yaşam enerjisini alan gizli bir teknik kullanınca…zaten ciddi yaralanan vücudu bir darbe daha almış oldu. İşte bu sebepten hastalık iyice kök salmış! Ölümlülerin hayatını uzatacak haplardan bulamazsan elimizden başka bir şey gelmez.”

 

“Ölümlülere ömür veren haplar mı?” Yichuan eşine bakmış ve Kar da ona bir bakış atmıştı. Gözleri buluştuğunda Kar hafifçe iç çekmişti, “Yicuhan, hastalığımı iyi biliyorum.”

 

Eğer mesele yalnızca ömür uzatan bir hap bulmakla kalsaydı, her ne kadar haplar akılalmaz fiyatlara satılıyor olsalar da Yichuan varını yoğunu satarak böylesine bir hapı alabilirdi lakin olaya “ölümlülere ömür veren kısım eklenince…fiyat en azından on katına çıkıyordu.

 

Şifalı hap ne kadar güçlü olursa ortaya çıkardığı etki de bir o kadar fazla oluyordu. Kişinin hayatını uzatabilen haplar başlı başına göklere karşı çıkan kavramlardı. Böyle bir etkiyi yalnızca güçlüye değil, zayıf ve kırılgan ölümlü vücutlara bile zarar vermeden gösterebilen şeyler…Ji Klanı’ndakilerin hayal bile edemeyeceği fiyatlara satılıyordu.

 

“Yichuan.” Dokuzateş yavaşça konuştu, “Birkaç hap yapmıştım. Hemen onları sana göndereceğim. Böylece eşin üç ay daha yaşayabilir.”

 

“Üç ay!” Yichuan’ın suratı tamamen değişmişti.

 

 Kar durumu yalnızca gülümseyerek karşılıyordu: “Yichuan” diye seslendi. Yichuan alelacele eşine dönmüştü. Kar’ın suratındaki güzeller güzeli gülümseme kışın bile solmayan nilüfer çiçeklerini andırıyordu, “Üç ay beklediğimden de daha uzun bir süre. Pişman değilim. Ning’i doğurabilmek için ne gerekiyorsa onu yaptım. Eğer Ning’i doğurmasaydım belki de yirmi yıl daha yaşayabilirdim ancak o yirmi yıl boyunca yaşayacağım pişmanlığın cehennemden farklı kalmayacaktı. Lakin buna karşılık, yaşadığım bu on yıldaki her gün boyunca mutluydum. Bu kadarı yeterli, gerçekten yeterli. Ning’e söyle geri gelsin. Onu görmek istiyorum. Oğlum yanımda olduğu sürece, her şey iyi olacak!”

 

“Tamam.” Yichuan hemen onayladı ve biraz düşündükten sonra dışarıya doğru bağırdı, “Siyah Kardeş, Mavi Ateşkuşu.”

 

Çok geçmeden kapıdan içeriye siyahlı bir adam ve kızıllı bir kadın girmişti. Bu ikili daha önce Yichuan’ın seslendiği yaratıkların insan formlarıydı.

 

“Siyah Kardeş.” Yichuan hemen konuştu. “Ji Ning kolayca sesini tanıyabilecektir. Mavi Ateşkuşu’yla beraber Ji Klanı ve Demirağaç Klanı’nın sınır bölgesine gidin.” Konuştuğu esnada Yichuan yüzüğünden bir harita çıkarmıştı. Kapıya öylece bakmış, yönlere odaklanmış ve dikkatle Ning’in yanında taşıdığı yeşim kılıcın yerini hissetmeye koyulmuştu.

 

Haritaya bakan Yichuan çabucak kılıcın yerini belirledi. Parmağının hafif bir dokunuşuyla haritadaki bölgeye işaret etmiş ve işaret ettiği bölgeye bir damla kan akmıştı. “Ji Ning şu an için gösterdiğim yerde bulunuyor. Hala daha hareket etmiş değil. Hislerime göre her ne kadar aramızdaki mesafede bazı belirsizlikler olsa da kesinkes bu dağın yüz kilometrelik çapında bulunuyor. Mavi Ateşkuşu’yla oraya gittikten sonra, dağın üstünden ona seslenip annesinin hasta olduğunu söylerseniz kesinkes duyacaktır.”

 

“Anlaşıldı.” Siyahlı adam cevapladı, “Yichuan, merak etme. Ning’in kulakları sıradan insanlardan çok daha iyi duyuyor. İki ya da üç yüz kilometreden bile seslensem beni duyacağına inancım tam.”

 

 Normal insanların yüz kilometre öteden bir sesi duymasına imkân yoktu lakin bu mesele Xiantian yaşam formları için pek de zor sayılmazdı. Örneğin Ning Yılankanadı Gölü’ndeyken kükrediğinde, onun da sesi dört bir yana yayılmıştı.

 

“Mavi Ateşkuşu, senden rica ediyorum.” Yichuan kızıllara bürünmüş kadına baktı.

 

“Lafı bile olmaz.” Mavi Ateşkuşu’nun sesi nazik ve zarifti, “Oyalanmamamız lazım. Hemen Büyük Kardeş Siyah’la yola çıkacağım.”

 

“Gidelim.” Siyahlı adam onayladı.

 

Haritayı yanlarına alan ikili den siyahlı olanı çabucak Mavi Ateşkuşu’na binmiş ve ikili gökyüzüne açılmıştı.

 

“Ning, oğlum.” Kar, gökyüzünde süzülen Mavi Ateşkuşu’nu izliyordu ve kalbinde özlem duyguları yankılanıyordu. Ölümüne ne kadar yaklaşırsa bir o kadar çok sevdiği, uğrunda hayatını vereceği oğlunu özlüyordu.

 

————————–

 

Mavi Ateşkuşu’nun hızı gerçekten olağanüstüydü. İki saate kalmadan kuş çoktan dağa ulaşmıştı.

 

“Dağa geldik.” Siyah yılan onayladı. Gökyüzünden mekânı tanımak gayet kolaydı.

 

“Büyük Kardeş Siyah, seslenebilirsin.” Mavi Ateşkuşu uyardı.

 

“Tamamdır.” Siyah yılan aşağıya bakmış ve hemen sesine yaratık enerjisini katarak kükremişti, “Genç efendi Ji Ning, anneniz çok hasta. Çabuk geri dönün!”

 

“Genç efendi Ji Ning, anneniz çok hasta. Çabuk geri dönün!”Genç efendi Ji Ning, anneniz çok hasta. Çabuk geri dönün!” “Genç efendi Ji Ning, anneniz çok hasta. Çabuk geri dönün!”

 

Ses gökyüzünden yankılanarak çabucak iki yüz kilometrelik bir alanı kaplamıştı. Buna rağmen hemen aşağıda duran dağın derinliklerinde…bir milyon sıradan insan ve iki ruh yaratığı hiçbir şeyin farkına varmamıştı…

 

——————————

 

Dağın içinde…

 

Sütunlara asılan Xiantian yaşam formları durmak bilmeyen işkencelere maruz kalıyorlardı. Bu işkencelere maruz kalıyor olsalar da ölmelerine izin verilmiyordu zira ne kadar uzun işkence görürlerse, bu Xiantian yaşam formlarının kalplerindeki öfke ve nefret de bir o kadar artacaktı! Öfkeleri derin ve güçlü olduğu takdirde, ruhlarının hortlaklara dönüşme olasılığı da artacaktı!

 

“Genç efendi Ji Ning, anneniz çok hasta. Çabuk geri dönün!” Uzaklardan, gökyüzünden bir ses yankılandı.

 

Her ne kadar geniş formasyon bu bölgeye gizlenmiş ve bu formasyona kapılan bir milyon sıradan insan kapana kısılmış olsalar da hala daha dış dünyadaki sesler bu formasyona ulaşabiliyordu…bu aynı derin tünelde gizlenen Zifu Öğrencisi, “Bei İyioğul”un dış dünyadaki sesleri duymasına benziyordu. Buna karşılık gizli odadan dışarıya herhangi bir ses yayılmıyordu.

 

Böylece, dış dünyada neler yaşandığını kolayca anlayabiliyorlardı.

 

“Genç efendi Ji Ning, anneniz çok hasta. Çabuk geri dönün!” Ses dağ derinliklerinde yankılanıyordu.

 

“Ne yüksek bir ses ama.”

 

“Kim bağırıyor?”

 

Altı öğrenci gökyüzüne bakmış ve içlerinden biri söylenmişti, “Sevgili öğrenci kardeşlerim, duydunuz mu şunu? Ji Ning’i çağırıyorlar.”

 

“Ji Ning’in annesi hasta mıymış?” Akrepli kadın şaşırmıştı.

 

“Hahaha…” Gruptaki en kaslı adam kahkaha atmaya başladı, “O Ji Ning’in canavarca bir yeteneği var. Eğer gelişimine izin verilirse kim bilir gelecekte nasıl bir canavar olurdu? Lakin artık üç günden fazla yaşama umudu bile kalmadı. Annesi çok hastaymış ancak çocuk formasyondan bütün gücüyle bağırsa bile sesi dışarıya ulaşamayacaktır!!”

 

“Aynen öyle.” Yakışıklı genç iç çekti. “Büyük ihtimalle şu anda öfkeden çılgına dönmüştür.”

 

“Yine de bu Ji Ning’in akılalmaz bir yetenek olduğunu söylemeden geçmeyelim. On bir ya da on iki yaşlarında olsa bile kıdemli öğrenci kardeşimizi öldürmeyi başardı lakin nihayetinde, sonu acı verici olacak. Çaresizlik, acı, nefret ve pişmanlık içerisinde can verecek. Hahaha… bir dehanın daha sonuna geldik!”

 

 Öğrenciler kendi aralarında konuşuyorlardı. Şu anda Ji Ning’in ne kadar öfkeli ve çaresiz olduğunu bildiklerinden keyiflenmeden edememişlerdi.

 

“Hanımefendi hasta mıymış?”

 

“Yuchi Kar hasta mı?”

 

Batı Vilayeti’ndeki Ji Klanı’ndan Körbalık, Ji Jadewich, Zayıfteker ve diğer klan üyeleri şaşkına dönmüş, öfkelenmişlerdi. Aynı esnada Ji Ning adına üzülmeden de edemiyorlardı. Sonuçta, genç adamın üç günlük ömrü kalmıştı ve annesi hasta olsa bile geriye dönme şansı yoktu…bu gerçekten hayal edilmesi bile zor bir acıydı.

 

———————

 

 Evet, gerçekten de her şey dağ derinliklerinde bulunan öğrencilerin düşündüğü gibiydi. Ayrıca Körbalık ve diğerlerinin de korktuğu durum yaşanıyordu. Ning o esnada kalbindeki acı ve hüzünle baş başa kalmıştı.

 

“Anne!”

 

“Anne!” Ning gözlerinden akan yaşlara engel olamıyordu. Canı o kadar yanıyordu ki, vücudu çoktan titremeye başlamıştı. Kalbi adeta bir kılıç tarafından ikiye ayrılmıştı. Doğduğu günden beri onu koşulsuz seven o kadın… Bütün dünyasını küçük çocuğa adayan o kadın… Her zaman için kılına bile zarar gelmesini istemeyen o kadın… Aslen, ölümcül bir hastalığa kapılmıştı. Ölümcül bir hastalığa!

 

“Aaaaaaah!!” Ning aniden başını geriye atarak gökyüzüne doğru hüzün dolu bir kükreme savurdu. Kükremesi dağın dört bir yanına yayılsa da formasyondan dışarıya çıkamıyordu.

 

Dağın ortasında duran altı öğrenci bu kükremeyi duyduklarında, kalplerinin titremesine engel olamamışlardı. Bu ne denli hüzün ve acı barındıran bir kükremeydi…

 

“Genç efendi.”

 

“Genç efendi Ji Ning.” Körbalık’ın akan yaşları görüşünü engelliyordu. O okçuluğu öğrettiği fevkalade, muazzam ufaklık…nasıl böyle bir duruma düşmüştü? Kendi yaşadığı işkence bile Ji Ning’in çektiği acıların yanında ufacık kalıyordu.

 

——————–

 

“Burayı terk edeceğim, buradan çıkacağım, çıkacağım.” Ning’in sesi titriyordu. “Formasyonu parçalayacağım! Paramparça edeceğim!”

 

Ning gözlerini kapadı.

 

Akılalmaz bir duygu seli vücudunu ele geçiriyor, ruhunu dolduruyordu. Formasyonu parçalayacaktı!! Buradan ayrılıp onu koşulsuzca seven kadını görmeye gidecekti. Onu görmek zorundaydı! Aksi takdirde, hayatını kaybedip Yeraltı Krallığı’na gitse bile kalbindeki pişmanlığı ve hüznü unutamayacaktı!

 

“Formasyonu kıracağım, paramparça edeceğim.” Ning’in kapanan gözleri titriyordu ve o esnada ruhu, ölüm kalım mücadelelerinde yaşadığı duygu selinden bile daha güçlü bir hissiyatla dolmuştu. Telaşla formasyonları incelemeye çalışıyor ve limitlerini zorluyordu.

 

Ning’in burnundan kanlar akmaya başladı. Kulakları da kanıyordu.

 

 Açıkça görüldüğü üzere genç adamın formasyonu kırma isteği kendi vücudunu yaralayacak raddeye kadar ulaşmıştı.

 

“İşte bu!” Yeni yeni formasyonları deneyen Ning’in ruhu aniden duraksadı. Akılalmaz karmaşıklıkta bir formasyon genç adamın aklına gelmiş ve formasyon, mümkün olan her olasılığı içine çekmişti.

 

Ning gözlerini açtı.

 

“Anne!” Ning başını kaldırıp öfke dolu bir kükreme savurdu. “Seni görmeye geleceğim. Kesinlikle geleceğim! Oğlunu bekle!”

 

Aniden bir gölgeye dönüşerek formasyonda ilerlemeye başlamıştı. Ning hayalet gibi hareket ediyordu ve çok geçmeden siyah dumanın en kalın olduğu noktaya ulaşmıştı. Kalın dumanın orta yerinde toprağa saplanmış siyah bir formasyon bayrağı duruyordu. Bayrağın üstündeki semboller durmaksızın parlıyordu. Ning elini uzatıp bayrağı tutmuş ve bütün gücüyle bayrağa asılmıştı.

 

 Bir anda etrafı kaplayan siyah dumanlar kaybolarak eski dağ manzarasını açığa çıkarmıştı. Uzaktan, ona doğru bakan şaşkın hizmetçileri görebiliyordu.

 

“Nasıl yani.” Altı öğrenci dağdan fırlayarak Ning’e şaşkın şaşkın bakmaya başlamıştı: “Formasyon parçalandı!”

 

 Ning elinde formasyon bayrağını tutuyor, gözlerinde akılalmaz bir çılgınlık beliriyordu.

 

“Öldürün! Öldürün şunu! Ne pahasına olursa olsun öldürün! Buradan canlı çıkmasına izin vermeyin!” Aniden, beraberinde akılalmaz bir öfke taşıyan keskin ses yeraltından yankılanmıştı.

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44344 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr