Bölüm 68: Heybetli Efendi

avatar
5023 61

Desolate Era - Bölüm 68: Heybetli Efendi



Bölüm 68: Heybetli Efendi

 

Ji Yichuan tek başına taş yolda yürüyor, düşünceli gözleriyle etrafı süzüyordu. Bu meselenin Ji Klanı için ciddi bir test olacağını biliyordu ancak bu dünyada hayatta kalmak isteyen her oluşum bu tür testlere tabi tutulmak zorundaydı! Testleri geçip güçlükleri aştıkları takdirde klanın kökleri daha derine ilerleyecek ve güç bakımından da gelişeceklerdi lakin tabii testi geçemezlerse klanları yok olacaktı! Bu durumda birkaç kişinin kaçıp soyu devam ettirebilmesi bile şans eseri gerçekleşmiş bir başarı olarak görülecekti.

 

“Efendi.”

 

“Efendi.” Bazı hizmetçiler onu görür görmez diz çökmüştü.

 

Yichuan kendi evine doğru ilerledikten sonra her zamanki mekanına uğradı. Aniden kadın hizmetçilerden biri yanına gelmişti. Yichuan’ı gören kadın hizmetçi o kadar korkmuştu ki, kadının ne zaman diz çöktüğünü kimse anlayamamıştı.

 

“Nedir bu acele? Kendine gel bakayım!” Yichuan’ın suratı ekşidi.

 

“Efendi.” Kadın hizmetçinin suratında telaşlı bir ifade vardı. “Hanımefendi, hanımefendi, o…”

 

Yichuan’ın suratında ciddi bir ifade yer etmişti, “Kar’a bir şey mi oldu?”

 

“Hanımefendi bayıldı!” diye telaşla konuştu hizmetçi.

 

“Bayıldı mı?” Yichuan’ın suratı anında bembeyaz kesilmişti. Bir Ki Arıtıcısı’nın bayılması öyle kolay kolay rastlanan bir durumda değildi! Eğer eşi bayıldıysa bunun tek bir sebebi olabilirdi.

 

“Kar!” Yichuan anında bir rüzgâra dönüşerek mekanı terk etmişti.

 

—————————

 

Odanın içinde…

 

 Yuchi Kar sessizce yatakta yatıyordu. Suratı bembeyaz kesilen kadının güzel figürleri hala daha etkileyici görünüyordu.

 

“Kar.” Yichuan aniden odada belirdi. Eşinin uzandığını görür görmez ileri atılmış ve onu dikkatle inceledikten sonra yan tarafta dikilen hizmetçiye sormadan edememişti, “Tam olarak ne oldu böyle?”

 

 Kadın hizmetçinin korkudan sesi titriyordu, çoktan diz çökmüştü: “Efendim, hanımefendi daha demin çay içiyordu ve gayet iyiydi. Kimse ona ne dokunmuş ne de bir şey söylemişti lakin aniden hanımefendi bayıldı. Hepimiz telaşa kapıldık. Hanımefendiyi dikkatle kaldırarak odasına yatırdım. Sakinyaprak da sizi çağırmaya gitmişti.”

 

“Bu nasıl olabilir.” Yichuan’ın suratında hüzün dolu bir ifade vardı, “Bu nasıl olabilir! Çabuk, Şaman Cao’yu buraya çağırın!”

 

“Emredersiniz.” Kadın hizmetçi hemen onayladıktan sonra odayı terk etti.

 

Yichuan yatağın yanına kurulmuş ve eşine bakmaya başlamıştı. Uzattığı eliyle nazikçe suratını okşuyor ve aynı esnada konuşuyordu, “Sonunda bugün geldi mi? Ning’i doğurduğunda, bugünün geleceğinden korkmaya başlamıştım. İnanmıyorum, inanamıyorum. Kesinlikle hayatta kalacaksın. Bana eşlik edecek ve benim yanımda oğlumuzun bir kahramana dönüştüğüne şahit olacaksın.”

 

Dakikalar sonra….

 

Geniş sakallı, pis yaratık kürklerine bürünen yaşlı bir adam odaya girdi. Herif beraberinde bitkisel bir aroma da getirmişti. Şamanlar ve şifacılar doğal bitkiler konusunda geniş bilgilere sahip kimselerdi. Bu devasa dünya gerçekten mucizeler konusunda yokluk çekmiyordu ve her türlü meraka sahip varlık yaşamlarını sürdürüyordu. Sıradan görünen çoğu bitki bile spesifik bir şekilde karıştırıldığında özel etkilere sebebiyet verebiliyordu.

 

 Bahsi geçen Şaman Cao Batı Vilayeti’ndeki Ji Klanı’nda yaşayan en yetenekli bitki ustasıydı.

 

“Şaman Cao.” Yichuan geniş sakallı adama baktı, “Eşim yoktan yere bayılmış. Bir göz atabilir misiniz?”

 

“Komutan, lütfen geri çekilin.” Şaman Cao boğuk sesiyle konuşmuş ve Yichuan hemen geriye çekilerek adama yol vermişti. Şaman Cao adeta tavuk ayaklarını andıran kuru elini uzatıp Kar’ın alnına koydu. Çok geçmeden Şaman Cao’nun elinde beliren yeşil ışık, Kar’ın vücuduna akın etmeye başlamıştı.

 

Odayı sağlam bir bitkisel aroma kapladı.

 

Gözlerini kapayan Şaman Cao aradan uzun bir süre geçtikten sonra elini geri çekmişti. Daha birkaç dakika önce oracıkta baygın yatan Kar ise yavaş yavaş uyanıyordu.

 

“Kar.” Yichuan şaşırmış ve heyecanına hâkim olamayarak ileri atılmıştı. Başını kaldırıp Şaman Cao’ya bir bakış attı. “Karımın durumu nasıl?”

 

“Lütfen yetersizliğimi maruz görün.” Şaman Cao başını iki yana salladı. “Komutan, klan liderini çağırsanız daha iyi olur.”

 

“Klan lideri mi?” Yichuan’ın kalbi adeta yerinden çıkacaktı.

 

 Bahsi geçen klan lideri Beş Vilayeti’n başında olan Ji Klanı’nın lideriydi. Herifin adı Ji Dokuzateş’ti ve neredeyse dört yüz yıldır yaşayan, Ji Klanı’nın gerçek atalarından biriydi. Doğal olarak kendisi Zifu Öğrencisi’ydi! Ji Dokuzateş araştırmayı seven, özellikle de formasyonlar, ilaçlar ve zehirler konularına eğilen biriydi. Bitkisel müdahaleler konusunda Şaman Cao’dan çok daha iyi ve yetkiliydi.

 

 “Hemen Kar’ı ona götreceğim.” Yichuan telaşla konuştu.

 

“Olmaz.” Şaman Cao hemen cevaplamıştı, “Komutan, dikkatli olmanız lazım. Hanımefendi şu an için sarsılmalara karşı koyabilecek durumda değil. Sakin bir şekilde uzanması lazım. Eğer klan liderini buraya çağırabilirseniz daha iyi olur.” Şaman Cano bir anlığına duraksadı. Klan liderini buraya çağırmanın kolay olmayacağını biliyordu.

 

Yichuan başıyla onayladıktan sonra hemen yanında duran özel hizmetçiye konuştu, “Çabuk gidip bana Ji Kızılçiçek’i çağırın.”

 

Dakikalar sonra….

 

Kızıl kıyafetlere bürünen Kızılçiçek içeriye girdi, “Yichuan, ne oldu?”

 

“Çiçek Hala.” Yichuan kızıllara bürünmüş kadını görür görmez hemen konuştu, “Senden Mavi Ateşkuşu’na binerek Merkez Vilayeti’ne gitmeni istiyorum. Klan liderini buraya çağırman lazım.”

 

“Klan liderini mi çağıracağım?” Kızılçiçek şaşırmıştı. Klan lideri klan meseleleriyle uğraşmayı uzun zaman önce bırakmış ve bütün odağını araştırmalarına, pratiğine çevirmişti…onu çağıran Ji Young, yani Batı Vilayeti’nin Vilayet Lordu bile olsa muhtemelen klan lideri gelmeyecekti. “Onu çağırırsam gelir mi ki?”

 

Yichuan telaşla cevapladı, “Ona benim bir ölüm kalım meselesiyle uğraştığımı söylersen kesinkes gelecektir.”

 

Her ne kadar Yichuan’ın klan liderinin geleceği hakkında bu kadar özgüvenli olması Kızılçiçek’in aklını karışmıştır olsa da kadın yine de başını öne sallamıştı. “Tamam, ‘On Bin Kılıç Şehri’ne gideceğim.”

 

Büyük Xia Hanedanlığı, dünya çapındaki eyalet şehirlerle yönetiliyordu. Ji Klanı’ysa bu eyalet şehirlerinden yalnızca birine, “On Bin Kılıç Şehri”ne sahipti. Doğal olarak bu şehir Ji Klanı’nın Merkez Vilayeti’nde yer alıyordu! Diğer dört Vilayet: Batı, Doğu, Kuzey ve Güney vilayetleriyle bu şehrin etrafına kurulan sıradan yerlerdi.

 

“Kusuruma bakmazsın.” Yichuan konuştu.

 

Kızılçiçek hemen ayrılmış ve çabucak Mavi Ateşkuşu’na binerek Merkez Vilayeti’n yolunu tutmuştu!

 

———————————

 

Odadaki hizmetçiler de çıkınca Yichuan ve Kar yalnız kalmıştı.

 

“Yichuan.” Kar gülümsedikten sonra başını kaldırıp eşine baktı.

 

“Kar.” Yichuan yatağın yanında duruyor, eşinin elini tutuyordu.

 

Kar hafifçe başını iki yana salladı. “Biliyorum. Sen de biliyorsun. Karakuzey Denizi’nden döndüğümüz esnada karşılaştığımız o saldırıdan kurtulabildiğimiz için bile şanslıyız. Geçirdiğimiz on yıl boyunca huzurlu ve mutluydum. Çoktan hayatımı mutluluk içerisinde yaşamış gibi hissediyorum.”

 

“Eğer, eğer o yıl Ning’i doğurmasaydın…” Yichuan’ın sesi boğuk ve ağırdı.

 

 Kar başını hafifçe iki yana salladı. “O bizim çocuğumuz, doğurmak zorundaydım. O gizli teknik ömrümden yıllarımı götürmüş olsam da buna değdi! Ağır yaralanmıştım. Eğer o gün Ning’i doğurmasaydım kim bilir daha sonra onu doğurabilir miydim…Ning’in damarlarında ikimizin kanı bulunuyor. Ayrıca, onun için abim kendini feda etmişti.”

 

“Abi.” Yichuan hala daha o savaşı hatırlıyordu.

 

O savaş üçünün de kaderini değiştirmişti.

 

Yuchi ikilisi ve kendisi, Ji Yichuan….

 

“Çabuk, kız kardeşimi al ve kaç! Çabuk, gidin!”

 

 O uzun, güçlü sırtın görüntüsü… O öfke dolu kükreyiş… Yichuan bunları hiç unutmamıştı.

                                                                                                                                                                                  

“Eğer Ning’i doğurmamış olsaydım, belki de birkaç yıl daha yaşayabilirdim ancak o zaman senden bir çocuğum olmayacaktı. Hayatım boyunca bunun pişmanlığını yaşayacaktım. Her ne kadar Ji Ning’in kanında Ji Klanı’nın soyu akıyor olsa da Yuchi Klanı’mın da o küçük vücutta aktığını biliyorum.” Yuchi Kar nazik bir ses tonuyla konuştu, “Yanında on yılımı geçirdim ve akıllı, yetenekli bir oğlum oldu…Bu hayatta en ufak bir pişmanlığım bile yok. Geçtiğimiz on yılda, adeta gökyüzü bana mutluluğu bahşetmişti.”

 

Yichuan nazikçe eşinin elini tutuyordu.

 

“Ning benim gururum ve mutluluğum.” Kar yavaşça konuştu. “Onu doğurduğum için pişman değilim.”

 

“Haklısın.” Yichuan hafifçe onayladı. “Anlıyorum. Biliyorum. İki saate kalmadan klan lideri buraya gelecek. Bir de o baksın, belki de düşündüğümüz kadar kötü değildir.”

 

Kar onayladı, “Eğer bir iki yıl daha yaşayabilecek olursam, Ning’e bu meseleden bahsetmeyelim. Eğer o kadar yaşayamazsam, Ning’i buraya çağırırsın.” Ardından, Kar parlayan gözleriyle eşine bakmıştı, “Yichuan, bu hayatta sana ve Ning’e sahip olduğum için çok şanslıydım.”

 

“Evet.” Yichuan nazikçe konuştu, “Ben de öyle…”

 

—————————

 

O esnada ne Yichuan ne de Kar, Ning’in zor zamanlar yaşadığını biliyordu. Genç adam, Ji Klanı ve Demirağaç Klanı’nın arasındaki sınırda yer alan dağ eteğinde kapana kısılmıştı. İşin kötü yanıysa dışarıdan bakıldığında manzara gayet sıradan görünüyordu ancak dağ eteklerine adım attığınız takdirde… bir daha geri dönemeyeceğiniz karanlık bir dünyaya kapılıyordunuz.

 

 Koruyucu nilüferler genç adamın etrafında dönüyordu. Ning oracıkta bağdaş kurmuş ve o esnada [Formasyonların Dokuz Parşömeni]’ne odaklanarak içinde bulunduğu formasyonu nasıl kırabileceğinin ya da formasyondan nasıl kaçabileceğinin yollarını aramaya koyulmuştu.

 

————————–

 

Dağın orta yerinde…

 

 Birbiri ardına yankılanan acı dolu çığlıklar dağın orta bölümünden yükseliyordu. Bunların yanında öfke, nefret ve hüzün dolu kükremeler de insanın kulaklarına saldırıyordu. Dağın orta yerinde, yerleştirilen sütunlarda kadınların ve adamların asılı olduğu görülebiliyordu. Tek bir bakışta vücutları yara bere içinde olan yüzü aşkın kadını ve adamı görebiliyordunuz.

 

 Dövülmüş, aşağılanmış, işkence edilmiş…ne kadar acımasız yöntem varsa bu insanlara uygulanmıştı.

 

“Xiantian yaşam formları mı? Hala Xiantian yaşam formu olduğunuzu mu düşünüyorsunuz? Hahah, hepsini için, şu sidiğin hepsini için de susuzluğunuz geçsin!” Kaslı hizmetçiler durmaksızın işkence ediyordu.

 

Dağın ota yerinde, fiyakalı kıyafetlere bürünen altı kadın ve adam duruyor, meseleyi izliyordu.

“Kırlangıç Dağı’nda bir milyondan fazla sıradan köle aldık ve neredeyse altı yüzü aşkın Xiantian yaşam formu kaçırdık lakin hala daha efendinin isteklerini karşılayabilmiş değiliz.” Omzunda bir akrep duran siyahlı kadın yavaşça konuştu.

 

“Üstat öğrenci kardeş, şu anda dışarıda Xiantian yaşam formları kaçırmakla uğraşıyor. Çok geçmeden efendinin isteklerini karşılayabileceğiz.” Yakışıklı bir genç gülümsedi. “Lakin, Efendi’nin ruh yaratıklarından biri olan Karaiğne formasyondaki düşmanı öldüreceğim diye gittiği yolculuğundan geri dönmedi. Sevgili öğrenci kardeşlerim, bu meseleyle nasıl ilgilenelim dersiniz?”

 

“Genç öğrenci kardeş, doğuştan gelen bir yeteneğin var. Bana kalırsa sen gitmelisin.”

 

“Genç öğrenci kardeş…”

 

Yanında duran kadınlar ve adamlar yakışıklı gence bakıyordu. Meseleyi gören gencin suratı kararmıştı. Yanındaki öğrenciler gerçekten de salak veya akılsız kişiler değildi. Her ne kadar hepsinin olağanüstü yetenekleri olsa da formasyondaki “Karaiğne”yi kolayca öldürebilen biriyle karşılaşmak istemiyorlardı.

 

Aniden…

 

Kakaka…

 

Dağın spesifik bir noktası dönmeye ve dönüşmeye başlamıştı. Birbiri ardına açılan metal tabakalar arkada yatan koridoru gözler önüne sermişti. Karanlık koridorun içinde hafif bir yeşil ışık görülüyor ve yeşil ışıktan etrafa insanın kadını dondurabilecek soğukluktaki aura saçılıyordu.

 

“Efendim.” Altı kadın ve adam hemen saygıyla konuşmuştu.

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44263 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr