Bölüm 19: Şehre Giriş

avatar
6293 79

Desolate Era - Bölüm 19: Şehre Giriş



Bölüm 19: Şehre Giriş


Kapalı, uzun çitlerle çevrilmiş bir alanda…


Çitler altı metre uzunluğunda ve birbirlerine sıkıca bağlanmış durumdaydılar. Yaratıkların bu çitleri aşmasına imkân yoktu. Devasa ahşap çitlerin içinde taştan, ahşaptan yapılma evler ve bu evlerde de kürklere bürünmüş adamlar, kadınlar, çocuklar ve yaşlılar yaşıyordu.


Burası birkaç bin insanın yaşadığı sıradan bir kabileydi.


“Çocuğum buradan birkaç kilometre uzakta yakalandı!” Siyah cübbeli bir adam ormanın içinden devasa kabile kapısına ilerliyordu: “Burası da yakalandığı yere en yakın kabile.”


“Dur.”


“Dur.”


Ana kabile kapısı kapatılmış ve iki tarafa da okçu kuleleri yerleştirilmişti. Kulelerin ikisi de güçlü görünen, yaratık kürklerine bürünmüş askerleri barındırıyordu. Hepsi oklarını sonuna kadar çekmiş ve onlara doğru yaklaşan siyah cübbeli adama nişan almıştı.


“Yabancı, neden buradasın? Konuş.” okçu kulesindeki adamlardan biri öfke dolu bir ses tonuyla söylendi.


Siyah cübbeli adam ona öyle bir bakış atmıştı ki, adeta güçlü kabile savaşçısı onun gözünde ufak bir karıncadan farksızdı. Adımlarını durdurmamış ve kapıya doğru ilerlemeye devam etmişti.


Okçu kulelerindeki on savaşçı sinirlenmişti.


“Öldürün şunu!” aniden on büyük yay aynı anda hedefe ok fırlatmıştı!


Beng Beng Beng!


Birbiri ardında, havada ıslık çalarak ilerleyen okların hedefi siyah cübbeli adamdı. Okların her biri de beraberinde akılalmaz birer güç barındırıyordu lakin oklar siyah cübbeli adama yaklaşınca aniden…


Parçalanmış ve yere dökülmüştü.


Adam yürümeye devam etti.


“Sıkıntı.” okçu kulesindeki askerler tehlikeli bir durumla karşılaştıklarını anlayınca içlerinden biri Öküzboynuzu’nu eline aldığı gibi üflemişti!


BUUU!


Boynuzdan çıkan derin ses güçlü ve etkiliydi. Ses hemen kabileye yayılmış ve çocuklar, kadınlar, adamlar ve yaşlılar silahlarını alarak toplanmaya koyulmuştu. Bu dünyada yaşamaya devam etmek uğruna çocuklar, kadınlar ve diğer herkes savaşmak zorundaydı.


Kabile üyeleri kükreyip kapıya doğru koşmaya başladıkları esnada….


Shua!


O devasa, Demirahşabından yapılma kapı bir anda paramparça olmuş ve parçalar etrafa saçılmıştı. Etrafa saçılan her parça, savaşçılar tarafından fırlatılan oklardan bile daha güçlüydü ve göz açıp kapayıncaya dek kapının yakınlarında duran birkaç düzine savaşçı öteki dünyayı boylamıştı. Toprak kanla yıkanmaya koyulsa da savaşçılar korkmuşa benzemiyordu. Bunun yerine kükreyerek ileri atılmaya devam ettiler.


“Durun!” diye bir ses duyuldu.


Yaratık kürklerine bürünmüş beyaz saçlı yaşlı bir adam hızla ön kapıya atılmıştı.


Öfke dolan savaşçılar yaşlı adamı görür görmez duraksamıştı zira bu yaşlı adam onların kabile lideriydi.


“Heybetli kahraman, acaba Altınkılıç Kabile’mizin sana nasıl yardım edebileceğini söyleyebilir misin?” yaşlı adam saygıyla eğildi. Ön kapılarını yalnızca iç enerjiyle yok etme kapasitesine sahip biri kesinkes Xiantian yaşam formu olmalıydı ve Xiantian yaşam formları, bölgenin hükümdarı Ji Klanı’nda bile saygı gören kimselerdi.


O esnada, siyah cübbeli adam içeriye girdi.


“Sorarım size.” siyah cübbeli adam yaşlı adama bir bakış attı: ‘’Son zamanlarda burada yılan benzeri yaratıklar gördünüz mü?’’


“Yılan benzeri yaratıklar mı?” yaşlı adam duraksamış ve hemen başıyla onaylamıştı: “Evet, görmüştük. Geçenlerde ortaya çıkan yılan, ufak kabileleri yerle bir etmişti. O günü takip eden haftada, kabileler Ji Klanı’na haberleri verince Ji Klanı siyah zırhlı binicilerini gönderip yılanı yakalamıştı.”


Siyah cübbeli adamın gözlerinde soğuk bir bakış belirdi.


Demek cidden meselenin arkasında Ji Klanı vardı!


Ji Klanı bu bölgedeki en güçlü organizasyondu. Onun gibi antik yaratıklar bile bu klanla uğraşmak istemiyordu. Meseleyi duyuncaoğlu Kızıluç’u Ji Klanı’nın yakaladığını tahmin etmişti ve öğrendiği bilgiler de bu tahminini doğrular nitelikteydi.


“Öldürüldü mü, yakalandı mı?” diye sordu siyah cübbeli adam.


“Canlı ele geçirildi.” diye cevapladı yaşlı adam: “Ji Klanı’nın yolladığı siyah zırhlı biniciler yaratığı canlı ele geçirip geri döndü. Muhtemelen yaratık şu anda Batı Vilayet Şehri’ndedir!”


“Batı Vilayet Şehri mi?” siyah cübbeli adamın gözlerinde parlak alevler belirmişti. Bu alevler, öfkenin alevlerini andırıyordu.


Yabaniyaratıklar için Batı Vilayet Şehri en tehlikeli bölgeydi.


Bunun sebebi Batı Vilayeti’ndeki Ji Klanı’nın bütün ustalarının o şehirde yaşıyor olmasıydı! Yabaniyaratıklar oraya gitmeye cesaret edemiyordu. Eğer oğlu ortaya götürüldüyse…çocuğunu kurtarması çok zor olacaktı.


“İnsan.” siyah cübbeli adam soğuk bir ses tonuyla yaşlı adama baktı: “Kim olduğumu biliyor musun?”


Beyaz saçlı yaşlı adam önündeki herifin kendisine “İnsan” dediğini duyar duymaz korkmaya başlamıştı.


Yaratık!


Hem de insan formuna bürünebilen bir Yabaniyaratık!


“Huhuhu…” aniden hava soğumuş ve etrafta buz parçaları belirmeye başlamıştı. Soğuyan hava çok geçmeden yayılmaya başlayınca etrafta duran kabile savaşçıları da donmaya başlamış ve bir anda paramparça olmuşlardı.


“Çabuk, kaçın!” yaşlı adamın saçlarında ve kaşlarında buz parçaları oluşmaya başlıyordu ve arkasında yer alan kabile üyeleri de bağırmaya başlamıştı: “Yabaniyaratık! Kaçın, kaçın!”


“Çabuk!”


“Kaçın!”


Kabile üyeleri dişlerini sıkarak öfke içinde kaçmaya başladı. Çoğu kabile savaşçısı kahraman gibi  siyah cübbeli adama saldırmıştı lakin herifin yanına yaklaştıklarında… Vücutlarındaki buz parçaları genişlemiş ve hepsi buzdan heykellere dönüşmüştü.


Yaşlı adamın iç enerjisi büyük bir savaş veriyordu, kükreyerek sordu: “Heybetli Ji Klanı’na meydan okumaya cesaret mi ediyorsun?”


“Meydan okuma mı?” siyah cübbeli adamın simsiyah saçları rüzgârda dalgalanıyordu. Gözlerinde kızıl bir ışık hüzmesi belirdi: “O yılan benim en sevdiğim çocuğumdu. Onlara meydan okumakla kalmayacağım, gidip Batı Vilayet Şehri’ne dalacağım!”


“ROAAR!”


Toprağı sarsan bir kükreyiş.


Siyah cübbeli adam bir anda yılana dönüşmüş ve havada süzülmeye başlamıştı. Kıvrımlı vücudundaki devasa iki kanat, kabile üyelerinin gökyüzündeki güneşini kaplamıştı. Etrafa dağılan kabile üyeleri bu manzarayı görür görmez korkudan deliye dönmüştü.


“Yılankanadı!”


“Yılankanadı Gölü’nün Yabaniyaratık’ı!!”


Artık kabile savaşçılarından tek bir kişi bile savaşmak istemiyordu. Doğdukları günden beri Yılankanadı Gölü’nün Yabaniyaratığı efsanesini dinliyorlardı ve bu yaratığın ne denli dehşet verici olduğunu öğrenmişlerdi. Altınkılıç Kabilesi’nde böyle bir yaratıkla karşılaşabilecek güce sahip kimse yoktu!


“Geberin!”


“Hepinizi geberteceğim!”


Devasa Yılankanadı gökyüzünü kaplamış ve kan çanağına dönen gözleriyle insanlara bakmaya koyulmuştu. Heybetli çenesini açıp üflediğinde sonsuz, dondurucu bir siyah rüzgâr havaya saçılmıştı. Rüzgâr o kadar güçlüydü ki, toprak bu güce dayanamamış ve taş evlerin çoğu yerle bir olmuştu. Akılalmaz siyah rüzgâr dalgası on kilometrelik bir alanı kaplamıştı.


“Agh, agh…” boğazlarını tutan kabile üyelerinin vücutları siyaha dönüyordu.


“Hayır.” kollarında çocuğunu tutan bir kadının göz pınarları yere akıyordu.


“Yabaniyaratık, Ji Klanı intikamımızı alacaktır!” iç enerji konusunda zirveye ulaşan güçlü bir savaşçı nefes alışını kesmişti ancak zehirli gaz derisine nüfuz etmeyi başarıyordu. Hayatının son anında elinden gelen tek şey acı acı kükremekti.


Çok geçmeden…


Altınkılıç Kabilesi’ne ait olan bölge çorak, ıssız bir araziye dönüşmüştü. Tek bir hayat izine rastlamak bile mümkün değildi. Kabile üyelerinin hepsi buzdan heykellere dönüşmüş, paramparça olmuş ve zehir yüzünden hayatını yitirmişti. On kilometrelik bir alanda… Tek bir böcek bile hayatta kalmayı başaramamıştı.


Aşağıya bakan Yılankanadı kanatlarını çırparak durumu gözlemledi. Bölgede hayata dair bir iz kalmadığını onaylayınca son hızda gökyüzüne ilerlemişti.


…..


Gece vakti...


Soğuk bir rüzgâr gitgide Batı Vilayet Şehri’ne yaklaşıyordu.


Svoosh!


Siyah bir gölge kolayca duvarları geçip siyah zırhlı binicileri atlatarak şehre girmişti.


“Çocuğum, neredesin?”


Siyah cübbeli adam Batı Vilayet Şehri’ni araştırmaya başladı.


Bu Yabaniyaratık olan Yılankanadı’nın Batı Vilayeti Şehri’ne ilk gelişiydi. Uzun bir araştırmanın ardından acı gerçeği öğrenmişti: “Canlı yakalanan bütün yaratıklar şehir merkezine götürülüyor ve şehir merkezinde de Ji Klanı yaşıyor. Sıkı korunduğuna şüphe yok. Orada yaşayan Xiantian yaşam formlarının sayısını bile bilmiyorum. Gizlice içeri girmem mümkün değil."


Batı Vilayet Şehri’ne gizlice girmek kolaydı.


Peki ya şehir merkezine girmek?


Merkez bölgesi Ji Klanı’nın yaşadığı noktaydı. Bu bölgedeki korumaların ne kadar sıkı olduğuna kimsenin bir şüphesi var mıydı?


“Hu!”


Biraz sonra…


Batı Vilayet Şehri’nin üstünde Yılankanadı, gökyüzünün yükseklerinde uçuyor ve doğuştan gelen yeteneği olan su kontrolünü kullanarak havada geniş bir sis kitlesi oluşturmanın yanında, bulutlardaki nemi de artırıyordu. Sis yakınlardaki bölgeyi etkisi altına aldığında yaratık, gizlice gökyüzünden şehri incelemeye koyulmuştu.


Gecenin derinliklerinde…


Ning tek başına Ejder Kalesi’ndeydi. Bugün her üç günde bir yaptığı mücadelelerden birini yapacaktı.


“Genç efendi.”


“Genç efendi.”


Siyah zırhlı biniciler ve Ejder Kalesi’ndeki hizmetçiler genç adama bir hayli saygı gösteriyorlardı.


Ning’in babası Ji Klanı’nın bir numaralı ustasıydı! Üstüne Ning de akılalmaz yetenekleri olan bir insan olduğundan insanlar gelecekte onun Vilayet Lordu olacağına çoktan inanmaya başlamıştı. Bu pozisyonun ne denli heybetli olduğuna kimsesin şüphesi yoktu.


“En güçlü yaratığı hazırlayın.” Ning gülümseyerek konuştu.


“Geçenlerde buraya güçlü bir yaratık getirdik. Komutan Körbalık tarafından getirildi. Habistanrı soyundan geliyormuş.” tek kollu yaşlı bir adam cevapladı.


“Habistanrı soyundan mı?” Ning keyiflenmişti: “Güzel. Bugün eğlenceli bir mücadele yapacağım desenize o zaman. Çabuk, yaratığı kafese yollayın.”


“Tamamdır.”


Tek kollu adam ayarlamaları yapmaya başladı.


Ejder Kalesi, kafes ve yaratık tünelleri olarak iki bölgeye ayrılmıştı. Doğal olarak yaratık tünelleri yaratıkların tutsak tutulduğu yerlerdi.


“ROAAR!” Zincirlerle bağlı devasa, kızıl bir yılan kafesin içindeki insanı görünce sinirden deliye dönmüştü.


“Çığırmaya devam et.” tek kollu adam yere bir tükürük savurdu: “O kadar insan yedin, bugün cezanı alacaksın. Yürüyün. Kapıyı açtıktan sonra zincirleri çözün… Bırakın kafese girsin.”


“Emredersiniz.”


Kaleye yerleştirilen ve bu meselelerle ilgilenmek için seçilen hizmetçiler hemen ayarlamaları yapmaya koyuldu.


“Tırırım…”


Yaratık tünelini kafese bağlayan kapı açıldıktan sonra hafif bir ışık hüzmesi gören devasa kızıl yılan tıslamaya başlamıştı.


“Zincirleri çözün.” tek kollu adam emretti.


“Clank.”


“Clank”


Birbiri ardına zincirler çözülmüş ve yılanın hareket eden vücudu zincirlerin birbirine çarpmasına sebep olmuştu. Son zincir de çözüldükten sonra yılanı çevreleyen zincir bağlarının hepsi yere düşmüştü.


Kızıl yılan, tek kollu adama öfke dolu bir bakış attıktan sonra tünelin sonunda açılan yere doğru sürünmeye başladı. Çok geçmeden kafese ulaşmıştı.


Devasa kafesin içinde…


Kırmızı dudaklı, beyaz dişli, kürk giyen genç bir adam ona bakıyordu. Devasa kızıl yılanın ağzından salyalar akmaya başlamıştı. Daha önce insan etini tecrübe ettiği için… Bu tarz gençlerin en leziz ve en yumuşak etlere sahip olduğunu biliyordu!








Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44306 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr