Bölüm 17: Silah Almak

avatar
6052 81

Desolate Era - Bölüm 17: Silah Almak



Bölüm 17: Silah Almak


İki gün sonra…


Sık bitki örtüsüne sahip bir ormanın içinde siyah zırhlara bürünmüş çok sayıdaki binici, yılanı çevrelemeye başlamıştı.


“Hiss…” devasa, kızıl renkli yılan gerçekten dehşet vericiydi. Gövdesinde, dört parmaklı iki keskin pençesi ve dehşet verici bir çift gözü vardı lakin şu an yılanın vücudu geniş bir ağla kaplanmıştı. Yaratık ne kadar uğraşırsa uğraşsın serbest kalamıyordu.


“Hahaha.” kızıl zırhlı, sakallı herif geniş bir kahkaha patlattı: “Aptal yılan. Canlı canlı yakalamak çok kolay oldu. Siz, bağlayın şunu.”


“Emredersiniz.”


Aniden birkaç düzine siyah zırhlı asker, siyah zincirlerle ileri atılmış ve zincirleri yılanın gövdesine sararak yaratığı kolayca bağlamışlardı. Kızıl yılan o kadar sıkı bağlanmıştı ki, ne yaparsan yapsın hareket etmeyi başaramıyordu. Çok geçmeden zincirler tarafından kuşatılmış ve ağzını bile açamayacak bir duruma gelmişti.


“Komutanım, bu devasa yılan nereden geliyor böyle? Niye iki pençesi var?” yakınlarda duran askerlerden biri merakını giderememişti. Ne kadar düşünürse düşünsün bu yaratığın ne çeşit bir Tanrıyaratığı olduğunu bulamamıştı.


Sakallı herif bir kahkaha attı: “Yılan-tipi yaratıklar genelde karışık kanlara sahip olurlar. Bizzat kendim, Habistanrı kanına sahip yüzden fazla yılan gördüm. Sadece bir kısmının soyları çok saftır. Bu yüzden ünlenirler ve diğerleri tarafından isim verilirler. Bunun gibi mutant Tanrıyaratıkları’nın isimleri bile olduğunu sanmıyorum.”


“Genç efendinin kılıç konusunda eğitim yapması için güçlü bir Houtian Alemi’nde yer alan yaratığa ihtiyacı vardı. Bu yılan gayet iyi bir seçim olacaktır.” sakallı adam, yılanı baştan aşağıya süzdükten sonra başını öne doğru salladı: “Geri götürün.”


“Tamam.”


Siyah zırhlı askerler saygıyla onayladı.


Bu birliğin komutanı, Batı Vilayeti’ndeki Xiantian yaşam formlarından biri olan en güçlü okçu, Körbalık’tı! Körbalık zamanında Ning’in öğretmenlerinden biri olduğu için şüphesiz ki Ji Young’un ve Ji Yichuan’ın tarafında yer alıyordu. Buna ek olarak, Körbalık zamanında Ning’e öğretmenlik yapmış olmaktan gurur duyan bir adamdı.


Genç efendi Ning’in kılıç yeteneklerini geliştirmek için yaratıkları nasıl öldürdüğü çoktan dört bir yana yayılmıştı.


Sonuçta, genç adam üç günde bir yaratık öldürdüğü için bölgedeki yaratık sayısı bir hayli azalmıştı. Bu yaratıkların neredeyse hepsi siyah zırhlı biniciler tarafından yakalandığı için haberler orduda hemen yayılmıştı.


“Genç efendi Ning uzun zaman önce Houtian’ın zirvesine ulaştı ve kılıç oyunu da ‘Kılıçla Bir’ seviyesinde. Üstelik, kendisi klanımızdaki en güçlü kılıç tekniğinde çalışıyor. Üst seviye bir Houtian yaratığını öldürmek onun için zor olmayacaktır.”


“Söylentilere göre, Houtian Alemi’ndeki bir Tanrıyaratığı’nı bile öldürmüş!”


“Genç efendi Ning’in kim olduğunu unutmayın. Kesinlikle sert ve karşı koyulamaz bir silaha sahiptir. Böylesine bir silahın yanına bir de ‘Kılıçla Bir’ seviyesini koyarsak…Houtian Alemi’ndeki bir Tanrıyaratığı’nı öldürmek cidden pek de zor sayılmaz.”


Batı Vilayeti’nde dolaşan bu efsaneler oldukça basit ve gösterişten uzaktı.


Hatta Batı Vilayeti’ndeki Ji Klanı’nın diğer güçlü üyesi olan Ji Lee bile Ning’in Tanrıyaratığı’nı yalnızca değerli bir silah yardımıyla öldürdüğünü düşünüyordu.


Ejderha Kalesi. Kafes…


Üstünde siyah noktalar olan devasa bir yaratık yerde yatıyordu. Vücudundaki kalın kürkün çoğu yeri ayrılmış ve bu devasa yaralardan zemine kanlar akmaya koyulmuştu.


Ning hala oracıkta dikiliyor ve düşünürken suratı ekşiyordu. Elindeki keskin kılıç aniden kayboldu. Çoğu Houtian yaratığıyla karşılaşırken yalnızca iç enerjisini kullanıyordu ve bu esnada tuttuğu kılıçlar da “değerli” olarak nitelendirilemeyecek sıradan silahlardı. Sonuçta o kadar güçlenmişti ki, bunun yanında bir de antrenmanlarında “değerli” bir silah kullansaydı, mücadelenin bir anlamı kalmayacaktı.


“Ji Ning!” gökyüzünden bir ses duyuldu.


Başını kaldırıp, babası Yichuan’a bakmadan edememişti. Durum genç adamı oldukça şaşırtmıştı: “Baba, neden geldin?”


Artık her üç günde bir Ejderha Kalesi’nde mücadele yaptığından, babası onu izlemeyi bırakmıştı.


“Kılıç tekniklerin nasıl ilerliyor diye merak ettim.” dedi Yichuan: “Daha ‘Giriş’ seviyesine ulaşamadın mı?”


“Henüz değil.” Ning başını iki yana salladı: “[Yağmurdamlası Sutrası] ve [Yıldırımalevi Kılıcı]’ndaki tekniklerde henüz uzmanlaşamadım.”


[Yağmurdamlası Sutrası]’nın dokuz saldırı tekniği vardı.


[Yıldırımalevi Kılıcı]’nınsa toplam üç saldırı tekniği mevcuttu.


Bu saldırı tekniklerinin hepsi de bir hayli özeldi. Kişi bu teknikleri üst seviyelere kadar çalışmayı başarırsa, kişi kendini adeta “Dünya ile Bir” evresine adım atmış gibi hissedip dünyanın gücünü kullanabiliyordu. İşte bu “Giriş” anlamına geliyordu lakin tabii ki bu kişinin kılıç oyununun üçüncü seviyesi olan “Dünya ile Bir” seviyesine adım attığını göstermiyordu zira “Dünya ile Bir” seviyesine ulaşmak için kişinin basit kılıç hamleleriyle dünyanın kendi gücünü kullanabilmesini gerektiriyordu. İşte bunu başarabildiğiniz taktirde “Dünya ile Bir” seviyesine de ulaşmış sayılıyordunuz!


“Giriş” aşaması yalnızca kişinin belirli teknikleri kullanırken geçici olarak “Dünya ile Bir” evresine ulaşması anlamına geliyordu.


Babasının söylediklerine göre…


“Giriş” seviyesine ulaşıldığında, kişi teknikte belirli bir ustalık kazanıyordu.


“Dünya ile Bir” seviyesine ulaşıldığında, tekniği tamamen kavramış sayılıyordunuz.


Efsanelere göre…


“Dünya ile Bir” seviyesinden bile daha yüksekte ve daha derinde olan bir seviye mevcuttu. [Yağmurdamlası Sutrası] ve [Yıldırımalevi Kılıcı], “Dünya ile Bir” seviyesinden daha yukarıda olan kişiler tarafından yaratılmıştı.


“Durmaksızın çalışmanın bir anlamı yok.” dedi Yichuan. “Bugün, Bahar Çimeni ve Güz Yaprağı’nı alıp biraz yürüyüş yap.”


Ning başıyla onayladı: “Tamam baba.”


Başını çevirip derin tünele adım atmıştı. Meydanda yatan yaratığın cesedini de korumalar temizleyecekti.


…..


Batı Vilayeti Şehri yüz binlerce insana ev sahipliği yapan büyük bir şehirdi.


‘’Genç efendi, yürüyüşe çıkmayalı uzun bir zaman geçti.’’ Bahar Çimeni ve Güz Yaprağı keyifli bir şekilde genç adamın yanında yürüyordu.


Ning gülümseyerek sokakta yürümeye devam etti. Bu sokak, Batı Vilayeti Şehri’nin en kalabalık sokaklarından biriydi. Genel bağlamda bütün tüccarlar bu sokaktan geçerdi. Sokak normalde on metre genişliğinde olsa da tüccarların açtığı pazarlardan dolayı insanların yürüyebileceği yalnızca yedi metrelik alan kalmıştı.


“Şu kadına bakın. Şu göğüslere, şu popoya bir bakın. Kesinkes birçok çocuk doğuracaktır. Onun için on kuzu derisi istiyorum!”


“Elimdeki adamların hepsi de birbirinden yiğit savaşçılardır. Hepsi bin kiloluk ağırlığı kaldırabilir. Beş altın külçesi istiyorum. Bir tane alırsanız yanına bir de çocuk vereceğim.”


Hayvan kürklerine bürünmüş kel bir adam bağırıp duruyordu. Yanında bir düzine savaşçı dikiliyor, ayrıca arkasında da paçavralarla sarılmış köleler duruyordu. Kölelerin suratlarındaki kötü ifadeler insanın kalbini ağrıtacak cinstendi. Başlarında çeşit çeşit karakter bulunuyordu.


Bu karakterler, fiyatlarını gösteren işaretlerdi…


….


Yürümüş ve etrafa bakınmışlardı.


Yol boyunca köle tüccarları, deri işlemecileri, silah üstatları, yaratık satıcıları… Her türden insanla karşılaşmışlardı. Hatta değerli kitaplar, keskin silahlar, zehirler, bitkiler, gizli teknikler ve diğer şeylerin de satıldığını görmüşlerdi.


“Bu değerli silahı elde edebilmek için yüzden fazla savaşçımızı kaybettik ve geri dönüş yolunda Batı Vilayet Şehri’ne ulaşana kadar çileler, işkenceler çektik. Biz burada otuz yaratıkbaşı altına satmaya bile yeltenmiyorken sen on yaratıkbaşına almak mı istiyorsun? Saçmalık. En azından yüz yaratıkbaşı altın istiyorum!” sert sesli bir adamın bağırışları duyuldu.


Ning merakla başını çevirmişti.


Karşılaştığı manzarada siyah kürklere bürünen üç güçlü adamı, geniş bir kalabalık çevrelemişti. Koluna siyah bir yılan sarmış olan adam konuştu: “Yüz yaratıkbaşı altını verene bu silahı satacağım!               


‘’Açgözlü herif.’’


“Ciddi ciddi yüz yaratıkbaşı altın istiyor.” dedi Bahar Çimeni.


Ning de şaşırmıştı. Bir yaratıkbaşı altın on kiloya denk geliyordu ve yüz yaratıkbaşı altın da bir ton demekti. Her ne kadar Ji Klanı’nın genç efendilerine bu miktar az gelse de sıradan kabile üyeleri için bir servetle eşdeğerdi.


“Ne kadar keskin olursa olsun, burada silahtan bahsediyoruz.”


“Öyle manyak bir büyülü hazine değil ya? Sadece kılıç olarak kullanılabilen hasar görmüş bir büyülü hazine satıyorsun.”


“Yirmi yaratıkbaşı. Bu en son fiyatım. Satacaksan alacağım!”


Bir teklif geldi.


“Yüz yaratıkbaşı” Herif geri adım atmaya yeltenmiyordu. Yanında duran iki adam dikkatle kalabalığı izliyor ve olası bir hırsızlık meselesinin önüne geçmeye çalışıyordu. Bu hazine uğruna kabilelerinden onlarca adam yitirmişler ve geri dönüş yolunda da vahşi doğadan sebep düzinelerce insanı kaybetmişlerdi. Bu yüzden hazineyi yüksek bir fiyata satmaları şarttı.


Sattıktan sonra iyi silahlar ve köleler alarak kabilenin gücünü tekrar toparlayabileceklerdi.


“Bakalım.” Ning, herifin tuttuğu silahı görür görmez ileri atıldı.


Etraftaki insanlar hemen ona bakmaya koyulmuştu.


“Genç efendi.”


“Genç efendi.”


“Bu Ji Klanı’nın genç efendisi mi? Yağmurdamlası Kılıcı’nın oğlu olan hani?”


Çoğu insan saygıyla geri çekilmişti. Böylesine bir fiyatı verebilecek kişilerin olağanüstü rütbelere sahip olacağına şüphe yoktu. Ayrıca, geçen yıllarda Ning her gün Beyazsu Tazısı’yla şehir dışına okçuluk yapmaya gitmişti. Şehri her terk edişinde insanlar tarafından görülüyor ve yavaş yavaş Ji Klanı’nın genç efendisi olarak namı yürüyordu. Onu tanımayan insanlarsa yaşanan konuşmalardan sebep durumu anlamıştı.


Koluna siyah bir yılan dolamış olan herif herkesin geri çekildiğini görmüş ve “Ji Klanı’nın genç efendisi”, ‘’Yağmurdamlası Kılıcı’nın oğlu’ kelimelerini duyduktan sonra korkudan titremeye başlamıştı. Ji Klanı’nın bölgesinde yaşayan insanlar olarak hepsi efsanevi Yağmurdamlası Kılıcı’nın namını duymuştu. Batı Vilayeti’ndeki Ji Klanı’nın bir numaralı ustası, tanrı gibi bir adam!


Ve şimdiyse karşısında, bu herifin tek oğlu mu duruyordu?


“Bir bakayım.” dedi Ning.


“Genç efendi, lütfen bakın.” herif saygıyla kılıcı iki eline almış ve genç adama uzatmıştı. Arkasında duran iki adam da gerilmeden edememişti. Karşılarında duran bu genç efendinin, sahip olduğu olağanüstü rütbe ve pozisyonu kullanarak zorla silahı almasından korkuyorlardı. Kabilelerde, güçlünün güçsüzden zorla eşyalar alması gayet sıradan bir olaydı. Her ne kadar Batı Vilayeti’nde bu meseleler kesin bir dille yasaklanmış ve kimse kanunlara karşı çıkmaya cesaret edememiş olsa da karşılarında duran genç adam Ji Klanı’nın genç efendisi, Yağmurdamlası Kılıcı’nın tek oğluydu!


Ning kılıcı almış ve elleri aletin ağırlığından sebep biraz çökmüştü. Kılıç simsiyahtı. Kalın, siyah kılıç kını oldukça düz ve sıradan görünüyordu ancak yakından bakıldığında kılıç kının içinde üç kılıcın olduğu görülebiliyordu.


“Bir kılıç kını, üç kılıç?” şaşıran Ning kılıçları çekti.


Clang!


Üç kılıcı çekerken soğuk bir ışık hüzmesi kılıç gövdelerinde parıldamış ve kadim, paramparça olan semboller hafifçe aydınlanmıştı.


“Çok yazık.” Ning başını iki yana salladıktan sonra iç çekti. Şehirde bir sürü hazine görmüştü. O gördüğü hazinelerin gizemli sembolleri ve sahip olduğu güçleri hatırlayınca, elindeki kılıcın zamanında bir hayli değerli bir hazine olduğunu anlamıştı ancak sembollerin çoğu yerle bir edilmişti. Açıkça görülebildiği üzere hazine ciddi bir zarar görmüş, artık yalnızca kılıç olarak kullanılabilecek bir duruma gelmişti.


Chi.


Ning parmağını kılıcın gövdesine doğrulttu.


“Dikkat edin, çok keskindir.” yılanlı adam endişelenmişti: “Bu değerli silah, taşları bile kolayca kesebilir.”


Ning parmak uçlarının hafifçe dalgalandığını görünce şaşırmadan edememişti: “Şu anda sahip olduğum Altınyıldız Zırhı bütün vücudumu sarmış durumda. Daha demin, öylesine parmağımı keseyim dediğimde… Kılıç cidden Altınyıldız Zırhı’na dokundu. Eğer kılıcı havaya savurursam muhtemelen Altınyıldız Zırhı’nı delip geçer. Okçuluk dönemlerimde her gün şehirde gezip sayısız silah görmüştüm ancak böylesine keskin ve değerlisine ilk defa rastlıyorum.”


Diğerleri kılıcın keskin olduğunu anlamış olsalar da tam olarak bu keskinliği kavrayamamışlardı lakin Ning’in içideki his ona… Altınyıldız Zırhı’nın bile bu kılıca karşı koyamayacağını söylüyordu.


“Bu kılıçları istiyorum.” Ning yılanlı adama baktı.


Herif hem heyecanlanmış, hem gerilmişti. Aceleyle: “Genç efendi, bu silah uğruna kabilemiz…” Böylesine yüksek rütbeli bir gencin önünde durduğundan, tam bir fiyat söylemeye cesaret edememişti.

 







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44333 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr