Bölüm 12: Altı Yıl

avatar
6403 92

Desolate Era - Bölüm 12: Altı Yıl



Bölüm 12: Altı Yıl


Pratik avlusunda kürklere bürünmüş genç bir çocuğun elinde simsiyah, kör bir kılıç vardı. Oracıkta dikiliyor ve etrafındaki dokuz güçlü savaşçıya bakıyordu. Bu cesur savaşçıların her biri de zırhlara bürünmüş ve uzun mızraklar, sabreler, kılıçlar ve diğer silahlara kuşanmıştı lakin silahların hiçbiri keskin değildi.


Altı yıl…


Altı yıldır antrenman yapan Ning artık on yaşına basmıştı lakin bu hayatta Dokuz Gökler’in Parlakızıl Diyagramı’nda çalıştığı için boyu 160 santimetreye, yani geçmiş hayatındaki boyundan 10 santim daha az bir seviyeye ulaşmıştı. Dış görünüşüyse geçmiş hayatındakiyle neredeyse aynıydı. Belki de eskilerin dediği “Bir insanın görünüşü, zihninden doğar” sözü gerçekti. Eğer genç çocukta farklı bir yön bulunmaya çalışılırsa… Şüphesiz ki bu farklılık geçmişte soluk suratlı bir ifadeye sahip Ning’in artık sınırsız enerjiyle dolu bir ifade sahip olmasıydı.


“Her zamanki kurallar.” Ning etrafındaki insanlara birer bakış attı. Bakışları, yaratıkların bakışlardan bile daha vahşiydi. “Bana vurabildiğiniz takdirde, hepinize yaratıkbaşı kadar altın vereceğim!”


‘’Grr!’’


“Dikkatli olun genç efendi!”


“Haha, yaratıkbaşı kadar altın. Kardeşlerim, genç efendiye ne kadar güçlü olduğumuzu gösterelim.” savaşçılar kükremeye başlamıştı. Bu herifler Batı Vilayeti’ndeki Ji Klanı’nın en heybetli savaşçıları, Dokuzdiş Savaşçıları’ydı! Kişinin Dokuzdiş Savaşçısı unvanını alabilmesi için Houtian Alemi’nin sınırına ulaşmış olması ve aynı zamanda yeterli bir savaş tecrübesine sahip olması gerekiyordu.


Yaratıkbaşı kadar altın demek, neredeyse on kiloluk bir altın kitlesine denk geliyordu. Altın madeni paralar sayısız kabilede kullanılan para biçimiydi ve on kilo altın da bu savaşçılar için geri çevrilmesi güç bir teklifti.


Yine de karşılarında duran genç çocuğa karşı dikkatsiz hareket etmeleri söz konusu bile olamazdı zira Ning’in sahip olduğu güç ordunun içinde yayılalı uzun bir zaman geçmişti. Genç çocuk sürekli ordudaki elit askerlerle mücadele ediyordu… Bu sebepten Ning’in gelişen yetenekleri insanlar tarafından duyulmuştu. En güçlü dokuz savaşçı güçlerini birleştirse bile Ning’i alt etmek kolay iş değildi. Yine de imkânsız sayılmazdı.


Ning, elinde kör kılıçla beraber sessizce etrafındaki adamları izliyordu.


Aslında, Ning [Şeytanlar’ın ve Tanrılar’ın 108 Kılıcı] adlı kitleler tarafından en karmaşık kılıç tekniği olarak görülen bu tekniği babasının onayını kazanacak kadar öğrendiğinde, kuklalarla mücadele etmesinin ona bir fayda sağlamadığını anlamıştı. Bu yüzden ordudaki savaşçılarla mücadele etme hakkına kavuşmuştu. Antrenman maçlarında genelde kör kılıçlar kullanıyorlardı.


Aynı esnada, babası da ona sert bir emir vermişti: “Diğerleriyle mücadele ederken yalnızca tek bir kılıç kullanacaksın! Ayrıca, gerçek gücünün yalnızca onda birini kullanacaksın! Benimle ve annenle antrenman yaparken iki kılıç kullanmana izin vereceğim. Unutma, ikiz kılıçlar senin gizli silahların. Bu yüzden, gizli silahlarını sadece rakibini öldürmek istediğin zaman kullanacaksın.”


İşte böylece…. Her ne kadar Ning’in ünü dört bir yana yayılmış ve kendisi nadir bir yetenek olarak görülmeye başlamış olsa da bu yalnızca buz dağının görünen kısmından ibaretti. Ancak tabii ki de Ning mücadele esnasında öğrendiği “tek kılıç teknikleri” ve “ayak oyunu” tekniklerini kullanabiliyordu.


….


Ning’i çevreleyen dokuz savaşı, genç çocuğun etrafında dönüyor ve adeta avlanmaya hazırlanıyordu.


Ning, oracıkta dikilmiş ve bir dağ edasıyla beklemeye koyulmuştu.


Shua!


Savaşçılardan biri aniden ileri atıldı. Kel askerlerin ellerinde uzun bir mızrak vardı ve herif, mızrağı adeta zehirli bir yılan edasıyla Ning’e savurmuştu.


Vahşi mızrakla karşılaşan Ning’in vücudu hareket etmeye koyuldu ve genç çocuk, kel askerin vücuduna yaklaşıp mızrağı savuşturdu.


Mızraklar yakın mesafe konusunda en zayıf olan silahlardı!


Chi!


Ning’in elindeki kör kılıç havaya savrulmuş ve kılıç darbesinin ona doğru geldiğini gören kel asker, ayağıyla mızrağa bir tekme attığı gibi mızrağı Ning’e yollamıştı. Herif bu hamlesini yaptıktan sonra geriye doğru yuvarlanarak diğer sekiz askere katılmıştı.


“Wow, neredeyse tek hamlede işimi bitiriyordu. Kardeşlerim, dikkatli olun.” kel asker hemen durumu diğerlerine aktarmıştı.


Ning çoktan uzun mızrağı ayağının altına almış ve diğerlerini süzmeye koyulmuştu: “Beraber saldırsanız daha iyi olacak aksi takdirde beni yenmenize imkân yok.”


“Hadi.”


“Yapalım şu işi.”


Genç çocuğun gücünü anlayan savaşçılar artık tek tek saldırmayı bir kenara bırakmış ve hep birlikte ileri atılmıştı.


Esen rüzgâra; fırlayan sabreler, dans eden kılıçlar, ejderhalar gibi ıslık çalarak ilerleyen mızraklar, vahşi kaplanlar gibi atılan uzun çubuklar eşlik ediyordu. Saldırılar farklı yönlerden Ning’e doğru ilerliyor olsa da Ning oracıkta dikiliyor ve arada sırada bir-iki adım atıyordu. Ufak çocuğun anlık hareketleri saldırıların hedefi ıskalamasına sebep oluyordu.


Silahların birbirlerine sürtüşmesinden çıkan sesler adeta yıldırımları andırıyordu. Şüphesiz ki saldırıların hepsi sağlam bir güç barındırıyordu.


Arada sıradaysa bu sesler, fısıltılara dönüşüyordu.


“Dokuzdiş Savaşçıları gerçekten söyledikleri kadar varmış. Takım uyumları gerçekten muazzam. Eğer karşımda yalnızca beş-altı kişi olsaydı mücadeleyi anında bitirebilirdim ancak birlikte çalışan dokuz kişi beni dezavantajlı bir pozisyona sokuyor.” Ning bu saldırı fırtınalarından kurtulmak için büyük çaba sarf ediyordu. Sonuçta, ufak çocuğun elinde yalnızca tek bir kılıç vardı. Bu tarz bir baskı altında kaldığından, sahip olduğu kılıç tekniklerini ve ayak oyunu tekniklerini son raddelerine kadar kullanıyordu.


Hu!


Hu!


Kılıç bir ıslık çaldı.


Ning, bir an için ne olduğunu anlayamamıştı… O esnada vücudu ve kılıcı mükemmel bir uyum içine girmiş ve ufak çocuk bir şekilde kılıcın “vücudunu” hissetmeye başlamıştı. Hatta kılıcı delip geçen rüzgârı bile hissedebiliyordu.


Chi!


Siyah kör kılıç zarif bir hareketle rakip sabrelerden birine atılmıştı. Kılıç bir anlığına titremiş olsa da ufak bir dönüşle rakip sabreyi kenara, rakibin kontrolünden dışarıya yollamıştı. Ardından, kılıcın ucu ileri atılarak savaşçının göğsüne ilerlemişti. Savaşçı, göğsündeki baskıyı hisseder hissetmez geri çekilmiş ve yere kurulmuştu.


Hu!


Siyah kör kılıç hafif eğimli bir şekilde ilerleyerek rakibin uzun mızrağından sıyrılmış ve kel savaşçının suratına çarpmıştı.


Bang!


Kel adamın havaya savrulan vücuduna, ağzından kopan bir diş eşlik etmeye koyulmuştu.


O esnada zaman hiç olmadığı kadar yavaşlamış gibiydi.


Ning’in kılıcı aniden hızlanmış ve kılıcının hareketleri büyük bir dikkatin yanında, sağlam bir kesinliğe ulaşmıştı. Ölüm kalım mücadelesinde… Ufacık bir avantaj bile zaferi elde etmeye yetebiliyordu. Bu sebepten, daha önce rakiplerinin saldırılarını savuşturmak için büyük bir çaba sarf eden Ning, göz açıp kapayıncaya dek hepsini kolayca yenmeyi başarmıştı.


“Tebrikler, genç efendi.”


“Genç efendi, ‘Kılıçla bir’ seviyesine ulaştığınız için sizi tebrik ediyorum.”

(ÇN: Kılıçla Bir = Gelişmiş Kılıç Seviyesi, hatırlatalım da unutmayın.)


Savaşçılar şaşırmış ve aynı zamanda heyecanlanmıştı. Hepsi de genç çocuğu tebrik etmişti.


Daha on yaşında olan bir çocuğun “Gelişmiş” kılıç seviyesine, yani ‘Kılıçla bir’ seviyesine ulaşması “Yağmurdamlası Kılıcı” Ji Yichuan’ın başarılarından bile daha etkileyiciydi.


‘’Hahah!” Ning de heyecanına hâkim olamıyordu. Altı yıl… Altı yıldır durmaksızın kılıçla çalışıyordu. Her gün, şafak vakti şehir dışına çıkarak yaptığı okçuluk antrenmanları dışında bütün zamanını kılıca ayırmıştı. Bazı zamanlar babasıyla, bazı zamanlar da babasının öğrencileriyle mücadele ediyordu. Bazen de bugün olduğu gibi ordu savaşçılarıyla kapışıyordu.


Kılıç, çoktan kemiklerine kazınmıştı.


Kılıçta on milyon kez çalıştıktan sonra isabet oranı akılalmaz bir seviyeye ulaşmıştı.


Ayrıca zihnini bölme yeteneğine sahip olduğu için yetenekleri daha da anlaşılamaz ve karşılanamaz bir hale gelmişti.


Habistanrılar’ın vücuduna sahipti ve Ki Arıtıcılığı’nda da çoktan Houtian Alemi’nin zirvesine ulaşmıştı. Bu sebepten kılıcı neredeyse durdurulamazdı.


Nihayetinde bugün!


Geçmişte yaşadığı onca tecrübe, nihayet birleşmiş ve ufak çocuk “Kılıçla bir” olmuştu!


“Millet, bugün sınırlarımı aşmama yardımcı oldunuz. Her ne kadar fazla bir miktara sahip olmasam da hepinize birer yaratıkbaşı altın vereceğim. Reddetmeye çalışmayın.’’ Ning bir kahkaha attı.


Dokuz savaşçı da aynı anda: “Teşekkür ederiz, genç efendi!”


Eğer basit bir şekilde kaybetmiş olsaydılar, durumu öyle kolayca kabullenmeleri de söz konusu olmazdı. Sonuçta bu adamlar gururla isimlerinden söz edilen Dokuzdiş Savaşçıları’ydı ancak genç efendi Ning’in “Kılıçla bir” seviyesine ulaşması büyük, muazzam bir olaydı. Böylesine büyük bir gelişme için… Birkaç ödül almaları da gayet doğaldı.


“Dokuz tane.”


Uzakta dikilen Bahar Çimeni ve Güz Yaprağı, iki hizmetçi hemen yaratıkbaşı boyutlarında altınlarla gelmişlerdi. Bunlar altının en kaliteli olan kısmına aitti! Savaşçılar kahkahalar atarak altınları kabul etmiş, içten içe genç efendileri Ning’in gücünden etkilenmişlerdi. Yine de savaşçıların her biri Ning’in yılladır durmaksızın çalıştığını yakından biliyordu.


“Tebrikler, genç efendi.” savaşçılar gittikten sonra Bahar Çimeni ve Güz Yaprağı keyifli ifadelerle Ning’in yanına dikilmişti.


Geçen altı yılın ardından, hizmetçiler artık yirmi yaşına basmışlardı. Bu bir kadının en cezbedici olduğu yaştı. Bu tarz hizmetçiler genelde ustalarının kadını olduklarından, ikisi de çoktan Ning’i dünyaları ve tanrıları olarak görmeye başlamışı. Bu yüzden, dünyaları olarak gördükleri kişinin güçlenmesinden olağanüstü bir keyif duyuyorlardı.


‘’Hahaha…” Ning bir kahkaha patlattı.


Böyle bir durumda kim heyecanlı olmazdı ki? Sonuçta, bunca yıldır gösterdiği sıkı çaba meyvesini vermişti.


İlk başlarda, iki yıl boyunca kılıca çalışan Ning yalnızca bu iki yılın ardından babası tarafından kabul görmüş ve kılıç tekniklerini çalışmak için gerekli “zihni” ve “vücudu” elde etmişti. Bu iki yılın ardından [Şeytanlar’ın ve Tanrılar’ın 108 Kılıcı] tekniğini öğrenmeye başlamıştı.


Bir yıl daha geçmiş, ilk seviyede ustalaştıktan sonra babası ona diğerleriyle mücadele etmesi için izin vermişti.


Geçen üç yılın ardından bugün nihayet ikinci seviyeye, “Kılıçla bir” seviyesine ulaşmıştı.


“Bahar Çimeni, Güz Yaprağı, benimle gelin.” şu an için genç çocuğun en çok istediği şey ebeveynlerini görmekti.


….


Dağın diplerinden, öfkeli kükremeler yükseliyordu.


Burada bir sürü siyah zırhlı binici bulunuyordu ve hepsinin de zırhları akılalmaz dikenlerle kaplanmıştı. Binekleriyse uzun, heybetli görünen tek boynuzlu canlılardı. Kürkle canlıların iki eğri, vahşi görünen dişi vardı. Dört uzuvları da kaslı ve güçlüydü. Koşmaya başladıklarında, toprak titriyordu.


Yüz siyah zırhlı binicilerin hepsi de etrafa sağlam bir aura saçan ustalardı.


“Huh?” Bir anda biniciler, yakın bir yere bakmaya koyulmuştu. Gördükleri manzaradaki dağ bir anda kızıla dönmüş ve ardından alevli lavlara bürünmüştü. Dağ zirvesinden fırlayan lavların üstünde, zar zor da olsa bir insan figürü görülebiliyordu. Figürün vücudu alevlerle kaplanmış ve adam binicilere doğru yürümeye başlamıştı.


Hu.


Tek bir adımla yere fırlayan adamın yanında siyahımsı bir renge sahip pullu bir yaratık duruyordu. Arkasında yürüyen dört ayaklı bir yaratık daha vardı. Çok geçmeden adam lavlardan ayrılmış ve suratını gözler önüne sermişti… Figürün yaşlı bir suratı, kıpkızıl saçları ve kulağından sarkan kızıl bir yılanı vardı. Arkasındaki dört uzuvlu yaratık da onu sakin sakin takip ediyordu.


“Usta.” yüz siyah zırhlı binici aynı anda konuştu.


Kızıl üstat geniş bir kahkaha patlatmıştı: “Buraya avlanmaya geldik ancak yolculuğumuzda bir Zırhlı Ejder’e rastlayacağımızı düşünmemiştim. Cidden şansım hiç fena değildi. Bu Zırhlı Ejder Xiantian Alemi’ne bir hayli yakın. Eve döndüğümde onu güzelce yetiştireceğim.”


“Usta, usta!” gökyüzünde bir ses yankılandı.


Ji Lee başını kaldırmıştı.


Gökyüzünde devasa boyutlarda ve mavi tüylerle kaplı kanatlara sahip bir yaratık görünüyordu. Yaratığın üstünde de bir adam vardı. Yaratık yere iner inmez herif hemen yere atlayıp diz çökmüştü: “Usta, vilayetten haberlerim var.”


“Konuş.” Lee’nin suratı ekşimişti.


“Yichuan’ın oğlu Ning, bugün ‘Kılıçla bir’ seviyesine ulaştı.” dedi herif saygıyla.

 

Lee ona bir bakış atmış, vücudunu çevreleyen alev daha da ısınmıştı. O kadar sinirliydi ki vücudu bile titremeye başlamıştı. Bir anda yakaladığı Zırhlı Ejder’e bir yumruk savurdu. On bin kiloluk yaratık bir anda havaya savrulmuş ve oracıkta yere yığıldığı gibi hayatını kaybetmişti.

 

“Batı Vilayet Şehri’ne dönüyoruz!” Lee dişlerini sıkarak emir verdi.

 

“Anlaşıldı.” Yüz siyah zırhlı binici hemen onaylamıştı. Her ne kadar Zırhlı Ejder’in ölümünün büyük bir kayıp olduğunu düşünüyor olsalar da ustaları o esnada sinirden deliye döndüğü için kimse ona bir şey söylemeye cesaret edememişti.


Tırırırım…


Dört bacaklı yaratığın üstüne binen Lee’yi askerler takip ediyordu. Hemencecik mekânı terk edip dağ eteklerine çakılıp hayatını kaybeden Zırhlı Ejder’i geride bırakmışlardı…








Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44261 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr