Cilt 12 Bölüm 06 – Kutsal Adaya Saldırı

avatar
5417 7

Coiling Dragon - Cilt 12 Bölüm 06 – Kutsal Adaya Saldırı


Kitap 12 (Tanrıların Gelişi)  Bölüm  06  – Kutsal Adaya Saldırı

Çeviri: Gin  Düzenleme: Dr.Hiluluk

 

 

“Bu kesinlikle kabul edilemez, eğer böyle davranacaksan, o zaman ben…” Dylin ‘Bu ilahi kıvılcımı kabul edemem’ demek istiyordu.

Ancak bu ilahi kıvılcım onun için çok önemliydi.

“Lord Dylin, fazla önemsemeyin. Kendi başıma bir ilah olacağımı biliyor olmalısınız, bu yüzden bence ona benden daha çok ihtiyacınız var.” Linley çabucak konuyu değiştirdi. “Lord Dylin, ben gitsem iyi olacak.”

Linley’in gitmek üzere olduğunu gören Dylin onu durdurmak için hamle yapmadan edemedi.

“Linley, gerçekten de sana verebileceğim başka hazinelerim yok.” Dylin Linley’e daha önce hiç olmadığı kadar ciddi bir bakış attı. “Ancak Linley, bana bugün gösterdiğin nezaketi unutmayacağım. Eğer gelecekte herhangi bir şeye ihtiyacın olursa, ben, Dylin, kesinlikle tek bir itiraz sözcüğü bile kullanamayacağım.”

Linley gülümsedi.

“Lord Dylin, burada ayrılalım.”

 

---

 

Linley Ejderkanı Kalesine dönüp, Delia, Wharton ve diğerlerini Savaş Tanrısı ve Yüksek Rahip’in kararıyla ilgili bilgilendirdi. Wharton, Barker kardeşler ve Zassler haberi aldıklarında son derece heyecanlandılar.

Hem Barker kardeşler hem de Zassler’ın Işık Kilisesiyle kapatılmamış bir hesapları vardı

Tüm bu zaman boyunca, Wharton da Linley’e intikamları için yardım edebilme fırsatını beklemişti. Geçmişte, yeterince güçlü değildi, ancak şimdi, Wharton da Aziz seviyeye ulaşmıştı ve ejder formuna dönüştüğünde gücü Gates de diğerlerine denk oluyordu.

Gece vakti. Ay gökte hilal şeklindeydi.

Linley yataktan kalkıp, sırtına uzun bir cübbe geçirerek balkona çıktı, bakışları uçsuz bucaksız gökyüzündeydi.

“Yarın. Yarın Işık Kilisesi ve ben son savaşımızı yapacağız.” Linley ne kadar çabalarsa çabalasın, bu gece uykuya dalamamıştı.

Bir nedenden ötürü, çocukluk yıllarının anıları zihninde belirip durmuştu. Ne zaman yarının Işık Kilisesinin icabına bakacağı gün olacağını ve uzun süreli hedefine sonunda ulaşacağını düşünse heyecanlanıyordu.

“Linley. “ Delia da Linley’in yanına geldi. “Yarın Işık Kilisesine yapacağımız saldırıyı mı düşünüyorsun?”

Delia yarın Linley’le birlikte gidecekti. Delia henüz ilahi kıvılcımı tamamen özümseyememiş olsa da, hala bir rüzgar stili Aziz Baş Büyücüydü. Dahası, henüz tamamlanmamış ‘Tanrısal Alanı’ bazı durumlarda yine de etkili olabilirdi.

“Doğru. Yarın uzun süredir beklediğim gün olacak.” Linley’in kalbi kabarıyordu. “Maalesef, Büyükbaba Doehring… bunu göremeyecek.”

“Eğer Büyükbaba Doehring hala yaşıyor olsaydı, kesinlikle seninle gurur duyardı.” Delia onu teselli etti. Delia’nın Büyükbaba Doehring’den haberi vardı.

“Annem öldü. Babam öldü. Tüm o zaman boyunca benimle ilgilenen Büyükbaba Doehring bile öldü.” Linley bakışlarını batıya çevirdi. “Hepsi de kendilerinin ‘Işık saçtığını’ ve ‘dünyadaki sevginin merkezi’ olduğunu iddia eden Işık Kilisesi yüzünden! Işık Kilisesi! Onlar her şeyimi yok etti.”

Linley kafasını sallayıp tısladı. “Ben… biz onların parçaladığı sayısız aileden sadece biriyiz. Barker ve kardeşleri, Rebecca ve kız kardeşi… onların aileleri de yok edildi! Ve bunu yapan Işık Kilisesiydi!”

Linley’in öfkesi kabarmaya başlamıştı.

“Linley, tüm bunları daha fazla düşünme. Yarın, bunların hepsi son bulacak.” Delia onu teselli etti. Delia biliyordu ki… eğer hissettiği bunca kin olmasaydı, Linley kendini bunca şeye katlanmaya zorlamayacaktı. Öyle olmasaydı, on sekiz gibi körpe bir yaşta hiçbir insanın bulunmadığı Sihirli Canavarlar Sıra Dağlarında tam üç yıl geçirip, ardından bir köyde beş yıl boyunca eğitim yapar mıydı?

“Doğru. Yarın hepsi son bulacak.” Linley, kafasını kaldırıp gece göğüne baktı.

Bir anlığına, sanki… babası, Büyükbaba Doehring ve annesinin o bulanık, belli belirsiz hatırası gece göğünde, onu izliyormuş gibi hissetmişti!

8 Nisan. Sabah güneşi Ejderkanı Kalesini aydınlatmaya başlamıştı.

“Grrraaaaaav.” Derin bir kükreme.

Devasa bir ejderha figürü Ejderkanı Kalesinin etrafında kıvrılmıştı, ancak Ejderkanı Kalesi’nin askerleri korkmuş görünmüyordu. Pek çoğu, üç aziz ejderhanın Ejderkanı Kalesinde yaşadığını biliyordu. Ejderha Azizler ara sıra dışarı çıkar, ardından geri dönerlerdi.

Bu, aynı zamanda Ejderkanı Kalesinde yaşayan devasa ejderhalarla ilgili sokak efsanelerinin yayılma nedeniydi.

Ejderkanı Kalesi’nin geniş talim alanında.

Linley’in uzmanları uzun süre önce toplanmıştı. Kutsal Adaya yapacakları bu saldırıda, Linley’in güçleri… Linley, Bebe, Delia, Wharton, beş Barker kardeş, Zassler ve üç aziz seviye ejderhadan oluşuyordu. Toplamda on üç kişiydiler.

Ejderkanı Kalesine gelince, Haeru burayı savunmak için geride kalacaktı.

Bu saldırıda yer alacak her bir kişi, en üst düzey aziz seviyedeydi ve hiç biri güç olarak Heidens’ten daha aşağıda değildi.

“Daha gelmediler mi?” Wharton sabırsızlanmaya başlamıştı.

Şu anda büyük bir grup onları uğurlamak için bekliyordu. İçlerinden biri olan Hillman gülerek konuştu, “Wharton, sabırsız olma. Vakit daha erken. Doğunun büyük çayırları bizden oldukça uzak, arada en az on bin kilometre var. Uçmak bile uzun zaman alır.”

“Desri’nin grubu büyük ihtimalle biraz daha erken buraya varacaklar, ancak Tulily ve diğerlerinin buraya gelmesi daha uzun sürer. Biraz daha bekleyeceğiz.” Linley konuşmuştu. Ancak çevresindekilerden sabırlı olmalarını istese de, kendisi de sürekli gökyüzüne doğru bakıyordu.

Bugün için çok uzun süre beklemişti.

“Abi, bence benden çok daha sabırsızsın.” Wharton gülerek karşılık verdi.

Linley karşılık olarak yalnızca gülümseyebildi.

“Vay, geldiler!” Linley’in omzunda duran Bebe birden heyecanlı, neşeli bir şekilde haykırdı.

Linley’in grubu ufukta onlara doğru uçan belirsiz insan figürlerini fark etti. İçlerinden biri hızla hareket eden beyaz bir ışık huzmesiydi ve onu ayırt etmek çok daha kolaydı, Linley bu geleni hemen tanımıştı. Bu Desri’ydi!

“Hmm?” Linley birden şaşırdı.

Ufuktan yaklaşan ondan fazla insan vardı. Desri dışında, Pennslyn, Higginson, Miller, Ford ve Livingston dışında altı kişi daha geliyordu. Diğer altısını yönlendiren Tulily’ydi.

“Tulily ve çırakları da mı geldiler?” Linley hala Tulily’nin on bin kilometrelik mesafeyi nasıl bu kadar kısa sürede aştığını düşünse de, durumdan son derece memnundu.

Herkes toplanmıştı. Bu kısa süre sonra harekete geçebilecekleri anlamına geliyordu.

Desri ve Tulily’nin grupları aynı anda Ejderkanı Kalesine indiler.

Tulily öne çıktığında yüzünde ender bir gülümseme vardı. “Linley, geç kalmadık, değil mi?”

“Hiç de değil. Yalnızca, nasıl oldu da Desri’nin grubuyla birlikte geldiniz? Yolda tesadüfen mi karşılaştınız? Özellikle doğunun büyük çayırlarında yaşadığın düşünülünce…” Daha Linley, sözlerini bitiremeden Desri gülerek karşılık verdi. “Linley, Tulily çıraklarıyla birlikte dün bana geldi, bu yüzden sabah birlikte yola çıktık.”

Linley şimdi anlamıştı.

“Geç kalıp sizin gruplarınızı sabırsızlandırmak istemedim. Bu iyi olmazdı.” Tulily güldü. “Desri ve ben uzun süredir doğru dürüst bir araya gelememiştik, bu yüzden geceyi onda geçirdik.”

“Herkes burada. Bu kadar gevezelik yeter bence. Yola koyulalım.” Bebe araya girdi.

Linley, Desri ve Tulily bakışıp gülmeye başladılar. Linley başıyla onaylayarak, yüksek sesle, “Güzel, hemen yola koyulalım.” Linley, batı ufkuna doğru döndüğünde gözleri parlıyordu. “Hedefimiz: Işık Kilisesi’nin Kutsal Adası!”

Yulan Kıtası, yıl 10034, 8 Nisan. Linley, Desri ve Tulily’nin liderliğinde, toplamda yirmi beş Aziz kahramanca bir tavırla Ejderkanı Kalesinden yükselip, gökleri yararak batıya doğru ilerlediler.

Ejderkanı Kalesinin muhafızları bu manzara karşısında hayranlıkla iç çektiler.

Yirmi beş Aziz birlikte uçuyordu. Sıradan insanlar böyle bir manzarayı nerede görebilirdi ki?

Işık Kilisesinin Kutsal Adasına doğru hızla ilerlemekte olan büyük bir gemi vardı.

Gemi sonunda Kutsal Adanın Limanına yanaştığında, dalgalar sahili dövmekteydi. Limanın önünde, Kilise Mahkemesinin mor cübbeli Özel Cellatları soğuk gözlerle gemiyi süzüyordu. Gemiye eşlik eden yüksek seviye subay gemiden ilk inen kişi oldu.

“Kaç tane getirdiniz?” Özel Cellatların lideri soğuk bir tavırla sordu.

Gemiden yeni inen adam saygıyla karşılık verdi, “Lordum, bu kez sekiz yüzün üzerinde getirdik.”

“Hmm.” Özel Cellat yavaşça başını salladı. “Çabuk, hepsini getirin. Önce onları yıkayın ve temiz kıyafetler verin.”

“Emredersiniz!”

Kir içindeki köleler birbiri ardına gemiden çıkartılmaya başlandı.

“Işık Kilisesi, ha? Ancak bir köpek boku kadar ışık saçarsınız!” Kölelerden biri limandakilere doğru öfkeyle bağırmaya başladı, ancak sözlerini bir kırbacın şaklaması takip etti.

“Eğer gücünüz varsa, beni öldürün. Bunun bir ‘kutsal yolculuk’ olduğuna inandığım için bir körmüşüm.” Köle karık sesiyle öfkeyle haykırdı. “Karım, kızım? Onları da buraya mı getirdiniz? Ve bunun kutsal bir yolculuk olduğunu mu iddia ediyorsunuz? Gerçekten körmüşüm… ah... hu...hu...”

Bir kılıç savrulup, kölenin ağzında büyük bir delik açıldığında, adamın dilinin bir parçası kopmuştu.

“Tüm bu gürültü de ne?” Özel Cellat kırbaç tutan düşük seviyeli askeri fırçaladı.

“Lordum, ben de bilmiyorum.” Asker korkmuştu. “Onları buraya taşırken, inatçı olanları çoktan hizaya getirmiştik. Bu adamın doğru anı kolladığını fark edememişiz.”

Dili kesilen köle öfkeli gözlerle Özel Cellata doğru bakıyordu.

Diğer kölelerin büyük çoğunluğu uzun zaman önce kaderlerine razı olmuştu. Uyuşuk birer ifadeyle ilerliyorlardı.

Geniş bir tünelin içinde.

Heidens beyaz bir cübbenin içinde, beyazlara bürünmüş güzel bir rahibenin önünde duruyordu. Şu anda çok sayıda yıkanmış köle, temiz kıyafetler içinde bu karanlık tünelin öbür ucuna götürülüyordu.

“Huu…” Dili kesilen o köle de yıkanmış ve temiz kıyafetler giydirilmişti.

Heidens’e bakarken, gözleri korkudan yusyuvarlak olmuştu.

Kutsal İttifakta, Heidens daha önce kitlelerin önüne pek çok kez vaaz vermişti ve bu köle, geçmişte  Heidens’i bizzat görmüştü ve onun Işık Kilisesi’nin Kutsal İmparator’u olduğunu biliyordu.

Hemen Heidens’e doğru öfkeli ‘huu’ sesleri çıkarmaya başladı.

“Acele et.” Köleleri götüren askerlerden biri acımasız bir kırbaç darbesiyle adamın vücudunun acıyla kasılmasına neden oldu.

“Budalalar. Canlarını yüce Lord Chiquita’ya sunabildikleri için gurur duymalılar.” Heidens’in arkasındaki rahibe soğuk bir tavırla dudak büktü.

Heidens sakince güldü.

“Lord Chiquita tamamen iyileşebilmek için kaç ruha daha ihtiyacı var?” Heidens beyaz cübbeli rahibeye sordu.

Rahibe saygı dolu bir ifadeyle, “Papa hazretleri, geçtiğimiz yıl çoktan on binlerce kişi getirdik. Lord Chiquita  gücünün çoğunu geri kazandı, ancak Lord Chiquita’nın söylediğine göre, tamamen iyileşebilmesi için, büyük olasılıkla on bin sıradan ruha daha ihtiyacı varmış.”

“On bin sıradan ruh mu? Bu oldukça zaman alacak.” Heidens kaşlarını çattı.

“Ancak tabi ki, on Aziz seviye ruh da yeterli olacaktır.” Beyaz cübbeli rahibe karşılık verdi.

Heidens kaşlarını çatarak rahibeye bir bakış attı. “Aziz seviye ruhlar mı? Hıh. Unutma, tek yapman gereken Lord Chiquita’ya iyi hizmet etmek. Diğer konulara karışma.”

“Emredersiniz.” Beyaz cübbeli rahibe saygıyla karşılık verdi.

Heidens önce tünelin diğer ucuna, ardından tek sıra halinde o yönde ilerleyen yeni yıkanmış kölelere doğru bir bakış attı. Gizlice iç çekti, “Ruhlarını özümsemeden önce, kölelerin yıkanıp temiz kıyafetler giymesini mi istiyor? Şu Chiquita… uhh…”

Heidens bu Chiquita’dan pek hoşnut değildi.

Ancak onun ne kadar korkutucu bir güce sahip olduğunu da biliyordu.

Heidens, Linley’le anlaşmalarını bozup Anarşik Topraklar’da savaştıktan sonra, eğer Linley bir grup azizle birlikte Kutsal Adaya saldırırsa ne yapacağını dikkatle planlamaya başlamıştı.

“Şanslıyız ki Işık Hükümranı cömert davrandı. Bu kriz anında Lord Chiquita’nın bu boyuta inmesine izin verdi.” Heidens kendi kendine mırıldandı.

Ancak Heidens’in bilmediği, Linley’in şu an yirmi beş kişilik bir aziz grubuyla okyanusu aşıp son hız Kutsal Adaya doğru yaklaştığıydı.

 

 

# # # # #

DN : İntikam için hazır mıyız??





Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44237 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr