Cilt 5 Bölüm 3: Göklerin Delinişi

avatar
6874 12

Coiling Dragon - Cilt 5 Bölüm 3: Göklerin Delinişi


 

Siyah platformun üstünde çatlaklar oluştuktan sonra, bütün büyü formasyonu bembeyaz parlıyordu, patlama sesleri bir orkestra gibi hızlı ve sesliydi.

 

“BOOM!” “BOOM!” “BOOM!” “BOOM!”

 

Şiddetle yankılanan gök gürültüleri gibiydiler. Son bir patlama sesi duyuldu. “BOOM!“ Bütün yuvarlak siyah platform patlayıp parçalara ayrıldı. Doğal olarak üstündeki büyü formasyonu da dağıldı. Aniden havada çeşitli desenler oluşturan çatlaklar oluşmaya başladı. Net ve gözle görülür çatlaklar bütün yönlere yayılıyordu.

 

……

 

Sisli vadideki ejderler hala insan şeklindeki yaratığın ne olduğunu düşünürken aniden yer sallanmaya başladı. Bütün devasa ejderler bir anda irkildi ve hemen kanatlarını açıp havalandılar. Bir kaç dakika sonra…

 

“BOOOOOM!”

 

Kilometrelerce mesafedeki bir alan anında patladı. Tüneli kapatan bütün tepe tuzla buz oldu.

 

“Raww…“ Yeraltından derin bir gürleme geldi.

 

Önceden siyah platformun olduğu yerdeki hava bir kâğıt gibi yırtıldı. Hiçliğe açılan bir boşluk oluştu. Ve o boşluktan, üç tane küçük kedi yavrusu taşıyan, uzun, koyu altın renkli elbiseli, şeytani görünümlü, yakışıklı bir genç adam çıktı.

 

Şuanda genç adam epey kötü durumda görünüyordu ve yüzü kanlarla kaplıydı.

 

“Whoosh!”

 

Acılan boşluk aniden kayboldu. Fakat etraftaki uzay (hava) hala kararsızdı ve enerji yüklü şimşekler aniden oluşup kayboluyordu.

 

“Ben… Sonunda kaçtım.“ Genç adam sevinçle kararsız alana baktı.

 

“Haha… kaç yıl oldu? Sonunda o lanet yerden çıktım.“ Genç adamın alnının tam ortasında, bir bıçak yarası gibi yara vardı. Aniden yara acıldı ve ortaya üçüncü, altın renkli bir göz daha çıktı.

 

Bu altın göz etrafa ışıklar yayıyordu.

 

“Bu… burası Yulan kıtası mı?“ Şeytani genç adam sevinçle, kahkahalar atıyordu, “Ne kadar harika.“

 

“Baba, ben açıktım.“ Genç adamın elindeki küçük yavrulardan biri konuştu.

 

“Bende acım.“

 

Diğer iki yavruda onu takip etti.

 

Konuşabilen kedi yavruları?

 

Yoksa aziz­seviye yaratık mıydı bunlar?

 

“Pekâlâ. Haha, ilerimizde yüzden fazla ucan ejder var. Gidin iyi bir ziyafet çekin.“ Genç adam kahkaha atmaya devam ediyordu.

 

“Oooo!“

 

Yavrular heyecanla miyavlamaya başladı. Aniden bulanıklaştılar ve üç tane simsek gibi havayı yararak ileri atıldılar. Uçarken vücutları büyümeye başladı. Büyüdü, büyüdü… Genç adam gülerek bir adim attı ve Sisli Vadinin ortasında ortaya çıktı.

 

…..

 

Sisli vadideki ejderlerin, patlamaya neyin neden olduğundan haberleri bile yoktu.

 

“Onlar da ne?“

 

Devasa bulanıklıkların üstlerine doğru uçtuğunu gördü. Üç yaratığında boyu otuz metreden uzundu ve yüz metre vardılar. Aslana benziyorlardı sadece onlarca kez büyütülmüş gibiydiler. Fakat bu yaratıklar açık bir şekilde aslan değildi çünkü devasa kanatları vardı ve kafalarında altı tane göz vardı.

 

Altı göz, iki kanat. Fiziksel olarak efsanevi Behemoth`lar kadar büyüktüler.

 

Fakat Behemoth`lar bile bu kadar korkunç değildi.

 

“Rawr!“ Bu tuhaf yaratıklar ağızlarını sonuna kadar açtı ve kükredi. Anında ağızları sanki bir hortuma dönüştü ve ejderlerin üstünde inanılmaz bir çekim gücü oluştu.

 

Yüzün üstünde ejder korkudan hemen kaçmaya çalıştı fakat çekim gücü aşırı fazlaydı. Tuhaf olan şey ise, bu çekim sanki sadece onları etkiliyordu. Çevredeki kayalar, tepeler sanki zerre etkilenmiyordu.

 

“Roaaaar!”

 

Ejderler sinir ve korkuyla kükredi fakat bu çekim gücüne karşı ellerinden hiçbir sey gelmiyordu. Birbiri ardına yaratıkların açık ağızlarına çekildiler.

 

Ejderleri en çok korkutan şey ise…

 

Bu canavarların midesi sanki sonsuza açılıyordu. Ejderler fiziksel olarak daha küçük olsa da, tek bir tanesi midesini doldurması gerekirdi. Fakat böyle olmuyordu. Bir tanesinin çekilmesi bitti mi hemen diğerini içine çekiyordu.

 

Bir ejder… Sonra bir başkası…

 

Sekizinci seviye ejderlerin böyle bir çekim gücüne karşı koymalarına imkan yoktu. Ejderler birbiri ardına canavarların midelerini boyladı. Kısa bir süre içinde her bir ejder bu yaratıklar tarafından yenildi.

 

“Harika bir yemekti.“ Canavarlardan biri konuştu. “Düzgün bir yemek yemeyeli yıllar olmuştu.“

 

Canavarlardan başka bir tanesi alçak sesle iç çekti. “O lanet olası yerde ölüp kalacağımı, bir daha dışarı çıkamayacağımı düşünmeye başlamıştım. Maalesef ki… dört ve bes numara…“

 

Üçü de sessizliğe büründü.

 

O lanetli yerde geçirdikleri binlerce yılı düşündüler. Ellerinde olmadan ürpertiler. Gelecek yok. Umut yok. Her an ölebilirsin. Eğer babaları olmasaydı, üçü çok önceden ölmüş olacaktı. Fakat babalarının cabalarına rağmen, dördüncü ve besinci kardeşleri, yani beşlinin en zayıfları ölmüştü.

 

“Babamız geliyor.“

 

Üç yaratık babalarının yaklaşmasını izledi. Tekrar vücutları küçüldü ve küçük kedi yavrularına döndüler. Tek fark, şuan kürkleri gökkuşağı gibi rengârenkti. Kanatları da şuan ejderlerin kanatlarından çok daha göz alıcıydı.

 

Fakat bu üç çift gözü kim görse şok olurdu.

 

“Baba.“ Üç yaratık heyecanla babalarının yanına uçtu. Artık genç adamın yüzünde hiç kan kalmamıştı ve uzun elbisesindeki tozlarda tamamen kaybolmuştu. Yüzünde bir gülücük vardı.

 

“Yemek iyi miydi?“ Bir kahkaha attı. “Ah… şurada iki tane daha sekizinci seviye yaratık var.“

 

Şeytani genç adam Sisli Vadinin batısına doğru baktı. Ayni anda dört renkli bir ışık batıya doğru parıldadı. Kısa bir sure içinde bir enerji patlaması iki büyük Velocidragon”un çevresini sardı ve onları havaya kaldırdı.

 

İki Velocidragon sonlarının yakın olduğunun farkındaydı. Tek yapabildikleri alçak seste yalvarmaktı.

 

İkisi de Velocidragon`du. Sekizince seviye yaratık olsalar da, hem Ateş ve Zümrüt ejderlerinden farklı ırktılar hem de uçamıyorlardı. Bu yüzden genelde onlardan uzakta dururdular.

 

Bu canavarlar mutlu bir şekilde ejderleri yutarken uzakta duran bu iki Velocidragon`a aldırış etmemişti.

 

“Yüzden çok ejder az önce mideye indi.“ İki Velocidragon titriyordu.

 

Düşmanları çok güçlüydü ve bu üç küçük kedi yavrusu konuşma bile konuşabiliyordu.

 

“Sizse kaçmak mı istediniz?“ Şeytani genç adam Velocidragonlara güldü.

 

İki Velocidragon fiziksel olarak çok büyüktü. Genç adam onlar için küçük bir zerreydi. Fakat yine de korkutan titriyorlardı ve kafalarından aşağı terler akıyordu. Ejder dilinde; “Lord, ne cüret, olur mu öyle şey!“

 

Şeytani genç adam ejder dilini anlıyor gibiydi. Gülerek kafasını salladı. “Güzel. Bu âleme yeni vardım ve keyfim epey yerinde. İkinizi bağışlıyorum. İkiniz… Bundan sonra bana hizmet edeceksiniz.“

 

İki Velocidragon`un etrafındaki enerji zincirleri kayboldu ve sertçe ikisi de yere indi. Yere iner inmez birbirlerine bakış attılar ve bağlılıklarını gösterir gibi hemen yere kapaklandılar.

 

Ejderler normalde inanılmaz kibirli yaratıklardır. Fakat böyle baskılı bir güç karşısında itaat etmekten başka hiçbir çareleri yoktu.

 

Bu şeytani genç adamla yüzleşirken, sanki küçük parmağını bir oynatmayla onları öldürebilecekmiş gibi hissediyorlardı.

 

“Yulan kıtası.“ Genc adam yüzünde gülücüklerle etrafına bakindi. “Ne kadar harika bir yer. Eminim ki beş bin yıl önceki kadar şanssız olamam.“

 

……….

 

Büyülü Yaratık Sıradağlarında…

 

İnsan formuna döndükten sonra Linley`nin üstünde iç çamaşırı ve pantolondan başka hiçbir şey yoktu. Aylardan şubattı ve sıcaklık inanılmaz azdı. Fakat Linley hala dikkatle eflatun kılıcı inceliyordu.

 

Şuanda Linley, o kılıcı çekmekle dünyaya nasıl bir felaket getirdiğinden haberi bile yoktu.

 

Kibrin korkusu yoktu!

 

Fakat Doehring Cowart”ın azda olsa aklında bazı senaryolar vardı. Yine de felaket ne derece büyük olursa olsun, Linley`i cok etkilemeyecekti. Sonuçta yüce semalar bile çökse Yulan kıtasının gerçek dövüşçüleri bir şekilde kurtulmanın yolunu bulurdu. Korkacak ne vardı ki?

 

Ancak bir aptal gözünün önündeki hazineyi almadan giderdi.

 

“Büyükbaba Doehring, sence buradaki iki kelime neyi anlatıyor?“

 

Kılıcın kabzasında, gerçekten karmaşık ifadelerle yazılmış, açılı iki ayrı karakter dizisi vardı.

 

“Bu…“ görünce Doehring Cowart`ın gözleri açıldı. “Bu kelimeler Cehennem`de kullanılan yerel dilin kelimeleri. Yıllar önce, Aziz­seviyesine çıktıktan kısa süre sonra bu dili çalışmıştım. Bu iki kelime “kan`(Blood) ve `eflatun`(Violet) olmalı.“

 

“Eflatun Kan (Blood Violet)? Linley sessizce mırıldandı. “Yoksa bu kılıcın ismi Bloodviolet`mi?“

 

Linley dikkatlice esnek kılıcı inceledi. Bloodviolet bir ağustos böceğinin kanadı kadar inceydi. Tam da bu inanılmaz incelik yüzünden, özel bir malzemeden yapılmasına rağmen, yine de aşırı hafifti, belki de 2 kilo filandı. Linley için bu ağırlık hiçbir şeydi.

 

Ejderkan Savaş Qi`sini kılıca yönlendirince Bloodviolet anında katı, sert bir hal aldı.

 

Elini bir sallamasıyla…

 

“Swish!” Bloodviolet üç adamın zorla etrafını sarabileceği bir ağacı, ince bir ses çıkararak kolayca kesti. Kesilmesine rağmen ağaç yerinden bir milim bile kıpırdamadı. Fakat Linley, gerçekte bu ağacın iki parçaya ayrıldığını biliyordu.

 

Bloodviolet o kadar keskin ve hazlıydı ki ağaç hiç kıpırdamamıştı bile.

 

Güçlü bir zıplamayla Linley havalandı ve ağacın dallarına tekmeler attı. Anında ağaç titremeye başladı. Bir kaç geniş dala vurunca ağaç kayarak yere indi ve devrildi.

 

Linley Bloodviolet`in kestiği yere baktı. “Ne kadar pürüzsüz.“ Kesilen yerde en ufak bir kıymık bile yoktu.

 

“Bu kılıç inanılmaz.“ Taşıdığı kızarmış ördeği yerken, Bebe gözlerini sonuna kadar açmış bakıyordu.

 

Linley kıkırdayarak, esnek kılıca baktı. İçinden “Böyle çevik, keskin bir silahla, bin hatta on bin düşmanım olsa kaç yazar.“ Hemen kılıcı sağa sola savurmaya başladı.

 

İnanılmaz bir çeviklikle ormanın içinde bir aşağı bir yukarı dans etti.

 

Keskin! Hızlı!

 

Bir böceğin kanadı kadar ince! Bu sayede havanın direnci neredeyse hiç yoktu, korkunç hızlara çıkabiliyordu. Üstüne aşırı hafif oluşu hızını daha da artırıyordu.

 

“Linley, bu kılıç esnek olsa da, gerçekten keskin. Ama şaşılacak derecede değil.“ Doehring Cowart`ın değerlendirme yeteneği Linley`den cok daha iyiydi. Tek bir bakışta kılıcın gerçek gücünü söyleyebilirdi.

 

Linley şüpheyle Doehring Cowart`a baktı.

 

Doehring Cowart gülerek, “Eğer bu kılıçla sadece bir ağacı kesmek istiyorsan, tabii ki zor olmaz. Fakat savaş qi`si ile desteklenmiş kalkan kullanan yedinci seviye savaşçı gibi bir uzmanla karşılaştığında korkarım ki onu kesmen bu kadar kolay olmayacaktır.“

 

Linley şaşırdı.

 

“Bu kılıcın gerçek değeri iki ayrı alanda yatıyor. İlki istediği zaman katı istediği zaman esnek olabiliyor ve bu yüzden düşmanın savunma yapıp kendini koruması inanılmaz zor olacaktır. İkincisi ise… Dayanıklılığı! Çoğu silah fazla savaş qi`si kaldıramaz ve parçalanır. Fakat sendeki bu değerli kılıca böyle bir şey olmaz.“

 

Linley hafifçe kafasını salladı.

 

Keskin kılıçlar ayni zamanda çok kırılgan olur ve fazla güç kaldıramazdı. Bloodviolet gerçekten keskindi, ama gerçek gücü ayni anda katı ve esnek olabilirken, inanılmaz bir hıza ve gerçek bir dayanıklılığa sahip oluşunda yatıyordu.

 

“Hız? Esneklik?“

 

Linley Ejderkan Savas­Qi`sini kılıca aktarmayı bıraktı ve hemen onun yerine rüzgâr­elementi büyügücü uygulamaya başladı.

 

Ayni zamanda da kılıcı etrafta sallıyordu. Rüzgar stili büyü gücüyle dolduktan sonra Bloodviolet daha da hızlı bir hal aldı. Ayni zamanda gidişatı çok tuhaf tahmin edilemez bir silah haline geldi. Kılıç bazen düz, bazen kıvrılmış oluyor. Karşıdaki düşmanın nasıl savunma yapacağını kestirmesi çok zordu.

 

Linley kararını vermişti.

 

“Şu anlık benim için esnek kılıcı kullanmanın en iyi yolu bu.“

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44263 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr