Cilt 9 Bölüm 42: Güneydoğu İdari Bölgesi

avatar
7329 9

Coiling Dragon - Cilt 9 Bölüm 42: Güneydoğu İdari Bölgesi


Kitap 9 (Ünü Dünyayı Sarsıyor)  Bölüm 42 – Güneydoğu İdari Bölgesi

Çeviri :  Gin    Düzenleme: Dr.Hiluluk

İmparator Johann, sarayın çiçek bahçelerinden birinde, bir banka çökmüş, son derece güçsüz hissediyordu. Yüzünde solgun, zayıf bir ifade vardı. Gözleri kapalıydı ve sessizdi. Yanındaki saray hizmetkarının tek yapabildiği yanında beklemekti. Hizmetkarın kafası son derece karışmıştı. “Daha az önce majesteleri son derece iyi bir ruh halindeydi. Ancak Üstat Linley’le biraz sohbet ettikten sonra bu hale mi geldi?”

İmparator Johann’ın gözleri birden açıldı.

“Şu fermanı ilet. Marki Jeff Merkezi İdari Bölgesine gidip Jacques Lejyonu’na katılacak. Lejyon kumandanı Lace’in onun için rahat bir görev ayarlamasını sağla. Özel bir durum olmadıkça Marki Jeff’in başkente dönmesine izin verimeyecek.” İmparator Johann sakin bir sesle konuşmuştu. Gerçekten de Marki Jeff’i bir daha görmek istemiyordu. Marki Jeff’i her gördüğünde Prens Julin’i hatırlayacağını biliyordu.

Bugün yaşadığı olay İmparator Johann’a göre yaşadığı en aşağılayıcı tecrübeydi. Ancak Johann bu konuda yapabileceği bir şey olmadığını da biliyordu. Tek yapabileceği kabullenmekti.

Saray hizmetkarı, İmparator’un emirlerine şaşırsa da, saygıyla ‘Emredersiniz Majesteleri!” diyerek karşılık verdi.

İmparator Johann banka tekrar oturdu. Sanki bir anda çok daha yaşlanmıştı.

Başkentten, Güneydoğu İdari Bölgesine kuş uçuşu dümdüz gidilse bile en az iki bin kilometre mesafe vardı. Uçuşun ortasında sabırsızlanan Linley, Ejder Formuna dönüşerek güneydoğuya doğru daha da hızlandı.

Linley başkentten ayrıldığında, güneş çoktan batmaya başlamış, doğu ufkunun sınırlarına ulaşmıştı.(?)

Linley, Güneydoğu İdari Bölgesinin baş şehrine vardığında, hava çoktan kararmıştı ve insanların çoğu evlerine çekilmiş, akşam yemeğine hazırlanıyorlardı.

“Vııızz!” İdari bölgenin üzerinden ejder formunda uçarken, Linley birden ruhsal enerjisini yayıp, şehrin merkezindeki şaşalı kaleyi sarmaladı.

Prens Julin orada yaşıyordu. “Patron, ben halledeyim mi?” Bebe, Linley’in yanında uçuyordu.

“Hayır!” Linley ne zaman dördüncü kardeşi, Reynolds’u düşünse içindeki öfke daha da harlı yanıyordu. Linley buraya son hız uçmuş olsa da, ona göre yol çok uzun sürmüştü. Fazla uzun!

Linley’in siyah-altın gözleri kızarmıştı.

“Julin!” Linley dişerini sıkıp sessiz bir şekilde fısıldadı, gözleri daha da duygusuzlaşmıştı.

Şu anda binlerce muhafız Güneydoğu İdari Bölgesi’nin yönetildiği kalenin dışında nöbet tutuyordu. Kalenin içinde ise pek çok uşak ve güzel hizmetçi vardı.

Kalenin içindeki sessiz, tenha bir odanın içinde... Tül bir perdenin ardında... Kesik kesik nefes sesleri geliyordu. Şuh bir ses durmadan inliyordu… İki vücut birbirine kenetlenmişti.

Uzun bir aradan sonra…

Kısa bir inilti... Ardından oda sessizliğe gömüldü.

“Majesteleri.” dedi yumuşak bir ses.

“Bebeğim gerçekten büyüleyicisin. Karımdan çok daha iyisin.” Prens Julin tül perdeyi aralayıp, sırtına uzun bir cübbe geçirerek yataktan kalktı. “Bebeğim, sen burada dinlen.  Sana yemek getirmelerini emredeceğim.”

“Teşekkürler majesteleri.” Tülün ardındaki kadın omzundan bir şelale gibi dökülen yeşim saçlara sahipti ve gözleri baştan çıkarıcıydı.

Prens Julin’in yüzünde halinden memnun bir sırıtış vardı.

Yaşamından son derece memnundu.

İmparator olmakta bu kadar iyi olan ne vardı? Bir prens olarak da pek çok hizmetçisi vardı ve istediği kadar kadına sahip olabiliyordu. Bu tarz bir yaşam bir tanrınınkinden bile daha iyi değil miydi?

“Şu abim yok mu.Üff.. Tek yaptığım şu Reynolds’un ölümüne neden olmak ve yemediğim fırça kalmadı.” Prens Julin hoşnutsuzca dudaklarını yaladı.

Yaşamı inanılmaz önemliydi.

Sıradan bir soylu öldüyse ölmüştü. Ne vardı bunda? Prens Julin’in sırını şuydu; yaşamını tehdit edebilecek her şey, en küçük ihtimal bile, durdurulmalıydı.

Prens Julin kendinden hoşnut bir şekilde odadan ayrıldı.

“Majesteleri.” Odanın dışındaki iki kadın hizmetkar saygıyla selam verdiler.

Prens Julin, kadınlardan birini kibarca okşadı. Yavaşça gülerek, “Bebeğim, bu gece gelip bana hizmet edebilirsin.”

“Emredersiniz, majesteleri.” Kadın hizmetkarın gözlerinde bir neşe ifadesi parıldadı.

Tam Prens Julin hayatının kusursuz olduğunu düşündüğü anda, göklerden soğuk bir ses yankılanıp tüm kaleyi kapladı. “Prens Julin, hayatının keyfini mi çıkarıyorsun?” Ses öfke ve aşağılamayla doluydu. Prens Julin birden titremeye başladı.

“O da kim?!” Kale muhafızları silahlarını kaldırıp öfkeyle bağırdılar.

“Yukarda. Ahhhh! Bu bir iblis!” Muhafızlardan biri havada süzülen Linley’i gördü.

Prens Julin dehşete düşmüştü. Kimin ona karşı harekete geçtiğini bilmiyordu. Daha önce karşısına aldığı insanların hepsi kendinden düşük statüdeydi. Prens Julin, bazı güçlü uzmanları asla kızdırmaması gerektiğini iyi biliyordu. Peki bu gelen de kimdi? Prens Julin başını kaldırdığında… yüzü korkudan bembeyaz kesildi.

Linley, şu an Prens Julin’in konağının üzerinde duruyordu.  Linley ejder formunda, etrafında süzülen yoğun bir gök mavi-siyah savaş ki’si ile kaplı vaziyette, gerçekten de cehennemden fırlamış bir iblisi andırıyordu.

Siyah altın gözleri Prens Julin’e kilitlenmişti.

Linley’in tek yaptığı ruhsal enerjisini kullanarak etrafı incelemekti. İki hizmetkara söylediklerinden sonra, bu adamın Prens Julin olduğundan emindi.

Linley birden bire yere indiğinde korkunç bir enerji dalgası dört bir yana yayıldı.

“Boom!”

Çevredeki tüm binalar bu gücün etkisiyle paramparça oldu. Linley’in yere indiği noktadaki yer taşları sanki üzerlerine devasa bir kaya düşmüşçesine çatlayıp, kırıldı.

“Lordum, kimsiniz siz?” Prens Julin zoraki de olsa gülümseyip, son derece mütevazi bir tonda konuştu.

Önünde duran adam bir azizdi. Prens Julin bundan emindi.

Prens Julin, yaşamına son derece önem verirdi, bu yüzden de bir azizi kızdırmadığından emindi.

“Lordum, bir yanlış anlaşılma olmuş olabilir mi? Niçin beni arıyorsunuz?” Prens Julin zor da olsa gülümsemesini koruyordu, ancak tam bu sırada öteden bir muhafızın sesi duyuldu. “Majesteleri, bu gelen Üstat Linley. Başkente Efendi Haydson’la olan düellosunu izlemeye gitmiştim.”

Linley’in Haydson’la olan düellosunu pek çok insan izlemişti. Güneydoğu İdari Bölgesi’nden de pek çok gelen olmuştu. Muhafız da doğal olarak Linley’i tanımıştı.

Prens Julin düelloyu izlemeye gitmemişti.

Ona göre iki uzmanın dövüşünü izlemek birkaç güzel kadınla ilgilenmek kadar çekici değildi. Şanslıydı ki İmparator’un erkek kardeşiydi. Yoksa O’Brien İmparatorluğu gibi insanların uzmanlara taptığı, eğitime ve kişisel güce değer verdiği bir yerde yaşamı korkunç olurdu.

“Üstat Linley?”

Prens Julin’in kalbi sıkıştı. Hayatta en çok korktuğu şey gerçek olmuştu! Neil Şehrinde Reynolds’un ölümüne sebep olmuştu. Prens Julin, Reynolds ve Linley’in yakınlığını öğrendikten sonra pişman olmuş olsa da, her şey için çok geçti.

“Abim ne halt etti? Linley’in bu meselenin benimle alakalı olduğundan haberi olmadığını söylememiş miydi?” Prens Julin içinden Johann’a sövüyordu. Bu arada Linley soğuk bir şekilde ona bakmayı sürdürüyordu.

Biricik kardeşi, Reynolds, Julin korkaklığından dolayı son şansı elinden alınddığı için ölmüştü. Kardeşi ölmek zorunda değildi.

“Ne için geldiğimi biliyor musun?” Linley öfkesini daha fazla dizginleyemedi.

“Ah! Demek bu Üstat Linley!” Prens Julin aceleyle konuşmaya başladı. “Julin sizi ağırlıyor olmaktan onur duyar. Ancak gerçekte neden geldiğinizi bilmiyorum, Üstat Linley.”

Şimdiye çoktan etraflarında bir grup insan toplanmış, izliyordu.

Pek çoğu Prens Julin’in kadınları, bazıları çocukları, muhafızlar ve hizmetçilerdi. Hepsi dehşet içindeydi. Prens Julin’in kişisel korumaları olan 9.seviye savaşçılar bile geriden izliyordu.

“Üstat Linley, eğer istediğiniz bir şey varsa lütfen sakince anlatın. Majesteleriyle bir çeşit yanlış anlaşılma yaşadığınızı düşünüyorum.” Kalenin yöneticilerinden biri kenardan titreyen bir sesle konuşmuştu.

Linley dönüp yöneticiye bir bakış attı. Adamın rengi anında bembeyaz kesildi.

“Yanlış anlaşılma?”

Linley adım adım Prens Julin’e doğru yürüdü. Prens Julin’in alnını ter damlaları kaplamıştı. O kadar korkmuştu ki yüzünden bütün kanı çekilmişti. Linley’in dudakları hafifçe yukarı kıvrılıp, korkunç bir gülümsemeye dönüştü.

“Şlak!” Linley’in ejder kuyruğu aniden atılıp Prens Julin’in vücudunu bir kırbaç gibi sarmaladı.

“AHH!!!” Julin’in boğazından saldırıya uğrayan bir kadınınkini andıran tiz bir çığlık yükseldi.

Linley’in siyah altın gözleri duygusuzca Prens Julin’e bakıyordu. “Neden çığlık atıyorsun? Daha güç kullanmadım bile ama çoktan çığlık atıyorsun. Eğer güç kullanmış olsaydım..”

“Bağışla beni, Üstat Linley, bağışla beni.” Prens Julin çaresizlik içinde yalvarıyordu.

“Bağışlamak mı?”

Linley’in sesi birden gırtlağından yükselen bir hırıltıya dönüşmüştü. “Ben, seni bağışlayım mı? Ya kardeşim Reynolds? Onun canını kim bağışladı?” Linley’in siyah kuyruğu Prens Julin’i havaya kaldırıp sıkmaya başlarken, soğuk bir ışıkla parlıyordu.

Prens Julin, güçlü bir adamın kolu kadar kalın olan kuyruk tarafından havaya kaldırılmış sıkılıyordu. Kuyruk hafifçe titremeye başladığında, Prens Julin acıyla ulumaya başladı. “AAH!” “Çatır.” Prens Julin’in kıyafetleri kana bulanmaya başlamıştı.

“Dur!” Sadık muhafızların çoğu silahlarını kaldırıp öfkeyle bağırmaya başladılar. Saldırıya geçmeye cesaret edemeseler de en azından bağırabilmişlerdi.

“S*ktirin!” Linley daha da öfkelenmişti.

“Boom!” Korkunç bir enerji Linley’den yayılıp her yönde patladı. Çevrelerindeki tüm muhafızlar ve kadınlar geriye doğru fırladılar. Bazı şanssız muhafızlar duvara kafa üstü çarptıklarından beyinleri parçalanmıştı. Diğerleri yere savrularak ağır yaralanmışlardı.

Göz açıp kapayana kadar, Linley ve Prens Julin haricinde ayakları üzerinde duran kimse kalmamıştı.

“Patron bu sefer gerçekten çıldırdı.” Bebe havadan sessizce olanları takip ediyordu.

Linley bakışlarını yerdekilerden çevirip, yüzü kanlar içindeki Prens Julin’e döndü. “Julin, merak etme. Bir süre daha yaşamana izni vereceğim... Yavaşça ölmenin tadına varacaksın.” Linley’in sesi yumuşak çıksa da, Prens Julin’i tarifsiz bir korkuyla doldurmuştu.

“Lütfen beni bağışlayın. Ne isterseniz yaparım, elimden geldiği sürece ne isterseniz veririm, her şey kabulüm, önemli olan tek şey var, beni öldürmeyin.” Prens Julin hala bir şekilde bu durumdan canlı kurtulabileceğine inanıyordu.

Linley, Julin’in sızlanmalarına aldırış etmedi. Zihnindeki tek şey, dördüncü kardeşi Reynolds’un gülümsemesiydi. O sevimli, tembel  genç, Linley ‘Rüyadan Uyanmak’ı oyarken, on gün on gece kar fırtınasının içinde onu beklemişti.

“Çatırt.” Prens Julin’in vücudundan, kırılan bir vazoyu andıran bir ses yükseldi.

Beli bir anda genç bir leydinin belini andıracak kadar ezilip küçülmüştü. Prens Julin’in yüzü kıpkırmızıydı. Tek kelime edecek hali bile yoktu. Ağzından durmadan kan akıyordu.

“Bağış... bağışla...” Prens Julin dehşetle Linley’e baktı.

Ötedeki hizmetkarlar ve kadınlar Prens Julin’in belinin giderek incelişini şok içinde izliyordu.

“Çatırt!” Bir başka kırılma sesi daha duyuldu. Ağzından kan boşalırken, Prens Julin’in rengi mora dönmüştü.

İç organları parçalanana kadar ezilmişti. Bu tarz bir acı Julin’in ölmüş olmayı dilemesine neden oldu.

“O kadar çabuk ölemezsin.” Prens Julin, yıllar önceki Clayde’a göre çok daha dayanıksızdı.

Linley’in ejder kuyruğu birden gevşeyip geri çekildi. Ölümün eşiğine gelmiş Julin yere düştü. Tam rahatlayıp iç çekecekken, daha yere bile değemeden...

“Bam!” Linley sağ ayağıyla Julin’in vücuduna acımasız bir tekme savurudu.

Prens Julin’in gözleri korkudan yuvalarından oynamıştı.

Tekmenin etkisiyle vücudu savrulup yakındaki bir duvara çarptı. O kalın, dayanıklı duvar, çarpmanın etkisiyle çatladı. Prens Julin mi? Zayıf , dayanıksız vücudu çamurumsu bir kan ve kemik yığınına dönüşüp her yere sıçramıştı.

“Dördüncü kardeş, merak etme. Ölmene sebep olan tek bir kişiyi bile ihmal etmeyeceğim.” Linley sakince kendiyle konuştu. Siyah altın gözlerinde hafif bir ıslaklık vardı.

Linley başını kaldırıp havadaki Bebe’ye baktı.

“Gidelim. Neil Şehrine gidiyoruz!”

“Vızzz!” Linley doğruca havaya yükselip, Bebe’yle birlikte son hız güney doğuya uçtu. Çevredeki binlerce insan ölüm sessizliğine gömülmüştü. Prens Julin’in tanınamaz haldeki cesedi göz alıcı, ürkütücü bir manzara oluşturuyordu!

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44253 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr