Cilt 9 Bölüm 24: Oliver, Haydson’a Karşı

avatar
7278 9

Coiling Dragon - Cilt 9 Bölüm 24: Oliver, Haydson’a Karşı


 

Kitap 9 (Ünü Dünyayı Sarsıyor)  Bölüm 24  –  Oliver, Haydson’a Karşı

 

Çeviri: Gin Düzenleme: Dr.Hiluluk

 

Yulan Takvimi 10009 Yılı. Mayıs’ın 4’ü. Bu gecenin olağan dışı olacağı biliniyordu. Başkentteki pek çok insan uyuyamayıp, şehrin dışında toplandı. Bu gece, gökte yıldızlar ya da parlak bir ay yoktu. Bunun yerine kalın bir bulut tabakası gökleri örtmüştü.

 

Pek çok şehir sakini ellerinde yaktıkları fenerlerle gelmişti. Üçlü beşli gruplar halinde düellonun başlamasını bekliyorlardı.

 

“Hey, üçüncü kardeş. Oliver ve Efendi Haydson nerede düello yapacaklar sence? Oliver meydan okuduğunda düellonun nerede olacağını belirtmedi. Yalnızca şehrin dışında dövüşeceklerini söyledi. Ancak doğu kapısının dışında mı ya da batı mı yoksa kuzey ya da güney mi?”

 

“Kim bilir. Sakince beklemekten başka yapabileceğimiz bir şey yok.”

 

Bu soru pek çok kişinin zihnini kurcalıyordu. Farklı şehirlerden gelmiş pek çok insan vardı. Konuyla ilgilenmeyen az sayıda insan ve büyücülerin bazıları hariç, büyük çoğunluk buradaydı. Ayrıca başkentin neredeyse yarısı,  düelloyu izlemek için toplanmıştı. Diğer şehirlerden gelenleri de ekleyince, toplanan insanların sayısı milyonları buluyordu.

 

İnsanlar başkentin dört kapısının dışında da toplanmıştı.

 

Kimse düellonun tam olarak nerede olacağını bilmiyordu.

 

Doğal olarak Kont Wharton’un malikanesinden de kalabalık bir grup düelloyu izlemeye gelmişti. Linley’in grubu düellonun nerede yapılacağını kolaylıkla çözmüştü. Bunun nedeni Yekpare Kılıç  Azizi Haydson’un aurasını bilerek yayıyor olmasıydı.

 

Yekpare Kılıç Azizi Haydson imparatorluk başkentinin kuzeyindeki Channe Nehri’ne doğru ilerledi. Genişliği yüzlerce metreyi bulan nehrin üzerine geldiğinde durdu. Nehir uzunluk olarak Yulan Nehriyle kıyaslanamazdı., Hatta Channe Nehri bir noktada Yulan Nehriyle birleşiyordu.

 

Aziz seviyeler diğerlerinin auralarına karşı son derece hassastırlar.

 

Eğer belli bir noktada aziz seviye bir dövüş yaşanıyorsa, yüzlerce kilometre yakınındaki diğer azizler bunu hissedebilirler. Linley şekil değiştirmedi, çünkü Haeru da Bebe de Haydson’un aurasını net bir biçimde hissedebiliyordu.

 

“Channe Nehri’nin üzerinde, şehrin kuzeyinde. Haydi gidelim. Düello orada gerçekleşecek. Efendi Haydson orada.” Bu bilgi şehre bir fırtına gibi esti. Kısa sürede şehrin doğu, batı ve güneyinde bekleyen kalabalıklara ulaştı.

 

O bölgelerde toplanmış milyonlarca insan bir sel gibi kuzeye aktı.

 

Bu insanların büyük bir kısmı kuzeye giderken şehrin etrafından dolandılar. Ne de olsa şehrin sokakları hepsini almak için yetersiz kalırdı.

 

“Burada gerçekten de epey bir insan toplanmış.” Linley, Wharton, Barker ve diğerleri kalabalığa şaşkınlıkla bakıyordu.

 

Channe Nehrinin iki tarafında sayıları milyonu aşan insan grupları toplanmıştı. Arenadaki 80000 izleyici bir insan denizi gibi görünmüştü. Buradaki milyonun üzerinde insan gerçekten de korkunç bir görüntüydü.

 

Channe Nehri’nin iki yakası da insanlarda dolup taşıyordu.

 

İşin kötü tarafı..

 

Doğu, batı ve güneyden insanlar gelmeye devam ediyordu. Çoktan sular altında kalmış bir yere üç koldan devasa sel suları ekleniyor gibiydi. İnsan sayısı giderek artmaya devam etti.

 

“Amma çok insan. Pff, şu Oliver.. Neden düellonun üç ay sonra olmasını istedi? Eğer yarım ay deseydi diğer şehirlerden insanlar gelemezdi. Üç ay.. Bu sürede Kuzeybatı İdare Bölgesinden bile insanlar buraya yetişebilir.” Hillman başını salladı.

 

Zassler yalnızca sırıttı. “Ne kadar çok o kadar iyi. Amma büyük olay.”

 

Zassler bu manzaraya kendi milyon kişilik yaşayan-ölü ordusunu anma yolu olarak bakıyordu. Kendi milyon kişilik yaşayan ölü ordusu da muazzam bir manzaraydı.

 

“Daha da önemlisi, nasıl öne geçeriz? Böyle uzaktan mı izleyeceğiz?” İnsanların önlerinde ne kadar sıkışık gruplandığını gören Kahya Hiri aralarına kaynaşmaya cesaret edemedi.

 

Gates hoşnut bir şekilde konuştu. “O iş kolay. Biz beş kardeşin önden gitmesine izin verin.”

 

Devasa cüsseleri düşünülürse, en öne kadar ilerlemeyi başaracakları kesindi.

 

“Acele etmeyin. İmparator Johann’ın ordusunun geldiğini fark etmediniz mi?” Linley güldü. Gerçektende tam o anda, askerler nizami düzende onlardan tarafa doğru ilerliyordu.

 

Burada milyonlarca sıradan insan varken yalnızca yüz bine yakın asker vardı.

 

Ancak sıkı düzenleri parıldayan zırhlarıyla askerler,  insanları etkileyip baskı hissetmelerine neden olmuştu.

 

“Grrrrrrrrrrrr!” “Groooaaarr!”

 

Milyonlarca izleyicinin arasında sihirli canavarlarıyla gelenler de vardı. Bazıları güçlü uzmanlar tarafından ehlileştirilmişti. İnsanların dinmeyen konuşmalarının yanında canavarların kükremeleri de duyuluyordu.

 

Etrafta tam bir kaos hakimdi.

 

“SESSİZLİK!”

 

Güçlü bir ses duyuldu. “Channe Nehri’nde teknede olan herkes çabuk karaya çıksın! Efendi Haydson ve Oliver’ın düellosu sırasında nehirde olursanız, botlarınızın dalgaların altında kalması muhtemel. Nehrin kıyısında olanlar, herkes on metre geriye çekilsin. Kıyılarda kimsenin kalmasına izin verilmeyecek. Ordu burada düzeni sağlayacak!”

 

İmparatorluk ordusu izleyicileri belli bir düzene sokmaya başladı.

 

İmparatorluğun yüksek kademelerinde olanlar dikkatsiz davranmaya cesaret edememişti. Burada milyonlarca kişinin önünde bir şey yaşanırsa sonuç felaket olurdu. İki aziz seviye arasındaki düello keyifli bir olaydı. Bir trajediye dönüşmesine izin veremezlerdi.

 

“Efendi Wharton, Efendi Linley, lütfen bizimle geldin.” İki asker onlara doğru yürüdü.

 

Linley ve Wharton birbirlerine bakıp sırıttılar.

 

İmparator Johann çoktan ayarlamalar yapmıştı. İzleyiciler onar metre geri çekildikten sonra, İmparatorluğun soyluları önlere doğru ilerlediler. Ancak onlar da nehre yaklaşmadılar. Nehir enine birkaç yüz metre geniş olduğu için iki aziz seviye düello yapacakları geniş bir alan bırakıyordu.

 

Ayrıca iki aziz seviye de havada düello yapacaktı.

 

Soylular önceden belirlenmiş bölgelerdeki yerlerine gidip nehir hizasınca sıralanmış banklara oturdular. Bu olağanüstü düelloyu en güzel yerden izleyeceklerdi. Bunu gören sıradan halk öfkeli değildi.

 

Soylular ve halk arasında devasa bir fark vardı.

 

Soylu olmaya hak kazanan insanlar hem yeteneklilerdi, hem de imparatorluğa önemli katkılarda bulunmuşlardı. Yeteneğin olduğu sürece soyluluk unvanı kazanabilirdin. Aslında halk soylulara karşı büyük bir hayranlık besliyordu bile denilebilir. Hepsi bir gün o noktaya varabilmeyi istiyordu.

 

Gece rüzgarı özellikte nehir kıyısında buz gibi esiyordu. Soyluların çoğu pelerinlerini kuşandılar.

 

Nehrin her iki kıyısında tüm Channe Nehrini aydınlatan sayısız meşale yanıyordu. Nehrin üzerinde Yekpare Kılıç Azizi Haydson sessizce bekliyordu. Oliver henüz ortalıkta yoktu.

 

“Üstat Linley, Oliver neden henüz gelmedi?” Johann yanındaki Linley’e sordu.

 

İmparator Johann Linley’den yanında oturmasını bizzat istemişti. İlk nedeni Linley’le olan ilişkisini güçlendirmekti. İkinci nedeni Linley yanındayken, bu iki aziz seviyenin düellosunu izlemek biraz daha  güvenli olurdu.

 

“Sabırsızlanmayın majesteleri.” Linley gülümsedi. “Haydson’un kendi bile sabırla bekliyor. Majesteleri de birazcık daha beklemeli.”

 

“Doğru.” Johann gülümseyip başıyla onayladı.

 

Nehrin üzerinde Yekpare Kılıç Azizi Haydson, basit gri bir cübbenin içinde, sırtında toprak rengi ağır kılıcı, gözleri kapalı bekliyordu.

 

Aniden…

 

Haydson gözlerini açıp doğuya doğru baktı. Bulanık bir insan sureti hızla uçuyordu. Göz açıp kapayıncaya kadar, Channe Nehri’nin üzerinde ikinci bir kişi belirdi.

 

Bu sırtında Işık Gölgesi ve Obsidyan kılıçlarıyla Oliver’dı. Oliver siyah uzun bir cübbe giymişti. Saçındaki beyaz perçem rüzgarda uçuşurken oldukça gizemli görünüyordu.

 

“Efendi Oliver geldi!”

 

Sabırsızlıkla bekleyen milyonlarca insan aniden neşeyle haykırıp, gökleri dolduran bir ses dalgası oluşturdular. Channe Nehrinin suları bile titreşti. Burada milyonlarca insandan çıkan neşe dolu çığlıkların etkisini anlayabilirdiniz.

 

“Böyle büyük bir kalabalık gerçekten korkutucu.” Wharton hayretle iç çekti.

 

Linley kıkırdadı.

 

Üzerlerinde, Oliver ve Haydson etkilenmemiş gibiydi. Birbirlerine bakarken, Oliver’dan dövüş isteğini yansıtan bir aura yükseliyordu.

 

“Haydson, bugünkü düellomuzda kendimi tutmamın yolu yok. Eğer seni kazara öldürürsem beni suçlayamazsın.” Oliver soğuk bir sesle konuştu.

 

Yekpare Kılıç Azizi Haydson sakince gülüp Oliver’a baktı “Eğer beni öldürebiliyorsan, öldür o zaman. Kesinlikle seni suçlamam.”

 

İki azizin bu sözleri bütün seyircileri titreyecek kadar heyecanlandırmıştı. Yüce gökler, bu iki güçlü aziz seviye arasındaki bir ölüm kalım düellosu mu olacaktı?

 

Bu sıradan iki Aziz seviye arasındaki bir düello değildi. Biri dünyadaki en güçlü aziz seviye olmakla ünlüydü, Yekpare Kılıç Azizi. Diğeri altı yıl önceki utanç verici yenilginin intikamını almak isteyen Dahi Kılıç Azizi. Bu düello herkesi heyecanlandırıyordu.

 

Sayısız coşku nidasının ardından herkes sessizleşti!

 

Orada milyonlarca insan olmasına rağmen tek birinden bile ses çıkmıyordu. Tek duyulan çimlerdeki hayvanların hışırtısı ve durmadan esen rüzgarın sessiydi.

 

“Bugün bu ikisini iyice bir izleyeceğim.” Linley’in gözleri şimşek gibi keskindi, dahası esen rüzgar da onun gözleri gibiydi. Karanlık geceye rağmen yüzlerce metre yukarıdaki bu iki adam arasında olanları net bir şekilde ‘görebiliyordu’.

 

Savaş Tanrısı’nın sözlerine göre , Linley Haydson’u yenebilmeyi başarırsa, Yulan Kıtası’nın sırlarını öğrenmeye hak kazanacaktı. Haydson da Toprağın Yasaları üzerine yoğunlaşmıştı. Doğal olarak Linley bu dövüşü dikkatle izleyecekti.

 

Oliver’a gelince.. Linley onun oldukça güçlü bir rakip olacağını sezmişti.

 

Yalnızca Linley de değil.

 

Blumer, Kenyon, Castro, Lanke ve Savaş Tanrısı’nın diğer kişisel öğrencileri de bu düelloyu izlemeye gelmişlerdi. Ne de olsa Haydson’un gücü düşünülünce, Savaş Tanrısı’nın Okulu’nda bile yalnızca binlerce yıldır eğitim görenler onu yenebilirdi.

 

“Altı yıl önce sana denk bile değildim. Ancak bugün...” Oliver soğukça gülüp sırtından zifir kara obsidyan kılıcı çekti.

 

“Obsidyan kılıçla mı başlıyorsun?” Haydson hafifçe güldü. Ardından yüzü ciddileşmeye başladı. Ne hareket etti, ne de kılıcını çekti.

 

Oliver’ın yüzü kasıldı.

 

“Oh? Altı yıl önce kılıcını çekmemişti. Bugün, beni yenmek için hala kılıcına ihtiyacın olmayacağını mı düşünüyorsun?” Oliver soğuk bir biçimde sordu.

 

“Eğer yeteneğin varsa, beni kılıcımı çekmeye zorla.” Haydson sakince konuştu. Aynı zamanda dalgalanan toprak rengi bir savaş ki’si vücudunu çevreledi.

 

İkisi arasında yüzlerce metre mesafe vardı. Doğal olarak oldukça yüksek sesle konuşuyorlardı.

 

Milyonlarca izleyicinin hepsi söylenenleri net bir biçimde duyuyordu. Hepsi afallamıştı. Yekpare Kılıç Azizi Haydson, o kadar kibirliydi ki kılıcını bile çekmemişti.

 

“Bu Haydson büyük olasılıkla Oliver’ın obsidyan kılıcının fiziksel saldırı haricinde ruhsal da bir atak taşıdığından habersiz.” Linley hiçbir şey söylemedi.

 

Haydson’un bu şekilde davranmaya cesaret etmesi büyük olasılıkla kendine güvenindendi. Linley aslında Haydson’un Oliver’ın tek bir darbesiyle ölmesini istemiyordu. Bu çok gülünç olurdu.

 

Rüya gibi bir beyaz ışık gökleri kapladı. Işığın her çakışıyla havada yeni bir Oliver belirdi. Göz açıp kapayıncaya kadar 108 Oliver olmuştu.

 

“Böyle bir teknik mi kullanıyorsun? Oliver, bu tarz tekniklerin bana karşı anlamsız olduğunu bilmiyor musun?” Haydson havada toprak rengi aurayla kaplı halde sakince duruyordu.

 

“Sahi mi?”

 

Oliver soğuk bir şekilde güldü. Garip olan, 108 Oliver’ın hepsi aynı anda hareket edip, Yekpare Kılıç Azizine doğru saldırıya geçti.

 

Haydson orada durup arada tek bir adım atıyordu.

 

Bir adım ileri, bir adım geri. Bir adım sola, bir adım sağa.. her adım çok basit görünüyordu, ancak her adım anında onlarca metre hareket edip Oliver’ın her bir atağını savuşturmasını sağlıyordu.

 

Hız konusunda Haydson Oliver’dan azıcık bile daha yavaş değildi.

 

“Yalnızca savuşturmayı mı beceriyorsun?” Oliver kızgın bir şekilde bağırdı.

 

“Seninle kafa kafaya dövüşsem bile, karşı durabilir misin?” Haydson’un sakin sesi yankılandıktan sonra, baştaki yerine geri döndü. Ardından toprak rengi aurasını geri çekip vücuduyla bütünleşmesini sağladı.

 

“Vızzz!”

 

108 Oliver’ın hepsi tek bir bedende buluştu. Oliver’ın vücudu etraftaki tüm ışığı emer gibi görünen, karamsa, soğuk siyah bir ışıkla kaplıydı. Yüzü seçilemiyordu.

 

“Hmm?” Linley şaşırmıştı.

 

Rüzgar elemental özleri Oliver’a yaklaşamıyordu bile.

 

“Fışşş!”

 

Emici siyah ışık göğü yarıp doğrudan Haydson’a fırladı. Haydson orada kıpırdamadan durup sağ eliyle sıradan bir yumruk salladı..

 

“Bam!” Bir ses patlaması etrafa yayıldı.

 

Yumruk bir dağın ağırlığını taşıyor gibiydi., Yumruğun etkisiyle etraftaki alan kilitlendi.

 

“Boom!”

 

Oliver sonunda ortaya çıktı. Oliver, Haydson’un yumruğunu savuşturmaya çalışmadı. Bunun yerine Obsidyan kılıcını doğrudan yumruğa doğru savurdu. Korkunç bir güç kılıcı geçip Oliver’a ulaştığında korkunç bir parçalanma sesi duyuldu. Oliver’ın sağ eli garip bir biçimde kıvrılıp geriye doğru savruldu.

 

Haydson’a gelince, olduğu yerde kıpırdamadan duruyordu.

 

“Haydson’un.. başı belada gibi duruyor.” Linley dikkatle Hadyson’a bakıyordu.

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr