Chikyuu Tenseisha no Koroshikata - Bölüm 34


 

Çevirmen:Ratelnim

Editör:Kurogane

 

“Gel, acele et küçük kuzu! Eğer acele etmezsek Yuutarou bizi bulur!”

 

Miria beni çocuğa dönüşmüş elimden çekerek Coura’dan dışarıya doğru kaçıyordu.

 

Rahibenin bu kadar paniklediğini görmek oldukça nadirdi, şehir kapılarındaki muhafızların gözleri şaşkınlıktan kocaman olmuştu.

 

“Onee-san, nereye gidiyoruz …?” diye sordum.

 

Ancak sesim Miria’ya ulaşmıyor gibi görünüyordu.

 

Miria kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu.

 

“Ne yapmamız lazım, Sepro ya mı gitsek …? Hayır, bu faydasız … Yuutarou bizi kolayca bulabilir … Yakın bir yerde kalamayız … Anlıyorum, o zaman ana karaya … !”

 

Miria bir plan yapıyor gibiydi.

 

“Küçük kuzu, güneydeki limana gidelim! Oradan ana karaya geçebiliriz!”

 

“A, ana kara mı …? Neden ana karaya gidiyoruz? Orada birilerini mi tanıyorsun …?”

 

“Hayır, tanıdığım kimse yok. Ama, Sorun değil, endişelenme. Seni korumak için sıkı çalışacağım. Sadece ikimiz orada yeni bir hayata başlayabiliriz!”

 

“………”

 

… Hiçbir planı yoktu.

 

Aynı zamanda, toplumu hafife alıyordu.

 

Dünyanın nasıl döndüğünü bilmeyen bir kız yanında bir çocukla bilmediği bir yerde yeni bir hayata başlıyor ­ bu modern Dünya’da bile imkansızdı.

 

Şey, toplumu anlamamasına şu anda bir çare bulmak imkansızdı.

 

Doğduğundan beri bir kiliseye kapanmıştı ve dünyevi problemlerle hiç uğraşması gerekmemişti.

 

Şimdilik, Miria’ya ne istiyorsa yapmasına izin vermeye karar verdim. En azından benim planımdan sapmıyordu.

 

“Eğer onee-san ile berabersem, nereye gittiğimin bir önemi yok, ama bu doğru mu? Sonunda kasabadaki insanlara kaynaşmaya başlamıştın.”

 

“Haklısın, biraz yalnız olacağız, ama … sıkıntı değil. Herkesle beraber gülümsediğimiz o günlerin hatıraları hep kalbimde olacak.”

 

*****

Miria bakımı yapılmış ana yollardan gitmiyor, bunun yerine adanın güneyine inen en kısa yolu takip ediyordu.

 

Buna rağmen, yine de bir haftalık yolumuz vardı.

 

Vahşi düzlükler boyunca yürüdük, otlara takılmayalım diye ayaklarımıza bakıyorduk.

 

“Onee-san, iyi misin? Çok solgun gözüküyorsun?”

 

“Ore ore, ne kadar da endişeli bir küçük kuzusun sen öyle … iyiyim. Böyle gözüksem bile oldukça güçlüyümdür!”

 

Miria gözlerinin altındaki torbalarla gülümsedi.

 

Bu sadece bir günlük yürüyüşün sonucuydu.

 

Miria günlük olarak yaptığı inancı yaymak, kiliseyi temizlemek, bahçeyle uğraşmak gibi şeylerle vücudunu zinde tutuyordu, ancak uzun mesafe yürüyüşleri yine de onun için zordu.

 

Aynı zamanda, hiç zamanımız olmasa da, şüphesiz ki daha iyi hazırlık yapmış olmamız gerekiyordu.

 

Yanımızda sadece çok az yiyecek ve içecek vardı, botlarımız ve giysilerimiz yürüyüş için uygun değildi.

 

‘Seyahatleri hafife alma,’ demek istiyordum.

 

‘Ayakkabı vurmalarının ve kasık yanıklarının dehşetini bilmiyor musun? ….’

 

Batı ufkuna baktım ve güneşin yarı yarıya batmış olduğunu gördüm.

 

Rüzgâr esti ve çimenler hışırdadı … yalnızlığın müziğini çalıyor gibiydiler.

 

“Onee-san, hava kararıyor, bu günlük dursak mı?”

 

“Haklısın … bizi arayan kişi Yuutarou bile olsa bizi bu kadar uzakta hemen bulamaması lazım …”

 

Miria büyük bir ağacın gölgesine oturdu ve ağacın gövdesinde kafasını dinlendirdi.

 

Kaygısından bir kaçış yolu bulamayınca, en sevdiği peluş oyuncağına yani bana sarıldı.

 

“Bana böyle sarıldığında çok huzurlu hissediyorum onee-san”

 

“Ore ore, küçük kuzum şımarmış bir çocuk, öyle değil mi  hayııır! … geez, orayı ısırma, tamam mı? O bir emzik değil …”

 

Masum bir shota gibi davranarak, yetişkin onee-san’a sapıkça şeyler yapıyordum şu anda, dünyanın dört bir yanındaki tüm erkeklerin rüyasını gerçek haline getiriyordum.

 

… ah, Ayna kullanabildiğim için o kadar mutluyum ki.

 

Genellikle bir Orc’a dönüşüp Liu’ya da saldırıyordum, eğlenebileceğim pek çok yol vardı.

 

Yakınlarda bir pınar var mı merak ediyorum.

 

Kesinlikle onunla beraber banyo yapmanın tadına bakmak istiyorum.

 

“… hm?”

 

Bir varlık hissettim.

 

İki taneler, sanırım.

 

Ot kaplı ovaların ötesinden iki adam bize doğru yaklaşıyordu.

 

Üzerlerine ne buldularsa geçirmişler gibi bir halleri vardı.

 

Onlar açık bir şekilde hayduttu.

 

Bize doğru geleceklerdi, öyle değil mi.

 

Ana yolların dışındaki bir yerde yanında ufak bir çocuktan başka kimsesi olmayan bir rahibe, onlara kakaolu muzlu muffin gibi gözüküyor olmalıydık.

 

Böylesi lezzetli bir av bulduktan sonra bir şey yapmazlarsa artık onlara haydut demek gereksiz olurdu, aklı başında hiçbir haydut böyle bir şeyi kaçırmazdı.

 

Miria da ziyaretçileri fark etmişti ve donup kalmıştı.

 

“Küçük kuzu, lütfen kaç …! Git, ben senin için biraz zaman kazanacağım!”

 

Miria şu anda bile beni kollamayı düşünüyordu.

 

Ancak, bu benim kendi havalı tarafımı göstereceğim sahneydi.

 

“Onee-san, sorun yok. Panik yapma.”

 

Yarım-kan olsam da yine de Troll prensine dönüşebilirdim.

 

Zayıf değildim.

 

Bir büyü okudum ve boyutlarımı değiştirdim.

 

“………”

 

Cildim hafiften yeşile dönmüştü.

 

Kanımın Troll tarafıyla güçlenmiştim.

 

Her gün dönüşmüş olduğum çocuk gerçekten de bir Troll prensiydi To’Goud.

 

Ork Kraliçesi O’Luna’nın şatosunda kalmaya başladığım zaman o Troll’lerle Orklar arasında yapılan savaşın sonunda alınmış esirlerden biriydi.

 

Goud daima yarım-kan olmaktan dolayı suçluluk duyuyordu ama sık sık bana eşlik ediyordu.

 

Muhtemelen birbirimize karşı sempati hissediyorduk.

 

Goud hem İnsan hem Troll iken, ben istediğim biri olabiliyordum.

 

İkimiz de kararsız varlıklardık, birbirimizi derinden anlıyorduk.

 

Birlikte uzun süre geçirdikten sonra, Goud’un bedenini kullanma biçimini kavramıştım.

 

“Peki o zaman …”

 

Bir Troll’un kullanabileceği tek ve yegane büyüyü kullandım Vücut Güçlendirme.

 

Bu tüm uzuvlarımı ve hislerimi güçlendiren bir büyüydü.

 

Bacaklarımı güçlendirip haydutlara doğru koşmaya başladım.

 

“Huuh … !?”

 

Bana şaşkınlıkla baktılar.

 

Bir şaşırtmaca yaparak zıpladım ve haydudun şakağına uçan bir tekme geçirdim.

 

Ayna hedefin dövüş gücünü tam olarak kopyalayamasa da bu ufaklıklar için yeter de artardı.

 

Diğer haydudun bacağına vurdum ardından karın boşluğununa yerleştirdiğim tekmeyle onu bayılttım.

 

“Çok zayıflar”

 

Bu savaş bitmişti.

 

“Küçük kuzu …!”

 

Miria bana doğru koşuyordu.

 

“Onee-san, … Şu anda bira Troll-vari gözüküyorum, lütfen bakma … çirkinim değil mi?”

 

Yüzümü çevirmeye çalıştım ancak Miria buna izin vermedi.

 

Yüzümü iki eliyle tutarak bana sevgiyle baktı.

 

Seninle ilgili çirkin hiçbir şey yok … başkalarının aksini söylemesine de izin vermem …!”

 

“Gerçekten mi?”

 

“Evet, gerçekten. Sen gerçekten güzelsin.”

 

Miria gülümsedi.

 

Derin duygularımı yansıtan bir yüz ifadesi takındım.

 

“Teşekkürler onee-san, beni olduğum gibi kabul ettiğin için Bundan sonra ben seni koruyacağım!”

 

Zeki bir bakış yaptım ve Miria’nın elini tuttum.

 

“Ore ore, küçük kuzu … bir erkek gibi gözüküyorsun …”

 

Miria’nın yüzü kızardı.

 

Hiç de hoşnutsuz gözükmüyordu, yüzü kızışmış bir hayvanınkine benziyordu.

 

hm …

 

Miria’nın yüzüne baktığımda, sahip olduğum teorinin doğruluğuna ikna oldum.

 

*****

Hep bunun garip olduğunu düşünmüştüm.

 

Yeniden-doğanların haremlerine giren kızlar güzel olmalarının yanı sıra, her biri bakireydi.

 

Çevrelerinde hiçbir erkek varlığı yoktu.

 

Asla bir başka adama âşık olmamışlardı.

 

Bu garipti.

 

Olgun yaşlardaki bu güzel kızların tamamen yapayalnız kalmaları.

 

Diğer erkeklere karşı şehvet duyamamaları için tanrıçaların onlara özel bir şeyler yapıyor olabilir miydi?

 

Bakireler hakkında heyecanlı olan yeniden-doğanları tatmin etmek için tanrıçalar bu tarzda kızlar ortaya çıkartıyor olamaz mıydı.

 

Karşılarına ne kadar yakışıklı ne kadar başarılı biri çıkarsa çıksın harem kızlarının sadece tanrıçanın onlar için seçtiği kişiye sadık kalmalarının nedeni bu olabilir miydi?

 

‘Erkekler’e ilgi duyamayan kızlar yaratılıyordu işte bu yüzden Ruby’yi ele geçirirken erkeksi kadın Shukalaaya’ya dönüşmüştüm.

 

Ruby doğası gereği Yuutarou’dan başka bir erkeğe aşık olamazdı.

 

Karizmatik bir kadına ne dersin? diye düşünmüştüm.

 

Sonunda, onu çalmayı başarmıştım.

 

Tanrıçanın onun üzerine yerleştirdiği kilidi kırmıştım.

 

Eğer partneri bir kadınsa, Ruby onu normal bir şekilde arzulayabiliyordu.

 

Ardından Miria’ya, bir shota* olarak yaklaşmıştım.

 

//ÇN:Bir kaç kere daha geçti aslında erkek çocuğu demek.

 

Bir erkek olmak için uzun bir yolu olan bir erkek çocuğu bu bir sorun değil gibi gözüküyordu.

 

Miria, shota olan beni arzuluyordu.

 

Miria arzulayabileceği tek ‘erkek’ olan Yuutarou tarafından hayal kırıklığına uğratılmıştı.

 

Gidecek bir yolu olmayan arzusu her zaman onun yanı başında olan shota’ya yönlenmişti.

 

Eğer Miria’nın shota-con olduğunu doğrulamamış olsaydım, Rania’ya dönüşüp olayı lezbiyen tarafa yıkmaya niyetliydim.

 

“hm …”

 

Direnç, kendine has alışkanlıklar yaratır.

 

Engel olunan arzusu kendine başka bir delik açmıştı.

 

Tanrıça günahkâr bir şey yapmıştı.

 

….her halükarda, bunu doğrulamak üzereydim.

 

“Onee-san, sanırım bu şekilde limana ulaşamayacağız. Şimdi Coura’ya geri dönebilir miyiz”

 

“A, ama, orada Yuutarou var, seni öldürmek istiyor …!”

 

“Sorun değil, bir fikrim var”

 

….bu işten yorulmaya başlamıştım, sonunda Miria’yı benim yapmanın vakti gelmişti.

 

&&Motokinin yeni planı ne?Gerçek ortaya çıktığında rahibe motokiye ne diyecek?Liuya yüzük alacak mı?Hareme başka gelecek var mı?

 

&&Merak ediyorsanız Takipte kalın:)






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44372 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr