Bölüm 1: Kabus Adası

avatar
15454 39

Charm of the Soul Pets - Bölüm 1: Kabus Adası


Çeviri: bebebiskuvisi


İnce bulutların arasından kuş bakışı bakıldığında masmavi okyanus görülebilirdi. Bu bakış açısından, tüm su kütlesi, güzel gökyüzünü yansıtan dalgalı bir aynaydı.


Sınırsız okyanusun ortasında birçok yemyeşil ada vardı, ama belli bir yağmur bulutunun altında daha özel bir yer, kırk kilometre civarında genişliğe sahip olan bir ada vardı.


Merkezinde mükemmel dik bir zirvenin olduğu, eşkenar dörtgen biçimli bir ada... Bu  büyük adaya uzaktan bakıldığında, yere bir kılıç saplanmış gibi görünüyordu.


Bu adanın tek bir sahili bile yoktu, uçsuz bucaksız uçurumlarla çevriliydi.


Uçurum duvarlarını döven sular sıra dışı bir şekilde dalgalıydı, darmadağınık kayalıkları döven büyük dalgaların sesi sık sık duyulabilirdi.


Adanın kenarlarının bu yapıda olması, bu adanın hiçbir geminin yanaşamayacağı kapalı bir ada olduğunu gösteriyordu!


Adanın güney tarafında, ince kıyafetler giyen on beş yaşında bir genç, çıkıntılı uçurumun üzerinde, kayalıkların kenarında oturuyordu. Dalgın ama gizemli bir keder içeren gözleriyle denizi ve ötesindeki bilinmez toprakları izliyordu.


Bu, onun yaşındaki birine yakışmayan hüzünlü bir yüzdü. Ama hiçbir şey gizlemiyordu. Gösterdiği gerçek duygularıydı.


Sert dalgalar uçurumu dövüyor, sular ara sıra yukarılara kadar sıçrıyordu. Okyanus rüzgarları çocuğun ince kıyafetlerini dalgalandırıyor, dağınık saçlarını daha da dağıtıyordu.


Naçiz vücudu azgın dalgalarla yüzleşirken, çocuk bir heykel gibi uçurumun üzerinde oturuyordu.


Bir süre sonra  ormanın derinliklerinden bir boru sesi geldi.


“Wuuu---”


Çocuk bu sesi duyunca bir tiksinme ifadesi sergiledi. Buna rağmen ayağa kalkıp sesin geldiği yere doğru yürümeye başladı.


Çocuk inceydi, ama hareketleri çevikti. Dallı budaklı ormanın içinde kolayca yol alabiliyordu. Çok geçmeden ormanın içinde bulunan açıklık bir alana ulaştı.


Bu açıklık alan yaklaşık yüz metre yarıçaplı bir daireydi. Etrafında otuz metre yüksekliğindeki tahta çitlerden örülmüş bir duvar, duvarın içinde de köye benzer bir kamp alanı vardı.


Kamp alanının ise sadece bir girişi vardı. Girişte yeşil kıyafetler içinde olan dört adam duruyordu. Hepsi de otuzlu yaşlarındaydı ve göze çarpan hiçbir özellikleri yoktu.


Göze çarpan tek şey, yanlarında duran ve korkutucu dişleri olan kurt benzeri hayvanlardı.


“Uragh!!! Uhhh!!”


Dört korkutucu kurt, çocuğun içeri girdiğini görünce kemik beyazı dişlerini açığa çıkardılar ve zayıf çocuğa hamle yapacaklarmış gibi durup hemen kükrediler.


“Kıçını kaldır da buraya gel! Buraya bu kadar yavaş gelerek intihar etmek mi istiyorsun? Humph, bedenin kurdumun gece atıştırmalığı olmaya bile yetmez!”


Çocuk kurdun ulaşamayacağı kadar uzaktan geçerek kamp merkezine doğru koştu.


Dik saçları olan bir adam, çocuğun arkasından bakarken küçümsemeyle tükürdü. “Keşke bu çocuğu buraya kimin getirdiğini bilseydim. Kabus kampımızın işkencesine dayanmayı geç, hiçbir şey yapamayacak kadar güçsüz görünüyor!”


“Patron Xia’ydı, duydum ki…” Kızıl saçlı bir adam konuşurken durakladı ama hemen ardından tok bir sesle devam etti.


“Biliyorsun...o çocuk zaten ölü biri.”


“Ölü biri.” Gulei homurdandı. “Bu küçük piçlerden hangisi ölü değil ki?” dedi ardından ilgisiz bir sesle.


“Anlamıyorsun. O çocuk, bir klanın genç efendisiydi. Birisini gücendirdi, bu yüzden ondan kurtulmak için Kabus Sarayı’ndan insanları kiraladılar."


“Patron Xia da bu görevden sorumlu, bu yüzden o çocuğu kaçırdıktan sonra, herhangi bir zaman onu öldürebileceğinden, ona bir Beyaz Kabus’la ruh sözleşmesi imzalattırabileceğini düşündü. Bu sayede çalıştırabilecek başka bir köleye sahip olduk.”


Beyaz Kabus’tan bahsettiğinde yanındaki üç adam nefeslerini tuttu. Biri fısıltıyla dedi ki: “Patron Xia, Beyaz Kabus gibi bir şeye nasıl sahip olabilir? O çocuk gerçekten o kadar özel mi? Beyaz Kabus’a dayanabilir mi?”


“Dayanamaz. Böyle bir güce sahip olsaydı Beyaz Kabus Adası’na gönderilirdi, neden burada olsun ki?”


“Patron Xia’nın Beyaz Kabus’u nasıl yakaladığını bilmiyorum ama o çocuğun yaşadıklarını ve ölümünü izleyerek onu bir deney malzemesi olarak kullandığını biliyorum. Beyaz Kabus tarafından yutulmasının çok zaman almayacağına inanıyorum.” Kızıl saçlı adam güldü, çocuğun ölümünü zerre umursamıyordu.


“Ha, böyleydi yani. O çocuktan daima nefret ettim, bir an önce geberip gidebilir. Neyse, ana konumuza geri dönelim, Patron Xia, daha önce hiç görmediğimiz bir Kabus’a sahip olduğuna göre hiç de basit biri gibi görünmüyor. Size söylüyorum, diğer Kabus Adaları’nın liderleri, en fazla bir ya da iki tane camgöbeği Kabus’a sahip.”


“Olması gerektiği gibi...Zaman dolmak üzere, hadi kapıyı kapatalım. Bu gece onların çığlıklarıyla ziyafet çekeceğiz, haha…”


Diğer üçü de, kamptaki insanların hayatta olup olmamalarını önemsemeyen ilk kişiyle birlikte güldü.


Uçurumda sessizce oturan çocuğa, Chu Mu denirdi. Gençliğiyle ışık saçan bir çocuk olması gerekirken, şimdi, gizli bir hançer olmak üzere bilenmiş bir çocuk olmuştu.


Chu Mu’nun bu adada olmasının gerçek sebebi, kaçırılmış olmasıydı. Dahası, öldürülmemiş olmasının asıl nedeni, Patron Xia’nın onun üzerinde şeytani bir deney yapmasıydı.


Gerçekte, bu adada, sözü geçen patronun dışında, tüm çocuklar şeytani bir deneyin parçasıydı ki, bu da bir Kabus’la ruh sözleşmesi imzalamaya zorlanmış olmalarıydı.


Bu, ruh hayvanlarının dünyasıydı. Yetenek sahibi olanlar, ruh hayvanı eğitmeni olabilirdi.


Eğitmenler ruh hayvanlarıyla ruh sözleşmesi imzalayabilir, ruh hayvanlarını kendileri için savaştırabilirdi.


İnsanlar ile ruh hayvanları arasındaki ilişki, sahip-hizmetkâr ilişkisiydi ve insanlar ruh hayvanlarına emir verip herhangi bir şeyi yaptırabilirdi.


Ama tamamen soyutlanmış olan bu Yeşil Kabus Adası’nda işler biraz farklıydı.


Bu adada daima, Chu Mu gibi bu yalıtılmış adaya gönderilen ve üzerinde ahlaksız deneyler yapılan çocuklar olurdu.


Bahsi geçen kabuslar, şeytani ruh hayvanlarıydı. Şeytani ruh hayvanları, ruh hayvanları sistemi içinde çok özel bir yere sahipti. Onlar da insanlarla ruh sözleşmesi imzalayabilir ve onlar için savaşabilirdi.


Ama, sahiplerinin ruhlarını yiyip bitirme becerilerine sahiptiler!


Burada tuzağa düşmüş çocuklar da buraya getirildikleri ilk günde Kabuslar’la ruh sözleşmesi imzalamaya zorlanırdı!


Asalak Kabuslar, kısa sürede sahiplerinin ruhlarını yer ve ruhsuz kalan insanlar da ölüp giderdi.


Ruhlarının yutulmasını engellemenin tek yolu, hem yetişimlerini yükseltmek hem de ruhlarını güçlendirerek güçlenmekti.


Diğer bir deyişle, Kabus’tan daha güçlü olmak, hayatta kalmanın tek yoluydu!


Bu, cehennemin en acımasız kısmıydı. Çocuklar, öğretmenlerin içten ve gerçek dersleriyle değil, bir anlık dikkatsizliğin canlarına mal olabileceği şeytani, acımasız vahşilerle uğraşıyordu!


Burada, güçsüzler ruh hayvanlarına yiyecek olup hemen ölürken, güçlüler sonsuza kadar Kabusları tarafından kovalanıyordu...sonsuza kadar…


Bu, hiç bitmeyen bir kabus gibiydi!


Ay, bu gece görünmüyordu. Deniz rüzgarı, alçakta olan bulutları sürüklüyor, onları denize doğru ilerletiyordu.


Ağaçlar fırtınanın içinde sallanıyor, durmaksızın üzgün kadınlar gibi sesler çıkarıyordu.


Kampın geniş düzlüğünün üzerinde, ıslık çalan rüzgarın içinde yüz çocuk duruyordu. Kıyafetleri inceydi ama yüzlerinde donuk bir kararlılık, boş gözlerinde bir canavarın şiddeti vardı.


Onluk sıralar hâlinde dizilmiş, düzgün bir şekilde duruyorlardı.


Yanlarındaki ahşap çitin yanında, on yetişkin reis vardı.


Reislerin hepsi kendi yerinde duruyordu. Gözlerinde sadece kayıtsızlık ve soğukluk vardı. Bakışları yüz çocuğa sabitlenmişti ve sürekli tetikteydiler.


Ahşap kapının yanında, duygusuz ifadeleri olan üç kara giysili adam duruyordu.


Ortada duran iri yarı, orta yaşlı adam birkaç adım ileri çıktı ve bakışlarıyla çocukları tararken zalimce gülümsedi.


“Bugün yapacağımız uygunluk eğitimi. Bugün, kendi vahşi hayvanlarınızla yüzleşmek zorundasınız.”


“Size doğruyu söyleyeyim, bu eğitimden sonra, sadece elli kişi yola devam edebilecek. Bunun anlamı, bugünkü testte yarınız ölecek!”


“Haha, ölümün tadını çıkarın! Sadece ölüm ve yaşam arasındaki çizgide sık sık yürüyen insanlar Kabus Sarayı’na girmeye hak kazanır!”


Bunu duyunca, tüm çocukların yüzlerinde panik belirtileri ortaya çıktı, huzursuzca on reise baktılar.


Yüz kişiden sadece ellisi hayatta kalacaktı, yani herkesin hayatta kalma şansı %50’ydi. Bu çok acımasızcaydı!


Ama kötü adamların gözlerinde hiç duygudaşlık yoktu! Orta yaşlı adamın emriyle, çitin yanında duran on reis garip bir büyülü sözler dizisi okumaya başladı.


Dudakları her hareket ettiğinde, etraflarında yarı saydam, parlak semboller ortaya çıkıyordu. Bu semboller kelimeler gibiydi, yere mavi bir görüntü yansıtıyor ve parlak bir ışık fenomeni yaratıyordu.


“Awoooooooo!!! Awooooooo!!”


“Awoooooooooooo!!! Awooooooooooo!!”


Aniden etraflarından kurt ulumaları gelmeye başladı. Kan kokusu kapalı kamp alanını içine aldı ve zayıf çocuklar sarsılmaya başladı.


Gri tüyler yukarı doğru dikilirken, kemik beyazı pençeler yerdeki toprağı kazıdı. Ağızlarındaki ustura keskinliğinde dişler gözüküyor, kötü niyetle parlıyordu.


On reis çağırmayı tamamladığında, kamp alanında on yırtıcı ortaya çıktı: Avcı Kurtlar! Bu vahşi ruh hayvanları, keskin ve korkunç dişleriyle bilinirlerdi!


On korkunç kurdun onlara bakarak kükrediğini gören çocukların yüzleri bembeyaz oldu. Birkaç kız dudaklarını ısırıp ağlamaya başladı.


Ruh hayvanlarına karşı da olsalar, çaresiz çocuklara da karşı olsalar, Avcı Kurtlar çok korkunç yaratıklardı. Yemek için, avları ölünceye kadar en ufak bir tereddüt göstermeksizin var güçleriyle saldırırlardı!


Ayrıca, bu silahsız ve eğitimsiz çocukları geç, yetişkin bir ruh hayvanı eğitmeni bile tek bir Avcı Kurt’un karşısında zor zamanlar yaşardı.

 

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44315 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr