Bölüm 290: Sarsıcı Gizemli Göksel Sınır Abidesi (2)

avatar
4753 13

Charm of the Soul Pets - Bölüm 290: Sarsıcı Gizemli Göksel Sınır Abidesi (2)


 

Çeviri: bebebiskuvisi

 

 

Güneş batıdan batarken, Göksel Sınır Abidesi’nin gölgesi Chu Mu’nun yürüdüğü yere düştü. Bu gölge, çorak araziyi uzun ve düz bir nehir gibi ikiye ayırdı.

 

“Hu hu hu hu~~~~~~”

 

Şiddetli bir toz rüzgarı esti ve yavaşça uzaklara doğru hareket etti. Chu Mu bunu fark etmiş ve kum fırtınasının saldırısından korunmak için bedenini saran bir aura katmanı oluşturmak için ruh andacını kullanmıştı. Ama kum fırtınasının Göksel Sınır Abidesi’ne çarptığında bir duvara çarpmış gibi aniden dağıldığını görünce şaşırdı.

 

Sarı kumlar Göksel Sınır Abidesi’nin çevresindeki havayı doldurdu ve uzaktan bakıldığında, soyut ve eşsiz bir görüntü oluşturdu. Ortaya çıkan birkaç akıcı çizgi, Chu Mu’ya bir sembole bakıyormuş gibi hissettirdi. Şekil, eski kitaplardan fırlamış antik bir hayvana benziyordu.

 

Chu Mu bu sahneyle birlikte şok oldu. Bu his, ilahi bir ışığın parıltısı gibiydi ve yaratık, sembolden görüntüsü yansıyormuş gibi görünüyordu. Belki de sahip olduğu hayal gücünden, Chu Mu’ya gerçekmiş gibi hissettirdi.

 

Chu Mu birkaç adım ilerledi ama Göksel Sınır Abidesi’nin bölgesinden çıkınca, rüzgar ve kum ne kadar sert eserse essin cisimsiz sembolü göremedi. Gölgeye geri döndüğünde ise, rüzgar ve kum tekrar bir araya geldi ve cisimsiz sembolü tekrar oluşturdu…

 

Güneş yavaş yavaş ufukta batarken, büyüleyici kızıl parlaklık, şatafatlı kan rengine dönüştü.

 

Bilinmeyen bir zamanda, gökyüzündeki bulutlar daha da yoğunlaştı ve bölgeyi yavaşça bir karanlık örtmeye başladı.

 

Şiddetli rüzgar yavaş yavaş yerden tozları aldı ve başka yerlere taşıdı. Sarı kum tüm bölgeye yayıldı ve arazi boyunca uğuldamalar yarattı…

 

Abidenin gölgesinde, Chu Mu hâlâ bu özel sembolü incelemeye devam etti. Ama gün batımından gelen parlaklık, kumlu bölgenin üzerine düştü.

 

Chu Mu’nun da durduğu Göksel Sınır Abidesi’nin gölgesi dışında, bu parlaklık dünyanın her yanına yayılmaya başladı.

 

Ufkun altına inen çekici ve müşfik gün ışığı, gökyüzü ve yeryüzü arasında uzanan devasa Göksel Sınır Abidesi, uğuldayan ve üşüten rüzgar, ufka doğru saçılan ve parlaklık tarafından aydınlatılan sarı kumlar ve bir dalga gibi hareket eden bulut katmanları. Bu sıradan ve yaygın fenomenler birleşerek estetikle ya da ihtişamla hiçbir ilgisi olmayan eşsiz bir çizim oluşturdu. Her şeye rağmen, garip, gizemli ve antik bir duygu veriyorlardı…

 

Her yer ışık içinde olduğundan, en çok dikkat çeken bölge yoğun gölgenin olduğu bölgeydi. Chu Mu da şu anda bu garip, gizemli ve antik görüntünün olduğu yoğun gölgeli bölgedeydi.

 

Chu Mu hâlâ garip bir muhteşemliğe sahip sembolü inceliyordu. Çevresinde neler olup bittiğinden hiç haberi yoktu, sadece görüşünün biraz garipleştiğini hissetmişti.

 

Aslında, Chu Mu’nun görüş alanındaki tek şey, Göksel Sınır Abidesi’nin gölgesiydi. Zihni bu garip fenomenden ziyade sadece sembole odaklanmıştı. Bir şey dikkatini çekmişti…

 

“Ao!!!!”

 

Aniden, Chu Mu’nun kulaklarına dünyayı sarsan bir kükreme ulaştı!

 

Bu kükremeyi duyduğunda kulak zarları delinmiş gibi zihinsel dünyası harap oldu ve şiddetli bir baş ağrısı yaşamaya başladı!

 

Chu Mu şok oldu. Zihinsel dünyasını korumak için hemen ruh andacını kullandı ama garip fenomen tekrar ortaya çıktı ve garip bir ihtişama sahip sembolün ana hatları daha belirgin olmaya başladı!

 

Bu his, görünmez bir yaratık orada sessizce duruyormuş da üzerine su dökülerek bu yaratığın ana hatları ortaya çıkarılıyormuş gibiydi!

 

Sembol, nihayet bir ruha sahipmiş gibi görünen yarı saydam bir gölgeye dönüşmeden önce daha da belirginleşti; beklenmedik şekilde Chu Mu’nun gözleri önünde canlanmaya başladı!

 

Sembolden yaratık hareket ediyordu. Aceleyle Chu Mu’nun belirleyemediği bir yöne gidiyordu. Hareket hızı çok yüksekti ve onu takip eden Chu Mu’nun bir rüyadaymış gibi hissetmesine neden oluyordu.

 

Chu Mu bunun ne tür bir yaratık olduğunu bilmiyordu, sadece zincirlerini kırmış vahşi bir atın geniş dünyada dört nala koştuğunu hissettirirmiş gibi koştuğunu biliyordu. Esen rüzgar gibi özgürdü ve yeryüzünün aurasını taşıyordu…

 

“Weng weng weng weng~~~~~”

 

Aniden Chu Mu’nun görüş alanı sarsıldı. Hızla koşan yaratık paniklemiş bir ifade ortaya çıkardı. Artık daha önce olduğu gibi özgür değildi, durmaksızın yana kaçmaya başlamıştı.

 

Sıyrıldı, hızlandı, zıpladı. Bir savaş gibiydi. Her hareket uzmanlığın son noktasındaydı. Chu Mu daha önce bu kadar çevik hareket eden hiçbir ruh hayvanı görmemişti.

 

Mo Xie’nin hareket yetenekleri çoktan yüksek bir seviyeye ulaşmıştı ama önündeki bu gizemli yaratıkla kıyaslanırsa, arada çok büyük bir fark vardı. Chu Mu bu yaratık böyle hareketler yapıyorken, tüm ruh hayvanlarıyla ona saldırsa bile, tek bir saldırının dahi onun tek bir tüyüne zarar veremeyeceğine emindi.

 

Bu, zirvede olmaktı. Savaşırken hareket etmekte ve sıyrılmakta zirveye çıkmıştı!

 

Antik hayvanın hızı yükselmeye devam etti. Chu Mu onu görememesi gerektiğini düşünüyordu ama kuşbakışı olarak görebiliyordu.

 

“Weng weng weng weng~~~~~~”

 

Sallanma sesi tekrar duyuldu ama Chu Mu bundan tamamen habersizdi. Tamamen ruh hayvanının garip savaş yeteneklerine dalmıştı…

 

……………

 

……………

 

“Weng weng weng weng~~~~~”

 

Göksel Sınır Abidesi’ne dayanan Ye Qingzi gözlerini kapatıp dinlenmeyi planlamıştı. Ama Göksel Sınır Abidesi aniden bir ses çıkardı ve biraz sallanmaya başladı.

 

Ye Qingzi şok oldu ve aniden zihinsel dünyasını baskılayan güçlü bir aura hissetti!

 

Bu aura oldukça güçlüydü ve bedenini kuşatırken aniden çöken siyah ufuk gibiydi. Sadece onu değil, tüm dünyayı parçalara ayıracaktı sanki!

 

“Hui~~~”

 

Mor Kaftanlı Düş Hayvanı aşırı cılız bir ses çıkardı. Bedeni titremeye başladı ve gözlerini sıkıca kapattı.

 

Ye Qingzi’nin ruh andacı mühürlenmişti. Doğrusu o anda güneş batıyor ve dünya kararıyordu; Ye Qingzi olabildiğinde uzağa baktığında karanlığın saldırdığını hissetti!

 

“Korkma, korkma!” Düş Hayvanı’nın kafasını okşarken yumuşak sesiyle onu sakinleştirmeye çalıştı.

 

Ye Qingzi Sınır Abidesi Efsanesi’ni biliyordu ve aklı hâlâ başındaydı. Onu endişelendiren şey, yerini bilmediği Chu Mu’nun durumuydu, doğuya doğru bakarken onu göremiyordu zira…

 

“Chu Mu~~~”

 

Ye Qingzi, Chu Mu’nun ayrıldığı yöne doğru yüksek sesle bağırmaya başladı. Ruh andacını kullanamıyorken, çıplak sesiyle bağırmaktan başka yapabileceği bir şey yoktu.

 

Ama ne kadar yüksek sesle bağırırsa bağırsın, sesi bazı güçler tarafından yutuluyor, çok uzağa ulaşmıyordu.

 

Ye Qingzi’nin kalbi sızladı ve endişeyle karanlık dünyaya baktı…

 

………….

 

Sonunda, karanlığın son izleri de kayboldu ve Ye Qingzi’nin görüş alanı normale döndü…

 

Güçlü rüzgar yavaşça dağıldı ve tozlar yere çöktü. Ufuk tekrar olması gereken yere geri döndü ve nereden geldiği bilinmeyen karanlık bulutlar dağıldı. Gökyüzü açıldı ve hem yıldızlarla hem de dolunayla parlamaya başladı.

 

Gizemli aura, karanlık ufukta kayboldu. Mor Kaftanlı Düş Hayvanı tehlikeden saklanan bir çocukmuş gibi dikkatle gözlerini açtı ve etrafa bakındı.

 

“Artık iyiyiz, şimdi iyiyiz…” Ye Qingzi, Düş Hayvanı’nı okşayarak yumuşak bir sesle konuştu.

 

“Hui!!!” Korkunç sahne kaybolduğunda, Mor Kaftanlı Düş Hayvanı yavaşça eski durumuna geri dönerken bir kişneme sesi çıkardı.

 

Her şey bir dumanmış gibi ortadan kaybolduktan sonra, Ye Qingzi hemen Chu Mu’yu aramaya başladı. Ama çok şaşırdı, zira Chu Mu ondan yüz metre bile uzakta değildi. Sessizce orada duruyor, büyülenmiş bir durumdaymış gibi kafasını hafifçe yana eğmiş, Göksel Sınır Abidesi’ne bakıyordu.

 

Chu Mu’nun etrafındaki havayı dolduran kum dağıldığı zaman, geriye toz tabakası tarafından sarılmış Chu Mu kaldı sadece. Ama Chu Mu’nun tüm varlığı, uzun yıllar boyu hareketsiz bir şekilde toz tabakasına mühürlenmiş bir heykel gibiydi.

 

“Chu Mu~~~~~”

 

Ye Qingzi, Chu Mu’ya ne olduğunu bilmiyordu. Tozla kaplı olduğunu görünce hemen panikledi ve ona doğru koştu…

 

………………

 

Zihinsel dünyasındaki gökyüzünü sarsan kükreme ortadan kayboldu ve yerini bir kızın endişe dolu çığlıkları aldı. Ona kimin seslendiğini anlamaya çalışırken, bilinci yavaş yavaş normale döndü…

 

Ama hiçbir şey göremiyordu!

 

Şaşkınlıkla hiçbir şey göremediğini idrak etti. Belli belirsiz bir şekilde garip bir şeyin görüşünü kapadığını hissetti.

 

“Hareket etme!” Chu Mu bilinçsizce görüşünü engelleyen şeyi silmek için ellerini kaldırdı ama o sırada, Ye Qingzi’nin sesi duyuldu.

 

Chu Mu sert bir şekilde hareket ediyordu ve Ye Qingzi’nin neden ondan böyle bir şey istediğini anlamıyordu.

 

Arındırıcı Su yavaşça Chu Mu’nun çevresinde döndü. Üç estetik ve mavi su şeridi, bir kadının narin elleri gibi Chu Mu’nun bedeninde dolaştı…

 

Bu mavi şeritler yavaş yavaş çamurlandı. Chu Mu’nun bedenindeki özel tozu özümsüyordu.

 

Üçüncü Arındırıcı Su, Chu Mu’nun yüzündeki tozu temizlediğinde görüşü normale döndü.

 

“Ne?” Chu Mu endişeyle Ye Qingzi’ye baktı ve merakla sordu.

 

“Bedenin hakkında garip bir şey hissediyor musun?” Ye Qingzi, Chu Mu’nun yandaki kayanın üzerine oturmasına yardım ederken ona bir soru sordu.

 

Hayır.” Chu Mu başını salladı.

 

“Peki demin orada dururken bir şey gördün mü?” Ye Qingzi de durumu tam olarak anlamıyordu.

 

“Kesinlikle bir şey gördüm, ama şimdi onu hatırlayamıyorum.” Chu Mu başını salladı. Ruh hayvanının genel hatları zihninde ortaya çıktı ama yavaşça belirsizleşmeye başladı. Ne kadar çok hatırlamaya çalışırsa o kadar çok unutuyordu…

 

Ye Qingzi şaşırmış gibi dudaklarını biraz ayırdı. Güzel gözleriyle bir süre Chu Mu’ya baktıktan sonra dedi ki: “Hiç Göksel Sınır Abidesi Efsanesi’ni duydun mu?”

 

“Birazını. Bir sürü versiyonu var…” Chu Mu başını çevirdi ve rüzgarda da yağmurda da hareket etmeyen Göksel Sınır Abidesi’ne baktı. Oldukça tuhaf olduğunu hissetti ama yanlış olanın ne olduğunu söyleyemiyordu…

 

“Bir şey gördüysen, gördüğün şey çok uzun zaman önce ölmüş olmalı.” dedi Ye Qingzi.

 

“Göçmüş bir ruh mu?” diye sordu Chu Mu.

 

“Emin değilim. Göçmüş ruh tipi ruh hayvanları çok nadirdir. Ben, bir ayna gibi antik bir görüntüyü tekrar aksettirdiğini düşünüyorum...” dedi Ye Qingzi.

 

“Bu açıklamanın olabilirliği daha yüksek. Göksel Sınır Abidesi hakkında bilgin var gibi görünüyor, bu durum benden başkasının da başına geldi mi?” diye sordu Chu Mu.

 

“Evet. Göksel Sınır Abidesi ile ilgili kayıtlarda bu fenomene dair müphem bilgiler var. Buna ‘Abidenin Gözyaşları’ diyorlar. Kıdemlilerim’den biri de bunu bizzat deneyimledi.” dedi ye Qingzi.


“Abidenin Gözyaşları!” Nedendir bilinmez, Chu Mu bu terimi duyduğu anda ruhu ürperdi.

 

 

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44336 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr