Bölüm 9: Basit Bir Satranç Maçı

avatar
462 3

Cennet Hükümdarı'nın Günceleri - Bölüm 9: Basit Bir Satranç Maçı


Bölüm 9: Basit Bir Satranç Maçı

 

Kadının gözlerinde bunu duyunca bir tereddüt ifadesi ortaya çıktı. Roan’ın gözleri bunu görünce parladı.

 

“Anlaşılıyor ki azıcık da olsa bir zeka sahibisin. Yanındaki mert adama yakışmıyorsun, asil kimliğinden utanmalısın.”Roan’ın gözlemlerine göre yanındaki adam daha kıdem sahibiydi. “Tsk tsk. Son yıllarda bazı asillerin alt tabakadaki aşağılıklar ile birlikte olduğunu duydum. Ah… Asil kanımızı kirletme niyetindeler. Umarım onlardan birisi değilsindir?” dedi Roan, alaycı gülümsemesiyle. Her hareketi yanındaki adamı memnun etme yönündeydi.


 

Korkutucu bir ışık gözlerinden çıktı ve adeta kadının ruhunu deldi.

 

Yanındaki adam Roan’ın sözlerinden azıcık da olsa etkilenmişti. Çevresinde onun tipiyle dalga geçenler olmuş, yanındaki bu güzel kıza layık görmemişlerdi. Birisi ilk defa onu sadece mertliği ile yargılıyordu. Ayrıca onu değil, yanındaki kızı layık görmemişti. Sürekli ayaklar altına alınmış gururu biran da iyileşmişti. Mutlu olmadığını söylemek yalan olmazdı. Dudakları çeyrek saniyeliğine yukarı kıvrılmış ve göz kenarları hafifçe kırışarak gözleri kısılmıştı. O kadar kısa süreliğine olmuştu ki, Roan gözlerini eğitmemiş olsaydı fark edemezdi.

 

“Merak etmenize gerek yok.” Adam söze girdi ve sevgilisine güçlü görünmek için öne çıktı. “Son zamanlarda sıkıntılı günler geçiriyoruz. Biliyorsunuzdur, son zamanlarda baş kaldırılar yaygınlaştı. Biz asillere olan nefret çoğaldı. Bu da haliyle karşılıklı bir nefret doğurdu.”

 

Roan’ın kulakları bu sözleri duyunca dikleşti. Ancak yüz ifadesinde bir değişim meydana gelmedi, gözleri bile dalgalanmamıştı. Sadece gülümsedi.

 

“Oh… Karşılıklı saygı önemlidir. Bana duyduğun saygının karşılığını vereceğim. İsmin nedir?” Roan sanki bir iyilik yapıyormuş gibi elini uzattı. El uzatmak beden dilinde bir güven işaretiydi. Bir el sıkışması çok fazla şey anlatırdı. Savaş ilanı, üstünlük yarışması, nefret, güven, saygı, dostluk…

 

Adam Roan’ın soğukkanlı ve kendinden emin yüzüne bakınca içine bir kurt düştü. O kadar kendinden emindi ki riske atamazdı bu durumu!

 

Ya gerçekten öyleyse?

 

Riske atmak için çok önemli bir konuydu. Zihninde kurduğu, ihtimalleri tartan terazide ağır basan taraf; onun doğruları söylediğiydi. İlk önce sadece asillere özel bir aurası vardı. Bu da en azından bir asil ile bağlantılı olduğunu gösteriyordu. Yüzü çok  güzeldi ve karakteristik özelliklere sahipti. Örneğin kırmızı saçları ve kırmızı gözleri, bunun ateş elementine sahip ailelerde yaygın gözüken bir özellik olduğunu biliyordu. En önemlisi ise o kadar soğukkanlıydı ki, sanki ondan daha gerçek bir şey yoktu. Sakin, asil, kibirli ve zekiydi. Bir asilin sahip olması gereken her şey vardı. Özellikle avam kesime duyduğu öfke bunu gösteriyordu.

 

Roan bu tür şeylerin önemli olmadığını biliyordu. Delillerin kişiye ne söylediği önemli değildi. Gene inanmak istediği şeye inanacak, istemediği şeyi reddedecekti. O kartlarını göstermişti. Yalan söylemiyordu. O bir asildi ve imparatorluk ailesinin yarı üyesiydi. Prenses onun muhtemel eşiydi ve saray eğitmeni Cassius öğretmeniydi. Ortada bir yalan yoktu.

 

Adam inanmayı seçerek Roan’ın elini sıktı. “Adım Reece Bloomfield. Bloomfield ailesinin ilk oğluyum ve resmi varisiyim.”

 

“Roan Flame. Prenses Lilibeth’in nişanlısıyım. Buraya eğitim için Eğitmen Cassius tarafından gönderildim.” Roan eli hafifçe sıktı ve bıraktı.

 

“Flame ailesi demek… Blaze İmparatorluğu’nun Dük Ailelerinden. Nesillerdir kan bağınız olduğunu duydum. Şanslı bir ailesiniz.” Reece, Roan’ın ailesini duyunca şüphelerini bir kenara attı.

 

Roan karşılık verdi. “Hahaha! Bizi fazla övüyorsunuz. Yiğit ve korkusuz savaşçıları ile bilinen Bloomfield ailesi ile karşılaştırılamayız. Kuzenim sizin büyük bir hayranınız. Eğer büyücü yerine bir savaşçı olarak uyansaydı eğitim için ilk tercihi dojolarınız olacaktı.”

 

“Beni gururlandırıyorsunuz. Kapımız size her daim açık. Büyücü ya da savaşçı fark etmez. Dövüş sanatlarını herkes öğrenebilir! Hahahaha!” Reece Roan’ın kafa dengi birisini anlayınca mutlu oldu. Savaşçılar, büyücüler tarafından hakir görülüyordu. Bunu sebebi ise çoğunlukla yakın dövüş eğitimi alarak kaslı canavarlara dönüşmeleriydi. Zarif değildi ve barbar gözüküyordu. Bir büyücü ailesinden çıkan kişinin böyle dost canlısı olması beklenmedikti. Bu ilişkilerin başlangıcı olabilirdi.

 

“Pestenkerani sözlerle zaman kaybetmeye gerek yok. Dostluğumuzun başlangıcını kutlamak için size bir şeyler ikram etmeme ne dersiniz?” Reece, Roan’ın yanına yaklaştı kolunu omzuna attı. Reece zaten sıcakkanlı birisiydi, çok zeki olmasa da arkadaş canlısı birisiydi. Gerçi Roan çok kısa olduğundan tam olarak atamamıştı.

 

Roan birisinin ona dokunmasından rahatsızlık duysa da amacından şaşmadı ve gülümsedi. “Bundan önce hanımefendinin ismi nedir? Bizi tanıştırmadın. Sürekli ‘bayan’ ya da ‘hanımefendi’ diye seslenmek yorucu da.”

 

Reece, elini Roan’dan çekti ve kadının belini kavrayak kendisine çekti. Yüzündeki ifade sıcaktı. İki koluyla sardı ve omzunun üstünden Roan’a baktı.

 

“Noa Skye. Kendisi benim nişanlım, aynı zamanda en yakın dostumdur. Yakında evleneceğiz.”   

 

“Birini sevmek zor olmalı.” Roan kafasını salladı.

 

Reece anlamlı bir şekilde Roan’a baktı. “Haklısın, oldukça zor. Bilmediğin duyguları yaşatıyor.” göz kırptı. “Anlarsın ya?”

 

Roan anlamadı. Zor olduğunu söylemesinin sebebi çocuk bakmaktı. Ona göre Noa yakın zamanda çocuk doğuracaktı. Çocuk bakmak zordu. Ve Noa’nın iki topu çok büyük değildi. Yarım kadındı yani. Ancak gene de sanki olayı anlamış gibi gülümsedi.

 

“Önceki anlaşmazlıkları boş verelim ve yeni bir sayfa açalım. Ben Roan, memnun oldum Leydi Skye.”

 

“Hm, bende.”  Noa neler olduğunu anlamamıştı. Biraz hızlı değil miydi? Ancak erkekler böyleydi. Hızlıca kaynaşırlar, hızlı ayrılırlardı. Ayrıca vücuduna bir sıcak bastığını hissediyordu. Utanmıştı. Hızlıca koluyla Reece’i dürttü ancak o sadece alayla güldü.

 

Roan onları görmezden gelerek görevliye doğru baktı. Ancak görevli orada değildi, bir anda toz olmuştu. Omuz silkti ve Reece’e liderlik ederek içeriye girdi.

 

***

 

Roan’ın gözleri kapıdan içeri girdiğinde parlamıştı. Heyecanla bir sağa bir sola baktı ve etrafı inceledi. Duvarlar beyaz renkliydi. İçerisi oldukça ferahtı ve soğuk, ferah bir hava içeriyi sarmıştı. Sıcak güneşin altından çıkanlar için mükemmel bir dinlenme alanı olabilirdi. Beyaz duvarlarda buz mavisi desenler bulunuyordu ve eşsiz bir hava yaratıyordu. Öyle ki vücudu rahatlatma etkisi bile vardı.

 

Roan’ın ne kadar heyecanlandığını gören Reece’in gözlerinde garip bir parıltı belirdi. “Oldukça iyi değil mi? Buz Kraliçesi itibarını hak ediyor.”

 

Roan sadece kafa sallamakla yetindi. Ardından hızlıca bir cam kenarına gitti ve oradaki masaya babasının eviymiş gibi kuruldu. Oldukça rahattı. Reece ve Noa oraya geldiğinde gülümsedi.

 

“Sizin zevkinize güveneceğim.”

 

Reece, Noa’ya baktı ve kafasını salladı. Siparişleri Noa verecekti.

 

“Tabii ki. Anlaşılıyor ki böyle bir mekana ilk defa geliyorsunuz.” Reece bacaklarını yaydı ve deri koltuğun üzerinde fazlasıyla yer kapladı. Roan’ın karşısında olmasına rağmen fazlasıyla rahattı. Çünkü Bloomfield ailesi Blaze Ailesinden aşağı değildi.

 

Roan cümlede gizlenmiş gizli imayı anladı ve karşılık verdi. “Pek öyle değil aslında. Buz Kraliçesi ve Ateş Tanrısı’nı oldukça merak eden birisiyim. Özellikle Buz Kraliçesi… onun sahibi olduğu bir yerde  bulunmak bile benim için büyük bir onur! Benim için motivasyon kaynağılar.” Derin bir iç çekti ve uzaklara daldı. “Keşke onlarla tanışma onuruna nail olsam. Neler vermezdim.”

 

Reece ve Noa, Roan’a bakakaldılar. Noa kafasını eğdi ve Roan’ı tekrardan inceledi. “Ateş Tanrısı’nın kimliğini bilmiyor musunuz?”

 

“Evet?”Roan cevapladı.

 

“…” Noa.

 

“Bir sorun mu var?”

 

Reece boğazını temizleyerek araya girdi. “Size sandığınızda çok daha yakın aslında! Hatta aile sayılırsınız.”

 

O anda Roan’ın beyni çok hızlı bir şekilde çalışmaya başladı ve durumu değerlendirdi. Cassius’un ona söylediğine bakılırsa Ateş Tanrısı ile aynı tarafta değillerdi. Yakın olması hedefinin yakında olduğunu gösteriyordu. Ancak kimin olduğunu bilmiyordu. Blaze Ailesi hakkında bildiği iki şey vardı: Blaze Ailesi oldukça güçlü olduğundan dolayı ailelere ve imparatorluğa hükmediyordu. Ve Lilibeth bir prenses olmasına rağmen sıkıntılı günler yaşıyordu.

 

“Kim olduğu hakkın bir fikrim yok.” Dedi Roan dürüst bir şekilde.

 

“2. Prenstir, Ateş Tanrısı. Galiba uzun bir süre gündemden uzak durdunuz.”

 

Reece, şuan da Roan’ı analiz ediyordu. Bir kas kafalı olsa da veliaht olarak çok şey öğrenmişti. En başından beri Roan’ın onun karşısında yer aldığını biliyordu. Genç Prenses ile 2. Prens arasındaki husumetten haberdardı. Bu yüzden Ateş Tanrısı’na yaranmak için bilgi simsarlığı yapacaktı. Roan’dan kaptığı istihbaratı Ateş Tanrısı’na karşılıksız verecekti. Böylelikle kendisi için güçlü bir bağlantı edinecekti.

 

Ancak Roan herhangi bir şaşkınlık göstermedi. Aksine sakin bir ifadeyle masada duran satranç tahtasına bakıyordu. Bu masayı seçmesinin sebebi satranç tahtasıydı. Siyah renkli Şah’ı aldı ve elinde çevirip, masanın üzerine yerleştirdi. Gözleri Reece’in gözlerindeydi. Ruhunun derinlerine bakan ilahi gözlerden farksızdı Reece için.

 

“Reece, satranç oynamayı bilir misin?”

 

***

 

Reece sadece dövüşmeyi ve savaşmayı bilen kas kafalı insanlardan farklıydı. Asaletin getirdiği sorumluluklardan dolayı bazı sanat ve zaanat konularına hakim olmalıydı. Satranç pek popüler bir oyun olmasa da, komutanlar tavsiye ettiği bir oyundu. Adamlarını nasıl en iyi şekilde kullanacağını gösteriyordu ki, Reece bundan dolayı zamanının çok uzun bir süresini buna ayırmıştı: Bunun sebebi asaletin getirdiği sorumluluklar değildi. Aksine bir general olmayı ve ailesini zirveye taşımayı düşünüyordu. Hırslı biriydi ve strateji konusunda  uzmanlaşmak istemişti. Öyle ki bu oyunda birincilikleri dahi vardı. En büyük gururu olan Sanal Gerçeklik Çevrimiçi Gerçek Zamanlı Strateji oyunlarında kazandığı ittifak onunculuğu… O zamanlar Büyük General isminin verildiği oyun ittifakın en çok oynanan üçüncü oyunuydu. Zeki insanlar orada, en güçlü insanlardan daha kanlı savaşlar veriyordu.

 

Verilen kararlar binlerce insanın kaderini belirliyordu. Reece her ne kadar subayları ve yardımcı generalleri ile yükselebilmiş olsa da, onuncu olduğu gerçeğini değiştirmiyordu bu.

 

Yani bu oyunda bir en iyi olmasa da sıradan birisinin yenebileceği birisi değildi. Buna güvendiğinden ve bir çocuktan gelen teklifi reddedemeyecek kadar onuruna düşkün birisi olarak kabul etmişti. Bu yüzden siyah  taşları alıp kendi sahasına yerleştirdi. O sırada Roan’da beyazları yerleştirmişti. Roan öyle bir hastaydı ki taşların sıralanışı konusunda simetrik olarak hiçbir bozulma yoktu. Hepsi ip gibi dizilmişti.

 

Roan şahının önündeki piyonu eline aldı ve iki adım ileri sürdü. Hiçbir şey söylemeden başlamıştı. Bu yüzden Reece’in kaşları hafif çatılmıştı. Ancak pek umursamamaya karar verdi.

 

Roan’ın hamlesi klasik bir başlangıçtı. Bu yüzden Reece’de şahının önündeki taşı bir adım ileri sürdü. Roan buna karşılık olarak vezirinin önündeki beyaz taşı iki adım ilerletti. Hamleler basitti. Ancak bu basit hamleler aslında bir taarruzun temelini oluşturan hamlelerdi.

 

Reece Roan’ın hamlesine aynı şekilde karşılık verdi ve vezirin önündeki taşı, piyonun önüne getirerek yolunu kesti. Roan B2’deki atı ileri sürerek C3’e getirdi. Şuan da Reece’in piyonunu tehdit ediyordu bu at. Reece bunu gördüğünden olacak ki Roan’ın atını saf dışı bırakmak için F8’de bulunan filini, Roan’ın oynattığı atın hemen çaprazına; B4’e getirdi. Böylelikle hem merkezdeki piyonu korumuş oldu, hem de Roan’ın atını tehdit ediyordu. Roan atını oynatırsa Reece kolayca Mat edebilirdi onu ve oyun biterdi.

 

Noa ve Reece durumu anlamıştı. Bu yüzden birbirlerine bakarak gülümsediler. Noa sevgilisinin bilgeliğinden dolayı gurur duyarken, Reece’de yaptığı ve fark ettiğinden dolayı gurur duydu. Roan’ın hareket ettiğini görünce tekrardan dikkat kesildiler ve oynattığı taşa baktılar. F1’de bulunan fili D3’e getirerek, oynattığı beyaz atının yanına yerleştirdi. Hamle herhangi bir taşı tehdit etmiyordu.

 

Bundan dolayı Reece gülümsedi ve filiyle Roan’ın C3’teki atını oyun dışı bıraktı. Ona göre at çok daha tehlikeliydi, çünkü taşların üzerinden atlıyordu; barikat işe yaramazdı ona karşı.

 

“Özgüvensiz bir hamle…” dedi Roan, Reece filiyle ona şah çekmişti ancak bunu kafaya takmıyordu; kolayca B2’de bulunan piyonu ile C3’teki siyah fili devre dışı bıraktı.

 

“Öyle de denebilir.” Diyen Reece, H7’deki piyonu H6’ya getirdi. Bu çok daha özgüvensiz bir hamleydi.

 

Roan o taşa baktığında kafasında; farklı bir şekilde hareket ederek, Beyaz Takımı kolayca Şah’a ve Mat’a sürükleyebileceği bir senaryo oluştu. Varyasyonlar oluşturarak, tuzaklar kurardı ve merkezdeki beyaz taşı içeri çekerek vezirin önünü açık bırakırdı. Böylelikle Vezir ile Vezir’i saf dışı bırakır, Fil ile desteklerdi. Ancak bunun yerine H7’deki piyon H6’ya oynanmıştı.

 

Roan C1’de bulunan hiç hareket ettirmediği fili A3’e getirdi. A3’teki filin hedeflediği yerlerde bir taş bile yoktu. Son karesi Siyah Şah’ın hemen bir yanındaki taşı hedefliyordu ki; o karede bir şey bulunmuyordu. F9 karesi boştu yani.

 

Reece B8’deki atını D7’de oynattı. Vezirin önünde, şahın çaprazındaydı. Bunun karşılığında Roan D1’deki vezirini, şahın önüne; yani E2’ye oynattı. Roan’ın yüzü ifadesizdi, sakin bir sesle dedi ki;

 

“Tempoyu biraz hızlandıralım.”  

 

Reece D5’teki siyah piyonu ile Roan’ın E4’teki piyonunu aldı. Roan’da D3’teki fili ile E4’deki siyah piyonu aldı.

 

Reece G8’de bulunan siyah at ile fili tehdit etmek istercesine F6’ya getirdi ki bu Roan’ın filini alabileceği bir pozisyondu; bundan dolayı Roan hızlıca filini geriye çekerek, bir geri çapraz adım attı, D3’e geri çekti.

 

Reece oyunun temposunu düşürmek için B7’deki piyonunu bir adım öne çıkartarak B6’ya getirdi. Kontrolü Roan’a kaptırmak istemiyordu.

 

Roan bu hamleyi görünce istemeden de olsa sırıttı; oyun bitmişti.

 

Tam o sırada Roan herkesi şaşırtacak bir hamle gerçekleştirdi. E2’de bulunan vezirini hücuma kaldırdı ve E6’daki piyonu yedi. Beyaz vezir şuan da bir piyon tarafından kolayca yenilebilirdi. Reece Roan’a bir aptala bakar gibi baktı. Bir vezir hiç uğruna gitmişti ki – vezir oyundaki en değerli ikinci taştı.

 

Reece F7’deki piyonunu oynattı ve bir çapraz hamle ile beyaz veziri yedi.

 

Heh, aptal. Diye düşündü, Roan’ın yaptığı hamle oldukça aptalcaydı. Veziri bir hiç uğruna feda edilmişti.

 

sırada Roan kafasını tahtadan kaldırdı ve acıyan gözlerle Reece’yi süzdü;

 

“Şah mat.”

 

“Ha?” Reece tahtaya baktı, fakat şahını tehdit eden bir şey göremedi. Roan daha hamlesini yapmamıştı. Tam o anda Roan elini D3’te bulunan file götürdü. Bu hamleyi gören Reece’in zihnine yıldırımlar düştü. Filin G6’ya yerleştirilmesini büyümüş gözlerle izledi: durumu anlamıştı. Hızlıca gözleriyle diğer beyaz file baktı. Sabitlenmişti adet. Gururuna yediği büyük bir darbeydi bu.

 

Her zaman görmezden geldiği ve hiçbir işe yaramayan o beyaz fil. G6’nın şahı tehdit etmesiyle birlikte bir bütün oluşmuş, şahın tüm hareketlerini yok etmişti. Siyah şah şu anda hareket edemezdi. İleri ya da yana sola giderse A3’teki fil tarafından yenilecekti. Zaten D9’a ilerleyemezdi, çünkü siyah vezir oradaydı. Gidebileceği iki kare zaten bir fil tarafından tutuluyordu, hareket etmezse ise diğer fil tarafından yeniyordu.

 

Kilitlenmişti.

 

Mat olmuştu.

 

Maçı anlatmak için yüzlerce kelime kullanılasına rağmen daha 2nci dakika dolmamıştı. 1. dakikanın 37. Saniyesinde; Breece mat olmuştu. 

 

****

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44419 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr