Bölüm 52: Ödül

avatar
422 4

Hükümdarın Yolu - Bölüm 52: Ödül



“Sör Ronald von Staler ve Sör Carl, majesteleri Charles Dorian von Waterra’nın huzuruna çağrılıyor!”

 

İnce bir ses yükselince altın kapılar gıcırdayarak açıldı. Rüzgarlar esti ve boğucu bir hava dışarı patladı. İyi aydınlatılmış kraliyet odası ikilinin gözleri önüne serildi.

 

Mavi altından işlemeleri olan bir platformun üzerinde, altından yapılma tahta oturan yaşlı bir adam boğucu bir his saçıyordu. Sağında duran sivil memurlar, solunda duran generallere kıyasla daha mutlu gözüküyordu.

 

Her biri Yüksek Şövalye olan bir şövalye takımı iki sıra şeklinde kırmızı halının etrafını kuşattı.

 

Ronald derin bir nefes aldı ve kırmızı halıya adım attı.

 

Hareketleri zarif olsa da omuzlarının titrediği görülebiliyordu. Ona yöneltilmiş delici bakışlar, vücudunun titremesine neden oluyordu.

 

Ona kıyasla Carl oldukça rahattı.

 

Ne uzun ne de kısa denebilecek adımlarla ilerledi. Hareketleri zarif ve şiirseldi, onu dikkatle izleyen Kont Staler’in gözleri istem dışı büyüdü.

 

‘Birileri bu çocuğa öğretmiş.’

 

Carl’ın yüzünü aklına kazıdıktan sonra neler olacağını izlemeye devam etti. Kendisi kralın sağ tarafında oturuyordu, aralarında üç koltuk boşluk vardı ve bu onun canını sıkıyordu.

 

“Hizmetkârınız sizi selamlıyor Majesteleri.”

 

Platformdan birkaç metre ötede nazikçe diz çöktü ve kafasını eğdi. Ronald, hareket etmeye cüret edemedi. Kralın bakışlarını hissedebiliyordu, kesinlikle dostane değildi.

 

“Kuzey de büyük başarılara imza attığını duydum. Birçok çarpışmayı kazanmakla kalmamışsın, düşmanın planlarını önceden fark ederek birçok yerleşim bölgesini korumuşsun. Bu, yetenek ve güç bakımından eksik olmadığının bir göstergesidir.”

 

“Övgülerinize layık değilim Majesteleri.”

 

“Sadece bununla da kalmadın, savaşın sonucunu bildiğinden geride kaldın ve artan düşman birliklerini pusuya düşürdün. Ayrıca, Güneş Dağı’ndaki köle kampını keşfettin ve tekrardan halkımın hayatını kurtardın. Bunlarsa vatana duyduğun sevginin, bilgeliğinin ve öngörünün göstergesidir. Mümkün olamayacak kadar sıra dışı geliyor.”

 

“Cüret edemem Majesteleri.”

 

Ronald soğuk terler dökmeye başladı. Kutsal Büyücü seviyesine ulaşmak üzere olan bir Büyük Büyücü’den gelen baskı karşı koyabileceği bir şey değildi.

 

Kral ağır bir iç geçirdikten sonra Ronald’ın arkasında diz çökmekte olan Carl’a döndü.

 

“Ve sen… Adın neydi?”

 

“Onun adı Carl’dır, Majesteleri.”

 

Ronald sakince cevapladı.

 

“Hm… Carl demek,” Kralın ilgisini çektiği belliydi, “Dağ Kaplanı Andreas kolay bir rakip değildir. Ayrıca Yüksek Şövalye gücüne erişmiş Kunibert’in işini de bitirdiğin söyleniyor. Bilmediğim bir nedenden ötürü komutanın tarafından çok seviliyorsun Carl.”

 

“Onur duydum Majesteleri.” 

 

“Hoh? Başarılarınız azımsanacak gibi değil. Sizi ödüllendirmezsem bu yaşlı piçler beni küçük görmeye başlar.”

 

Cümleleri sağında ve solunda oturan soyluları huzursuz etmeye yetmişti. Bazıları kendi aralarında fısıldaşırken, bazıları da buna cüret edemeyeceklerini dile getiriyordu.

 

Ancak kral bunu umursamadan tahtında yayıldı ve ağzını şapırdattı. Yaydığı baskı yavaşça kayboldu ve baygın gözlerle tavana baktı.

 

“Fermanı okuyun.”

 

“Anlaşıldı Kralım.”

 

Kraliyet Denetmeni Claud ileri çıktı ve elindeki tomarı açtı.

 

“Kuzey de büyük başarılar elde eden Staler soyundan Ronald von Staler, majesteleri kral tarafından bin altın, bir yüksek seviye mana iksiri ve ‘Baron’ ünvanıyla ödüllendirildi. Bölgesi ise…”

 

Salondaki herkesin kulakları bir sonraki kelimeye odaklandı.

 

Ronald’ın kalbinin ritmi olacakları bilmesine rağmen değişti.

 

“…Bahar Adası.”

 

Crack-

 

Tüm gözler birden Kont Staler’e döndü. Yüzü öfkeyle çarpıtılmıştı, koltuğunun dayanak noktaları basınç yüzünden parçalara ayrıldı. 

 

“Lütfen kendinize hakim olun Kont Staler, majestelerinin huzurundasınız.”

 

Kralın hemen solundaki ilk koltukta oturan Kont Beffet kıkırdayarak aşağıladı. Her şey planlandığı gibi gidiyordu.

 

Bahar Adası Waterra’nın güneyinde bulunan Canavar Denizi’nde büyük bir adaydı. Büyük miktarda canavar tarafından istila edilmişti ancak hazinelerle doluydu. Waterra gibi donanması ile ünlü bir krallık için stratejik öneme sahip bir üs olarak hizmet ediyordu.

 

Fakat…

 

Aynı zaman da Gökyüzü Paktı’na göre üç ülkenin ortak sınırları içerisindeydi.

 

Bu da diğer iki ülkenin de adada askeri üsse sahip olduğunu ve asker barındırma hakkına sahip olduğunu gösteriyordu.

 

Normal zamanlarda bu pek sıkıntı olmazdı ancak Bahar Adası’ndaki durum gittikçe garipleşmekteydi. Ortaya çıkan hazinelerin sayısı katlanarak artarken, canavarların sayısında kesin bir düşüş yaşanmıştı.

 

Geleceğe meçhul bir bölgeydi. Ödülü çok fazlaydı ancak riskte tahmin edilemeyecek kadar fazlaydı.

 

Birkaç sene önce olsa Ronald oradan sorumlu olmak için can atardı ancak şimdi öyle değildi.

 

Üç ülke arasındaki antlaşma yüzünden birbirlerine saldıramasalar da her an antlaşma bozulabilirdi. Üç ülkeyi tutan barajlar çatlaklarla doluydu, ufak bir kuvvet devasa miktarda suların çarpışmasına neden olacaktı.

 

Ronald’ı oraya göndermek tüm sıkıntıyı üstlenecek bir günah keçisi göndermek demekti.

 

Ronald’ın kalbindeki vatan aşkı birden söndü.

 

“Majesteleri lütfen yeniden düşünün! Krallığımız askerlerini böyle mi ödüllendiriyor?”

 

Her zaman sakinliği ile bilinen Kont Staler bir hışımla koltuğundan fırladı. Göğsü sertçe inip kalkıyordu, yüzü öfkeyle buruşmuştu.

 

O bir konttu!

 

Namı üç krallığa yayılmıştı!

 

Ne cüretle torununu ölüme gönderirlerdi?

 

Kral bile olsa buna cüret edemezdi!

 

Odadaki herkesin gözü büyümüştü. Tahtta sakin bir şekilde oturan kral bile yavaşça doğruldu, hayatı boyunca pohpohlanmaya alışmış ve karşı çıkan herkesi gücüyle bastırmıştı.

 

İlk defa bir soylunun ona karşı çıktığını görüyordu.

 

Nasıl cüret ederdi?

 

Söylediği her kelimeyi büyük bir zevkle desteklemeliydi.

 

O bir kraldı!

 

Aurası yavaşça yükselmeye başlarken herkesi bir panik havası sardı. Kralın sağında oturan generaller yavaşça doğruldu. Kontu korumaya kararlı oldukları hareketlerinden belliydi.

 

Herkes oraya odaklanmışken kimse Carl’ın hareket eden dudaklarını görmedi.

“Gideceğim.”

 

Birden berrak bir ses duyuldu.

 

“Ronald…”

 

Kont Staler’in aurası birden kayboldu ve suçlulukla dolu gözleri diz çöken Ronald’a döndü. Gözlerindeki endişe çocuğuna bakan bir babadan farksızdı.

 

Gerçi arada pek bir fark yoktu.

 

Ronald doğduktan birkaç yıl sonra hem annesi, hem de babasını büyük bir salgında kaybetmişti. Onu büyüten ve eğiten konttan başkası değildi.

 

Haliyle sadece torunu değil, aynı zamanda da öğrencisiydi.

 

Kralın aurası yavaşça dinerken gözlerinde garip bir parıltı oluştu.

 

“Ho? Başka şansın yok zaten. Bundan sonra Bahar Adası’ndaki durumu sen kontrol edeceksin. Emrine ek olarak beş bin asker ve on beş taarruz gemisi vereceğim.”  

 

“Lütfunuz için teşekkür ederim, Majesteleri.”

 

Sesinde bariz bir soğukluk vardı.

 

Fakat bunu kimse umursamadı.

 

Ölme şansı yaşama şansına kıyasla çok daha fazlaydı.

 

Her şey tamamlandı!

 

Yüzünde alaycı bir gülümseme, Kont Beffet koltuğundan Ronald’ı izliyordu.

 

Beklediği gibi Zulu Dükü’nün birkaç cümlesi kralın düşüncelerini tamamıyla değiştirmişti. Her ne kadar Büyük Büyücü’nün Asası’nı vermek zorunda olsa da tamamen değmişti.

 

Sadece suçlarından para cezasıyla kaçınmayı başarmamış, aynı zaman da kralın aklını çelerek rakibini saf dışı bırakmıştı.

 

Herkes sakinleştikten sonra Kont Staler koltuğuna düştü ve eliyle başını destekledi. Derin düşüncelere dalmış olduğu sessizliğinden belliydi. Bu yüzden kimse onu rahatsız etmedi. Tören kaldığı yerden devam edildi.

 

Ronald soyluluk ve bölge aldıktan sonra Carl’ın ödüllerine sıra gelmişti.

 

Bir general öldürmek ve işleri arka plandan yürütmek. Bunlar gereğince ödüllendirilmezse generaller kesinlikle isyan çıkartırdı. Ronald’ı umursamıyor olabilirlerdi, çünkü o bir soyluydu: ancak Carl’a gelince işler tamamen değişirdi.

 

Dağ Kaplanı Andreas gibi dişli bir rakiple savaşan birisi küçümsenemezdi.

 

Gereğince ödüllendirilmeliydi.

 

Haliyle generallerin baskısı sayesinde Carl cömert bir ödül aldı.

 

Toplamda üç ödülü vardı.

 

İlki beş yüz altındı. Bu parayla başkentte güzel bir dükkan satın alabilir ya da kendisine mana iksiri satın alabilirdi.

 

İkinci ödülü yüksek seviye mana iksiriydi. Sadece büyü kulesinde bulunan özel bir tarifi vardı. İçindeki mana yoğunluğu sayesinde bir aylık meditasyon etkisine sadece birkaç dakika da erişebilecekti. Bu iksir o kadar pahalıydı ki ilk ödülü bunun için yetersizdi.

 

Üçüncü ödülü ise 3. Seviye Kahramanlık Nişanı’ydı.

 

Aldığı ödüller arasında şüphesiz en değerlisi üçüncü ödüldü. Kahramanlık nişanı azımsanacak bir şey değildi. Bu nişana sahip bir kişinin etkisi krallığın bir şövalyesinden aşağı değildi. İstediği zaman ordudan bir koruma talep edebilirdi.

 

Bu ödüller dışında rütbesi bölük komutanına yükseltilmişti ve birkaç zorunlu görev verilmişti. Bölüğüne adam seçtikten sadece bir hafta sonra canavar zapt etmeye gidecekti.

 

Her ne kadar ödüllendirilse de Kont Beffet bunu fırsat bilmiş ve ona ölüm görevi vermişti.  

 

Madem bir tuğgenerali yenebilecek kadar güçlüsün, o zaman birkaç görevi halletmen sorun olmamalı, değil mi?

 

“Cömertliğiniz için teşekkür ederim, Majesteleri.”

 

* * *


3 ay da 52 koca bölüm! Huh, sonunda ilk kitabın sonuna geldik. Bir ay boyunca yattım ancak söylemeliyim ki kendimi biraz da olsa topladım. Edebiyatla aram iyi değildir. Bu yüzden iyi olanlar göt kanseri olmuştur, o kadar dil bilgisinden uzağım. Her neyse 52 bölüm boyunca okuyanlara teşekkür ederim.


Bir sonraki kitapta görüşmek üzere!


Yurine'nin ışığı sizi kutsasın.


Kusetesai...









Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44450 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr