Bölüm 51: Başkent

avatar
397 3

Hükümdarın Yolu - Bölüm 51: Başkent



Devon hayatta kalan sayılı askerlerden birisiydi ve lojistikten sorumlu bir astsubaydı.

 

Bugün her zamankinden farklı bir gündü. Alev Birliği, kraliyet emri ile başkente dönerken çeşitli kasaba ve şehirlere uğradı.

 

Bugün ise, sıradaki durakları, Snowford kasabasıydı.

 

Snowford kasabası hoş kış ayları ile bilinen büyük bir kasabaydı. Çok büyük değildi ancak içinde yaşayan insanlar zengindi ve Kartaşı adıyla bilinen bir kristal madeni ana geçim kaynaklarıydı.

 

Kartaşları büyük bir su kütlesinin kristalleşmesiyle doğal bir süreç sonucu oluşurdu. Kış aylarında Snowford kasabası madenleri bu maden ile dolardı.

 

Alev Birliği sabahın erken saatlerinde kasabaya giriş yaptı. Kasaba halkı zengin olduğundan diğer şehir ve kasabalarda olandan çok daha iyi bir karşılama hazırlamışlardı.

 

Nadir bir karşılama olmasına rağmen askerlerin hiçbirisi mutlu hissetmedi. Devon iyi hissetmeyenlerin başında yer alıyordu.

 

Sonuçta burası onun memleketiydi. Alev Birliği’ne bağlı olan ikmal bölüğünün tamamı bu kasabadan çıkmaydı.  

 

Ve savaştan sonra sadece o ve birkaç kişi hayatta kalmıştı.

 

Diğerlerinin yüzüne nasıl bakacaktı?

 

Askerler kalabalığı yarıp geçtikten sonra meydanda bir halka oluşturdu ve Ronald atından aşağıya atladı. Yüzüne zorlukla sığdırdığı yorgun gülümsemesi her an kaybolmak üzereymiş gibi titriyordu.  

 

Meydandaki kalabalık hızla onu çevreledi ve iyi haberler almayı bekledi. Ancak Ronald olanları anlatınca ortamın havası birden değişti.

 

Ağlama sesleri her yeri sardı, insanlar Ronald’ı ve çevresindeki üst rütbeleri lanetlemeye başladı. Devon’un kalbi bunu görünce tekledi ve hemen hareketlendi.

 

Ronald sadece bir Albay değil, aynı zaman da krallığın gelecekteki sütunlarından birisiydi. Büyükbabası konttu ve miras olarak bir kontluk alacaktı. Emrinde yüzlerce adam vardı.

 

Bir asile saldırmanın veya hakaret etmenin cezası hiçte hafif değildi.

 

Üç neslin katledilmesine kadar gidebilirdi.

 

Ancak bir el tam hareket edecekken onu durdurdu.

 

Kafasını çevirdiğinde orta yaşlı bir suratı, lojistikten sorumlu bölük komutanı Maurice Douglas’ı gördü.

 

“Bölük komutanı!”

 

Hızlıca selam durdu.

 

Onun tedirgin halini gören Maurice güldü ve rahatlamasını söyledi.

 

Devon soğuk bir nefes aldıktan sonra izin istedi ancak Maurice elini omzuna attı ve durmasını söyledi.

 

“Şimdi gidersen albayın tüm özgüvenini yok etmiş olacaksın.”

 

Devon afalladı.

 

“Anlamadım?”

 

“Albayın yüz ifadesine bak.”

 

Devon kafasını Ronald’ın yüzüne çevirdi. Ronald tüm hakaretlere rağmen kafasını eğmişti ve çıt çıkarmıyordu. Suçluluk duygusu gözlerinden okunuyordu ve son derece mahcup durumdaydı. Bir asilin avamlara karşı boynu bükük görünmesi, belki de sadece burada görülecek bir şeydi.

 

“Askerler ölmek için vardır. Ama onları geride bekleyen sevdikleri, eşleri de var. Bu yüzden birçok askerin aklındaki tek düşünce savaşı kazanmak değildir, hayatta kalıp sevdiklerinin yanına dönmektir.”

 

Maurice derince iç çekti.

 

“Fakat bu askerlerin yaşamları, sadece zafer kazanmaya odaklanmış üst kesimin gözünde hiçbir şeydir. Bırak bir kontun çocuğunu, şu sıralarda şövalye çocukları dahi halka istediğini yapabiliyor. Kısaca halkın hayatı zaferle kıyaslanamayacak kadar değersizdir.”

 

Devon onun ne demek istediğini anladı ve Ronald’a baktı. Ronald’a duyduğu saygı katlanarak arttı ve bir gün bu iyiliğinin karşılığını ödeyeceğine içten içe yemin etti.

 

“Albayın düşüncelerini anlayamadım…”

 

Kendi kendine mırıldanırken Maurice’in kıkırdamasını duydu.

 

Kafasını şaşkınlıkla çevirdi ve orta yaşlı adama baktı.

 

“Bu yüzden savaşta hayatını onun için riske atmalısın. Çünkü onun gibi birisini kaybedersek, belki de gelecekte güneş olacak bir ışık kaynağını yitirmiş olacağız. Demek istediklerimi anladın mı?”

 

“Anladım.”

 

Devon mest olmuş bir şekilde Ronald’a baktı.

 

* * *

 

Alev Birliği ertesi gün Snowford’dan ayrıldı ve Ebedi Suyun Başkenti’ne doğru ilerlemeye devam etti. Sınır ile başkent arasındaki mesafe hiçte az değildi. Alev Birliği oyalanmadan ilerlese de hedeflerine varmaları on beş günden fazla sürmüştü.

 

Bu sürede Ronald ve Carl gelecekleri hakkında düşündüler.

 

Carl’ın seviyesi her geçen gün katlanarak artıyordu. Başkente dönmeden önce Ronald’dan izin almış ve gizli zulasını doldurmayı başarmıştı.

 

Başkent Watterra.

 

Aşağı kıtanın en güzel manzaralarından birisine sahipti. Devasa bir nehir kale surlarını yarıp içeri dökülüyordu. Güzelliği baş döndürücü, atmosferi rahatlatıcıydı, şanını hak ediyordu.

 

Askerlerin bitkinliği, başkentin üç kilometre ötesinde kamp kurunca yavaşça yerini saygıya bıraktı. Her birinin kalp atışları surlara bakarken hızlanmıştı.

 

Ronald askerlere emir verdikten sonra kaşlarını çattı.

 

Normalde kralın sarayına kadar eşlik edecek kişinin onu karşılaması gerekiyordu.

 

“Bu bir güç gösterisi.”

 

Arkasından çocuksu olmasına rağmen okyanus kadar dingin bir ses geldi.

 

Gelen kişi Hiddetli Derya’yı bir bezle saran Carl’dı.

 

“Diplomasiden anlıyor musun?”

 

Ronald’ın kaşları ilgiyle kalktı.

 

“Eğer gerçekleri süslü yanılsamalar ile lanse etmekten bahsediyorsan, hayır.”

 

“Yeni askere alınmış biri olarak düşüncelerin çok derin. Seni anlayamıyorum…”

 

Carl bir şey söylemeden başkentin devasa kapılarına baktı.

 

“Birliğin dağıtılmasına izin verecek misin?”

 

“Hayır. Büyükbabam olaya el atacak ancak mahkeme tarafından yargılanmama engel olamayacak.”

 

“Düşmanların bunu fırsat bilip majestelerini sana karşı dolduracak.”

 

Carl’ın söylediklerini duyan Ronald güldü.

 

Gerçekten öyle olacaktı. Hiçbir hatası olmamasına rağmen birisi suçları üstlenmeliydi. Düşmanları katletse ve binlerce insanı ölümden kurtarsa da, kral hata ettiğini düşünüyorsa hata etmişti.

 

Ronald bunları anlayabilecek kadar deneyimliydi.  

 

“Sivil memurların ne yapacağı belli olmuyor. Gerçekten, onlarla uğraşmak, gerçek düşmanlarımız ile uğraşmaktan daha zor.”

 

“Gerçek düşmanlar onlar değilse tabii…”

 

Ronald birden Carl’a döndü ve şaşkın şaşkın baktı.

 

“Geliyorlar.”

 

Altın işlemelere sahip gök mavisi bir at arabasına bir şövalye takımı önderlik etmekteydi. Eşlik eden şövalyelerin sayısı fazla olmasa da her birisinden yayılan kuvvete bakılırsa, en azından Yüksek Şövalye aşamasındaydılar.

 

Araba yavaşça kampa geldikten sonra durdu ve kapısı açıldı. İçinden mavi cüppeli orta yaşlı bir adam indi. İfadesi sükunetle doluydu, sakin doğası bir gölü andırıyordu. Ronald bu kişiyi görünce atından atladı ve selam verdi.

 

“Kraliyet Denetmeni ile tanışmak bir onurdur.”

 

“Hohoho, Sör Ronald, nezaketiniz için teşekkür ederim. Sizi uzun zamandır bekliyorum. Ah, evet, lütfen içeriyi buyurun.”

 

“Teşekkür ederim, Denetmen Lorimer.”

 

Konuştuktan sonra arabaya yürüdü. Kraliyet Denetmeni yüzünde bir tebessüm ile düşünceli gözlerle onu izleyen Carl’a döndü.

 

“Bu genç yüz, Sör Ronald ile yakın olmanıza bakılırsa siz de Sör Carl olmalısınız. Lütfen, majesteleri sizi de huzuruna çağırıyor.”

 

Carl ne sıcak ne de soğuk bir ifadeyle eğildi ve Ronald’ı takip etti.

 

Claud Lorimer, üst düzey Kraliyet Denetmeni ve Kraliyet Mahkemesi’nin üst düzey jürisi. Aynı zaman da kralın en büyük destekçilerinden, cılız vücuduna rağmen gücü Yüksek Mahkeme Büyücüleri’nden aşağı değildi.

 

Carl’ın Zulu Dükü’nden sonra en tehlikeli gördüğü kişilerden birisiydi. Zulu Dükü ne kadar sadık değilse, Claud tam tersine o kadar sadıktı. Yani krala onun kadar bağlı başka birisi yoktu.

 

Rütbesine rağmen kralın peşinden ayrılmazdı.

 

Kralın onu buraya göndermesine bakılırsa bu konuya bir hayli ilgiliydi.

 

Denetmen Lorimer’de arabaya bindikten sonra araba harekete geçti ve surları delen devasa nehre ulaştı. Kızıl Nehir olarak bilinen bu devasa nehir, bin kilometreden daha uzundu ve birçok krallıktan geçiyordu.

 

At arabası büyük bir tekneye yüklendi ve devasa surlardan geçerek kraliyet sarayına doğru yola koyuldu. Nehir üzerinde birçok kontrol noktası vardı. Bunlardan ilki ve en zayıfı şehir surlarındaki surlara gömülmüş kapıydı.

 

En hafif tabirle devasaydı ve tamamen metalden oluşuyordu. Tüm surlar yıkılsa bile ayakta kalabilecek kadar güçlü ve sağlamdı.

 

Her kontrol noktasında askerler onları sorguladı ve üzerlerini kontrol etti. Yanlarında kraliyet denetmeni olmasına rağmen bu kadar sorgulamaları sadece bir şeyi gösteriyordu.

 

Baskı!

 

Evet. Bu emirleri veren kişi her kimse onlar üzerinde hakimiyet kurmak istiyordu. Bu yüzden gücünü gösteriyor, onlara istediğini yapabileceğini açıkça beyan ediyordu.

 

Ronald ve Carl aptal değildi, bunun arkasındaki kişinin kral olduğunu anlamaları için düşünmelerine gerek yoktu.

 

Uzun uzadıya kontrollerden sonra tekne en sonunda kraliyet sarayına vardı.

 

Nehir yatağının suni bir kolu kraliyet sarayının içinden geçiyor ve devam ediyordu.

 

Tekne durduktan sonra at arabası hareket etmeye devam etti ve büyük, altın bir kapının önünde durdu.

 

Altın zırhla kuşanmış iki muhafız onlara yaklaştı ve ikiliyi araçtan indirdi. Şık kıyafetlere bürünmüş bir hadım dışarıdan geldi ve dikkat etmeleri gereken şeyleri açıkladı. İkili bir süre onu dinledikten sonra muhafızlar onları kontrol etti.

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44447 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr