Bölüm 49: Sınır Savaşı (VII)

avatar
449 3

Hükümdarın Yolu - Bölüm 49: Sınır Savaşı (VII)



Andreas olup bitenlere tepki verme şansı dahi bulamadı. Yirmi metre ötedeki genç, bir tayf gibi burnunun dibinde bitivermişti.

 

Hiddetli Derya’nın bıçağındaki desenler hafifçe parladı ve kızıl bez özgürce dalgalandı. Carl’ın ellerinde mavi renkli izler oluştu ve mızrağı savurdu. Öyle hızlı ve kesin bir hamleydi ki hayali bir görüntüydü sanki.

 

Andreas ona gelen mızrağa kaygısız bir bakış attı. Her ne kadar çok hızlı olsa da kuvvetten yoksun bir saldırıydı. Zaman kaybetmeden Bin Dağ Sanatı’nı kullanarak koluyla karşılık verdi.

 

Basit bir mızrak saldırısına bu kadar ciddi davranması bile utanç kaynağıydı ancak işini şansa bırakma gibi bir alışkanlığı yoktu. Carl’ın elindeki mızrak, sıradanlığında ötesinde bir sıradanlığa sahipti. Herhangi bir özellik taşımıyor ya da özel bir metalden yapılmış gibi gözükmüyordu.

 

Kara Kristal Zırhı ile kaplı koluyla karşılık verdiğinde Bin Dağ Sanatı’nın tüm heybeti ortaya çıktı.

 

Fakat o anda gözlerine inanamadığı bir şey gerçekleşti. O sıradan mızrak, sanki peynir kesiyormuş gibi kolunu kesti ve krallığının en güçlü savunma sanatlarından birisi olan Bin Dağı görmezden geldi.

 

Ancak tepki verme şansı yoktu, Carl çoktan duruşunu değiştirmişti. Sonraki hamle doğrudan boğazına geldi. Bir yıldırım kadar hızlı ve öngörülemez bir hamleydi.

 

Bin Dağ Sanatı bu durumlarda işe yaramazdı.

 

Manası öfkeli bir yanardağ misali patladı. Sonra, gözleri fal taşı gibi açıldı. Mızrak patlamayı delip çenesine saplandı ancak daha da ilerlemesine izin vermeden diğer koluyla Carl’ı uzaklaştırdı.

 

Carl darbeden kaçındı ve birkaç metre geri çekildi. Fakat hemen ardından tekrar saldırdı ve Mızrak Tanrısı ile saldırdı. Hiddetli Derya havayı bir yardı ve her saldırısında Andreas’ı bir adım geriletti.

 

Sadece birkaç saniye içinde mızrağını onlarca kez sapladı.

 

Her bir hareketi mükemmel bir uyum içindeydi ve dengesinde kusur yoktu. Andreas büyük bir dalga ile karşılaşmış gibi çaresiz kaldı. Saldırma fırsatı dahi bulmadan kaçınmaya odaklandı.

 

Onların savaşını izleyen askerler gözlerine inanamadı.

 

Üç krallıkta büyük bir nam salmış Dağ Kaplanı Andreas, ağzı süt kokan bir velet tarafından çaresiz bırakılıyordu.

 

Bunu gören Waterra askerleri canlanırken, Hardbane askerlerinin yorgunluğu giderek arttı.

 

“İleri ve ileri!”

 

“Birlik içinde ilerleyin!”

 

“Tanrı’nın gölgesi üzerimize düştü!”

 

Subayların heyecanla dolu sesleri askerlerin mücadele ruhunu harlamaya devam ettikçe Hardbane tarafında kayıplar artmaya devam etti.

 

Askerler neredeyse umutsuzluğa düşmüştü ancak Neil’in gözleri hâlâ kapalıydı.

 

Bazı askerler ona saldırmaya çalışsa da yaklaşamadan hareket kabiliyetlerini yitirmiş ve metrelerce ötede yere yığılarak, köpükler içinde hayatlarını kaybetmişti.

 

Carl saldırmaya devam ederken birden bir vızırtı duydu.

 

“Şimdi!”

 

Andreas kükreyerek yumruğunu savurdu.

 

Yumruk havayı yararak ilerledi; yeryüzüne düşen bir meteor kadar ağır gözüküyordu.

 

İçinde yatan muazzam kuvvet rüzgar dalgaları oluşturacak kadar fazlaydı.

 

Whoosh!

 

O sırada Andreas’ın koltuk altından bir iğne Carl’ın suratına doğru ilerledi.

 

Yıldırım İğnesi, Neil sonunda saldırıya geçmişti.

 

İğneyi saran buğday rengi yıldırım arkları dehşet bir hıza ulaşmıştı. Neredeyse Andreas’ın yumruğu ile aynı anda Carl’ın üzerine indiler.

 

Boom!

 

Süt beyazı bir ışık çevreyi aydınlattı. Neil’in Yıldırım İğnesi’nden aşağı kalmayan bir kılıç iğneyle çarpıştı ve devasa bir patlamaya neden oldu.

 

Devasa miktarda Yıldırım Aurası patlak verdi ve Ronald’ın kemiklerini uyuşturdu.

 

Aynı sıradan Andreas’ın yumruğu Carl’ın mızrağına indi. Dehşet bir kuvvetle karşı karşıya kalan Carl, hayatını adadığı savaş sanatlarını kullanarak karşı koydu.

 

Ayaklarının altındaki toprak parçalara ayrıldı ve ayakları yerin dibine göçtü. Ancak buna rağmen yerinden kımıldamadan tüm gücü toprağa aktardı.

 

Crack!

 

Tink!

 

Ronald’ın kılıcında çatlaklar meydana geldi. Patlayan Yıldırım Aurasına başarıyla karşı koysa da kılıcı yavaşça dökülmeye başladı. Hızlıca geriye zıpladı ve Andreas’ın menzilinden çıktı. Geri çekildiğinde dayanamadı ve duman kustu.

 

Havada bir tur dönen Yıldırım İğnesi sahibine, Neil’in ellerine geri döndü.

 

“Siz… Ne cüretle karşıma çıkarsınız!?”

 

Neil’in öldürme niyeti göklere ulaşmak üzereydi.

 

Aylardır dikkatlice oluşturduğu plan çökmek üzereydi. Bu sefere harcadıkları kaynağın haddi hesabı yoktu.

 

Ama!

 

Birkaç kişi yüzünden mahvolmak üzereydi.

 

“Bunu mahvetmenize izin vermeyeceğim!”

 

Yıldırım İğnesi elinde belirdi ve tekrar fırlattı. Bu sefer hedefi Carl değildi, Ronald’dı.

 

Ronald bir torba dolusu buhar öksürdükten sonra gözlerini kaldırdı ve ona doğru gelen Yıldırım İğnesi’ne bir bakış attı.

 

Carl’ın ona verdiği görev buydu işte! O Neil’i tutarken, Carl en büyük düşmanı indirecekti.

 

‘Ne zamandır onun emirlerine uyuyorum acaba?’

 

Kılıcını göğüs hizasında kaldırdı ve zarif bir duruş aldı.

 

‘Farkında dahi olmadan onun emirlerini dinlemeye başlamışım.’

 

Kılıcını çevirdi ve gözlerini açtı.

 

Beyaz Turna Kılıç Sanatı…

 

“Beyaz Turna Kanatlarını Açıyor!”

 

Bir Yüksek Şövalye’ye eş değer mana vücudundan infilak etti.

 

‘Geride kalamam.’

 

Yıldırım İğnesi birkaç metrelik mesafeye girdiği anda kılıcını savurdu.

 

Boom!

 

Zzzz!

 

Crack!

 

İğne ve kılıç temas ettiği anda Savaş Büyüklerini dahi ürkütecek bir enerji patlaması ortaya çıktı. Tepe yıkılacakmış gibi sarsıldı ve metrelerce kalınlığa erişen yıldırım bulutu çevreyi sardı.

 

Ronald’ın kılıcı parçalara ayrıldı ve metrelerce geri savruldu.

 

Yere düşmeden önce elinden gümüş bir parıltı ayrıldı ve yıldırım bulutunu deldi.

 

“Agh!”

 

Karşı taraftan kulak yırtan bir çığlık yükseldi.

 

Neil’in omzuna parmak boyutlarında bir kılıç parçası saplanmıştı.

 

Ronald dizlerini üzerine çekip kan kusmadan önce alayla gülümsedi. Artık bir dilenciye benze de görevini yerine getirmişti.

 

Arkanistler, büyücülere kıyasla daha fazla elementsel güce sahipti. Bu elementsel avantaj sayesinde saldırıları daha özeldi ve iyileştirmesi çok zordu.

 

Ancak!

 

Bedelsiz değildi.

 

Yaptıkları saldırılar güçlü olsa da yakın dövüşte bir büyücüden daha zayıflardı ve saldırılar arasındaki zaman aralığı kısa değildi.

 

Ronald manasını vücudunda çevirdi ve yaralarını kontrol altına almaya çalıştı. Tepedeki okçuların başında duran Yüzbaşı Guy panikle aşağıya indi ve vücudundaki birazcık manayı Ronald’ın vücuduna aktardı.

 

“İyi misinz?!”

 

Endişeli bir ifadeyle Ronald’ı sırtladı ve tepeye koşmaya başladı.

 

Ronald’ın karşı çıkacak gücü yoktu.

 

Kafasını çevirdiğinde Carl ve Andreas arasındaki savaşın devam ettiğini gördü. Andreas çıldırmış bir boğa kadar sert ve haşindi. Ancak Carl bir bulut kadar naif ancak bir leopar kadar atikti. Herhangi bir saldırıyı karşılamakla uğraşmıyor, sadece saldırıya odaklanıyordu.

 

Bu yüzden Andreas’ın saldırma fırsatı olmuyordu.

 

Vücudunda binlerce kesik açılmıştı.

 

Artık acı bile hissedemiyordu.

 

Ronald savaşın gidişatını iyi olduğunu görünce rahatladı ve kendini uykuya bırakmamak için zor tuttu. Savaş boyunca aşırı derecede yorulmuştu. Raporlar, kayıplar, muharebeler ve planlar… Hepsi zihnini anlaşılmaz derece yoran şeylerdi.

 

Ancak şu an güvenebileceği bir dayanak vardı.

 

‘Carl gerisini halleder.’

 

Yüzünde acı bir gülümseme belirdi.

 

Carl’a ne kadar fazla güvendiğini düşünürken havanın yarılma sesini işitti. Orduda geliştirdiği altıncı hisleri delicesine çığlık attı.

 

“Guy, hemen kaç!”

 

Neil’in Yıldırım İğnesi bir kez daha onları hedefledi.

 

Bu sefer öncekiler ile kıyaslanamaz bir hıza sahipti. Anında diplerinde bitmişti, kuvveti Andreas’ın ağır saldırılarından az değildi.

 

Eğer Guy onu bırakıp tüm gücüyle kaçılmazsa tepeye şişleneceklerdi.

 

Ancak düşündüğü gibi olmadı. Guy onu bırakıp ileri atılmak yerine etrafında döndü ve tüm gücüyle Ronald’ı tepeye fırlattı.

 

Her ne kadar bir yüzbaşı olsa da mana konusunda yetenekliydi. Kasları gelişmişti ve özel kuvvetlerde bir süre çalışmıştı. Guy acemi değildi, hareketleri arasında bir tereddüt yoktu ve tüm potansiyelini kullanmıştı.

 

Onlarca metrelik mesafeden fırlatılan Ronald birden kendisini okçuların üzerinde buldu.

 

Aynı zaman da Yıldırım İğnesi Guy’ın göğsünü delip, onu yere çiviledi. Hemen ardından bir yıldırım denizi infilak etti.

 

On metre yarıçaptaki tüm bitkiler küle dönüştü ve Guy’ın vücut parçaları etrafa saçıldı.

 

Ronald bir okçu takımına çarptı ve nispeten yumuşak bir iniş yaptı.

 

Ancak Guy…

 

“Guy!”

 

Ronald kan çanağına dönmüş gözlerle kükredi. Kükremesi tüm savaş alanında yankılandı. Sesindeki çaresizlik öyle belirgindi ki yalpalayarak kampa kaçan Neil’in bile tüyleri ürpermişti.

 

“Öldürün! Onu öldürün!”

 

Ronald arkasındaki okçulara emretti.

 

Okçulardan birisi Ronald’ın yanına çöktü ve kederle ona bir matara uzattı.

 

“Efendim, aradaki mesafe çok fazla. Çoktan kampa ulaştı bile, her şey manasız. Büyük resme odaklanın lütfen.”

 

Ronald sertçe matarayı itekledi ve duygularına hakim olmaya çalıştı ancak pek başarılı olamadı.

 

O anda bir şey fark etti.

 

Aşağıda çarpışmayı bırakmış yüzlerce ceset vardı. Kimisinin başı kopmuş, kimisinin de göğsü deşilmişti. Ancak hepsinin ortak bir özelliği vardı.

 

Yerde yatanlar ölüydü.

 

O sırada bir kez daha savaşın acımasızlığını fark etti.

 

Gözlerinin önündeki perde kalkmış gibi savaşın arkasında yatan karanlığı fark etti.

 

*

 

İki güçlü patlama Carl’ı bile Andreas’tan uzaklaştırmaya yetmedi. Carl hamlelerin gideceği yönü biliyormuş gibi hareket ederek Andreas’ın başını döndürdü ve yeni yaralar açtı.

 

Aralarındaki güç farkı öyle fazlaydı ki Carl bir saldırı yerse Cehennem’de gözlerini açardı.

 

 Ancak Andreas ne yaparsa yapsın, ne kadar öngörülemez saldırılar yaparsa yapsın bir saldırı dahi isabet ettiremedi.

 

Güç ve mana bakımından Carl onunla karşılaştırılamazdı ancak bir türlü vuramıyordu.

 

Tanrılar onun taşak mı geçiyordu?

 

Bir süre geçtikten sonra Carl geri çekildi ve sakin gözler ile mızrağını Andreas’ın kalbinden çıkardı. Birkaç adım geriledikten sonra gözlerindeki ışığı kaybeden Andreas’ın yavaşça yığılışını izledi.

 

Göğsünde onlarca derin yarık oluşmuştu. Tüm hayati organları delinmiş ya da parçalara ayrılmıştı. Carl’ı öldürmeyi başarsa bile hemen ardından ölecekti.

 

Onu ayakta tutan tek şey iradesiydi.

 

Ama o da artık yok olmuştu.


Güm!

 

Üçüncü kolordunun lideri, tümgeneral Andreas…

 

Ölmüştü.

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44450 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr