Bölüm 48: Sınır Savaşı (VI)

avatar
376 3

Hükümdarın Yolu - Bölüm 48: Sınır Savaşı (VI)



Dağınık saçlarına ve parçalanmış kıyafetlerine rağmen asil aurasını koruyabilen bir genç, bin süvari ve iki bin piyadenin önünde ilerliyordu.

 

Bir süre önce, ölümle dolu büyük bir muharebeden çıktığı her yeri belliydi. Üstü kan ve çamur yüzünden kirlenmişti. Ancak bu kanlar ona ait değildi, aksine düşmanlarının kanıydı.

 

‘Tsk. Düşündüğümden daha fazla adam kaybettik. Son anda geri çekildiler ve pusuya düşmekten kurtuldular.’

 

Kılıç Azizi Nicholas, onun hakkında kimsenin bilmediği şeyler biliyordu ancak analizleri doğru çıkmamıştı. Gururlu ve bencil bir general olan Nicholas, son anda saldırıyı kesmiş ve savaş düzeni almaları için askerlerini hareket ettirmişti.

 

Bu da çevrede pusan Hardbane destek birliklerinin kurduğu pusunun başarısız olmasına ve düşmana çok büyük bir darbe indirememişlerdi.

 

Sonrasında meydan muharebesine dönmüştü.

 

Asker kalitesi bakımından Waterra, Hardbane’nin iki katıydı.

 

Bu yüzden fazladan on bin kişilik takviyeye karşı bile hayatta kalmışlardı. Hardbane tarafında ise ayakta kalan sadece tek birlik vardı.

 

Neil’in getirdiği Yıldırım Alayı. Diğer takımlardan artanlar ile birlikte iki bin beş yüz kişiye erişiyordu.

 

‘Her neyse zafer bizim. Nicholas panikleyerek kaçtı. Bu mevkiyi bir hafta oyalayabilirsem başkentten destek gelecek ve zaferimizi garantileyeceğiz.’

 

Şu anda tek istediği kampına gitmek ve rahat bir uyku çekmekti. Gelişim, savaş ya da yaşam savaşı vermek onu yiyip bitirmişti.

 

Diğer askerlerde onun gibi düşünüyordu.

 

Sonuçta artık savaşacak durumda değillerdi. Andreas da dahil olmak üzere tüm generaller ve subaylar ağır yaralanmıştı, ağır yaralanmayanlar ise ölüydü.

 

Askerler yorgundu ancak zafer kazandıkları için mutluydu.

 

Kampa ulaştıkları anda rahat bir uyku çekince burayı düzgünce savunabilir hale geleceklerdi.

 

Ancak tam o anda, bir tepenin dört yüz metre ötesinden geçerken bir borazan sesi işitti.

 

Durumu algılaması birkaç saniye sürdü.

 

Anladığında ise tüm vücudunu bir ürperti sardı.

 

“FORMASYONA GİRİN!”

 

Ancak emri bayraktarlara ulaşamadan gökyüzünü bir karanlık sardı. Binden fazla ok gökyüzünde bir perde oluşturmuştu.

 

Hedefiyse…

 

“Siktir!”

 

Andreas küfrederek baltasını savurdu.

 

Tam olarak ön safların üzerini kaplayan ok örtüsünden onlarcası Andreas’ın saldırısını rahatlıkla delip geçti ve subayların canını anında aldı.

 

Andreas kanlanmış gözlerle tepeye baktığında az kalsın öfkeden bayılacaktı. Dağdan akan nehir misali, zırhlarla kuşanmış piyade birliği tam olarak birliğin ortasını hedefleyerek iniyordu. Attıkları adım öyle sertti ki altlarındaki tepe titriyordu.

 

Askerler ne olduğunu anlayamadan tepedeki askerler diplerinde bitti. Savunma fırsatı dahi bulamadan saldırıyı alınca panik her tarafı sardı.

 

Andreas bunun bir pusu olduğunu bildiği halde hiçbir şey yapamadı. Askerleri birer birer katledilirken uzaktan izledi. Ancak bir süre sonra dayanamayıp kükreyerek atıldı. Fakat çabaları yersiz kaldı. Gökyüzünden yağmur misali oklar yağmaya başladı ve orta bölge ile iletişim kesildi.

 

Arka saflar ile aralarında çok fazla mesafe vardı.

 

Neil kaşlarını çattı ve kampa döndü. Hızlıca bir bölüğe kuşatma silahlarını kullanarak düşmana hasar vermelerini emretti. Olabildiğince sayılarını azaltmalı ve tüm birliği tekrardan kontrol etmeliydi.

 

Bölük komutanı emri aldıktan sonra zaman kaybetmeden ön saftan ayrıldı ve kısa sürede kampa vardı. Silahları yüklediler ve arabaları atları yardımıyla çektiler.

 

Ancak bu süre de olan olmuştu. Birliğin orta müfrezesi birbirinden kopmuş ve oluşturmaya çalıştıkları formasyonları çökmüştü. Ön ve arka müfrezeler destek için birleşmeye çalışsa da onları tutan askerler bir adım dahi atmalarına izin vermedi.

 

Süvariler destek olma fırsatı bulamıyordu çünkü önlerinde bir duvar vardı. Kalkanlı piyadelerden oluşan bir bölük, onların hareket alanını kısıtlamıştı. Ne zaman hareket etseler orta müfrezeye destek vermek yerine, farkında olmadan savaş alanının dışında oluyorlardı.

 

Bir süre geçti ve çığlıklar her yeri sardı.

 

“Saldırın, saldırın! Savunmalarını kırın ve birleşmelerine izin vermeyin! Bugün tüm  Hardbanelileri öldüreceğiz!”

 

“Zaman geldi. 12 ve 14 numaralı bölükler. Ön müfrezenin önünü kesin!”

 

O sırada tepede soğuk gözlerle savaş alanını izleyen Carl, önünde olan bitenlerin farkında değilmiş gibi kayıtsızdı.

 

Hemen yanında savaş alanını izleyen subaylar heyecanla rapor veriyordu.

 

“Orta müfreze yok edildi!”

 

“Savunma aşıldı.”

 

 “Ön müfreze harekete geçti. 12 ve 14. Bölükler zamanında hareket ederek desteklerini kestiler.”

 

“Arka safa saldırmak için harekete geçti.”

 

“Yüzbaşı Douglas arka müfrezenin saflarını yardı ve formasyon oluşturmayı başardı. Safların çöküşü yakındır.”

 

Subaylar hiç susmamıştı.

 

O anda dehşet verici iki aura patlak savaş alanında patlak verdi. İlk auranın sahibi Andreas öfkeli bir şekilde askerlerin üzerinden atladı ve tepeye koşmaya başladı. Komutanlarının yerini öğrenmişe benziyordu.

 

Bu yüzden liderleri öldürerek askerlerin motivasyonunu düşürmeyi hedefliyordu.

 

Carl bunu nasıl düşünmemiş olabilirdi?

 

Sırtındaki Hiddetli Derya’nın şaftını kavradı ve içine biraz mana aktardı.

 

“Bundan emin misin?”

 

Arkasından zarif bir ses yükseldi.

 

Ronald elini kılıcına atmış bir şekilde ilerlemeye devam etti ve Carl’ın yanında yer aldı. Bir şeyler hazırlıyormuş gibi gözlerini kapamış Neil’e bir bakış attıktan sonra gözlerini Andreas’a çevirdi; öfkeli bir boğa misali onlara geliyordu.

 

“Önden buyurun.” diye nazikçe yol verdi Carl, ardından gülümsedi ve Ronald’ın gözlerine baktı.

 

Ronald ne demek istediğini anladığında acı acı gülümsedi ve bir leopar gibi ileri atıldı. Adımları düzgün ve yerindeydi, kaşlar göz arasında Andreas’ın dibine vardı.

 

O sırada Carl’da harekete geçti.

 

* * *

 

Andreas cüretkâr pusuyu görünce karşısında en azından bir Savaş Büyüğü bekliyordu. Bu yüzden hamle yaparken tereddüt içerisindeydi. Şu anki gücüyle bir Savaş Büyüğü’ne karşı koyamazdı.

 

Ancak rakibinin bir Savaş Büyüğü olmadığını görünce alayla güldü.

 

“Sadece bir Yüksek Şövalye olmana rağmen bana kafa tutmaya cüret mi ediyorsun? Eğer şimdi teslim olursan, cesedini sağlam bırakmayı düşünebilirim.”

 

Ronald bir şey söylemeden kılıcını çekti ve savurdu.

 

Beyaz Turna Kılıç Sanatı!

 

Manası patlak verdi ve zaman kaybetmeden saldırdı.

 

“Saygısız!”

 

Clang!

 

Balta ve kılıç çarpışınca Ronald metrelerce uzağa uçtu. Zarifçe yere indikten sonra yüzünün rengi attı ve bir ağız dolusu kan kustu.

 

“Güçsüz olmana rağmen bana meydan okumaya cüret mi ediyorsun? Komutanları olmalısın. Görünüşe göre Nicholas’ın birliğindensin. Sana bir sır vereyim mi? Nicholas’ı pusuya düşürdük ve askerlerinizin neredeyse tamamını kılıçtan geçirdik.”

 

Ronald darbe yüzünden yaralanan iç organlarını iyileştirmek için manasını çevirdi. Andreas’ın ne söylediği umurunda değildi.

 

“Beceriksizliğini süslü başarılar ile örtmeye kalkma. Nicholas’ı yenemediniz, değil mi?”  

 

“O elimden kaçabildi ancak sen kaçamayacaksın, son duanı et!”

 

Andreas tekrardan baltasını savurduğu anda arkasında büyük bir dağın silüeti ortaya çıktı. Ağır yaralı olmasına rağmen çıkardığı kuvvet Ronald’ın başa çıkabileceğinden on kat daha fazlaydı.

 

Ronald, Andreas’ın yaşam gücünü yaktığı için bu kadar güçlü gözüktüğünü biliyordu. Büyük ihtimalle bu savaştan sonra ne kadar hızlı yenilenirse yenilsin, bir yıl boyunca savaş alanlarında gözükemeyecekti.

 

Beyaz Turna Kılıç Sanatı’nı kullanarak Andreas’ın yaydığı baskıyı hafifletti ve menzilinden hızla kaçtı. Andreas’ın baltası yere inince beş metrelik devasa bir çatlak oluşturdu ve tüm tepe titredi.

 

Ronald tepenin titreşimini hissetmişti.

 

Birkaç metre geri çekildi ve uygun pozisyon aldı ancak saldırmadı. Bunun yerine biraz bekledi.

 

Andreas kaşlarını çatarak ona baktı.

 

Ne yapmaya çalıştığını anlamadığından biraz huzursuz hissetti.

 

Bu sırada bayırdan aşağı son sürat koşan Carl’ı gördü. Elinde sıradan bir mızrakla üzerine doğru geliyordu. Koşuşu dehşete düşürecek kadar hızlı değildi ancak dengesi inanılmazdı.

 

Ancak gücü yetersizdi.

 

Andreas, Ronald’a dinlenmemek için bir adım attığı anda önünde mavi bir parlaklık oluştu. Andreas’ın gözleri bu parıltıyı görünce fal taşı gibi açıldı. Mavi parlaklık yavaşça belli oldu ve Carl’ın ifadesiz yüzü ortaya çıktı.

 

Bu çocuk…

 

Yirmi metreyi anında aşmıştı.

 







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44442 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr