Bölüm 47: Sınır Savaşı (V)

avatar
387 3

Hükümdarın Yolu - Bölüm 47: Sınır Savaşı (V)



Tüm büyücülerin ve savaşçıların bildiği bir şey vardı ki sadece meditasyon ve teknikler ile gelişmenin mümkün olmadığıydı.

 

Gelişimin büyük çoğunluğu bu iki olguya dayansa da üçüncü bir olgu, kaynaklar da elzemdi. Hazineler, haplar, tıbbi bitkiler ve mana taşları olmasaydı şu anki medeniyet olmazdı. Büyücülük gelişmez, savaşçıların yolu bu kadar aydınlık olmazdı.

 

Ülkelerin büyümeye çalışmasının nedeni de bu kaynaklara dayanıyordu. Ordu, halk, korumalar, saray bunlar astronomik miktarda kaynağa ihtiyaç duyuyordu ve bazı topraklar bunu karşılamak için yetersizdi.

 

Tıpkı Hardbane’nin kıtlık yaşaması ve Waterra’nın topraklarını el geçirmek istemesi buna bir örnekti.

 

Aynı şeyler insanlar içinde geçerliydi.

 

Kaynak için birbirini öldüren kişi sayısı hiçte az değildi.

 

Ancak bazı güçler vardı ki doğanın gücünü kullanarak kaynak yoksunluğunu görmezden gelebilirlerdi.

 

“Yıldırım Derecesi’nden…”

 

Çekmecenin gizli bölmesindeki yeşim kutunun içinde süt beyazı, bilye boyutunda üç hap vardı. Hapların etrafında sarı renkli yıldırım arkları oluşuyordu, bu da hapın içine hapsolmuş yıldırımın saflığının bir göstergesiydi.

 

İçinden yayılan yıldırım aurasını iliklerine kadar hissedebiliyordu.

 

‘Yıldırım Tanrısı Hapı’ bu haplara verilen isim buydu. Üstatlar tarafından çekilen yıldırımlar arıtılıp, en saf haliyle bu hapların içine hapsediliyordu. Sadece arkanistler tarafından kullanılabilir ve özümsenebilirdi.

 

Kısaca bu hap gelişimine hiçbir katkı sağlamayacaktı.

 

“Pekala, geri dönme zamanı geldi.”

 

Diğer çekmeceleri de karıştırdıktan sonra işe yarar başka bir şey bulamadı ve iki kutuyla birlikte oradan ayrıldı. Gitmeden önce Neil’e küçük bir hediye bırakmayı unutmamıştı.

 

*

 

Üç saat sonra büyük miktarda erzak ve silahla Hardbane kampından ayrıldılar. Ronald onların tepenin üzerinde, gözlerini savaşın olduğu yöne dikmiş bekliyordu.

 

Savaşın çoktan başladığı kulağa gelen sesler yüzünden belli oluyordu. Onlarca kilometre ötede olmasına rağmen savaş naraları ve davulların sesi duyulabiliyordu.

 

Ronald bir süre izledikten sonra seslerin durgunlaştığını fark etti ve subaylara işaret verdi. Subaylar işaret aldığı gibi birliklerinden birkaç kişi izleri silmek için gönderdi ve geriye kalanlar tepelerin arkasına saklandılar.

 

“Hemen geleceklerinden emin miyiz?”

 

Yakınlardaki bir üstsubay Ronald’ın yanına uzandı ve yolu izlemeye başladı.

 

Kamp Carl’ın kurduğu tuzaklarla kaplıydı ve ağır silahlar etkisiz hale getirilmişti. Depolar yağmalanmış ve uzak bir bölgeye taşınmak üzere gönderilmişti.

 

Ronald başarısız olurlarsa, ölüm ihtimalini de göz önünde bulundurarak, Hardbane’nin lojistik sıkıntılardan dolayı oyalanmasını istiyordu. Bu sayede krallık tepki vermek için zamana sahip olabilirdi.

 

Ronald gözlerini kıstı, “Büyük ihtimalle, hayır, kesinlikle gelecekler.”

 

“Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?”

 

Üstsubay kaşlarını çatarak sordu. Bunun bir tuzak olup olmadığı bile meçhulken, bu kadar riskli bir hamle yapıyorlardı. Sıradan askerler yargılanmaktan kaçınabilse dahi aynı şey subaylar için geçerli değildi. Bu yüzden birçok subay huşu içindeydi.

 

Ancak ne kadar dil dökerlerse döksünler Ronald fikrini değiştirmeye yanaşmamıştı bile.

 

Subaylar onun neye bu kadar güvendiğini anlayamıyordu.

 

“Seni neden takip-“

 

“Geliyorlar.”

 

Ronald onu susturdu ve yavaşça geri çekildi. Yanında duran insanlarda kafalarını toz bulutlarının yükseldiği yöne çevirdiler. Mesafe öyle uzaktı ki bunun nizami sırayla ilerleyen piyadeler mi yoksa süvariler mi olduğu anlaşılmıyordu.

 

“Okçu birliklerine haber verin.”

 

Carl’ın ilgisiz sesi arkadan geldi. Herkes ona döndü ve bazılarının kaşları çatıldı. Ancak Ronald’ın bir şey söylemediğini görünce kaş çatmaktan öteye gidemediler.

 

“Toz bulutunun şekline bakılırsa en azından bin süvari var. Şimdilik beklemelerini söyleyin ancak dikkatlerini süvari birliğinden ayırmasınlar. Sadece öncü birlikler için planı bozmaya gerek yok. Unutmayın, sabır, sabır ve daha çok sabır.”

 

Carl elindeki raporu Ronald’ın yanına götürdü.

 

“Albay, lütfen gerekli emirleri verin.”

 

Ronald bir şey söylemeden önce subaylara baktı.

 

“Ne diyorsa yapın, bu savaşın generali o olacak. Seni geçici olarak benim rütbeme çıkartıyorum.”  

 

Sözleri tüm askerlerde göz büyümesine ve afallamaya sebep oldu. Bazıları az kalsın kendini kontrol edemeyip haykıracaktı.

 

“Albay Ronald, ne dediğinizin farkında mısınız? Böyle bir şeyi yapmak…”

 

“Bu kadarı yeterli. Carl’a kefilim. Eğer kaybedersek kafamı özür niyetine alabilirsiniz.”

 

Bunları söyledikten sonra kısa bir süreliğine sessizlik oluştu ancak kimse ağzını açmadı. Subaylar düşüncelere dalmışlardı ancak Ronald’ı uzun süredir takip ettiklerinden güvenmeye karar verdiler.

 

“Size güveniyoruz.”

 

Başarısız olurlarsa ölecekleri kesin bir şeydi. Bir çoğu Carl’ı tanıyordu ancak geçmişini bilmiyordu. Fakat ona güvenmekten başka şansları yoktu.

 

Güvenmek istediklerinden değildi, sadece başka şansları yoktu.

 

Carl bu durumdan şikayetçi değildi. Sadakat hızlı kazanılmayacak kadar değerli bir şeydi, bu askerlerin sadakatini kazanıp kazanmamayı umursamıyordu. Tek bir amacı vardı ki bir an önce bölük komutanı olup, akademiye gitmekti.

 

Carl birkaç kişiyi izleme için görevlendirdikten sonra subayların yanına çöktü ve kısa vadeli, keskin bir plan sundu.

 

Süvarilerin hemen ardından gelen toz bulutları büyük bir sıkıntının habercisiydi. Hardbane birlikleri düşündüklerinden daha kalifiyeydi. Kendilerine kıyasla iki kat fazla kişiyle savaşmışlardı ancak verdikleri kayıp on bindi.

 

“Düşman stratejisti Neil Skayner. Düşman generali ise çoğunuzun tanıdığı Dağ Kaplanı Andreas, ikisi de cesur ve gözü pek komutanlar. Ayrıca düşman sayıca fazla ve savaş düzenleri bize kıyasla daha iyi. Askerleri cesur, gaddar ve savaşçı sıfatına yakışır cinsten. Subaylar son derece becerikli… Ne demek istediğimi anlıyorsunuz değil mi?”

 

“Her bakımdan bizden daha üstünler,” dedi Angel isimli bir binbaşı, “Ancak savaştan sonra farklı değiller mi?”

 

Carl övgüyle kafasını salladı, “Haklısın. General her ne kadar tuzağa düşmüş olsa da yetenekli bir savaşçı. Yani en azından bir taburla birlikte hayatta kalmış ve düşmana ölümcül hasarlar vermiştir. Hardbane şuan dişleri ve pençeleri sökülmüş yaralı bir kaplan gibi.”

 

Ronald söze girdi, “Fakat gene de bir kaplandan farksız, ne yapacağız? Askerlerimin onlardan aşağı kaldığını düşünmüyorum, hepsi çok hızlı kavrar ve emirlerini ikiletmeyecektir.”

 

“Anlıyorum,” dedi Carl ve devam etti, “Böyle bir düşman birliğine saldırmak için ilk gereken şey cesaret ki bizde bundan bolca var. O yüzden doğrudan savaş taktiğine geçiyorum.”

 

“Evet!”

 

Tüm subaylar aynı anda söyledi.

 

“Düşman komutanları cesur olmalarına karşı aynı zaman da birer soylu olduklarından, kibirli ve kendini beğenmiş kişiler. Bir savaştan mutlak üstünlükle çıktıklarından ilk amaçları savaşmak değil, dinlenmek ve keyif çatmak olacak.  Bu yüzden planlarımızı tahmin edemeyecekler.”

 

“Bundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?”

 

Kalın kaşlı bir yüz başı sordu.

 

“İnsan psikolojisi diyebilirsin.”

 

Gözlerinde garip bir bakış belirdi, anlamadığı her halinden belliydi.

 

“Psikoloji mi? O da ne?”

 

“Sonranın konusu, izin verirsen.” Carl soruyu geçiştirdikten sonra devam etti, “Bu yüzden askerler üzerinde tam kontrole sahip olamayacakları. Özellikle arka taraflar, küçük müfrezelerden oluşmuş bir birlik gibi düşebilirsiniz.”

 

“Bu yüzden ani bir taarruzla zayıf taraflarına saldıracağız. Düşman askerlerini kontrol edemediğinden arka kanatlar koordineli hareket edemeyecektir. Bu sırada ana kuvvetimiz düşmanın merkezine saldıracak ve onları afallatacak. Onların şaşkınlığı bize kontrol üstünlüğü sağlayacak ve okçu birliklerimiz ani bir saldırıyla ön taraftaki süvarileri halledecek.”

 

“Saldırı planımız aldatma üzerinedir. Sabır en önemli etkendir, bu yüzden ben emir verene kadar kimse bir adım dahi atmayacak. En ufak bir hata da düşman hareketlerimizi anlayabilir.”

 

Ayağa kalktı ve Hiddetli Derya’yı kavradı, “Tüm subaylar birliklerinin başına, Albay Ronald ve Yüzbaşı Guy Skyes benimle birlikte gelsin.”

 

“Anlaşıldı!”

 

Subaylar parlak gözlerle söyledikten sonra heyecanla yerlerine geçti.

 

Buradaki herkes akranlarına kıyasla daha zeki insanlardan oluşuyordu. Güçten ziyade zihnini geliştirmiş kişilerden oluşuyordu.

 

Carl’ın söylediklerini tamamen anlamışlardı.

 

Herkes görevini yerine getirdiği sürece kazanmaları garantiydi.

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44442 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr