Bölüm 45: Sınır Savaşı (III)

avatar
450 7

Hükümdarın Yolu - Bölüm 45: Sınır Savaşı (III)



Clarence’in gözleri durgunlaştı. Askerlerinin parçalanışını zaman durmuşçasına görebiliyordu. Kimilerinin gövdesi parçalanmışken kimilerinin göğsünü delen mızraklar vardı. Binlerce kişi sadece birkaç saniye içinde ölümle karşılaştı.

 

Devasa asker ona düşünmek için zaman vermiyordu. Anlık bir duraklamada mızrağı en zayıf noktasını delmek için bir fırtına misali geliyordu. Onu engelleyecek kadar güçlü olmadığından tek yapabileceği kaçınmaktı.

 

“Geri çekiliyoruz!”

 

Sonunda bağırdı. Artık geri çekilmenin vakti gelmişti. Geri çekilmezlerse olacakları kestirmek zor değildi, içeri çekilmeye devam edeceklerdi.

 

Dehşete düşmüş Waterra askerleri bir kez daha düşünmeden geri çekilmeye başladı. Hayatta kalmış kalkanlı timi onların arkasını korurken süvariler ve piyadeler olabildiğince hızlı bir şekilde geri çekiliyordu.

 

Clarence ise tereddüt etmeden kargısını savurarak devasa askeri zor durumu sokmuştu. Ardındansa zaman kaybetmeden geri çekilmeye başladı.

 

Devasa asker onu durduramadı.

 

Bu yüzden peşinden gitmedi ve onu izlemekle yetindi. Clarence tereddüt etmeden geri çekiliyordu, Hardbane askerleri onları kovalamadı.

 

Tam o sırada, devasa asker olduğu yerde durakladığında bir mızrak parladı. Kızıl bez parçası hafifçe dalgalandı. Gümüşi bıçağı havada hafifçe döndü.

 

Devasa asker mızrak zırhına temas edene kadar onu fark edemedi. Ancak fark etse dahi telaşlanmazdı. Saldırganın vücudundan yayılan auranın miktarına bakarsa önemsiz bir askerden farklı değildi.

 

Mızrak askerin zırhına temas edince beklenen olmadı. Mızrak bir kağıdı delermişçesine zırhı deldi ve devasa askerin göğsünün en derinliklerine kadar ulaştı. Mızrağın uzun sapının yarısı askerin vücuduna saplandı.

 

“Argh!”

 

Devasa asker ilk defa konuştu ancak bu bir çığlıktı. Kalbini delen mızrağa tepki dahi veremedi, zırhına öyle güveniyordu ki ölümü olmuştu.

 

Mızrak vücudundan çıktı ve saplayan asker bir anda göz önünden kayboldu.

 

***

 

Saatler geçtikten sonra Kılıç Azizi ve Andreas arasındaki savaş durgunlaştı. İki birlikte ağır kayıplar vermişti. Waterra beş bin kişilik bir kayıp vermişken Hardbane’de bu sayı on üç bindi. Hardbane’nin bu kadar kayıp vermesinin nedeni sağ kanatlarındaki ani değişimlerdi. Mavi gözlü bir komutan her hareketlerini öngörüp, nereye gideceklerini biliyormuşçasına onları umutsuzluğa sürüklüyordu.

 

Öyle ki Hardbane’nin sağ kanadındaki birliği yöneten Nail kafayı yemek üzereydi. Krallığında Kitap Şeytanı olarak bilinen bu genç, şu anda tepede volta atmaktaydı.

 

“Gece baskını, sonra Yıldırım İğnesi, ardından Muhafız, şimdi de sağ kanat! Tüm planlarım teker teker bozulmaya başladı. Ronald bu kadar akıllı birisi değil. Tek özelliği askerlerini çok iyi kontrol etmesi… Ondan başka birisi olmalı! Ronald bu kadar nitelikli değil. Hareketlerimi öngöremez. Perde arkasında ona direktifler veren birisi olmalı!”

 

Birden durakladı ve onu endişeyle izleyen subaylara döndü.

 

“Casuslara Ronald’a en yakın olan kişileri öğrenmesini söyleyin! Detaylı bir rapor istiyorum. Birkaç saat içinde!”

 

“Anlaşıldı!”

 

Beldavair tereddüt etmeden oradan ayrıldı ve emirleri gerçekleştirdi. Birkaç dakika sonra Waterra kampında bazı insanlar harekete geçti. Bu insanlar arasında üstsubaylar ve generaller dahi vardı! Öyle korkutucu bir nüfuza sahipti ki Neil, böyle insanları dahi vatanlarına ihanet etmelerini sağlayabilmişti.

 

Fakat birkaç saat geçmesine rağmen hiçbir haber iletilmedi. Neil kaşlarını çattı ve casusların açığa çıktığını anladı.

 

Dişlerini sıktı ancak öfkelenmedi.

 

“Düşman sandığımızdan çok daha akıllı. Bunu fırsat bilerek casusları açığa çıkardılar! Generale iletin! Derhal geri çekiliyoruz!”

 

O sırada Waterra kampında Martin, Carl, Oak ve birkaç binbaşı önlerinde diz çökmüş ‘insanlara’ bakıyordu. Martin’in gözleri önündeki insanlara bakarken bir buz kadar soğuktu.

 

Önünde dört adam vardı. Gerçi, o kadar hırpalanmış ve yanmışlardı ki artık onlara insan demek bile imkansızdı.

 

“Sadece birkaç menfaat için ülkene ihanet edecek kadar aşağılık bir piç kurusu olduğunu bilmiyordum!” dedi Martin, kanlı gözlerle. “Söylesene Lombard, birliğimdeki en yetenekli kişilerden olmana rağmen neden? Neden ihanet etme gereği duydun? Sana güvenmiştim!”

 

Lombard… Yıllardır ona yardım eden sağ koluydu. İkili birlikte güçlenmişti. Birlikte savaşmış, zorlukların üzerinden beraber gelmişlerdi. O kadar iyi arkadaşlardı ki, bir kardeş demek yanlış olmazdı.

 

Suratının neredeyse tamamı yanmış, kıyafetleri parçalanmış siyah saçlı adam ağzından birkaç diş ve kan topu tükürdükten sonra, “Boşa konuşuyorsun Martin. Bana bakmak sadece seni daha da zorlayacaktır. Hızlıca öldür beni.” dedi.

 

 “Aptal…” dedi Martin, belinde asılı olan kılıcına elini attı ve kınından çekti. Gözleri diz çökmüş arkadaşına bakarken hayal kırıklığı, öfke ve suçlulukla doluydu.

 

Düşmana bilgiler satan, lojistikten sorumlu olan kişiydi Lombard. Kendisi affetse dahi krallık ve Kılıç Azizi tarafından affedilmeyecekti. Sonunda, onu koruduğu için kendisi de yanacaktı.

 

Tereddüde gerek yoktu.

 

O binlerce kişinin hayatından sorumlu bir generaldi.

 

Kılıcı kınından çıktığı gibi Lombard’ın kafası havaya fırladı. Alabilecekleri bir şey yoktu, nedenler önemsizdi. Kim olduğu da aynı şekilde… Kılıç Azizi ve kral yönetim konusunda cahildi. Ancak o değildi, bir şeyler biliyordu. Onu gizli tutabilirdi ancak askerleri tarafından hor görülürdü. Ayrıca bu adam yüzünden birçok insan ailesine kavuşamamıştı. Su kaynaklarına giden yollar ele geçirilmiş ancak zorla geri alınmıştı.

 

“Size gelince…”

 

Oak, bir adım attı ve şişmiş suratlara sahip subayların yanına çöktü. Aralarında en az hasar almış gibi görünen siyah saçlı subaya baktı. Nispeten daha iri bir vücuda sahipti, elbiselerinin üzerinde onlarca kesiğe sahipti.

 

“Krallığa olan hizmetleriniz yüzünden size bir şans vereceğim. Bildiğiniz her şeyi ötün, ancak bu şekilde kendinizi kurtarabilirsiniz.”

 

Püh!

 

“Seni piç, acele et ve öldür bizi!”

 

Oak tükürüğü silerken sakin ifadesini koruyordu. Cevap vermeyeceklerini görünce gülümsedi ve birkaç adım geri çekildi. Carl’a döndü ve sordu.

 

“Sence ne yapmalıyız?”

 

“Açık idam.”

 

Kesin ve tereddüt başka bir cevap daha vermişti. Oak garip bir gülümsemeyle kafasını salladı ve Martin’e döndü.

 

“General, başarılarınız takdir ediyoruz ancak casusların hepsi sizin birliğinizden çıktı. Bunun ne demek olduğunu biliyor musunuz?”

 

“Evet, biliyorum.”

 

Martin bok yemiş gibi yüzünü ekşitti.

 

“Lütfen onların kafasını kesin. Krallıkta affedilemeyecek tek şey vatan hainleridir. Krallığın vatandaşlarının ölmesini, zarar görmesini isteyen kişiler acılı bir idamla hayatını teslim eder. Sorumluluk almalısınız.”

 

Martin Oak’a bir şey söylemedi. Yoldaşının yerdeki kafasına baktıktan sonra dilini tıklattı. Halkı kim önemserdi ki? Onlar soylulardı, diğerlerinde olmayan mana yeteneğiyle doğmuşlardı. Bir büyücü ya da savaşçının değeri paha biçilemezdi. Yüzlerce köylü bile bir tanesi kadar değerli olamazdı.

 

‘Yanlış bilmiyorsam kont çoktan ticareti tamamladı. Devasa bir ticaret olduğundan onu da gönderdim ancak umarım başına bir şey gelmemiştir.’

 

Kont Beffet’ten alıyordu gücünü. Aksi takdirde Ronald’a karşı koyacak gücü olmazdı. Kont Staler’in elleri orduya kadar uzanıyordu. Her ne kadar kuzey de pek bir etkisi olmasa da aynısı batı da veya başkentte geçerli değildi.

 

Martin dilini tıklattı ve arkasındaki adamlara işaret verdi. Adamlar kirece dönmüş yüzlerle subayları yakaladılar ve kampın merkezine götürdüler.

 

“Onları en acılı şekilde öldüreceğime emin olabilirsin. Bir daha kimse, bu savaş durumunda ihaneti aklına getiremeyecek.”

 

Bencillik kanına işlemiş olsa da bunu belli etmeye cüreti yoktu. Martin sonuna kadar gizli kalması ve şeffaf olması gerektiğini biliyordu. Aksi takdirde Ronald, Kont Staler ve daha nice kişiler onun kuyusunu heyecanla kazacaktı.

 

Oak muzipçe gülümseyerek, “Bu konuda size güveniyoruz, General.” dedi ve göz ucuyla Carl’ın ifadesiz suratına baktı.

 

Oak savaşta ve kampta gösterdiği performans yüzünden çok hızlı bir şekilde yükselmiş ve Ronald’ın güvenini kazanmıştı. Kendini oldukça güçlü, başarılı ve kurnaz olarak görüyordu. Sonuçta hiç destek almamış olsa da bu kademeye ulaşmak fazla zamanını almamıştı.

 

Fakat ne yaparsa yapsın Carl’ın ne düşündüğünü anlayamamıştı. Her söylediği nasıl birebir oluyordu? İnsanın ruh halinden göstereceği ifadelere kadar nasıl bilebiliyordu?

 

Ancak bilmiyordu ki, Carl böyle durumları binlerce defa yaşamıştı. Tüm hayatı boyunca kurnaz insanlarla savaşmış, insanların ifadesini okumakta usta kademesine yükselmişti. İnsan psikolojisini biliyordu ve bu konuda derin araştırmalar yürütmek için büyük miktarda kaynak ayırmıştı.

 

Kimsenin umursamadığı şeyler kritik noktalardı. Savaş sanatında insanın düşünceleri önem görmezdi. Generaller bunu umursamak yerine düşman generalini öldürmeye odaklanırdı. Psikoloji, duygusal durum, ruhsal durumu… hiç birisi şu anda değer görmüyordu.

 

Ama bundan yirmi yıl sonra kıtanın en büyük ülkelerinden birisi olan Dasipan Hanedanı’nın önemsiz bir şehir devleti olan Adrad Meritokrasi ile Canavar Denizi’nde savaşması ve Adrad’ın ezici bir üstünlükle galip çıkasıyla işler tamamen değişiyordu.

 

Elli bin kişilik bir nüfusa sahip Adrad kritik bir liman kent devletiydi. Canavar Denizi ismi verilen büyük denize açılan bir kapıydı adeta! Bu yüzden birçok krallığın açgözlülüğünü tetikliyordu.

 

Dasipan Hanedanı bu yemeğe dayanamamış ve Adrad’ı ele geçirmek için amiral gemisinden oluşan devasa bir donanma göndermişti. Ancak Adrad sınırlarına girdiği anda saldırı yapamadan tüm askerleri garip bir şekilde geri çekilmiş ve saldırmaktan vaz geçmişti. Bunun sebebiyse ufukta gözüken binlerce savaş gemisiydi.

 

Dasipan donanmasının bu gemilerle savaşmasının imkanı yoktu. En iyi tabirle yüz katlarıydı! Haliyle askerler ölüme kafa atmak yerine geri çekilmeye karar vermişti. Ancak istedikleri gibi olmamış, Adrad gemileri tarafından gafil avlanmışlardı.

 

O günden sonra insanlar psikolojik oyunların önemini anlamıştı. Bu donanma savaşı, strateji alanında yeni bir sayfa açmıştı.

 

Waterra ile Adrad arasında çok uzun mesafeler yoktu. Bu yüzden Carl, orayı da ele geçirmeyi düşünüyordu. Orası kıtanın en yetenekli bilginlerinin, stratejistlerinin ve devlet adamlarının çıktığı yerdi. Meritokrasi isimli garip bir yönetim biçimi sayesinde, yüksek kademedeki herkes çok genç ve çok yetenekliydi. Bu yüzden bu şehir devleti kimsenin dokunamayacağı bir kirpiden farksızdı.

 

‘Gerçi… Göksel Beyin yüzünden Büyü İmparatoru’nun gazabıyla karşılaştılar ve yok oldular.’

 

Göksel Beyin Aries… Carl’ın büyük pişmanlıklarından birisiydi. Propaganda Kralı kadar akıllı ve kurnaz, Ian kadar cesur ve Philip kadar yetenekli birisiydi. Arch Le Doux ile birlikte kıtanın en çok baş ağrıtan insanlarındandı. Fakat çok genç yaşta bir devi kızdırmış ve ölümle tanışmıştı.

 

Carl istemsizce iç çekti.

 

‘Son üç yüz yılda çıkan dâhiler, kıtanın son kırk bin yıllık tarihinde çıkan dehalardan çok daha fazla… Sanki kader bizi bir şeye hazırlıyormuş gibi…”

 

Düşünmeden edemiyordu ancak cevabı yoktu. Bu kadar fazla dâhinin kıtada ortaya çıkması ve hâlâ keşfedilmemiş binlerce dâhinin olması akıl almazdı.

 

‘Eh, hepsini astım yapacağımdan benim için iyi bir haber.’

 

 







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44439 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr