Bölüm 44: Sınır Savaşı (II)

avatar
475 8

Hükümdarın Yolu - Bölüm 44: Sınır Savaşı (II)



Yüzlerce asker birbirini öldürmeye çalışırken bir genç, savaş alanından onlarca metre ötedeki bir tepecik yamacına çivi gibi saplanmıştı. Elinde otuz santimetrelik gümüş bir iğne tutuyordu. İğneden yükselen sarı yıldırım arkları saçlarını diken diken etmişti. Oldukça şaşırmış olduğu hafiften büyümüş gözlerinden anlaşılabilirdi.

 

“Çok… yakındı…”

 

Sırtından soğuk terler akıyordu.

 

Carl gümüş iğneye bakarken delice güldü. Bu iğne birkaç saniye önce tam olarak alnına girecekti. Eğer zamanında tepki veremeseydi, belki de kafası bir karpuz gibi patlamış olacaktı.

 

“İçinde bir yıldırım ruhu parçacığı var…”

 

Gümüş iğne elinden kaçmak istedi ancak onu sıkıca tutmayı sürdürdü. Her ne kadar iğneyi yakalamış olsa da kuvveti o kadar fazlaydı ki onu onlarca metre öteye sürüklemişti. Bu sıradan bir büyücünün ya da arkanistin yapabileceği bir şey değildi.

 

Yüksek Büyücüler bile bu kadar kesin bir atış yapamazdı. Kaldı ki bu saldırı tam olarak alnına gelmişti. Tam da demir zırhlı devasa askere karşı gizli bir saldırı yapacakken yemişti.

 

Kalbi hızlıca atıyordu ancak çabucak sakinleştirdi.

 

Bu hediyeyi sahibine geri göndermek gerekiyordu.

 

İğnenin gövdesini sıkıca tuttu ve kendi etrafında döndü. Gümüş iğne mavi bir aurayla kaplandı ve mavi yıldırımlar gürüldedi.

 

“İade ediyorum.”

 

Poff!

 

Gümüş iğneyi geldiği hızda geri yolladı.

 

***

 

O sırada bir tepede orduyu gözlemleyen Neil’in tüyleri diken diken oldu. Yıldırım ruhu bir anda son sürat kendisine gelmekteydi.

 

Mavi renkli bir ışık gözlerini boyadı.

 

Boom!

 

Işık kafasından birkaç santim öteye saplandı ve yerde bir çukur açtı. Neil gökyüzüne baktı ve zorlukla yutkundu.

 

“Bu… da… ne be?”

 

***

 

Carl yıldırım yüzünden uyuşmuş kolunu yeniden hissedene kadar salladı ve Hiddetli Derya’yı düşürdüğü yerden aldı. Yerde açılmış geniş izleri umursamadı. Aslında, böyle şeyleri umursayacak vakti yoktu.

 

Çünkü kıyasıya giden mücadele üstünlüğü almaya başlamışlardı. Hardbane birliklerinin safları gözle görülür bir şekilde bozulmaya başlamıştı. Çarpışma başlayalı sadece on dakika olmuş olmasına rağmen iki tarafta çok fazla kayıp vermişti, fakat, görünüyordu ki bu iki tarafı da etkilememişti.

 

Birkaç askeri öldürdükten sonra savaş alanının diğer ucuna, sol kanada baktı. O tarafta da pek farklı bir senaryo yoktu. Gözleri her şeyi görebilecek kadar güçlü olmasa da sol kanadın gittikçe merkezden uzaklaştığını görebiliyordu. Hardbane’nin sağ kanadı resmen Waterra’nın sol kanadını uzaklaştırıyordu.

 

Ayrıca üstünlük Waterra’daydı. Onlara önderlik eden ise şaşırtıcı olmayan şekilde Anka Kuşu Generali Martin’di. Kılıcından yükselen parlak alevler ta buradan belli oluyordu.

 

“Yakında geri çekileceklerdir.”

 

Ronald’a bunun haberini vermiş olsa da Kılıç Azizi’nin bunu önemseyeceğini düşünmüyordu. Savaş alanının geneline odaklanmışken bir asker bunu fırsat bildi ve ona saldırdı. Ancak bir saniye sonra kafası yerde yuvarlandı ve Hiddetli Derya’nın gümüşi ışığı kutsallığını yayarcasına canlandı.

 

Carl onu umursamadan Hardbane birliklerine odaklandı. Belli ki Kılıç Azizi sol kanata destek için bin kişilik bir tabur göndermişti. Hardbane ise onun hemen ardından üç yüz kişilik bir süvari bölüğünü göndermişti. Sağ kanata destek vermek konusunda kararlıydılar.

 

Askerlerin kükremeleri gittikçe yükseliyordu. Waterra’nın sol kanat askerleri Hardbane birliğini bastırıyordu. Hardbane birlikleri çoktan kaçışmaya başlamıştı.

 

“Zafer bizim olacak! Onları kovalayın!”

 

“Krallık için kahpeleri katledin!”

 

“Orospu çocuklarına ölümü bahşedin!”

 

“Kalkanlılar tam hız ileri! Okçular destek sağlayın!”

 

Subaylar kükreyerek askerleri yönlendirdi. Waterra piyadeleri tereddüt etmeden Hardbane birliklerini kovalamaya başladılar. Öyle hızlı koşuyorlardı ki safları bozulmak üzereydi. Okçular kirişlere yerleştirdikleri oku fırlattılar ancak birkaç Hardbane askerini öldürmek dışında hasar veremediler.

 

Hayatta kalan kurt süvarileri de ak mızraklılardan kurtulup çekilen piyadeleri korumaya başladılar.

 

Düşman çekiliyorken olabildiğince hasar vermeliydiler. Aksi takdirde uzun vadede işleri çok zorlaşacaktı. Buradaki askerlerin hepsi bunu biliyordu, Kılıç Azizi ne kadar asker öldürürlerse o kadar ödüllendirileceklerini söylemişti bu yüzden. Bu çarpışmalar oldukça önemliydi.

 

Kaldı ki savaşlar sadece sağ ve sol kanatta dönmüyordu. Kılıç Azizi ve Dağ Kaplanı çoktan merkez de kavgaya tutuşmuştu. Kılıç Azizi’nin beyaz kılıcı ölümcül bir ışıkla parlıyorken Dağ Kaplanı’nın Bin Dağ Sanatı tüm heybetiyle ortadaydı.

 

İkisi de Savaş Büyüğü seviyesindeydi ve güçleri en basit tabirle dehşetengizdi. İkisi de bir krallığın sütunlarındandı. Bölgelerini koruyan duvarlardan farksızlardı.

 

Ebedi Su ve Bin Dağ, iki zıt güç etraftaki insanların yaklaşamayacağı kadar büyük bir savaşa tutuşmuştu. Ebedi Su Kılıcı akışkan ve sakinken, Bin Dağ dayanıklı ve sağlamdı. İkili ne yaparsa yapsın karşı tarafa üstünlük sağlayamazdı.

 

Strateji ve bilgi kıtada hâlâ önemli görülmeyen güçlerdi. Ordular sayılara bel bağlıyorken, komutanlar güce göre atanırdı. Kılıç Azizi aptal bir adam değildi ancak çok gururlu birisiydi. Bu yüzden Andreas onun karşısına çıkmış ve direkt olarak onun zıttı olan Bin Dağ Sanatı’nı kullanmıştı.

 

Bin Dağ Sanatı sayesinde bir dağ kadar sağlam ve heybetliydi, Kılıç Azizi’nin Ebedi Su Kılıcı dahi onu aşamazdı.

 

Fakat bu onun için de geçerliydi.

 

Bin Dağ Sanatı geçilemeyecek bir savunma verse de saldırı bakımından yetersizdi. Kılıç Azizi’ne karşı saldırı yapamazdı.

 

Carl onları uzaktan izlerken kaşları hafifçe kalktı. Bir Efsane olduğundan dolayı Bin Dağ Sanatı’ndaki kusurları görmesi için tek bakış yeterliydi. Andreas’ın tüm açıklarını bir kitap okuyormuş gibi okuyabilirdi, istese Kılıç Azizi’ni yönlendirip bu savaşı da kazandırabilirdi. Ancak ilerideki planları için krallığın her gücü onun için bir taştı. Ne kadar hızlı bir kenara atabilirse o kadar başarılı olabilirdi.

 

‘Sadece masumlara zarar gelmemesini sağlasam yeterli. Her ne kadar ordu yok olsa da Hardbane sınırı geçemeyecek hale gelecek.’

 

Hiddetli Derya’yı sıkıca kavradı ve oraya daha fazla odaklanmadan savaş alanına geri döndü. Hardbane birlikleri hızlıca geri çekilmeye devam ediyordu. Kısa bir sürede yolun yarısına ulaşmışlardı. Mesafede gözüken Hardbane ordusunda çekilen yaylar korkutucuydu.

 

O anda bir şey oldu. Son sürat koşan Hardbane piyadeleri bir anda durakladı ve en arkadaki kalkanlılar tereddüt etmeden kalkanlarını yere saplayarak siper aldı. Onları yakından takip eden Waterra askerleri zamanında duramadı ve kalkanlara tosladı, mızraklar kalkanların arasındaki boşluktan fırladı ve onlarca askeri bir anda delik deşik etti.

 

“…”

 

Waterra askerleri duraklamaya çalıştı ancak birbirlerine çarptılar ve birçoğu dengesini koruyamadı. O sırada Hardbane okçuları yaylarını bıraktı ve gökten ok yağmaya başladı. Waterra askerlerinin büyük bir kısmı ne olduğunu anlamadan okların altında can verdi.

 

Bang! Bang! Bang! Bang!

 

Keng! Keng!

 

“Hayır!”

 

Clarence onların kısa sürede öldüğünü görünce panikle bağırdı. Fakat devasa asker ona nefes alma fırsatı vermeden mızrağını itti ve omzuna sapladı. Acı Clarence’in zihnini uyardı ve baltalı kargısını nefretle savurdu. Ancak asker çok zorlanmadan onun kargısını karşıladı ve yalpalaması dışında bir hasar almadı.

 

O sırada Hardbane askerleri kalkanlıları arkada bırakıp geri çekilmeye başladı. Waterra askerleri de korkudan bozulan saflarını umursamadan kaçışmaya başladı. Başta binlerce asker varken şu an beş yüz tane anca vardı.

 

Sadece on dakika da binlerce kişi ölmüştü!







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44447 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr