Bölüm 42: Davul ve Borazan

avatar
442 5

Hükümdarın Yolu - Bölüm 42: Davul ve Borazan



Ronald’ın söylediklerinden sonra tüm çevreyi ölüm sessizliği sardı. Birçok asker yüksek rütbeli bir subayın sadece birkaç kelimeyle idamına karar verilmesi yüzünden dehşete düşmüştü. Askerler arasında birkaç kişi ise korkudan titremeye başlamıştı. Etrafa attıkları tedirgin bakıştan Jeremy’nin birliğinden oldukları anlaşılabilirdi.

 

Ölüm sessizliği bir süre sürdü, Jeremy kafasını eğmişken bir anda ileri fırladı ve büyük miktarda bana aktardığı yumruğu Ronald’ın göğsüne indi.

 

“Madem öleceğim! Sen de geliyorsun!”

 

Jeremy kanlı gözlerle haykırdı. Bir albaydan çıkan emri ancak bir general geri çekebilirdi, fakat Ronald sıradan bir albay değildi; aynı zaman da krallığın en büyük soylularından birisiydi. Ayrıca kendi birliği olduğundan doğrudan hakkı vardı.

 

Ancak onu öldürebilirse işler değişirdi.

 

Yaptığı şeylerden dolayı Marki Cornelius, Zulu Dükü ve Kont Beffet tarafından korunma ihtimali vardı. Sadece böyle kendini kurtarabilirdi.

 

Ronald yumruğun göğsüne inmesini sakin gözlerle izledi.

 

“Aptal.”

 

Yumruk tam Ronald’a çarpacakken Ronald’ın arkasından iri bir figür fırladı ve yumruğu yakaladı, hemen ardından sert bir karşılık verdi.

 

Kıtırt!

 

Jeremy’nin kolu garip bir açıyla büküldü ve karnına yediği yumruk yüzünden ayakları yerden kesildi.

 

“Argh!”

 

Boğuk bir inilti kaçırdı ağzından, hemen ardından gözleri yaşardı ve bir kan yumağı kustu.

 

Oak dizini kullanarak onu yere bastırdı.

 

“Ne yapmamı istersiniz?”

 

Oak sakin gözlerle Ronald’a sordu; ister şimdi, ister daha sonra öldürebilirdi. Sadece bir şey söylemesi gerekiyordu.

 

“Öldür.”

 

Ronald soğukça söyledikten sonra Jeremy çığlıklar atmaya ve yalvarmaya başladı, fakat Oak tereddüt etmeden onun boynunu kırdı ve üzerinden kalktı.

 

“Evet, ona eşlik etmek isteyen aptallar var mı?”

 

Gözlerini askerlerin üzerinde gezdirirken askerler titriyordu.

 

Ronald devam etti.

 

“Şu an bir savaş alanında olduğunuzu hatırlatmak zorunda olduğum için kendimden utanıyorum. Bazı arkadaşlar kendilerini çok zeki sandı ve öbür dünyaya erkenden bir bilet aldı. Kurallar kuraldır ve onlara karşı gelenlere tereddütsüz imha edilecektir.

 

İtirazı olan var mı?”

 

“…”

 

Kimseden ses çıkmadı. Herkes onun gözlerine bakmaktan korkarcasına başlarını eğmişlerdi.

 

“Madem itirazı olan kimse yok, ekipmanlarını kuşanın ve kampın etrafında koşuya başlayın. Yirmi tur koşacaksınız!”

 

“Emredersiniz!”

 

Askerler sözleri bittikten sonra selam verdi ve takımlara ayrılarak çadırlara yöneldi. Kısa bir süre sonra üç bini aşkın piyade kampın etrafında yüksek tempolu koşuya başladı. Birliğin bir üyesi olan Carl’da onlara katılmıştı.

 

Rütbesi savaşta öne çıkmasına olanak sağlamıyordu ancak zaten böyle bir amacı yoktu. Masumları kurtarmak istemese savaşa bile karışmayabilirdi. Sonuçta onu yükselten ve güçlendiren şeyler umutsuz durumlardı, önceki hayatındaki gibi ilerlemesi onun işini kolaylaştırırdı.

 

Elinde Hiddetli Derya ve sırt çantası ile koşarken düşüncelere daldı.

 

‘Bu hayatın bana verilmesinin bir nedeni olmalı. Bir halüsinasyon ve rüya görmediğimi çok önceden anladım fakat her şey olabilir. Günahlarımın kefaretini ödemek için bile olabilir…’

 

Rüya ve halüsinasyonlar duygular ve zihin yüzünden meydana gelirdi. Bu yüzden onları anlamak oldukça zordu; en bilinen örneği acı çekerek duyguları ve zihni farklı bir şeye yöneltmekti.

 

Fakat Carl’ın önceki hayatında tanıdığı bir arkadaşı sayesinde farklı yöntemleri vardı. Bunlardan birisi ise duygusal ve zihinsel dünyasında meydana değişimlerdi. Duygularında ani bir değişim olmuşsa bu bir şeylerin olduğu anlamına geliyordu, özellikle zihnin de ise bu kesin bir şeydi.

 

Kelimelere dökülmesi zor olan bir olguydu. İçsel dünya hakkındaki anlayışını başkalarına açıklayamaması ile aynı durumdu, biliyordu ancak açıklayamazdı.

 

Yirmi tur koşu onu hiç yormadı, hatta düşüncelerini daha bir berrak hale getirdiği dahi söylenebilirdi. Koşmanın ve meditasyon yapmanın zihni zinde tuttuğu bir gerçekti.

 

Yirmi tur yaklaşık bir saat sürdü ve birçok asker dinlenmek için su deposuna gitti. Bir kısmı yenilenmek için oturmuş ve karanlık geceyi aydınlatan ay ışığı altında gözlerini kapatmıştı.

 

Hatta bir köşede kutsal kitap okuyanlar bile vardı. Halk ve aristokrasi arasındaki dindar oranı her geçen gittikçe artmaktaydı, din ve devlet yavaş yavaş birbirine bağlanmaya başlamıştı ve bu kralları tedirgin ediyordu. Kiliseler ve tapınaklar krallık ve imparatorluklardan aşağıya kalmayan bir güce sahipti, buna Engizisyon Mahkemesi gibi oluşumlar da eklenince kıtadaki güç dengesi gittikçe garip bir hale geliyordu.

 

Carl dahi yükselirken Kutsal Papa’ya karşı savaşmış ve bir kere mağlup olmuştu. Kıtadaki tüm dinleri kontrol altında tutuyordu ve dinlerin özgür bir şekilde yayılmasına izin veriyordu. Savaş Kralı ve Büyü İmparatoru bile ona dokunamazdı.

 

Arkasında milyarlarca inanan, binlerce tapınak ve kilise bulurdu.

 

Yapacak daha iyi bir şeyi olmadığında Carl, çadırına geçti ve Mızrak Tanrısı’na çalışmaya başladı. Hiddetli Derya sayesinde gerçekleştirebildiği hareketler dâhilerin bile anlamakta zorlanacağı kadar karmaşık, rüzgârın bile kapışmakta zorlanacağı kadar biçimsiz, ejderhaların yarışmayı umamayacağı kadar kudretliydi.

 

Elli yıllık yaşam süresi boyunca ne olursa olsun antrenman yapmayı bırakmamış, binlerce dövüş tekniği ve sanatında ustalaşarak kıtanın zirve figürlerinden birisi olmayı başaramamıştı. Çok yetenekli olabilirdi fakat kıtada dâhiden daha fazla şey bulmak çok zordu. Binlerce elmas kuma gömülmüş haldeydi ve onları parlatacak zanaatkârlar bekliyordu.

 

İçlerinden herhangi birisi doğru yetiştirildiği takdirde kıtanın zirve sahasında oynayabilecek kadar kudretli olabilirdi.

 

Ancak zirveye çıkmak için gereken tek şey yetenek değildi. Öyle olsaydı sadece bir kişi Büyü İmparatoru olarak anılmazdı, veyahut sadece bir kişi Savaş Kralı olarak hatırlanmazdı.

 

Öyle bir şey vardı ki yeteneksiz bir çöp parçasını düşmanlarına korku verecek bir şeytana dönüştürebilirdi.

 

Para ile satın alamazdı.

 

Doğuştan gelen bir güç de değildi.

 

Başkası tarafından da bahşedilemezdi.

 

‘İmkansızlık ile imkan arasındaki tek fark insanın kararlılığıdır.’

 

Hiddetli Derya’yı ileri doğru itti ve havayı yardı. Ardından bir adım attı ve kendi etrafında dönerek Hiddetli Derya’yı aşağıdan yukarıya doğru savurdu, mızrağın bıçağı havayı öyle sert kesti ki rüzgar dalgaları yerdeki örtünün havalanmasına neden oldu.

 

‘Kazananlar asla kaybetmeyenler değil, asla pes etmeyenlerdir.’

 

Hayatın ona öğrettiği en önemli derslerden birisi buydu. Bir tekniği öğrenmek için mızrağını milyonlarca kez savurması gerekmişti, bir adım ilerlemek için Büyü İmparatoru’nun karşısına çıkması gerekmişti. Savaş Kralı ile bitmek bilmeyen mücadeleye girmesi gerekmişti, kaç defa yenildiğini bilmiyordu.

 

Kaybettiği savaşları hesaplamak mümkün değildi. Sayıları rahatlıkla beş haneye kadar çıkabilirdi. Aynı şey pes etmek istediği zaman için de geçerliydi. Kaç kere iradesinin kırıldığını, ölmek istediğini hatırlamıyordu; fakat hiçbir zaman düştüğü yerde kalmamış, sürekli ayağa kalkmış ve ilerlemişti.

 

Bu kadar güçlenmesini nedeni buydu.

 

Carl Mızrak Tanrısı’nı kullanırken altın kehribar gözlerinde güçlü bir kıvılcım çaktı, Hiddetli Derya’nın bıçağı çığlık atarmış gibi titredi. Carl’ın hareketleri bir anda değişti ve büyük miktarda mana vücuduna aktı.

 

İki bin metrede bulunan tüm mana bir kara delik tarafından emiliyormuş gibi Carl tarafında emildi. O sırada kampta meditasyon yapan birçok güçlü insan gözlerini açtı ve panikle yerlerinden fırlayıp sorunun kaynağını aramaya başladılar. Atmosferde bulunan mana bir anda azalmış, tıpası çekilmiş havuzdan boşalan sular gibi boşalmıştı.

 

Neyse ki mana bir anda eski haline dönmüştü.

 

Güçlü insanlar sakinleşti ve yerlerine geri döndü.

 

Carl Hiddetli Derya’yı çekti ve omzuna yerleştirdi, ardından gözlerini kapadı ve vücuduna odaklandı.

 

Büyücüler mana kullanmak için bir çekirdeğe ihtiyaç duyarlardı, böylelikle manayı depolayabilir ve büyü kullanmak için kontrol edebilirlerdi.

 

Fakat büyücü olmayanlar için durum farklıydı. Onlar da manayı hissedip, depolayabilirlerdi fakat manayı özgürce kontrol edemezlerdi.

 

Büyücülerin aksine mana çekirdekleri bulunmuyordu.

 

Onlar manayı meridyen adı verilen enerji kanallarında depolayabilir ve hareket ettirebilirlerdi. Ayrıca güçlendikçe bu meridyenleri güçlendirip, hem depo kapasitesini hem de vücutlarını geliştirebilirlerdi.

 

Bu yüzden büyücüler savaşçılara nazaran daha nadir ve güçlülerdi. Savaşçılar manayı vücutlarından çıkarmak için ustalık kapasitesinde kontrole sahip olmalıydı. Fakat büyücüler çıraklıktan itibaren temel büyüleri kullanarak manayı vücutlarının dışında şekillendirebiliyordu.

 

Carl büyücülük konusunda büyük bir bilgi birikimine sahip olsa da deneyimlemediğinden aynı miktarda anlayışa sahip değildi.

 

Büyü İmparatoru ile aynı miktarda bilgi birikimine sahip olabilirdi ama o bilgileri onun kadar verimli kullanamazdı. Büyü Kralı onun kardeşi gibi olduğundan iki farklı dehanın da bilgilerine erişebilmişti. Fakat aynı durum onun için de geçerliydi.

 

Bu yüzden şu anda vücudunda meydana gelen şeyi tek bir bakışta anlayabilmişti.

 

Mızrak Tanrısı Sanatı’nın 72 Temel Dönüşümü ve bu dönüşümlerden oluşan binlerce varyasyon vardı. Mızrak Tanrısı aynı zaman da kendisi tarafından oluşturulmuş tekniklerden birisiydi ve şu anki durumu için en uygun silah tekniğiydi.

 

Bu dönüşümler form olarak da adlandırılabilirdi.

 

72 Temel Dönüşüm’ün en önemli özelliği her harekette vücuttaki manayla vücudu beslemesiydi. Beslediği şey meridyenler değildi, direkt olarak bedeni güçlendiriyordu. Kaya Parçalayan Avuç İçi ile benzer bir mantık güdüyordu, fakat sadece sertleştirmek ve güçlendirmek için değildi.

 

Esneklik, güç, patlayıcı kuvvet, dayanıklılık, saflık ve kalite bakımından da geliştiriyordu. Bir temel oluşturmak için kıtada bulunabilecek en iyi teknikti. Carl buna emindi.

 

Amacı en güçlü tekniklerini kullanabileceği duruma gelene kadar bu teknikler ile mükemmel bir temel oluşturmak ve önceki hayatındaki halinden daha iyi duruma gelmekti.

 

Birkaç ay sonra başaracağını düşündüğü şey tam da bu anda gerçeklemişti.

 

Vücudunun her bir zerresi bir çekirdek gibi manayla dolup taşıyordu. Vücudundaki kıllardan, deri dokularına kadar her yer. Meridyenleri de aynı şekilde manayla dolup taşıyordu ve yavaşça genişliyorlardı, bu gidişle birkaç ay sonra çok güçlü olacaktı.

 

Önceki mana rezervi Ronald’ın mana rezervinin karşısında deve de kulak kalıyordu. Ancak şimdi onun seviyesine kısmen de olsa yaklaşabilmişti. Sıradan bir şövalye çırağına epey uzak olan manası, bir anda katlanarak artmış ve yetenekli bir şövalyeyle eşit miktara gelmişti.

 

Ayrıca vücudu dönüşüm geçirerek kasları sertleşmiş ve saf fiziksel kuvveti büyük miktarda artmıştı. Fiziksel kuvvet bakımından Oak’ın altında kalmayacağına emindi. Oak yaban da büyüdüğü ve vücudu alışılmadık derece de güçlü olduğu için mana kullanmadığında Ronald bile onun dengi olamazdı.

 

Fiziksel gücüne ek olarak teknik katarsa bir çaylak şövalyeyi bile alt edebilirdi.

 

Ronald ise vücudundaki tüm manayı kullandığında Yüksek Şövalye seviyesine erişiyordu. Tam olarak o seviyede değildi ancak Kıdemli Şövalye seviyesinin zirvesindeydi.

 

Güç sadece mana miktarı ile ölçülemeyeceğinden Carl onun Yüksek Şövalye seviyesindeki birçok kişiden çok daha güçlü olduğuna emindi.

 

Carl vücudundaki değişimleri analiz ederken mutlu olmadığını söyleyemezdi. Duyguları çok nadir değişirdi, normalde ruhunu kaplayan karanlık yüzünden buz kadar soğuk olurdu, ama ilerleme kaydettiğinde mutlu olabiliyordu.

 

‘Antrenman programıma yeni teknikler eklemem gerekecek. Her ne kadar gelişmiş olsam da Kılıç Azizi’nin bir yumruğuna dayanmak dursun, saldırılarının şokuna dayanmakta zorlanırım.’

 

Kılıç Azizi’nin seviyesi ise Büyük Büyücü seviyesine eş değer olan Savaş Büyüğü’ydü. Güç belirlemek için kullanılan kavramlar çok karmaşıktı, kıtanın ortak bir seviye anlayışı yoktu. Bu yüzden kuzeyde A olan batı da C olarak çağrılırdı.

 

Düşüncelerinden sıyrıldı ve vücudunu analiz etmeye devam etti. Değişimler sadece bu kadarla kalsaydı Carl bu kadar mutlu olmazdı.

 

Onu daha da şaşırtan değişimler de vardı.

 

Vooooooooooorrrrr!

 

Fakat değişimin ne kadar iyi olduğunu anlayamadan kulak yırtan bir borazan sesi tüm düşüncelerini parçalara ayırdı.

 

Sadece Kılıç Azizi’nin kullanabileceği Savaş Borazanı bir an sonra gümlemeye başlayan Savaş Davulları’ndan hemen önce ötmüştü.

 

Sinyal verilmişti.


Savaş başlıyordu!







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44447 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr