Bölüm 41: Kontrolden Çıkan Birliği Dizginlemek

avatar
429 5

Hükümdarın Yolu - Bölüm 41: Kontrolden Çıkan Birliği Dizginlemek



Ronald büyük çadırında arkasına yaslanırken elindeki raporları okumaya dalmıştı, gecenin bir yarısı olmasına rağmen mum ışığında okuduğu raporlar gülümsemesine neden olmuştu. Söylediği her şey birebir olurken heyecanlanmasına engel olamadı. Sadece bir tahmin ile büyük bir krallığın geleceğini değiştirmişti, böyle bir şeyin getirileri ne kadar fazla olacaktı?

 

Elindeki raporun içeriği basitti. Kampa baskın yapmaya çalışan Hardbane birliklerinin zayiatını açıklıyordu.

 

‘Geriye su kaynaklarının korunması kaldı. Carl’ın söyledikleri bu sefer de doğruysa Hardbane birlikleri ele geçirmeye çalışılıyor olmalı…’

 

Carl dikkat etmesi gereken üç kritik olay olduğundan bahsetmişti. İlki gece baskınıydı, ikincisi su kaynaklarının koruma altına alınmasıydı. Üçüncüsü ise…

 

‘Hardbane’nin destek birlikleri… Bu savaşı olabildiğince hızlı bitirmeye çalışıyorlar ve bizim aksimize umutsuz bir durumdalar. Hm… Umutsuz durumdaki askerlerin her şeyi yapabileceklerini söylemişti. Bundan yola çıkarsak onlara bir kurtuluş yolu vermemiz gerekiyor…’

 

Kaçacak yeri kalmayan askerler karşılaşılabilecek en korkunç rakiplerdi. Ölüm korkusundan yoksun ölüm makinelerinden farksızlardı, ne olursa olsun onları bu raddeye getirmemelilerdi. Aksi takdirde motivasyon bakımından onları yok edecek bir canavar ordusuna dönüşürlerdi.

 

‘Onlara hububat yardımı yapsak?’

 

Yaptıkları yardım sonucunda başka bir çıkış yoluna sahip olabilirlerdi. Bu sayede ölümüne savaşmak zorunda kalmazlar, onlara sorun çıkarmak zorunda kalmazlardı.

 

‘Hardbane üç krallık arasındaki en yüksek nüfusa sahip ülke… sadece Güney bile bizim kuzey ve doğudan daha fazla hububata ihtiyaç duyuyor. Onları beslemek imkansız. Kuzeyin verimli toprakları dahi bunu karşılayamaz.’

 

Waterra oldukça sulak bir alana kurulmuştu, güney bölgesi devasa bir denize açılıyor ve binlerce küçük göle sahiplerdi. Ormanların ve yaylaların bu kadar fazla olması da bu sebeptendi. Öyle ki diğer iki krallık daha geniş arazilere sahip olsa da Waterra’nın verimli topraklarını kıskanıyorlardı.

 

Fakat Waterra her ne kadar büyük miktarda sulak alana sahip olsa da tahıl üretimi sınırlıydı. İkliminden dolayı büyüklü küçüklü yüzlerce canavar kabilesine ev sahipliği yapıyordu, bazıları ile anlaşmalar yapılmış olsa da birçoğu hâlâ sorun çıkarıyordu. Hardbane’nin güney bölgesini besleyecek kadar yardım yapamazlardı.

 

“Albay girebilir miyim?”

 

“Girebilirsin.”

 

Kısa saçlı bir subay çadıra girerken zorlukla bastırdığı mutluluğu gözlerinden yansıtıyordu. Çadıra girince Ronald’a selam verdi ve yüksek bir ses tonuyla rapor verdi.

 

“Albay! Emrettiğiniz gibi Toussone Havzası’na bir takım gönderdim ve çevredeki yolları kontrol altına aldım, düşündüğünüz gibi bir saat sonra da bir bölük havzaya giden tankerlere saldırdı. Biz de onları yok ettik. Yirmi kişi can verdi, on kişi artık savaşamayacak durumda, üç kişi ise yaralı.”

 

“Anladım asker, diğer su kaynaklarından ne haber?”

 

“Loch d'Antomiers’den taşınan su tankerlerimiz yok oldu, ikmal bölüğü yok oldu. Yollar tahrip oldu ve artık ulaşım sağlamak imkansız. Fakat başarısız olduğumuz tek yer orası, diğer bölgeleri başarıyla kontrol altına aldık ve saldıran düşmanları etkisiz hale getirdik.”

 

“Harika!”

 

Ronald heyecandan yerinden sıçradı ve ellerini mutlulukla çırparak askere baktı.

 

“Adın Chester’di değil mi?”

 

Kısa saçlı subay asker selamı verirken kükredi.

 

“Evet efendim!”  

 

“İyi iş çıkardınız, dinlenebilirsiniz. Savaş bittikten sonra hepinizi ödüllendireceğim. Bana Köpüren Gölet’i korumaya almak için giden Takım Kaptanı Oak ve Acemi Er Carl’ı çağır.”

 

“Emredersiniz!”

 

“Ve son olarak…”

 

Ronald hafifçe gülümsedi ve kısa saçlı subayın gözlerinin derinliklerine baktı.

 

“General Nicholas’a bir toplantı yapmak için izin istediğimi söyle.”

 

Subay emirlerini aldıktan sonra çadırdan çıktı ve birkaç dakika sonra Carl ve uzun saçlı başka bir adam çadıra girdi.

 

“Bizimi çağırdınız?”

 

Uzun saçlı adam ifadesiz bir şekilde sordu. İsmi Oak’tı ve Ekrian Ormanları’ndan çok uzakta olmayan bir doğa kabilesinden çıkan birisiydi, yaban insanıydı ve mana kullanmamasına rağmen çok güçlüydü.

 

Alev Taburu genişlediğinde gelen kaptanlardan birisiydi.

 

Ronald Carl’a bir kez baktı ve Oak’a döndü.

 

“Köpüren Gölet’teki ikmal hattı hakkında ne düşünüyorsun? Yolu gizlemiş olsak da fark edildi ve saldırıya uğradı.”

 

“Muhbirlerin işin içine girdiğini düşünüyorum, ordunun bu kadar derinlerine kadar el uzatabilmeleri korkutucu.”

 

“Hm… Neil Skayner oldukça kurnaz birisi. Subaylara rüşvet verdiğine emin olabiliriz, bilgi sağlayacak kadar umutsuz kimler var?”

 

Ronald elini çenesine götürdü ve düşünmeye başladı. On beş bin asker devasa miktarda kaynak harcıyordu, Köpüren Gölet en önemli su kaynaklarından birisiydi. Yemek yapmak için gereken suyun haddi hesabı yoktu, aynı şekilde içmek içinde su gerekiyordu.

 

‘Sabaha doğru büyük bir savaş gerçekleşecek. Bundan önce askerlerin doymuş olması gerekiyor fakat haberleri aldıktan sonra kendilerini rahatlatmaya karar verebilirler.’

 

Ronald üç bin kurt süvarisini birkaç dakika içinde kolayca yendiklerini söylemek konusunda tereddütlüydü. Korku nasıl ölüme götürürse, fazla güvende ölümlerine neden olabilirdi. Kurt süvarileri kuzey ve güneyde en çok bilinen birliklerden birisiydi. Yok oldukları öğrenilirse düşmanı küçük görmeye başlayabilirlerdi.

 

“Carl, sence başarıları orduya bildirmeli miyiz?”

 

“...”

 

Carl bir süre düşündükten sonra yanıtladı.

 

“Askerlerin kendilerine fazla güveneceğini düşünüyorum. Fakat-“

 

HURRRRRA!

 

Ronald ve Carl kaşlarını çattı.

 

“Neler oluyor?”

 

Ronald yüzünü ekşiterek çadırdan dışarı çıktı ve mutlulukla haykıran askerlere boş boş baktı. Ne olduğunu anlaması birkaç saniye sürmüştü.

 

Sıradan askerler bir ateş yakmıştı ve mutlulukla dans ediyordu, gözlerini sarhoş olduklarını gösteren bir pus vardı.

 

Ayrıca bir kenarda uyuklayanlar da vardı.

 

Ronald öfkelendi ve ne olduğunu soracaktı ki yakınlarda konuşan askerlerin konuşması kulağına ilişti. Ellerinde büyük bir tahta bardakla bira olduğunu tahmin ettiği ucuz içkiyi içiyorlardı. Aynı zaman da dans eden askerlere bakıp muhabbet ediyorlardı.

 

Ve konuşan askerler kendi alayındandı.

 

“General Martin’in ışığı altında üç bin kurt süvarisini birkaç saniye içinde cehenneme gönderdik! Onların şu anda tir tir titrediklerine eminim.”

 

“Öyle mi dersin? Planı albay Ronald’ın önerdiğini duymuştum.”

 

“Hah? Neyden bahsediyorsun? Sence albayın askerleri bunu yapabilecek kabiliyete sahip mi? Anka Kuşu Tugayı’nın Anka Kuşu Muhafızları ile 1,2 ve 3. Okçu taburu harekete geçti. Dediğin gibi olsaydı, albay bu başarıyı onlara kaptırmazdı.”

 

“Anka Kuşu Generali’nin bu kadar güçlü olduğunu bilmiyordum.”

 

“Tabii oğlum ne sandın? Adam boşuna tuğgeneral değil. Bir şeyler yapabiliyor…”

 

Askerlerin konuşması devam ederken Ronald’ın yüzü yeşile döndü. Neler döndüğünü anlamıştı, dişlerini sıkarak askerlerin yanına gitti.

 

Askerler onu görünce bir anda ayağa kalktılar ve ellerindeki alkolleri bir kenara bıraktılar.

 

“Albayı selamlarım.”

 

“Albayı selamlarım.”

 

Ronald delici gözleriyle onları izledi. Birisi bir çavuşken diğeri bir onbaşıydı, basit acemilerden ibaretlerdi.

 

“Burada neler oluyor? İçmenize kim izin verdi?”

 

 Ses tonu öyle soğuktu ki askerler titremeden edemedi. Ronald’ın mavi gözlerinin önünde kendilerini aciz bir varlıktan farklı hissetmiyorlardı.

 

Ronald’ın çevresindeki aura başkentten döndükten sonra tamamen farklı bir hale gelmişti, önceden nazik ve bir bahar esintisi kadar zarifken; şu an soğuk bir kış ayında gelen kar fırtınası kadar boğucuydu. Aura dahi hissedemeyen halk tabakasından askerler bu değişimi ancak o istediği zaman fark edebilirdi.

 

Tıpkı şu anki gibi…

 

“Efe… efendim… Albay Orchard bize rahatlamamızı söyledi… her şeyi General Martin halledecekmiş…”

 

Orchard’ın kim olduğunu hatırlayan Ronald neler döndüğünü anladı ve dilini tıklattı. Bir adım öne çıktı ve sesine mana ekleyerek tüm çevrenin duyabileceği kadar yüksek bir sesle kükredi.

 

“Sizi aptallar! Hemen durdurun şunu!”

 

Ronald’ın kükremesinin ardından dans eden askerler bir anda kaskatı kesildi ve bir köşede uyuklayanlar irkilerek yerlerinden zıpladılar. Gözlerdeki pus korkudan dağıldı ve birkaç saniye içinde ateşin önünde, Ronald’dan on metre ötede ip gibi dizildiler.

 

Aralarından birkaçı hâlâ durumu ayıkmamıştı, yarı uykulu bir şekilde bakıyorlardı.

 

Ronald onların bu halini görünce deliye dönmek üzereydi ki kendisi tutmayı başardı.

 

Carl kaşları çatık bir şekilde onun yanına geldi ve Ronald’ın kulağına bir şeyler fısıldadı. Ronald’ın yüzü öfkeden kızardı.

 

“Binbaşı Jeremy hemen öne çık!”

 

Gözleri askerler ile aynı sırada bulunan, göçük gözlere sahip yaşlı adama döndü. Adamın gözleri bir kurbağayı andırıyordu, vücudu hafif bir şekilde kamburdu. Baygın saygıdan ve suçluluktan yoksun bakışları Ronald’ın kırmızı yüzüne sabitlenmişken yüzünde hafif bir gülümseme vardı.

 

Jeremy bir adım ileri çıktı ve uyuşuk bir selam verdi. Birkaç saniyede bir hıçkırmasından anlaşılacağı üzere hâlâ aldığı alkolün etkisinden uyanamamıştı.  

 

“Hığk- Emrinizdeyim albay!”

 

Jeremy halk tabakasından gelen bir askerdi. Ronald’ın birliğine daha sonradan katılmış bir yüzbaşıydı, rütbe açıkları oluşunca binbaşı rütbesine yükselmişti. Oldukça sakin bir yapısı vardı ve yaşı Ronald’ın iki misli kadardı. Fakat mana sanatları sayesinde vücudu güçle dolup taşıyordu. Küçükken bulduğu bir sanat sayesinde neredeyse Ronald kadar güçlüydü.

 

“Hatalarının farkında mısın?”

 

“Ne hatasından bahsediyorsunuz? Askerlerin refahını yüksek tutmak görevimiz, değil mi?”

 

Jeremy hafifçe gülümseyerek Ronald’a baktı. Aslında Martin’le anlaştığından dolayı Ronald’a karşı çıkmak konusunda tereddüdü yoktu. Fakat bilmediği bir his yüzünden fazla abartmaması gerektiğini hissediyordu.

 

‘Bana bu kadar ihtiyacının olduğu bir zaman da ne yapabilirsin ki? Falakaya yatırsan dahi askerlerin morali düşecektir. Kaldı ki bir şey yaparsan General Martin’e koz vermiş olursun.’

 

General Martin karşı koyamayacağı bir teklifle çıkagelmişti. Askerleri manipüle edip başarıları üstlenebilirse ona orta seviyeli bir mana kristali verecekti. Bu yüksek seviyeli teknikleri olmadığından enerji sorunu çeken Jeremy için mükemmel bir anlaşmaydı.

 

‘Sadece birkaç başarı…’

 

Başarımların daha üst rütbedeki insanlar tarafından çalınması askeriyede sıklıkla yaşanan bir şeydi. Kendisinin de birçok kez başarısı çalınmıştı, böyle şeyleri normal görüyordu.

 

Ronald dişlerini sıktı ancak sonunda sakinleşti. Onu baştan aşağı süzerken “Kuralları çiğnemenin sorumluluğunu üstlenebilecek misin? Otoritemi sorguluyorsun. Emirlerime karşı geldin.” dedi.

 

“Lütfen beni uygun bir şekilde cezalandırın.”

 

Jeremy kafasını eğdi ve kollarını bağladı. Ne kadar iyi oynarsa ve askerlerin yanında olursa Martin’e o kadar yaklaşacaktı. Bu da gelecekte çok fazla şey elde edeceği anlamına geliyordu.

 

‘En fazla rütbe düşüşü yaşarım…’

 

Fakat kazanacaklarını yanında bu hiçbir şeydi.

 

“Cezanı açıklıyorum…”

 

Ronald’ın sakin sesini duyunca ona odaklandı ve kafasını kaldırdı.

 

“Disiplini bozdun ve otoriteye karşı çıktın; ibret olsun diye idam edileceksin.”

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44430 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr