Bölüm 37: Kaltak Cadı

avatar
435 4

Hükümdarın Yolu - Bölüm 37: Kaltak Cadı



‘Bu kaltağın burada ne işi var?’

 

Carl karanlık koridorda yürürken düşüncelerle boğuşuyordu.

 

Victoria Allura Tenebris…

 

Carl’ın duymaktan hoşlanmadığı isimlerden birisiydi. Bu ismi her duyduğunda kaşlarını çatıyor ve bir süre duraklamak zorunda kalıyordu. Nedeniyse travmatik etkilere neden olmuş olmasıydı.

 

Yıllar yıllar önce kendisinin yükselişi yıldızları andırırken geleceğin en güçlü insanlarından birisi olarak görülüyordu. Ian ve Philip ise çoktan kendi alanlarında dünyanın önde gelen ustalarına dönüşmüşlerdi, Philip yükselişe erişmek üzere olan bir Yüce Büyücü’yken, Ian çoktan yükselişe erişmiş bir Efsane Savaşçı’ydı.

 

En güçlü ve sadık birlik olan Savaş Tanrısı Birliği’nin ikinci jenerasyonuyla yükselerek Waterra’yı Savaş Krallığı ile eşdeğer hale getirmişlerdi. O zamanlar Carl’ın Louis’in en yakın arkadaşıydı, bir kardeşten farksızlardı.

 

Lulaterra çoktan yok olmuş, Hardbane ise bir dokunuşla yıkılmak üzereydi. Onların ayakta olmasının nedeni Carl’ın Louis’in bu gücü kaldırabilecek seviyeye erişmediğini düşünmesiydi. Hâlâ deneyimsiz bir kraldı, babasının aksine politikada yetenekli olsa da imparator olduğu anda değişeceğine emindi. Bu yüzden Hardbane’nin yıkılmasına izin vermemiş ve her an bir tehdit olabilecek hale getirmişti.

 

Bu sayede Louis onlara karşı deneyim kazanmış ve artık çok deneyimli bir kral olmuştu. Kıtanın Üç Tanrısı’ndan birisi olan Carl’ın, Altı kraldan Kılıç Kralı Ian, Büyü Kralı Philip ve Propaganda Kralı Joseph’in korumasıyla kıtanın en büyük desteğine sahipti. Büyü İmparatoru dahi ona kafasına göre saldıramazdı.

 

Kıtanın zirve güçlerindendi.

 

Bu zamanlarda Carl otuzlu yaşlarını başında, son derece başarılı bir komutan ve potansiyelinin sınırına erişmemiş bir dâhiydi.

 

O sırada aşağı kıtada, Engizisyon Mahkemesi’nin o zaman ki Başsavcısı Filaurel’in en yetenekli öğrencisi İblis Cadı Victoria, Efsanelerin arasına katılmıştı. Efsanevi Büyücü olarak kralların arasında yer almak için Büyü Kralı Philip’e meydan okumuş ve mağlubiyete uğramıştı.

 

Çok geçmeden Engizisyon Mahkemesi Clausewitz Hanesi’ni suçlu ilan etmiş, Büyü Kralı Philip’i kara büyücülükle suçlayarak şeytana taptığını bildirmişti. Clausewitz Hanesi onu korumaya karar verirse Waterra krallığı hazır olmadan savaş sürüklenecekti ve tüm kiliselerin ortak düşmanı olacaktı.

 

Her ne kadar güçlü olsalar da onlara karşı durabilecek güce sahip değillerdi. Carl, Philip, Ian ve Propaganda Kralı Joseph günler süren toplantılara katılarak bunu çözmeye çalışmıştı. Engizisyon Mahkemesi çok güçlüydü ve her yerde kolları vardı, başka büyücülerin suçlarını onlara atabilirlerdi.

 

Üstelik Clausewitz Hanesi ve Waterra çok hızlı yükseliyordu, kıtadaki üst seviye güçler bundan memnun değildi. Bir sefer başlatmaları çok sürmezdi, tek gereken uygun bir bahaneydi. Engizisyon Mahkemesi de bunu sağlıyordu.

 

Suçlanmanın birinci ayında Savaş Kralı, Büyü İmparatoru’yla aynı seviyede olan Carl, arkasına Clausewitz Hanesi’nin tüm güçlerini alarak Engizisyon Mahkemesi’ni basmış ve tek bir canlı bırakmadan herkesi katletmişti. Buna Altı Kral’dan biri olan Başsavcı ve Altı Yıldız’dan birisi olan Işık Muhafızı’da dahildi.

 

Bunu yaptıkları anda iş geri döndürülemez hale gelmişti, Efsanevi Büyücüler ve Efsanevi Savaşçıları’nda aralarında olduğu devasa bir birlik Waterra’ya yürümüştü. İblis Cadısı, Altı Kral’dan birisi olan Cadı Kraliçesi Victoria onları yöneten kişiydi.

 

O gün bir cadının gücünü tüm Waterra iliklerine kadar hissetti. Yüzbinlerce insan ölümün soğuk ellerine kapıldı ve aşağı kıta haritadan silinme noktasına geldi.

 

Yetenekli insanlar arasında dahi seviyeler vardı. Her yerde karşılaşılabilecek yetenekli insanlar sıradandı, onların üzerinde Tom gibi daha yetenekli ve hemen dâhilerin altında olanlar vardı. Onların üzerinde dâhiler ve onların üzerinde de büyük dâhiler vardı.

 

Arch Le Doux, Ian, Philip, Joseph, Louis, Büyü İmparatoru, Savaş Kralı, Altı Yıldız, Altı Kral, Kutsal Papa… Hepsi büyük dâhilerdi. Onların yükselişi engellenemezdi.


Tabii İblis Cadısı Victoria’da bunların arasındaydı. Dehası sonradan ortaya çıksa da yükselişi doğan güneş kadar parlak olmuştu, kısa sürede Altı Kralı yakalayabilmişti.

 

Arkasındaki büyük figürler ile Waterra’ya düzenlediği sefer de Waterra devasa kayıplar verdi ve Ian’da dahil olmak üzere birçok askeri yaralandı. Kendisi Üç Tanrı’dan birisi olduğundan savaşta onlara karşı koyamazdı, aksi takdirde diğer iki tanrıyla yaptıkları anlaşmayı bozacak ve onların da savaşa dahil olmasına neden olacaktı.

 

Victoria’da bunun farkında olduğundan elinden geleni ardına koymadı. Carl'ı öyle tahrik etti ki Carl bir süreden sonra dayanamadı. 

 

Clausewitz Hanesi’nin kayıpları devasa miktarlara ulaşınca Carl daha fazla dayanamadı ve savaş alanına indi. Hemen ardından Savaş Kralı ve Büyü İmparatoru da bunu bekliyormuş gibi savaş alanına girdi ve bu savaş giderek büyüdü.

 

Clausewitz ve Waterra mağlup oldu ancak Kutsal Sefer iptal oldu. Büyü İmparatoru ve Savaş Kralı ağır yaralar ile oradan ayrılırken Carl’ın geleceği yok oldu. Temeli parçalara ayrıldı ve potansiyeli sınırına dayandı. Efsanevi Savaşçı aşamasının en başlarına düştü ve Üç Tanrı arasındaki yerini zar zor koruyabildi.

 

Bu o günden sonra daha fazla güçlenememesine ve vücudunun inanılmaz zayıflamasına neden oldu. Temeli zayıf olduğundan gerçek gücünü de kullanamıyordu, hayatı bitmişti kısaca. Neyse ki Ian, Philip ve Joseph gibi yoldaşlara sahipti. Onlar sayesinde kendisine yapılan suikastleri atlatmış, kırklı yaşların sonuna kadar yaşamını sürdürebilmişti.

 

İşin garip yanıysa İblis Cadısı Victoria sadece hafif yaralarla oradan ayrılmasıydı. Fakat daha garip bir şey varsa savaşın ardından sıklıkla Clausewitz Hanesi’ni ziyarete gelmeye başlamasıydı.

 

Ve kabuslar o gün başladı.

 

Victoria her gün kendisini ziyaret etmeye başladı ve resmen ona yapıştı. Ona yaklaşan herkesi öldürdü, Ian ve Philip’i bile ağır yaraladı. Giderek daha güçlendi ve Engizisyon Mahkemesi’ni tekrardan kurarak Başsavcı oldu.

 

Carl’ın çaresizliğinden zevk alırken giderek daha kibirli ve güçlü oldu. 


En sonundaysa kibri Tanrı katına ulaşmıştı. Büyü İmparatoru, Kutsal Papa ve Savaş Kralı'na aynı anda karşı koyabileceğini düşünerek onları savaş davet etti. 

 

Büyü İmparatoru onu sadece birkaç saat içinde öldürdü ve ruhunu yok etti. Kutsal Papa ise yerinden bile kımıldamadı.

 

Kibir tarafından kör olmuş bir kadın kendi sonunu hazırlamıştı.

 

O günden sonra Carl, Victoria’nın amacını anlamış ve isminden nefret etmişti. Ne kadar düşünürse düşünsün Victoria onun peşinden gelmişti ve istemese bile onu herkesten korumuştu. Artık gençliğini koruyamayan Carl git gide yaşlansa da yanından ayrılmamış ve hep başucunda durmuştu.

 

Bu da tek bir anlama geliyordu; Victoria onu kafaya takmıştı.


Onun çaresizliğinden zevk alıyordu. 

 

Carl onu hatırlayınca ürpermesine engel olamadı. İlk savaşından son savaşına kadar aşıkların birbirini öldürmesinin hikayeleriyle büyümüştü, aşkın bir pranga olduğunu biliyordu ve bundan nefret ediyordu.

 

“Her neyse, beni görmesine izin veremem. Savaş alanında gördükten sonra kafasını bana taktı, bir daha olmasına izin veremem. Şu anda karşı koyamayacağım kadar güçlü.”

 

Victoria aynı zaman da acımasız biriydi. 

 

Ayrıca şu anda onu koruyacak kimse yoktu.

 

‘En son beni birisinden korumaya çalıştıklarında… Philip ve Joseph…’

 

O gün aklına gelince yumuşakça iç çekti ve yürümeye devam etti.

 

Şafak Kilisesi’nden gelen Paladin, Bulut Muhafızları’nın rehberliğinde bölgeden çıkabilmişti. Bulut Muhafızları küçüklükten beri sadece emirleri yerine getirmek için yaşıyordu, neden yaptığını sorgulamadan emirleri yerine getirmişti.

 

Zaman akmaya devam etti, sabah güneşi ufuktan yükseldi.

 

Bulut Muhafızları tüm yetkiyi mahkemeye devrettikten sonra hızlıca kamptan ayrıldı ve o sırada Nansart’ın güneyinde ilerleyen bir alay seviyesine erişmiş Ronald’ın birliğine katıldılar. Ronald çivit renkli zırhının içindeydi ve ufka doğru sakin gözlerle bakıyordu.

 

Carl ve Tom onun yanına geldikten sonra istifini bozmadan Carl’a dinlenmesini, Tom’a da rapor vermesini söyledi.

 

Carl bir şey söylemeden arkasını döndü ve atandığı takıma katıldı. Tom ise Ronald’ın yanında ilerlemeye devam etti.

 

“Çoktan bitirdiniz mi?”

 

Sakin bir tonla sorarken siyah renkli savaş atını mahmuzladı.

 

Tom ona bakarken gözlerinden garip duygular geçti.

 

“Terfini kutlamak isterdim ancak daha önemli işlerin var gibi… Operasyon çok iyi geçti ve her şeyi hallettik. Bir Juri’nin geleceğini düşünmezdim, Kraliyet Denetçileri’nden birisinin geleceğini düşünüyordum.”

 

“Büyükbabam son anda vaz geçti ve mahkemeyi durumdan haberdar etti. Majestelerinin bu durumu anlayabileceğini düşünmüyordu… O kibirli mahkeme büyücüleri, denetmeni oldukları topraklarda otoritelerini çiğneyen bir şey olmasını istemezler.”

 

Tom anlamış gibi kafasını salladı ve turuncu renginden yavaşça sıyrılan güneşe baktı. Saatler geçmişti ancak tüm savaş aklında tekrar ve tekrar oynatılıyordu. Carl’ın performansı ve savaştığı kişi…

 

“Ah, bu arada! Carl sana bir şey vermemi istedi.”

 

Ronald meraklı bir şekilde ona bakarken arkasından bir at sesi geldi. Ata sıkıca bağlanmış turuncu saçlı bir adam, korku dolu gözlerle yanına gönderildi.

 

İlk bakışta ne olduğunu anlayamadı ancak tanıdık hissiyatı anımsayınca yüzündeki gülümseme büyüdü.

 

“Martin… çok büyük bir hata yaptın.”

 

  






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44446 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr