Bölüm 34: Karanlık Semanın Altında (IV)

avatar
436 5

Hükümdarın Yolu - Bölüm 34: Karanlık Semanın Altında (IV)



Bulut Muhafızları merkez bölgenin kapısını kırdığı anda Ateş Köpeği Birliği’nden elli kişilik bir takım onları karşıladı. Bulut Muhafızları onları görünce söyledikleri şarkının desibelini artırdı ve Charles’in önderliğinde Ateş Köpeği takımı ile çarpıştı. Ateş Köpeği Birliği onların kullandığı tekniği fark edince hızlıca formasyona girdi ve onları karşıladı.

 

Güm!

 

İki birlik çarpıştığı anda şok dalgaları etrafı sardı.

 

Charles’in yüzü ekşidi. Onlarla eş değerdeki büyük kuvveti damarlarında hissetmişti. Ateş köpeği askerleri onlarla eş değerde güce sahipti. Her ne kadar nitelik bakımından kendilerinden aşağı olsalar da sayılarıyla bu eksikliği kapatıyorlardı.

 

Bulut Tanrısı Formasyonu ile Ateşli Mızrak Formasyonu çarpışınca oluşan şok dalgaları merkezi bölgenin derinliğinde anlaşma yapan iki adamın o tarafa bakmasına neden olmuştu. Bulundukları oda birçok bariyerler korunduğundan dışarıdaki olaylardan haberdar değillerdi, fakat bu şok dalgasını hissetmişlerdi.

 

“Neler oluyor?”

 

Dedi keskin mavi gözlere ve altuni saçlara sahip adam. Yakışıklıydı ve gözlerinden yıldızları andıran ışıklar saçılıyordu. Vücudundan taşan asalet odayı sarmalıyordu.

 

Onun karşısında kaşlarını çatmış orta yaşlı adam bir anda ayağa kalktı ve dışarıya fırladı.

 

“Siktir, keşfedildik!”

 

Orta yaşlı adam panikle kapıda çarpışan muhafızlara baktı. Çarpışmanın şok dalgaları buradan dahi rahatlıkla hissedilebiliyordu. Saldırganların formasyonlarını görünce gözleri büyüdü ve panikle altuni saçlı adama baktı.

 

“Lord, lütfen kaçış rotasını kullanmaya hazır olun! Bulut Muhafızları tarafından saldırıya uğradık. Hesap defterini yok etmem gerekiyor.”

 

Altuni saçlı adam kaşlarını çattı.

 

“Onlara karşı koymak varken neden kaçalım ki? Alt tarafı bir takım muhafız.”

 

Elini yavaşça kaldırdı ve mırıldanmaya başladı. Mırıldandığı kelimeler garip bir ahenk içindeydi, dinleyenlerin içinde korku uyandırıyor; garip bir duruma sürüklüyordu. 

 

Orta yaşlı adam onun ne yaptığını anlayamazken, altuni saçlı adamın elinde turuncu bir parıltı oluştu. Parıltının büyük bir kısmı parlak turuncuydu, geri kalan kısmı ise turuncuya yakın bir sarıydı.


Altuni saçlı adam elini ileri itti ve kükredi.

 

“Olağanüstü Şafağın Mucizesi, Mucizevi Ölüm.”

 

Parıltı anında büyüdü ve her şeyi yutan bir kurukafa belirdi. Sözleri bittiği kurukafa her şeyi yutmak istercesine muhafızlara ilerlemeye başladı. Metrelerce büyüklüğe erişmişti, savaşan muhafızlar bunu fark ettiğinde çok geçti.

 

Altuni saçlı adam hafifçe gülümsedi. Şafağın Ölümsüz Efendisi’ne ait bir büyüye karşı koyabilecek kimse yoktu, fark etseler bile karşı koymaları imkansızdı.

 

Büyüler tanrıların kendisinden gelirdi. Şafağın Ölümsüz Efendisi’nin müritlerine bahşettiği şafak büyülerinin kıtada bir eşi yoktu. Bu büyüler inanılmaz güçlüydü ve sadece tanrıya değerini kanıtlamış kişiler buna sahip olabilirdi. Altuni saçlı adam çok fazla fedakarlık ederek Olağanüstü Şafağın Mucizevi büyülerinden birisini elde etmeyi başarabilmişti.

 

Şafak Kilisesi’nden bunu elde etmek çok pahalıya mâl olmuştu.

 

Mucizevi Ölüm bir anda Bulut Muhafızları’nın ve Ateş Köpeği Birliği’nin dibinde belirdi ve onları yutmak istercesine ağzını açtı.

 

Askerlerin bir anda yüzü beyazladı. Manaları sanki vücutlarından çekiliyordu, kurukafanın onları yutmasını izlemekten başka bir şey yapamayacaklarını hissettiler.

 

Vızz!

 

O sırada bir vızıltı nüksetti. Kurukafanın geniş ağzının içine mavi ışıklarla süslenmiş güzel bir mızrak girdi ve zorlanmadan kurukafayı delip geçti. Fakat sadece burada kalmadı; kurukafanın ardından altuni saçlı adamın üzerine de geldi.

 

“Bu da ne?”

 

Altuni saçlı adam tereddüt etmeden elini uzattı ve bir kalkan oluşturdu. Turuncu kalkan mızrağın karşısında durdu.

 

Güm!

 

Tank!

 

Tırırırım!

 

Mızrak kalkana çarptıktan sonra geri sekti ve geldiği yöne geri döndü.

 

“Kutsal Beceri mi?”

 

Altuni saçlı adam kaşlarını çatarak bir binanın tepesindeki figüre baktı. Parlayan kehribar renkli gözlerle karşılaşınca korkmuş ve ürpermiş hissetti.

 

‘Alacakaranlık kilisesinden birisi mi? Neden Waterra’da ve Bulut Muhafızları’na yardım ediyor?’

 

Şafak ve Alacakaranlık Kilisesi, Şafağın Ölümsüz Efendisi’nin en büyük kilisesi olan Ebedi Tan Kilisesi’nin bir koluydu. Bu kiliseler Lulaterra’da popülerleşmişti ve dinlerini çok hızlı bir şekilde yaymaktaydılar.

 

Biraz önce mızrağı atan kişinin kullandığı tekniğin adı Alacakaranlık Takibi’ydi. Kilisenin en üst becerilerinden birisiydi ve sadece birkaç kişi tarafından biliniyordu. Bu kişiler kiliseyi yöneten kutsal papadan daha hakir değillerdi.

 

‘Bu oyun beni aşar, en kısa sürede geri çekilmeliyim.’

 

Lulaterra’da bir kont olarak çok fazla yetkisi vardı ancak bu kadar yüksek kişilere elini dahi uzatamazdı. En iyi seçenek geri çekilmekti.

 

“Cotton, her şeyi hallettiğinizi söylemiştiniz. Anlaşma iptal!”

 

Altuni saçlı adamın tereddüt etmeden geri çekildiğini ve duvarlara doğru koştuğunu gören orta yaşlı adam kaşlarını çattı. Kalıp çatışacağını bildiğinden kaçmasını söylemişti ancak böyle bir şey yapacağını tahmin etmemişti.

 

‘Her neyse, Ateş Köpeği Birliği onlardan aşağı değil. Ayrıca Marki Cornelius’un emrindeki Anka Kuşu Şövalyeleri de var. Onlar varken başımız yere gelmez.’

 

Dese de Bulut Muhafızları’yla çarpışan Ateş Köpeği askerlerini umursamadan arkasını döndü ve yönetici ofisine gitti. Odaya girdikten sonra tereddüt etmeden tüm kayıtları yakmak için odayı aydınlatan gaz lambasını kağıtların üzerine fırlattı.

 

Tüm belgeler buradaydı. Bu belgeler yok olduktan sonra kimlikleri tamamen gizli tutulacaktı.

 

‘Marki Cornelius’un dediği gibi yapacağız…’

 

En ufak bir sorun da tüm kanıtları yok et!

 

Gaz lambası yere düştüğünde bir anda söndü ve soğuk bir ışıltı boğazında belirdi. Cotton bir anda kaskatı kesildi ve titrek bir şekilde kafasını çevirdi.

 

Bembeyaz suratı hastalarda bile görünmeyecek kadar açıktı, altın kehribar gözleri hafifçe parlıyordu. Gecenin karanlığına karışan siyah bir kıyafeti vardı. Mosmor dudaklarından parlak kırmızı kanlar akıyordu.

 

Cotton onun tuttuğu sıradan mızrağa bakarken titredi. Ufak bir hareket yaparsa öleceğini hissediyordu, ufak bir hareket dahi gösteremezdi.

 

“Sakin bir şekilde durduğun için teşekkür ederim.”

 

Carl dudağından akan kanı silip Cotton’un omzundaki apunktur noktasına vurdu. Cotton’un gözleri fal taşı gibi açıldı bir anda, acı yüzünden yüzü ekşidi ancak çığlık atamadı; sadece diz çöktü. Hareket etmeye çalıştı ancak çalışmaları sonuçsuz kaldı.  

 

“Ne… yaptın… bana…?”

 

“Sadece vücudundaki tüm ch’i’yi etkisiz hale getirecek bir teknik uyguladım.”

 

“Ch’i mi?”

 

Cotton zorlukla ağzını hareket ettirirken sesi boğuktu.

 

Carl omuz silkti ve odadaki tek masaya gitti.

 

Oda birkaç metre genişliğindeydi ve oldukça sadeydi. Tek bir masa ve kağıtlarla dolu bir kasadan başka bir şey yok demek daha doğru olurdu. Carl masadaki dosyaları yavaşça incelemeye başladı, fakat bir şey bulamadı. Buradaki belgeler basit köle ticaretlerinin şüphesini doğrulayacak kadar önemsizdi, önemli bir şey içermiyorlardı.

 

Carl kafasını Cotton’un sükunet dolu gözlerine çevirdi ve sağ taraftaki duvara doğru yürümeye başladı.

 

“Bu tarafta mı?”

 

Cotton sakince onun hareketlerini izlemeye devam ediyordu. Suratı ifadesizdi, kalbi sükunetle atıyordu. Carl’ın ne yaptığını anlamasa da işler düşündüğü gibi gidiyordu.

 

“Buraya… saklayacak… kadar… aptal… mıyız… sandın… Aptal...”

 

Zorlukla konuşuyordu ancak sesindeki aşağılama barizdi.

 

“Yoksa bu tarafta mı?”

 

Carl diğer tarafa doğru döndüğünde çok kısa bir süreliğine, saniyenin yüzde birinde, Cotton’un gözlerinde bir ifade belirdi. Carl hafifçe gülümseyerek duvara yaklaştı ve parmağını duvara tıklattı. Duvarın içindeki boşluktan yankılanan sesi duyunca alayla Cotton’a baktı.

 

“Demek burada.”

 

Cotton’un başı dönmeye başladı, neredeyse bayılacaktı. Farkında olmadan gizli bölmeyi ifşa etmişti.

 

Carl manasını duvara aktarında gizli bir bölme açıldı, Carl bölmenin içine oyulmuş garip sembollere bakınca hafifçe kıkırdadı ve takdir edercesine Cotton’a baktı.

 

“Demek sensör koydunuz. Isı belli bir seviyenin üzerine çıkarsa hesap defterini koruyan kasa kendisini imha edecekti. Gizli bölmeden haberdar olmayan kişiler belgeleri ateş içinde sanacak ve onları kurtarmakla meşgulken gerçek belgeleri unutacaktı… Hm, sandığım kadar aptal değilsiniz. Daha büyük bir aptalsınız.”

 

“Ha?”

 

Cotton kilitlenmiş vücudunun bir anda serbest kaldığını anladığında şaşırdı. Fakat zaman kaybetmeden arkasını döndü ve kaçmaya başladı. Carl onun sırtına bakarken keyifliydi. Kurumuş mana havuzunu umursamadan Şiddetli Derya’yı kaldırdı ve ona doğru fırlattı.

 

O sırada kapıdan çıkan Cotton, Şiddetli Derya’nın ona çarpmasıyla duvara çivilendi.

 

“Ne tatlı, gerçekten bırakacak kadar aptal olduğumu mu düşündün?”

 

Carl onun yanına geldi ve ensesinden yakalayarak kaldırdı. Parmaklarından çıkan mana vücuduna girdi ve mana havuzunu parçalara ayırdı. Cotton çığlık dahi atamadı, vücudunun her bir zerresi Carl’ın kontrolü altına girmişti.

 

“Bırak beni! Beni bırakırsan Marki ve Kont seni öldürmez! Sen.. önemsiz bir-“

 

“Yeter.”

 

Carl onu daha fazla dinlemeden yere çarptı ve bayılmasına neden oldu.

 

“Çok konuşanlardan nefret ediyorum.”

 

 ***






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44441 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr