Bölüm 31: Karanlık Semanın Altında (I)

avatar
488 6

Hükümdarın Yolu - Bölüm 31: Karanlık Semanın Altında (I)



Karanlık çöktüğünde Carl ve Bulut Muhafızları ilerlemeye başlamışlardı, hedefleri Güneş Ormanı’nın arkasındaki Güneş Dağları’ydı; yüz seksen kilometre kadar mesafeleri vardı. Normal haritadan bakıldığında dağların merkezinde bir ova gözüküyordu, Güneş Dağı Kabilesi burada konaklıyor ve barış içinde yaşamlarını sürdürüyordu.

 

Ayın bir huzme gibi aydınlatan ışıkları, karanlık ormanın üzerine nazikçe düşüyordu. Ormanın merkezinde büyük bir yolda, yirmi at arabasından oluşan bir konvoy ormanın derinliklerine; arkasındaki devasa dağlara ilerliyordu.

 

Güneş Dağı Kabilesi’nin insan kralıyla yaptığı anlaşmada kabilenin topraklarına hiçbir insanın giriş izni olmadığıydı. Güntaşı ticareti bile birkaç kişi tarafından yönetilmekteydi, bundan dolayı yok olsalar bile ticareti yapan kişi dışında kimse fark etmezdi.

 

Krallıkta taşlar haricinde bir şey önemsemediğinden araştırma zahmetine girmezdi.

 

Ormana girdiklerinde Carl ve Tom manalarının baskıladı, ağaçların gölgesinden sessizce ilerledi ve olabildiğince hızlı ilerlemeye başladı. O an onları arkadan takip eden doksan dokuz kara gölgeden yirmi tanesi bir gümbürtüyle yok oldu.

 

Gölgeler ayrıldıktan sonra Carl ve Tom yeri tekmelediler ve büyük bir ağacın dalına kondular, Tom soğuk gözlerle konvoyu izlerken konvoyun yolunda pusuda bekleyen gölgeleri görebiliyordu.

 

“Saklama zahmetine dahi girmiyorlar.”

 

Kendi bölgelerinde olduklarından dolayı kimseden korkmalarına gerek yoktu. Yol her ne kadar kolayca tespit edilebilir olsa da bununla zaman kaybetmek, konvoydaki malın sayısını artırmaya odaklanmışlardı.

 

Konvoydaki yirmi arabanın yanı sıra onları korumakla yükümlü olan kırk kadar muhafız yanlarında ilerliyordu, arabaların sürücü koltuğunda diğerlerinden daha güçlü olan muhafızlar ise sürücüler ile birlikte ilerlemekteydi.

 

Ayrıca konvoyun dört bir yanında diğerlerine nazaran daha büyük dört adam vardı, açıkça diğerlerinden daha güçlüydü. At arabaları başkentte ya da bir şehirde görülebilecek küçük arabalardan farklı olarak genişti. İçeriye rahatlıkla yirmi kişi sığabilirdi.

 

Konvoy yavaşça ilerlerken Carl kaleden ayrıldığından beri sırtında asılı olan iki silahtan birisi olan avcı yayını çekti. Tom bunu görünce ona bir ok verdi ve beklentili gözlerle konvoyun en önünde ilerleyen büyük muhafıza baktı.

 

Teni karanlıkta kamufle olabilecek kadar koyuydu, gümüş renkli bir tam zırh giyiyordu. Belinde sadece özel birliklere ait olabilecek bir kılıç asılıydı.

 

‘Ateş Köpeği Birliği’nden…’

 

Kimliklerini belli eden armayı çıkarmış olsa da Tom ondan yayılan güçlü aurayı hissedebildi. Kendisiyle aynı seviyede güçlü bir auraya sahipti.

 

‘Demek bu yüzden birkaç tane yay ustası istedi.’

 

Tom takdirle kafasını salladığında Carl yayın kirişini çekti ve en önde duran büyük muhafıza nişan aldı.

 

Muhafızın göğsü, boynu ve kafası kalın bir zırh tabakasıyla örtülüydü. Carl’ın seviyesindeki birisi ne kadar çabalarsa çabalasın bu kadar uzak mesafeden o zırhı delemezdi; doğruyu söylemek gerekirse çizik dahi atamayabilirdi.

 

Tom’un kalbi ağızına geldi. Aradaki mesafe beş yüz metreden daha fazlaydı, orman karanlıktı ve hedef onlarca kişinin önünde olduğundan arkasında doğal kalkanlar vardı.

 

‘Keşke daha fazla okçu getirseydim. Bu riski almamız gerekmezdi…’

 

Fakat konttan destek birlik talep etmek uzun sürecekti.

 

Fırsatı kaçırmalarına neden olabilirdi.

 

O anda konvoy birden durakladı, konvoyun en önünde duran muhafız kaşlarını çatarak arkasını döndü ve dört yandan koruyan diğer muhafızlara seslendi.

 

“Bir süre bekleyelim.”

 

Sağ tarafı koruyan büyük muhafız bir şey söylemeden etrafı araştırmaya başladı. Bu adamın güçlü hisleri vardı, bir şeyler hissettiği belliydi.

 

“Fabunni! Ne yaptığını sanıyorsun?”

 

En öndeki konvoyda sürücü koltuğunda oturan muhafız kaşlarını çatarak arabadan indi ve konvoyun önündeki muhafıza doğru yürüdü. Yakışıklı yüzündeki kaşlar çatılmıştı, gözleri karanlığı delip geçiyor ve muhafız Fabunni’nin gözlerine doğrudan bakıyordu.

 

Bu genç adamın vücudundaki mana Anka Kuşu Generali Martin’den aşağı değildi.

 

“Kaptan Raul, savaş alanında kazandığım hisler çığlık atıyor.”

 

Fabunni’nin söylediklerini anlayan yakışıklı adam kaşlarını kırıştırdı. Fabunni’nin halasının eşinin en iyi kölelerinden birisi olduğunu biliyordu, bu yüzden olabildiğince sakin olmaya çalışıyordu ancak pek başarılı olduğu söylenemezdi.

 

“Bu teslimatın önemini biliyorsun! Ufak bir hatada babam sadece benim kafamı almakla kalmaz.”

 

Ona kızıyormuş gibi görünse de manası çoktan çevreye yayılmış ve ters giden bir şeyleri aramaktaydı. Fakat Bulut Muhafızları’nın üstün gizlenme teknikleri yüzünden onları fark edemedi.

 

Fabunni anladığını belirtircesine kafasını salladığı anda kalbi soğudu ve gözleri ıslandı.

 

Uzaklarda mavi bir ışık yandı. Ölüm tehlikesini hisseden Fabunni diğerlerini uyarmak için bağırmak istedi ancak mavi ışık düz bir çizgi çizerek kendisine geldi. Mavi ışık, zamanında tepki veremeyen Fabunni’nin alnına saplandı. Ok zırhı bir kağıt delercesine delip, beyninin derinliklerine girdi.

 

Kreuk!

 

Raul’un gözleri fal taşı gibi açıldı.

 

“Pusu var!”

 

Belindeki kılıcı çektiği anda okların havayı delme sesi kulaklarına ilişti. Arkasını bir hışımla döndü ve kalbini delmek üzere olan oka kılıcını savurdu.

 

Ölmeden önce yapabildiği tek şey buydu.

 

Ağaç yapraklarının arasından manayla dolu bir ok fırladı ve boğazını deldi. Raul dizlerini üzerine çöktü ve yere devrildi.

 

Bilinci yok olurken ağaçların altından çıkan siyahlı adamları görebildi.

 

Tüm güçlü kişiler öldükten sonra kalan muhafızlar korkudan büzüştü. Bazı keskin zekalılar bağırarak kamptaki askerlerin dikkatini çekmeye çalıştı ancak ağızları açıldığı anda Bulut Kılıçları boşluğu doldurdu.

 

Carl soğuk bir nefes verdikten sonra çantasından bir sargı bezi çıkardı ve manadan dolayı tahriş olmuş elini sardı. Vücudundaki tüm mana sadece bir saldırı için harcandığından beti benzi atmıştı.

 

“İnanılmaz!”

 

Tom haykırdı.

 

Carl’ın biraz önce yaptığı şeyi diğerleri görmese de o net bir şekilde görebilmişti. Manasının eşsiz bir yöntemle oka dolduğunu hissedebilmişti.

 

Daha önce hiç görmediği bir yöntemdi.

 

Carl elini sardıktan sonra yayı Tom’a teslim etti ve ağaçtan atladı. En güçlü adamlar öldükten sonra  geri kalan ayak takımı sadece biraz uğraştıracaktı. Her şeyin sessizlikle ve en az eforla halledilebilmesi için tüm muhafızları görevlendirmişti.

 

Beklediği gibi bir dakika içinde konvoy kontrol altına alındı ve sürücüler esir olarak alındı. Muhafızlardan birkaç tanesi bilgi almak için sağ bırakıldı ve bir köşeye çekildi.

 

Bulut Muhafızları isimlerinin hakkını veriyordu. Carl’ın beklediğinden daha kısa sürede her şeyi kontrol altına almışlardı.

 

Carl tek hamlede boğazı kesilmiş cesetlerin arasından sıyrıldı ve iki Bulut Muhafızı tarafından zor diz çöktürülmüş muhafızların yanına gitti.

 

“Raphael, Tom’la birlikte kaçırılan insanları başka bir bölgeye çekin. Nereye gideceğinizi Bernard gösterecek.”

 

Raphael iki Bulut Muhafızı’ndan genç olandı. Kartal burunlu, keskin gözlü, sıradan yüz hatlarına sahip birisiydi. Onu takip eden takım içinde en acımasız kişi oydu ve Carl’ın emirlerini en kısa sürede kabul eden oydu. Güç bakımından Carl’ın onlarca katıydı.

 

Onunla savaşırsa ne olacağını kestirmek zordu. Savaşta tek değişken güç değildi, onun yanında birçok farklı değişken vardı.

 

Raphael Carl’ın söylediklerine kafasını salladıktan sonra bir şey söylemeden oradan ayrıldı.

 

Carl diz çökmüş muhafızlara döndü.

 

“Aranızdan daha kıdemli olan kim?”

 

Muhafızlar korkudan büzüşmüş bir şekilde Carl’ın kehribar gözlerinin altında titriyorlardı. Daha yaşlı olan muhafız sorusunu duyunca tereddüt etmeden cevap verdi.

 

“Benim! Benim efendim!”

 

“Rütben nedir? Konvoyu yönetebilecek kadar kıdemli misin?”

 

Yaşlı muhafız kafasını hızlıca salladı.

 

“Kaptan Raul kadar olmasa da daha önceden birkaç konvoy yönettim! Ayrıca neredeyse tüm teslimatlar da öncülük ediyorum.”

 

Carl kafasını hafifçe salladı.

 

“Kamptaki nüfuzun nedir? Sana koşulsuz güvenebilirler mi?”

 

Muhafız Carl’ın sorusunun ardından kaşlarını çattı. Onun ne demek istediğini anlayabilecek kadar kurnaz birisiydi.

 

“Biraz dil dökersem kontrole gerek kalmadan içeriye girebiliriz. Ancak ikinci bölgeye geçtiğimiz de bir şey yapamam. Sadece kampa girmenizi sağlayabilirim.”

 

“Akıllı olman hoşuma gitti.”

 

Muhafız o kadar korkmuştu ki kafasını sallamakla yetindi. Ancak gözlerinde garip bir ışık vardı, Carl bunu görünce burun kıvırdı ve ona doğru eğildi.

 

Ceketinin içinden Ronald’ın ona verdiği mührü gösterdi.

 

Yaşlı adamın gözlerindeki parlaklık bunu görünce söndü. Kont Staler kralın emriyle hareket eden yüce bir figürdü. Ona karşı çıkmak aptallıktan farklı değildi.

 

Çabucak aklındaki planları bir kenara bıraktı.

 

“Güzel, aptal değilsin. Şimdi bana kamptan bahset.”

 

Carl muzipçe gülümsedi.  







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44445 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr