Bölüm 24: Savaş Tanrıçası'nın Mızrağı (VI)

avatar
499 9

Hükümdarın Yolu - Bölüm 24: Savaş Tanrıçası'nın Mızrağı (VI)



“Güzel gösteriydi, fakat yeterli değil.”

 

Orta yaşlı adamın sözlerinin hemen ardından bir gümbürtü koptu ve dünya bir ayna gibi çatladı. Çatlaklar hızlıca her köşeyi sardı ve bir anda tuzla buz oldu. Karanlık yeryüzüne çöktü ve orta yaşlı adamın çevresi bir anda yok oldu.

 

Geriye sadece karanlık kaldı.

 

[Nasıl anladın?]

 

Yaşlıca bir ses yankılandı. Karanlık dünyada kırmızı bir göz gökyüzünde belirdi ve orta yaşlı adama odaklandı.

 

Orta yaşlı adam göze bakarken homurdandı.

 

“Ario’nun neden senin tarafından ele geçirildiğini şimdi anladım. İradesine teslim olacak kadar güçsüz bir piç kurusuydu.”

 

Adamın gözleri parladı ve elinde yıldırımdan oluşan sarı bir mızrak belirdi. Mızrak ortaya çıktığı anda karanlık dünyada bir güneş doğmuş gibi bir aydınlık belirdi. Yukarıdaki kızıl göz yavaşça kısıldı ve kasvetle orta yaşlı adamın yaptıklarını izledi.

 

[Neden bahsediyorsun? Neden anıların bu kadar fazla? Neden?]

 

Kızıl gözün soruları devam ederken orta yaşlı adam mızrağını kaldırdı ve kızıl göze çevirdi. Kızıl göz hafifçe kıvrıldı ve alayla doldu.

 

[Buranın benim zihinsel dünyam olduğunu biliyor olmalısın.]

 

Zihinsel dünya kişinin zihninde oluşturup bir güç alanı oluşturarak gerçeğe yansıttığı bir güç biçimiydi. Fiziksel enerji olan manadan bir hayli farklıydı. Dış dünyayla temas olmadan her şey ruhta ve zihinde gerçekleşirdi. Ancak bu o kadar nadirdi ki çok az kişi bundan haberdardı.

 

Birinin zihinsel dünyasına hapsolduktan sonra oradan kaçmak imkansızdı. O dünyanın kuralları tamamen o kişinin iradesine bağlıydı. Arada devasa bir güç farkı yoksa, başka birisi tarafından kırılması imkansızdı.

 

Ancak orta yaşlı adamın bundan haberi yokmuş gibi mızrağı fırlatması sinirlerini hoplatmıştı. Her ne kadar karşısındaki sıradan bir insan gibi durmasa da kendisi kadim bir yaratıktı. Mızrak adamın elinden ayrıldığı anda bükülü ve yıldırım bir anda patlayarak dağıldı.

 

Her şey o kadar ani oldu ki saliseler geçmemişti.

 

[Aptal değilsin fakat önündekileri görmemek konusunda ısrar ediyorsun.]

 

Orta yaşlı adam gözlerini kıstı.

 

“Görmemen gereken şeyler gördün, bugün buradan ayrılamayacaksın?”

 

[Gerçekten mi?]

 

Kızıl göz hoş bir şey görmüş gibi eğlendi. Orta yaşlı adamı bir karınca olarak bile görmediğini gösterircesine kıkırdadı.

 

[O zaman beni biraz eğlendirmeyi dene! Anılarını ve ruhunu yutacağım! Ardından bedenini ele geçirece-]

 

Kızıl gözün kelimeleri bitmeden etrafında yıldırımdan oluşma devasa zincirler oluştu ve onu bir anda sardı. Kızıl gözün, gözbebekleri sonuna kadar büyüdü ve inanamaz bir tonla bağırmaya başladı.

 

[Nasıl?! Nasıl kullanabiliyorsun?!]

 

Orta yaşlı adam elini çevirdiği anda zincirler daha da sıkı hale geldi. Bu anı uzun süredir bekliyormuş gibi devasa bir sandık karanlıktan sıyrıldı ve kızıl gözü yutmak için ilerledi.

 

[Bekle bir saniye! Lütfen… lütfen! Özür dilerim!]

 

“Dediğim gibi; görmemen gereken şeyler gördün.”

 

O anda kızıl göz bir anda durakladı. Bir şeyler görmüş gibi gözleri büyüdü ve eşsiz bir durgunlukla orta yaşlı adama baktı. Bu sırada bir sandık tarafından kıstırılması bile umurunda değilmiş gibiydi.

 

[Nasıl… çoktan ölmüş biri nasıl burada olabilir!?]

 

Baam!  

 

Sandık kızıl gözü yutmadan önce büyük bir ses çıkardı.

 

Etraftaki karanlık bir anda durağanlaştı.

 

Orta yaşlı adam derin bir nefes aldıktan sonra gözlerini kapattı.

 

Tekrar açtığında karşısında farklı bir ortam vardı.

 

“Düşündüğümden daha kolay oldu.”

 

Carl şaşkınlıkla alnını ovuşturdu. Yıllar önce kalbinin derinliklerine gömdüğü anılardan birisini tekrardan hatırlayınca iyi hissettiğini söyleyemezdi.

 

Fakat bu da kendisine karşı açtığı savaşlardan birisiydi. Her şeyi sırtlanacak kadar güçlü bir insan değildi. İlk jenerasyon İlahi Düğüm Ordusu’nun yok oluşunu tekrardan görmek onu sinirlendirmişti. Kendi evlatları gibi gördüğü ordusunun gözleri önünde intihar etmesi ve kaçması için boşluk oluşturmaya çalışması ilk başta onu yıkmaya yetmişti. Uzunca bir süre kafayı kırmış ve kendini intikamın soğuk pençelerine bırakmıştı.

 

Derin bir nefes aldı ve düşüncelerinden uzaklaştı. Her zaman yaptığı gibi gereksiz ağırlıkları bir kenara bırakacak ve zamanı gelene kadar umursamayacaktı. Tıpkı bu dünyaya nasıl geri geldiğini araştırmak için acele etmemesi gibi. Hepsinin bir zamanı vardı.

 

“Savaş Tanrıçası’nın Mızrağı…”

 

Hafifçe mırıldandı ve on metre ötedeki zincirlerle sabitlenmiş mızrağa baktı.

 

Mızrak sıradan bir asker mızrağından farksız bir tasarıma sahipti. Gümüş renkli bir metalden yapılmış bıçağı, açık kahverengi bir tahta sopaya tutturulmuştu. Kırmızı renkli bir bez parçası mızrak bıçağının arkasına tutturulmuştu ve hareketsizce orada duruyordu. Mızrağın tahta sapına ara ara yerleştirilmiş gümüşi dokunun üzerinde çok ince işlemeler olduğu görülebilirdi.

 

Carl soğuk bir nefes aldı ve mızrağın yanına gitti.

 

Derin Deniz Metali kıtada son derece nadir bulunan üst düzey bir materyaldi. Mana iletkenliği ve dayanıklılık konusunda dengi yok denecek kadar azdı. Mızrağın bıçağı bu metalden yapılmıştı.

 

Sapı sıradan bir tahtadan yapılmış olsa da Carl tahtanın dokusunu yakından görünce böyle olmadığını anladı. Yapıldığı malzemeyi görünce yüzünde alaycı bir ifade belirdi. Önceki hayatında gördüğü tüm ekspertler bu tahtanın Ruh Ağacı denen ender bir ağaç türüne ait olduğunu ve mana dolaşımını kolaylaştırdığı yönünde ithamlarda bulunmuştu. Mızrağın bıçağının çok değerli olmasına karşın sapın değersizliğinden yakınmışlardı.

 

Ancak görünüyordu ki bildikleri tamamen yanlıştı.

 

“Yaşam Ağacı’ndan bir parçayla karşılaştığıma inanamıyorum!”

 

Mızrağı inceleyen herkes yanılmıştı. Aslında mızrağın sapı bıçağından birkaç kat, hayır, birkaç on kat daha değerliydi. Sonuçta Yaşam Ağacı mitolojilere konu olmuş kadim bir varlıktı. Yüce Elf Kabilesi tarafından korunuyordu ve yeri kimse tarafından bilinmiyordu.

 

Carl hayatını uzatmak için araştırma yaptığında bu ağaç hakkında dosyalara ulaşabilmiş ve bir parçasını inceleme imkanına sahip olmuştu. Fakat Yüce Elf Kabilesi’ni bulsa dahi ağacı görmesine izin verilmemişti.

 

Carl daha fazla zaman kaybetmemesi gerektiğini düşünerekten sağ eline küçük bir kesik attı ve avcunun kanla dolmasını sağladı, ardından kanlı eliyle mızrağın sapını kavradı.

 

“Xosarias.”

 

Mızrağın ismini söyledikten sonra avucundaki kan mızrak tarafından emilmeye başladı. Sıradan bir insanı panikletecek olay karşısında Carl ifadesini bozmadan beklemeyi sürdürdü.

 

Farkında olmadan saatler geçti.

 

Carl mızrağı kendine çekti ve bağlı olduğu zincirlerden kurtardı.

 

Güm!

 

Tıkırt!

 

Mızrak zincirlerden kurtulduğu sırada zindan bir anda sallanmaya başladı. Yıkılmaya başladığı belli olmuştu. Normalde Carl’ın kaçması gerekirdi ancak odada kapı gibi bir şey yoktu. Her yer açık gri taşlar tarafından kaplanmıştı. Bırak kapıyı, delik bile yoktu.

 

Carl tereddüt etmeden etrafı araştırdı ve zincirlere kazınmış derin büyü sembollerini fark etti. Sembollerin yapısına bakınca kaşları hafifçe kalkmıştı. Ancak şaşıracak zamanı olmadığını bildiğinden zincirleri kavradı ve tüm gücüyle kendisine doğru çekti.

 

Güm!

 

Bir anda gözleri karardı.

 

***






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44446 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr