Bölüm 19: Savaş Tanrıçası'nın Mızrağı (I)

avatar
442 7

Hükümdarın Yolu - Bölüm 19: Savaş Tanrıçası'nın Mızrağı (I)


Goblin şefi hızla geçen dakikaların ardından binadan çıktı. Elinde tuttuğu kare kutu yüzünden son derece garip bir görüntüsü vardı. Bok yemiş gibiydi.

 

Carl’ın etrafta koşuşturduğunu görünce yüzü daha da ekşidi.

 

“Dur artık.”

 

Carl üstünden atladığı patlama sembolünden sonra durakladı ve şefe baktı. Onun yüzündeki ifadeyi görünce gülümsedi ve ona el salladı. Böyle nadir bir eğitim alanı çok sık bulunmazdı. Sadece birkaç dakikalık eğitim bile kaybolan hislerini geri getirmeye yetmişti.

 

Hisler…

 

Bir savaşçının en büyük dostuydu.

 

Carl’ın hisleri eski vücudunda kalmıştı. Altıncı hissi çok güçsüzdü.

 

“Oh, getirdin mi?”

 

Carl tuzakların arasından bir balık misali geçti ve kutunun yanında durakladı. Goblin şefinin bıkkın ifadesine bakınca ne olduğunu anladı ve geriye çekildi. Kutuyu bulurken zor zamanlar yaşamış olduğu belliydi.

 

“Anlaşma anlaşmadır.”

 

Goblin şefi elindeki kutuyu Carl’a uzattı. Carl kutuyu alıp açtı. İçindeki şeffaf kafatasını görünce mutlu bir şekilde sırıttı ve onayladı. Bir bakış atması kafatasının gerçek olduğunu anlaması için yeterliydi.

 

“Güzel anlaşmaydı.”

 

“Hmph! Ne yapacaksın bilmiyorum ama bundan kimseye söz edemezsin! Bu hazine ile ilgili şeyleri yok edeceğim.”

 

Carl Keemrats’ın nasıl birisi olduğunu anlamıştı. Şöhretine değer veriyordu ancak gururlu birisi değildi. Aksine güçlenmek için birçok şeyi feda edebilecek birisiydi. Gücü her şeyden daha çok arzuluyordu. Onu yemleyince, yeme atlamak için herhangi bir tereddüdü olmamıştı.

 

“Seninle bir sorunum yok.”

 

İhtiyacını aldıktan sonra burada kalması için bir sebep yoktu. Keemrats’a selam vermekle uğraşmadan arkasını döndü ve kabile köyünden ayrıldı.

 

Keemrats ise homurdanarak onun arkasından baktı. Kabile mirasını verdiği için pişmanlık duymuyordu. Aksine böyle güzel bir hazineyle takas etmek mutluluk vericiydi. Sadece bir damlası bile vücudunu bu kadar iyileştiriyorsa, tamamını içtikten sonra ne olacaktı?

 

Carl’ın arkasından biraz daha baktıktan sonra iç çekti ve kapalı kapıların ardına çekildi.

 

***

 

Büyük dağ geçidinin kıyısında, bir genç adam sırtındaki mızrağına rağmen dar yoldan geçmeye çalışıyordu. Üzerindeki yükle bu pek mümkün gibi durmasa da gencin takdire şayan bir dengesi vardı.

 

Gökyüzü kızıldı. Güneş batmak üzereydi ve rüzgar sertti. Üstelik ufukta yükselen kızıl kumlar da bölgenin yapısını belli ediyordu.

 

Kızıl Kum Bölgesi.

 

Ateş Tanrısı’nın öldüğü yer olarak bilinirdi. Bu yüzden buradaki kumlar onun için yas tutardı. Kızıl Kum’ların kavurucu sıcaklığı ve her gün aynı saatte gerçekleşen doğal felaketler bunu gösterirdi.

 

Genç bir süre devam ettikten sonra bir ağaç köküne tutundu ve kendini birkaç metre ötedeki mağara girişine fırlattı. Çıkıntıya tutundu ve paniklemeden kendini yukarıya çekti.

 

“Ario’nun anlattığı gibi…”

 

Savaş Tanrıçası’nın Mızrağı’nı almak için girmesi gereken mağara burasıydı!

 

“Neden sadece onun bulduğunu şimdi anlıyorum. Bir dağ tırmanıcısı olarak ünlenmek istiyordu. Ancak mızrağı aldıktan sonra benim bile yenmek için götümü yırttığım bir dâhiye dönüştü.”

 

Ario önceki hayatında mızrağı ele geçiren kişinin adıydı. Kızıl Kum kabilesi adında bir insan kabilesinin soyundan geliyordu. Bu yüzden bu yasaklı topraklara uyum sağlayabilecek kapasitedeydi. Ayrıca dağ tırmanışı yapmayı, dağlara meydan okumayı sevdiğinden mağarayı nasıl bulduğu anlaşılabilirdi.

 

“Bir hiçi kahramana dönüştürebilecek kadar iyi. Durendal ile aynı seviyede diyebilirim.”

 

Aklına figürü  anımsayınca yüzüne bir gülümseme yerleşti. Ancak mağaranın kara deliği andıran karanlığına bakınca yerini ciddiyete bıraktı. Yavaşça yürümeye ve karanlığın içine ilerlemeye başladı.

 

Mağaranın içi zifiri karanlıktı. Manasını ayaklarına yaymayı ve titreşimleri hissetmeye çalıştı, ancak çabaları başarısızlıkla sonuçlandı. Bunun nedenini anlaması çok uzun sürmedi.

 

“Bir etki alanının içindeyim.”

 

Etki alanını dağıtmak için fazla güçsüz olduğundan ilerlemeye devam etti. Ario ile kendi seviyesi arasında fark yoktu, o mızrağı ele geçirebildiyse kendisi de ele geçirebilmeliydi. İlerledikçe ilerledi. Ne kadar ilerlediğini bilmiyordu ancak sonunda bir platformun üzerine geldi.

 

Platformun üzerinde büyük yuvarlak bir giriş vardı. Carl kutudaki kafatasını çıkardı ve girişe yerleştirdi. Hemen ardından birkaç adım uzaklaştı.

 

Tık!

 

Kristal Kafatası girişe yerleştikten sonra yeşil bir ateşle yanmaya başladı. Rengi kristal şeffaflığından yeşile dönmeye başladı. Carl birkaç adım daha geriledikten sonra yeşil bir alev önünde belirdi ve onu yuttu.

 

Gözlerini açtığında kendini çok uzun bir koridorda buldu.

 

“Bir zindanın içindeyim?”

 

Tanıdık atmosfer kaşlarının çatmasına neden olmuştu.

 

Eliyle duvarı kontrol etti. Sert taşlardan yapılmış güçlü bir duvardı. Üzerindeki aletler ile parçalayamazdı, bu da tehlikede olduğunun işaretiydi. Koridor kırmızı bir halıyla örtülmüştü. Beş metreden daha genişti ve yüzlerce metrelik uzunluğu vardı. Her beş metreye bir meşale yerleştirilmişti ve bazı gölgeler haricinde her yer aydınlıktı.

 

Buranın amacının ne olduğunu anladıktan sonra sırtına bağladığı mızrağı çıkardı.

 

“Hah! Tabii ki! Ario seni orospu çocuğu.”

 

Küfürler ederken yürümeye başladı.

 

Tahminlerine göre burası bir sınav alanıydı ve tuzaklar olduğuna emindi. Duvarların arkasından gelen sesler onu bunu düşünmeye itiyordu.

 

Ancak birkaç dakika boyunca yürümesine rağmen hiçbir şey olmadı.

 

Çoğu insan bu kısımda ölmüş olurdu.

 

Svish!

 

Meşalenin altındaki gölgeden çelik uçlu bir ok fırladı.

 

Carl bunu bekliyormuş gibi vücudunu çevirdi ve oku sapından yakaladığı gibi geldiği yere gönderdi.

 

Crack!

 

Meşalenin altındaki gölgeden kırılma sesleri geldi. Ardından yere bir şey düştü. Carl onun çelikten yapılma bir arbelet olduğunu gördü.

 

“Hm… Zindan sahibi oldukça kurnaz birisi. Dikkatli olmam gerekiyor.”

 

İlk tuzak, tam olarak insanların rahatlayacağı yere koyulmuştu. Gardını düşürmeleri için uzunca bir süre tuzak koymamıştı. Bu da onları tetiğe geçirmemiş, kendilerine salmasına neden olmuştu. Çoğu insan bu noktada ani bir saldırı yüzünden ölürdü.

 

Ayrıca korkutucu bir yanı da, okun tam olarak kalbini delmek için atılmış olmasıydı.

 

Okun ona temas etmesine izin verseydi göğsünde bir delik oluşurdu.

 

Kaşlarını çattı ve kafatasının kutusunu kaldırdı. Kırk çarpı kırk büyüklüğündeydi. Üstelik sert çelikten yapılmış, korunaklı bir kutuydu. Bu da onu kalkan için ideal bir eşya haline getiriyordu.

 

Svish! Svish! Svish! Svish!

 

İlk okun ardından dört tane ok daha geldi. Carl hızla kendini öne attı ve tekrardan yeri tekmeleyerek bir takla attı. Hemen altından bir bölme açıldı ve arbeletin ucu gözüktü. Metal kutuyu kalkan olarak kullandı ve oku karşıladı.

 

Puk!

 

Darbe o kadar güçlüydü ki Carl’ı birkaç santimetre havaya yükseltmişti. Ancak kutunun üzerinde küçük bir çizik dışında hiçbir hasar yoktu.

 

Carl sevinmeye fırsat dahi bulamadı.

 

Dört bir yandan oklar tekrar fırladı.

 

Yedi ok farklı açılardan vücuduna geldi. Mızrağını savurarak ikisini parçaladı ve kutuyla birkaçını engellemeyi başardı.

 

Ancak diğer oklardan bir tanesi boşluktan geçti ve uyluğuna saplandı. Carl acıyı umursamadan mızrağını çevirdi ve duvarda açılan bir boşluğa sapladı.

 

Ding!

 

Kulaklarına metalin metalle sürtmesini andıran bir ses geldi. Mızrağını hafifçe ittikten sonra içeriye girdi ve mızrağını çevirdi.

 

Crack!

 

Ardından mızrağını tüm gücüyle geri çekti ve mızrağının önüne saplanmış, kırık arbeleti gördü. Tereddüt dahi etmeden geri çekildi.

 

“Bu koridor tuzaklarla dolu. Mekanizmalar yüzünden tuzakların yeri sürekli değişiyor ve sistem oldukça karmaşık. Ario’nun bunu geçebildiğine inanmıyorum. Büyük ihtimalle çok kolay bir yolu vardır.”

 

Geldiği yoldan geri çekildi ve ilk okun atıldığı bölgeden uzaklaştı.

 

Tuzaklar belli bir yerden sonra aktif olmuştu.

 

Güvenli bölgeye geldikten sonra uyluğuna saplanmış oku yerinden çıkardı ve matarasından bir yudum yıldız suyu içti. Uhrevi Yıldız Suyu’nun enerjisi vücudunu yeniledi ve eski haline getirdi.

 

“Bunu getirdiğim iyi oldu.”

 

Vücudunda biriken manayı dışarıya salmadı ve zorla içinde tuttu. Normalde mana özümsenmeden dışarıya çıkar ya da vücudunu güçlendirirdi. Asla vücudunda enerji olarak kalmazdı. Ancak bu sefer buna ihtiyacı vardı.

 

“Sınırları biraz zorlamam gerekecek.”

 

Bacağındaki yara kapandıktan sonra ayağa kalktı ve manayı kulaklarına odakladı. Manayı kulaklarında topladıktan sonra işitme duyusu farklı bir seviyeye çıktı. Önceden duyduğu tıkırtılar netleşti ve rahatlıkla duyabileceği seviyeye geldi.

 

Carl mızrağını tekrardan kavradı ve yerdeki oku aldı. Birkaç adım attığı gibi oku tavana fırlattı. Aynı anda tavanda bir bölüm açıldı ve içinden bir ok fırladı.

 

Çat!

 

İki ok çarpıştı ve birbirini parçaladı. Mekanizmayı anladıktan sonra Carl gülümsedi ve koridoru yürümeye başladı.

 

Adımlarının hemen ardından oklar üzerine yağmaya başladı. Carl mızrağını ve adımlarını kullanarak her oku engelledi ve ilerlemeye başladı.

 

Birkaç dakika sonrasın ışıklar gittikçe azalmaya başladı ve gözenekler açılırken daha az ses çıkarmaya başladı. Haliyle Carl kaşlarını daha da çattı. Okların artan gücünü fark etmişti. Artık mızrakla engellese bile hasar alıyordu.

 

Etraf kararmasına rağmen Carl bunu sıkıntı etmedi. Onun için karanlık ve aydınlık arasında fark yoktu. Kolaylıkla başa çıkabilirdi.

 

Derken kırmızı bir ok sanki yokluktan çıkmış gibi önünde belirdi.

 

Carl refleks olarak onu yakaladı.

 

“Hm?”

 

Okun sapında eski ejderha dilinde ‘Bir’ yazıyordu.

 

Kaşlarını çattı ve oku yakından incelemeyi denedi. Ancak karanlık ona engel oldu. Dilini tıklattı ve üzerine gelen oklardan kaçınmaya devam etti. 







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44445 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr