Bölüm 18: Ekrian Ormanı Derinliklerinde (II)

avatar
490 11

Hükümdarın Yolu - Bölüm 18: Ekrian Ormanı Derinliklerinde (II)



Carl önüne konulan zarif çay fincanına baktıktan sonra kafasını odayı incelemek için çevirdi. Camböceği rengindeki halının üzerinde basit eşyalar bulunuyordu. Bir masa, bir kanepe, bir yatak ve bir kitaplık bulunuyordu.

 

İkili çaylarını içerken havadan sudan konuşmaya başladılar. İkisi de açık konuşmasa da diğer taraftan bilgi almak için olabildiğince kurnaz sorular soruyordu. Zaman yavaşça akıp giderken Goblin Şefi’nin yüzündeki gülümseme solmaya başladı.

 

Üstünkörü sorular soruyormuş gibi gözükse de Carl’a sordukları son derece zor şeylerdi ve anlaşılıyordu ki karşısındaki adam bilgi konusunda kendisine denkti.

 

“Saygıdeğer misafirim neden bizim gibi bir kabileyi ziyaret ettiğini söyleyecek mi?”

 

Şefin yakutumsu gözleri keskinleşerek soğudu. Elindeki çay fincanını yavaşça sehpaya koydu ve aurasını saldı. Bir volkan misali patlayan aurası direkt olarak Carl’a odaklandı ve onun vücuduna baskı uygulamaya başladı.

 

Ancak Carl’ın nefes ritmi bile bozulmamıştı, kayıtsız ifadesiyle çayını yudumlamaya devam ediyordu. Çayını hızlıca bitirdi ve sehpaya koydu.

 

“Kristal Kafatası’nı istiyorum.”

 

Buzz!

 

“Ne?!”

 

Şefin aurası bir anda kesildi.

 

“Dediğim gibi, Şeflerin yüz yıllardır gelecek şefe aktardığı Kristal Kafatası’nı istiyorum.”

 

Boom!

 

Yoğun bir öldürme ortaya çıkmaya başladı. Yakutumsu gözlerin içinde biriken karanlık herhangi bir canavarı bayıltmak için yeterliydi.

 

“Kimsin sen?”

 

Goblin şefi yavaşça ayağa kaltı.

 

“Sıradan bir insanım. Kristal Kafatası’na ihtiyacım olduğundan onu senden almak istiyorum.” Carl sükunetle konuşmasını sürdürürken demlikten kendisine çay koydu. “Kardelen Çayı… Sen olmasan bir süre bunu içemeyecektim.”

 

Onun kayıtsız ve mutlu ifadesi şefin gözlerini kısmasına neden oldu. O kadar şaşırmıştı ki ne söyleyeceğini bilemiyordu. Nasıl bildiğini mi soracaktı? Ya da kim olduğunu mu? Besbelliydi ki karşısındaki adam ona kim olduğunu ve nasıl bildiğini söylemeyecekti.

 

Kristal Kafatası yüz yıllardır Ekrian Goblin Kabilesi’nin gizli mirasıydı. Kristal berraklığına sahip bu kafatası, şeften şefe aktarılır ve varlığı gizli tutulurdu. Öyle ki sadece şefler bilirdi. Çünkü şefin görevlerinden birisi bu kafatasının sıradaki şefe geçtiğinden emin olmaktı.

 

Kafatasının bir özelliği yoktu. Kristalden yapılmış bir kafatasından farkı yoktu. Bundan emin olabiliyordu ki kabilenin eski şefleri uzun yıllar bu kafanın gizemini araştırmıştı.

 

Goblin şefi öldürme niyetini geri çekti ve oturdu. Gözlerini kısarak Carl’ı tekrardan incelemeye başladı. Saldırıp saldırmamak konusunda çok kararsızdı.

 

“Kafatasına neden ihtiyacın var? Ne olduğunu bildiğine göre önemini de bilmelisin.”

 

 ‘Öyle olsun bakalım. Seninle oynayacağım…’

 

Goblin şefi sakalını ovuşturdu. Kristal Kafatası’nın bilmediği gizli bir işlevi olabilirdi. Sonuçta dünya çok büyüktü ve bilmediği çok şey vardı. En iyisi Carl’dan öğrenmekti.

 

“Ne için ihtiyacım olduğunu söylemeyeceğim, ancak bedavaya da almayacağım. Bunu bir takas olarak düşünmen daha doğru olur.” Carl gözlerini kapattı ve huzurlu bir ifadeyle Kardelen Çayı’ndan bir yudum aldı. Hoş kokusu ve yumuşak tadı mana akışını daha yumuşak hale getirdi.

 

“Takaslar eşdeğer malzemelerle gerçekleşir.”

 

“Değer görecelidir.”

 

“Devam et, dinliyorum.”

 

Carl hafifçe gülümseyerek devam etti. Elindeki fincanı masaya bıraktıktan sonra kıyafetinin iç kısmına uzandı ve sıradan bir asker matarası çıkardı. İçine en fazla iki litre alabilecek kadar geniş bir mataraydı. Ancak içindeki bir gölden daha değerliydi.

 

Mataranın kapağını açtı.

 

“Karşılığında bunu vermeyi düşünüyorum.”

 

Şef ne olduğunu anlamaya çalışırken, etrafa yayılan kokuyu hissetti. Vücudu gevşedi ve ısınmaya başladı. Tam zehirlendiğini düşünecekken manasının yenilendiğini fark etti. Meditasyon yaparak saatlerini harcayacağı bir yenilenmeyi, sadece havayı koklayarak tamamlamıştı!

 

Şaşırdı!

 

“Bu da ne?”

 

Carl fincanlara birer damla damlattı.

 

“Kendin görmelisin.”

 

Goblin şefi Carl’a bir bakış attıktan sonra fincandaki çayı içti. Hafif şekerli tadın ardından vücudunun ısınmaya başladığını ve manasının saflaştığını hissetti. Zaman kaybetmeden manasını bir düzene soktu ve içinde biriken enerjiyi özümsemeye başladı.

 

Farkında olmadan birkaç dakika geçti!

 

Boom!

 

Parlak kırmızı aura vücudundan sızdı.

 

Şef gözlerini açtı.

 

“Sadece bir damla olmasına rağmen bu kadar fayda etti! Bu ilahi bir hazine olmalı!”

 

Gözlerinin açgözlülükle parlamasına engel olamadı. Tüm benliğiyle matarayı ele geçirmeyi düşündü. Ancak bu düşünce geldiği gibi yok oldu.

 

“İçinde en azından bir litre var. Bu da senin ömrünü uzatmak ve seviyeni artırmak için yeterli bir miktar. Üstelik simya kullanarak arıtabilir ve etkisini artırabilirsin. Belki de sembol yaparken de kullanabilirsin. Çok fazla kullanım alanı var.” Carl matarayı salladı ve içindeki Uhrevi Yıldız Suyu’nun sesini duymasına izin verdi.

 

“Basit ve işe yaramaz bir kafatasını vermek karşılığında Uhrevi Yıldız Suyu kazanacaksın. Bence gayet güzel bir anlaşma.”

 

Bir eşyanın değeri ihtiyaca göre belirlenirdi. Şu anda Carl’ın elinde fazlasıyla yıldız suyu mevcuttu. Ekrian Ormanı’na gelmeden önce mağaraya uğramış ve birkaç matara yıldız suyu depolamıştı. Çünkü kafatasını ele geçirmesi gerektiğini biliyordu.

 

“Onu senden çalmayacağıma nasıl güvenebiliyorsun?” Goblin şefi soğuk bir ifadeyle sorarken mataraya bakıyordu. Gözlerindeki parlaklıktan arzusu belli oluyordu.

 

“Bunu yapamayacağını ikimizde biliyorsun. Ayrıca ömrünün sonuna gelmek üzeresin. Uhrevi Yıldız Suyu ömür uzatmak için de kullanılabilir. Hm… Büyük ihtimalle bir dahaki seneyi göremeyeceksin. Oğlunu da bu yüzden çağırmış olmalısın.”

 

“Yeter.”

 

Carl bir şey söyleyecekken sözü şef tarafından kesildi.

 

“Amanın, haddimi aştıysam özür dilerim. Ancak bu yıldız suyuyla ömrüne birkaç yıl katmak pek sıkıntı olmayacaktır.”

 

Onun ömür ve güce, kendisinin de anahtara ihtiyacı vardı.

 

Mükemmel bir antlaşmaydı.

 

“Elindeki yıldız suyu… Onu Büyücü Kulesi’ne ya da herhangi bir krala verirsen daha fazla kâr etmez misin?”

 

“Büyücü Kulesi bunun için peşime adam takacaktır. Krallara vermek de bana hiçbir şey kazandırmayacak. Ayrıca satmak için çok değerli bir materyal. Ne düşünüyorsun?”

 

Goblin şefinin eli çenesindeydi. Kırmızı gözleri bir şeyler düşündüğünün göstergesiydi. Kısa bir süre boyunca hareket etmeden durduktan sonra ayağa kalktı ve kapıya yürüdü. Arkasını döndü ve Carl’a baktı.

 

“Beni takip et.”

 

Konuşurken elini uzattı ve işaret verdi.

 

Carl acı bir gülümsemeyle elindeki matarayı ona fırlattı. Şef matarayı en değerli hazinesini düşürmüş de son anda tepki göstermiş gibi yakaladı ve Carl’a öfkeli bir bakış gönderdi. Mataranın döküleceğinden korkmuş gibiydi.

 

“Mataraya bir şey olacağından korkmana gerek yok.”

 

“Hmph! Öyle olsa iyi olur.”

 

Dedikten sonra Goblin şefi arkasını döndü ve bambuların arasında ilerlemeye başladı. Carl iki yana salladı ve dudaklarını büktü. Hızlıca yerinden fırladı ve Goblin şefi’nin adımlarını kopyalamaya başladı.

 

“Fazla basit değil misin?”

 

Carl’ın sözleri üzerine Goblin şefi arkasını döndü.

 

“Bu kadarıyla başa çıkamazsan, kabilemizin mirasını almaya layık değilsin demektir.”

 

Carl metrelerce yüksekliğe uzanan bambulara bakarken bir şeyler düşünüyordu. Bu bambular sıradan gözükebilirdi ancak izinsiz girişlere karşı oluşturulmuş bir tuzak tarlasıydı.

 

‘Hm… Gelecekte eğitim için formasyonları kullanabilirim. Gideri çok olacak ancak değer.’

 

Formasyonlar oldukça gizemli yapılardı. Genellikle ordu tarafından güç birliği için kullanılsa da aslında farklı işlemleri vardı. Yeterince gelişmiş bir formasyon kurulduğu zaman, askerlere intihar dahi ettirebilirdi. Ancak bu geleceğin konusuydu. Bundan dolayı Carl bunu şimdilik rafa kaldırdı.

 

On dakikalık bir yürüyüş ardından ikili bambuların olmadığı bir yere geldiler. Carl gözleriyle göremese de çevreden yükselen sembol enerjisini, mananın yıkıcı gücünü hissedebiliyordu. Burası neredeyse kraliyet sarayı kadar korunaklıydı.

 

Bir an yanlışlıkla tuzağı aktifleştirirse ne olacağını düşündü.

 

‘Ölmek için erken.’

 

Merakına engel olurken karşısındaki ihtişamlı binaya baktı.

 

Beyaz renkli duvarlarının üzerinde garip işaretler bulunuyordu. Kobalt mavisi kiremit taşlarının içinden geçen başka bir kat vardı. Garip bir şekilde doğu mimarisini andırıyordu. Carl onun üç katlı büyük yapısına baktı. Dikkatli bakıldığında bir kara delik gibi ruhunu çekmeye çalışıyordu. Carl hızlıca kafasını başka bir yöne çevirdi.

 

“Kekeke!”

 

Goblin şefi kıkırdadı ve binaya yürüdü.

 

“Burada bekle. Sakın hiçbir yere gitme ve hazineliğe on saniyeden fazla bakma. Soyumuzdan olmadığından ruhunu kaybedebilirsin.” Dedikten sonra binanın altın kapılarından içeriye girdi.

 

O gittikten sonra Carl kaşlarını çattı ve etrafı incelemeye başladı. Burada çok fazla tuzak vardı, bu da onun için güzel bir alıştırma alanı demekti.

 

“Birkaç dakika eğlenmekten sıkıntı olmaz herhalde?”

 

Derin bir nefes aldı ve matarasını çıkartıp büyük bir yudum içti. Hafif bir gülümsemeyle yeri tekmeledi ve parlak çimenlerin üzerine bastı.

 

<Takımyıldızı Adımları – Kuğu>

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44449 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr