Bölüm 14: Baltalanan Plan

avatar
495 8

Hükümdarın Yolu - Bölüm 14: Baltalanan Plan


 

Ronald heyecanla hücreye girdiğinde heyecanı birden söndü ve yerini bir ürperme aldı. Önündeki manzara öyle korkunçtu ki onun gibi onlarca kez savaşa girmiş bir subay bile korktu.

 

Üç metrelik demir parmaklıkların ardındaki oda kanla kaplıydı. Duvarlar el izleriyle doluydu. Yerler kandan geçilmiyordu.

 

Ancak en acımasız olanı odanın ortasında yatan orta yaşlı Kunibert’ti. Tırnak etlerine saplanmış gümüş iğneler dimdik duruyorlardı. Onun acınası çığlıkları zihinlerine bir kırbaç misali iniyordu. Ayrıca kanla dolmuş ağzında bir diş bile olmaması durumu daha da kötü hale götürüyordu.

 

“Bir havlu alabilir miyim?”

 

Carl onları umursamadan muhafızların birisine sordu. Muhafız genç bir adamdı. Onun isteğini duyduktan sonra karşı gelmeye cesaret edemedi. Hemen bir havlu aldı ve getirdi.

 

Ronald kendini oldukça hızlı topladı. “Thomas Kunibert’in konuşacağını söyledi. Doğruları mı söylüyor?”

 

“Teşekkürler.” Carl havluyu teslim aldı ve elindeki kanı sildi. Ayrıca botlarını da temizlemeyi unutmamıştı.

 

“Ah, evet. Kunibert ile ‘küçük bir sohbetin’ ardından konuşmak istediğini söyledi. Öyle gözükmesem de ikna kabiliyetlerim oldukça gelişmiştir.” dedi Carl, yakışıklı yüzüne yakışıklı bir gülümseme kondurduktan sonra.

 

Ronald onun dediklerini anlayınca rahat bir nefes aldı ve yerde acıyla kıvranan Kunibert’e baktı. “Eğer konuşursan seni serbest bırakacağıma söz veriyorum. Söyle bana… Sınırları geçmenizin amacı nedir? Bunları planlayan kimdi? Sınırı nasıl geçtiniz?”

 

Uhrevi Yıldız Suyu’ndan bir damla almış olmasına rağmen Kunibert’in yaralarının çoğu iyileşmişti. Ronald’ın sorularını duyunca tereddüt etmeden konuşmaya başladı.

 

“Hardbane Krallığı’nın güneyindeki büyük şehirlerin hepsinde yangınlar çıktı. Binlerce dönümlük tarım arazisi küle döndü. Doğal yaşam alanları yok oldu. Efendim yakında bir kıtlık olacağını bildiğinden Waterra’nın kuzey sınırındaki şehirleri ele geçirmeyi uygun gördü.”

 

O kadar heyecanlı bir şekilde anlatıyordu ki askerler ona acımaya başladı. Ancak Ronald sakin bir şekilde kafasını salladı ve tekrardan sordu.

 

“Efendin kimdir?”

 

“O Skayner Ailesi’nin Genç Efendisi… Neil Skayner. Ben ise Kunibert.. bir soyadım yok. Skayner ailesine bağlı bir birliğin binbaşılarıdan biriyim. O büyük bir dahi. Majestelerinin dahi onda gözü var. Prenses ile evlilikleri düşünülüyor.”

 

“Neil Skayner. Sizi uzaktan yöneten o muydu?”

 

“Evet. Nasıl gizlice geleceğimizi de söyledi.”

 

“Nereden geldiniz? Rotanızı açıkla.”

 

“Kodar Dağları’ndan. Orada derinliği ile ünlü bir mağara var; Kodar mağarası olarak da geçer. Ayın belli zamanları garip bir fenomen yüzünden kayaları daha yumuşak hale gelir.”

 

“Yani kazarak boşluk açtınız ve geçtiniz? Peki silahları ve atları nasıl getirdiniz? O mağaradan bu kadar kişi geçemez.”

 

“Büyük ve güvenilir bir tüccar loncası sayesinde silahları gizlice sokabildik.”

 

Ronald’ın yüzü ekşidi.

 

“Sınır güvenliğine takılmadan mı?”

 

“Adamlarımız var.”

 

“Bize isimlerini söyle.”

 

Ronald hafifçe çömeldi ve onunla aynı göz hizasına geldi. Hemen arkasında elinde yeşil bir taş tutan Thomas onun yanına geldi ve yeşil taşı Kunibert’in önüne getirdi.

 

Yeşil taşı gören Kunibert’in gözleri bir tabak kadar açıldı. Alaycı bir tavırla gülmeden edemedi.

 

“Hahaha! Görüntü Taşı! Gerçekten mi? En başından beri ona mı sahiptiniz?”

 

Görüntü Taşları sadece Büyü Hanedanlığında üretildiğinden kıtanın bu tarafında pek bulunmazdı. Her ne kadar ithal edilse de fiyatı astronomikti ve arzı son derece kısıtlıydı. Bu yüzden sadece çok şanslı ve özel kişiler alabilirdi.

 

Ancak Ronald’ın mimiği dahi kımıldamadı.

 

“İsimleri söylemeye devam et.”

 

“Kerwin Daniels, Wmffre Voiles, Caradog Trevor, Penvro Glace, Dyfed Bees, Artur Flower, Garnoc Lewis, Tewdwr Harries, Tudful Bellis, Howel Sare…”

 

Kunibert konuşmaya devam ederken Carl dışında herkesin yüzü karardı. Verdiği isimlerin soy adları vardı ve bilindik isimlerdi. Sınır ordusunun sağladığı Sınır Güvenliği… Krallığın dış kabuğuydu ve düşmanların içeriye girmesini engelliyorlardı.

 

Ancak rüşvet yiyen isimler öyle güçlüydü ki bu başlarını ağrıtacaktı.

 

“Son olarak..”

 

“Ne o başka bir şey daha mı soracaksın?”

 

“Bunları neden anlatıyorsun? İstediğimden daha fazlasını anlatmakla kalmadın, yalan da söylemedin.”

 

Ronald gözlerini kısarak onun göz hizasına indi. O sırada Kunibert sorusunu algılayamamış olacak ki küçük bir titremenin ardından boş boş baktı. Bunu fark ettiğinde Ronald bileğini zarif bir şekilde çevirdi ve süt beyazı bir ışıltı onun alnına girdi.

 

‘Slater Ailesinin gizli tekniği. Kuğu’nun İtirafı…’

 

Carl onun elinden çıkan ışıltıyı izlerken kaşlarını çattı ve düşüncelere daldı.

 

“Size bir şey söylemeyeceğim.”

 

Kunibert ışıltıdan etkilenmemiş gibi gülümsedi ve Ronald’ın gözlerine baktı. Her ne kadar Ronald meseleyi dolandırsa da varmak istediği noktayı anlamıştı.

 

“Peki sen bilirsin. Thomas her şeyi kaydettin mi?”

 

Thomas Ronald odaya girdiğinden beri kapının önünde duruyor ve yeşil renkli bir küre tutuyordu. Yavaşça öne çıktığında elindeki küre herkese görünür oldu. Küre yeşilin açık tonlarındaydı ve içinde sürekli hareket eden binlerce beyaz ışık noktası vardı.

 

“Görüntü Küresi mi?”

 

Thomas’ın tuttuğu küreyi görünce Kunibert’in gözleri sonuna kadar açıldı. Bu kürenin ne olduğunun farkındaydı ve değerini biliyordu.

 

“Sanırım cahil de değilsin. Bu anlaşmamızı kolaylaştırır.”

 

Ronald onun zihnine gönderdiği manayı geri çekti ve hafifçe gülümsedi.

 

“Bu anlaşabileceğimiz anlamına geliyor.”

 

Gülümsemesini gören Kunibert’in kaşları çatıldı. İçine kötü bir his doğmuştu.

 

“Neden bahsediyorsun?”

 

Ronald ağzını açtığında bir şey söyleyecekti ki arkasından yükselen korkutucu aura yüzünden kelimelerini yuttu.

 

Anka Kuşu Generali aurasının kontrolünü kaybetmiş bir şekilde arkasında duruyordu. Öyle güçlü bir aurası vardı ki kapıyı korumakla meşgul olan Thomas bile titremeden edemedi. Sadece birkaç rütbe farkları vardı ancak aradaki güç farkı çok büyüktü.

 

Onu görünce herkes saygıyla selamladı.

 

“Generali selamlarız.”

 

Ronald dişlerini tıklattı ve asker selamını verdi. Her ne kadar onu görmekten hoşlanmasa da askerî kurallara uymak zorundaydı.

 

“Selamlar General. Tam zamanında geldiniz.”

 

Ronald’ın gülümsemesini görünce Martin dişlerini gıcırdattı.

 

“Siz… ne cüretle?”

 

Yerde yatan Kunibert’i görünce kan beynine sıçradı. Ancak etrafta çok fazla göz olduğundan saldırmaya cüret edemedi. Ronald şu anda binbaşı olsa da gerçek kimliği onun gibi birisini ezmek için yeterliydi. Ve bu olursa kont onu korumayacaktı.

 

“Affınıza sığınırım General.”

 

Ronald ne yapmasını bilecek kadar zeki birisiydi. Ne kadar saygılı davranır ve kurallara uyarsa Martin’in ona saldırması için o kadar az fırsat verirdi.

 

“Sana bunu yapmak için izin verdim mi?”

 

Martin Ronald ile uğraşamayacağını bildiğinden hâlâ ellerini temizleyen Carl’a baktı. Adamlarından duyduğu kadarıyla buraya izinsiz giren kişinin oydu. Aynı zaman da Ronald’ı kurtarmak için harekete geçen kişiydi.

 

‘Bu herifte kim? Neden bu kadar sakin duruyor?’

 

“Düşman komutanını kampa teslim eden kişinin de sen olduğunu duydum. Ayrıca askere katılalı bir sene bile olmamış.”

 

Martin gözlerini kısarak homurdandı.

 

“Çok şüpheli.”

 

Carl hafifçe kafasını kaldırdı ve doğrudan onun gözlerine baktı. Şu anki seviyesiyle ona karşı çıkamazdı. Bunun için en azından iki ay düzenli antrenman yapması gerekiyordu.

 

“İlgilenmeniz gereken meselenin bu olmadığı düşüncesindeyim.”

 

Ronald’da kafasını onaylarcasına salladı.

 

“Katılıyorum. Ne olursa olsun birçok katkı sağladı ve hakikati öğrenmemizi sağladı. Başkente rapor vermek için ayrılmam gerekebilir.”

 

Hafifçe eğilirken ağzı kulaklarına vardı.

 

“İzninizi istemek zorundayım, Ge-ne-ral…”

 

“Seni!”

 

Martin onun alaycı sesini duyduğunda yumruk atmak için kendini zor tuttu. En başından beri Ronald’ı bitirmek için hareket etmek istemişti ancak ne olduğunu bile anlamadan bir şey yapamayacağı duruma gelmişti.

 

Ronald ona yumruk atsaydı onu suçlayabilir ve Kont Slater’ı tehdit etmek için kullanabilirdi. Üstelik Sınır ordusunun suçunu da atarak onu iyice zorlayabilir ve tüm gücünü bir gecede kaybetmesini sağlayabilirdi.

 

Ancak saldırmadan önce durması tüm işleri tersine çevirmişti.

 

Üstüne üstlük düşman komutanının konuşması da durumu tamamen tersine çevirmişti.

 

‘En iyi işkence uzmanımızı devreye sokmamıza rağmen ağzını bile açmamıştı. Ancak onlara karşı şakır şakır dökülmüştü.’

 

Anlamadığı kısım buydu. Yerdeki Kunibert’e bakarken dişlerini gıcırdattı.

 

“Onu zindana atın ve ‘güzelce’ ilgilenmelerini sağlayın. İleride işimize yarayabilir.”

 

Ne olacağını anladığından Kunibert bir anda bağırmaya başladı. Carl’ın ona yaptıklarından dolayı her daim acı çekiyordu. Bu yüzden ölmesi kesin çözümdü.

 

Acıklı bir ifadeyle Carl’a baktı ancak onun üzerindeki kirleri temizlemekle meşgul olduğunu görünce korkudan bayıldı.

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44425 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr