Bölüm 13: Provakasyon

avatar
500 7

Hükümdarın Yolu - Bölüm 13: Provakasyon


Midmoor Kalesi, Anka Kuşu Tugayı Kampı.

 

Yüzlerce küçüklü büyüklü çadırın toplandığı geniş arazide, büyük miktarda asker talim sahasında eğitim yapmaktaydı. Ağızlarından çıkan naralar yüzlerce metreyi sarsıyordu. Ellerindeki mızraklar her ileri gittiğinde garip bir kuvvet toplanıyordu.

 

Anka Kuşu Tugayı… Midmoor Kalesi’ni ve çevresini korumakla yükümlü en büyük birlikti. Direkt olarak Kuzey Kolordusuna bağlıydı. Beş bin askerin bir arada ki görüntüsü düşmanlara korku verecek cinstendi.

 

Ancak düşmanlara asıl korku verenin Anka Kuşu Generali demek daha doğru olurdu. Bu adam öyle korkutucu bir üne sahipti ki haydutlar onu görünce en yakındaki göle koşarlardı. Savaş alanında onu gören kişiler önüne çıkmamak için yön değiştirirdi.

 

Anka Kuşu Generali böyle korkutucu bir adamdı.

 

Kampın tam ortasındaki komutan çadırının içindeki hava kasvetliydi. Koltukta bacaklarını masanın üzerine yerleştirmiş turuncu saçlı adam ölümcül gözlerle karşısında diz çöken adama bakıyordu.

 

“Suçunun ne olduğunu biliyorsun değil mi?”

 

Turuncu saçlı adamın sesinden akan kudret, diz çökmüş adamın ürpermesine neden olmuştu.

 

“Evet efendim.”

 

Diz çöken adam naif sesiyle yanıt verdi. Zarif ve bakımlı bir askerdi. Üzerindeki formada asılı olan armaya bakılırsa yüksek rütbeli bir subaydı. Bu kişi Alev Taburu’nun tabur komutanı Ronald Staler’di.

 

Anka Kuşu Generali’nin önünde aciz bir çocuktan farksızdı.

 

“Kont Staler’ın torununun böyle başarısız bir evlat olması… Hem majestelerinin, hem de benim şanıma leke sürdün Ronald. Üstüne üstlük 600 gencin ölümüne neden oldun.” Soğuk sesinde bariz bir aşağılama bulunuyordu.

 

Diz çökmeye devam eden Ronald’ın omuzları hafifçe titrerken suçlulukla dolu sesle konuştu. “Haklısınız efendim. Lütfen beni cezalandırın.”

 

“Kont Staler’in bu sefer seni koruyamayacağını biliyorsun değil mi? Şu an sarayda senin durumun tartışılıyor. Majestelerinin kararına bağlı olarak rütben düşebilir.” dedi Anka Kuşu Generali. Alaylı bir sesle gülümsemeden edemiyordu.

 

“Majesteleri neyi uygun görürse efendim. Bu aciz askerin karşı çıkmak gibi bir seçeneği bulunmamaktadır.” diye konuştu Ronald. Omuzları eski asaletini taşımıyordu. Şu anda askerlerin yüklerini omuzladığından düşmüştü.

 

“Güzel… En azından sorumluluk alabilecek kadar cesaretlisin!” dedi Anka Kuşu Generali ve devam etti. “Ancak Kont Beffet sana bir çıkış yolu sunmak istiyor.”

 

Kont Beffet!

 

Ronald’ın omuzları bu ismi duyunca tekrardan sallandı. Ancak bu sefer suçluluktan değil, şüphe ve öfkeden kaynaklıydı.

 

Isaac von Beffet!

 

Krallığın dört büyük kontundan birisiydi!

 

Aynı zaman da Kont Staler’in politik rakibiydi. İki aile yıllardır toprak ve taraf savaşlarının içindeydi. Birbirlerini yok etmek için sürekli savaşırlardı. Ancak bu savaş genellikle gayrinizami olurdu.

 

“Kont Beffet…” Ronald ismi sayıkladı. Normalde bu isme saygı göstermek zorunda değildi. Ancak Kont Beffet askerî bir liderdi ve kendisi de şuan ordudaydı. Bu yüzden istemese de ona saygı göstermek zorundaydı.

 

‘Tabii Martin’de onun tarafındaydı.’

 

Martin Canteys… Anka Kuşu Generali’nin gerçek ismiydi.

 

Ronald dudaklarını parçalarcasına ısırdı.

 

‘Ondan geliyorsa iyi bir şey olmayacaktır.’

 

Anka Kuşu Generali hafifçe gülümserken yavaşça doğruldu. Parmaklarını masaya ritimle vurmaya başladı. Vuruşları hafif ve sessiz olsa da Ronald’ın zihninde gök gürültüsü etkisi yaratıyordu.

 

“Altı yüz askerin ve bir köyün yok oluşu… Üstelik düşman komutanının ağzından bir şeyde alamadın. Bir başarın olmamasına karşın düşmanın tuzağına düştün. Bu oldukça sıkıntılı bir durum…”

 

Anka Kuşu Generali bir süre sessizliğin ardından tekrardan konuştu.

 

“Ronald, Majestelerinin teklifi oldukça basit. Üstelik yerine getirmek konusunda çok zorlanacağını da düşünmüyorum.”

 

“…”

 

Ronald derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştı.

 

Anka Kuşu Generali ona bakarken gülümsedi. “İstifa etmek elindeki en iyi seçenek olacaktır. Yetkinden vaz geçip, birkaç yılını Bouldergate Askerî Gözetim Merkezi’nde geçirdikten sonra kurtulabilirsin...”

Ronald soğuk bir nefes aldı ancak gözlerinin buz kesilmesine engel olamadı. Politik meseleleri askeriyeye taşıdıklarını anlamıştı ancak bu kadar ileriye gideceklerini düşünmemişti.

 

“Bu biraz… aptalca bir karar değil mi?”

 

“Hm?” Anka Kuşu Generali’nin gözlerinde yıldırımlar çakıştı. Önünde diz çöken Ronald’a ölümcül bir bakış attı. Ancak sinirlenmeden sükunetle devam etti. “Ne dediğinin farkında mısın?”

 

Ronald yavaşça doğruldu. “Her ne kadar bir hata yapmış olsam da asıl suçun bende olduğunu mu düşünüyorsun?”

 

“Düşmanı ele geçiremeyip, üstüne üstlük binlerce köylünün ölmesinden başka kim sorumlu olabilir ki? Bunları telafi etmek için tek bir şansın vardı; o kişiyi konuşturabilseydin belki kendini kurtarabilirdin.” dedi Anka Kuşu Generali.

 

Bu savaşta sadece birkaç bin kişi ölmemişti. Binlerce gümüş kayıp edilmiş, binlerce köylü öldürülmüştü. Üstüne üstlük talan edilen arazilere ve yok olan köylerinde haddi hesabı yoktu. Her ne kadar tek suçlu Ronald olmasa da en önde o vardı. Keşif birliklerini karşılama görevi ona verilmişti.

 

Ronald’ın kalbi buz kesti ve öldürme niyetinin sızmasına engel olamadı. Karşısındaki adam kendisinden daha yetkili ve güçlü olmasaydı onu parçalamak için saldırmakta tereddüt etmezdi.

 

Kunibert’i ele geçirdikten bir saat sonra Midmoor kalesinden bir birlik onlara destek olmak için gelmişti. Geldiklerinde ölen askerlere ve köylülere en ufak bir şekilde üzülmeden Kunibert’i tesli almış ve kampa götürmüşlerdi.

 

Ronald’ın gücü olmasa Alev Taburu’na bile destek olmayacaklardı.

 

Geniş bir pencereden bakıldığında bunun planlandığı anlaşılabiliyordu. Midmoor Kalesi ile savaş alanının arasındaki mesafe çok değildi. Süvariler son hız ilerlerse oraya yarım saatten kısa sürede varabilirlerdi. Üstelik savaşacak durumları da kalırdı.

 

“İstihbaratı bizden çok daha önce aldınız değil mi?” sesi öfkeden dolayı çıkmıyordu. Yumruklarını öyle sıkmıştı ki tırnakları etine saplanmıştı.

 

Anka Kuşu Generali onun kendini tutuşunu görünce gülüşü kulaklarına vardı. “Staler Kontu’nun torunundan da bu beklenirdi. Düşündüğüm kadar aptal değilmişsin.”

 

 Onun gülüşünü görünce toprağa uğurladığı cesetler aklına geldi. Çaresizce ağlayan askerlerinin yüzleri aklına geldi.

 

‘Böyle bir pislik… Binlerce kişinin ölümüne neden oldu. Ben sadece bir piyondum… Büyükbabamı tehdit etmeleri için… Sakin olmalıyım.’

 

Kendini olabildiğince tutmaya çalıştı.

 

“Bu arada sana söylemeyi unuttum. Askerlerinin cesetlerini yakmayı düşünüyoruz. Askerî Tabip’in raporlarına göre D-12 Vebasının yayılma ihtimali varmış.”

 

Boom!

 

Beyaz renkli bir aura Ronald’ın vücudundan taştı. Öldürme niyeti öyle yükselmişti ki cisimleşmeden bir adım uzaktı.

 

“Seni öl-“

 

Yumruğunu kaldırıp savuracaktı ki dışarıdan bir ses yükseldi. Ses güçlü ve olgundu. 

 

“Binbaşı Ronald’a raporum var!”

 

 Ses yüzünden dikkati dağılan Ronald ne yaptığını farkına vardı ve öldürme niyetini geri çekti. Yumruğunda birikmiş manayı zorla geri çektikten sonra kolundan çatırdamalar yükseldi. Ancak Ronald yüzünü buruşturmaktan başka bir şey yapmadı.

 

“İzninizle General, almam gereken bir rapor var.” Ronald kan damlayan parmak uçlarını umursamadan selam verdi ve çadırdan dışarıya fırladı.

 

Ne olduğuna anlam veremeyen Anka Kuşu Generali şaşkınlığından hemen uyandı ve öfkeden deliye döndü. Avuç içinden patlayan kızıl alevler çadırın içindeki her şeyi anında kül etti.

  

Çadırdan öyle bir öfkeyle çıkmıştı ki askerler onunla karşılaşmamak için yön değiştirdi. 


O esnada hapishanede büyük bir sessizlik vardı. 


Esirlerin tutulduğu hapishanenin bir ucunda yerde yatan askeri görenler adımlarını hızlandırıyordu. Neredeyse tanınmayacak hale gelen askerin başında, kehribar gözlere sahip siyah saçlı yakışıklı bir asker duruyordu. Bandajlı parmaklarında tuttuğu iki gümüş iğneden kanlar damlıyordu.

 

Çocuksu sesiyle yerdeki askere söyledi.

 

“İşbirliğin için teşekkür ederim.”

 

Yerde kanlar içinde yatan asker Hardbane birliklerini yöneten Binbaşı Kunibert’ti. Burnu parçalanmış ve dişleri dökülmüştü. Gözleri etrafını göremeyeceği kadar şişmiş ve morarmıştı. Ancak üzerindeki zırhta hasar yoktu. Bunun yerine parmaklarının ucuna saplanmış yirmi kadar gümüş iğne bulunuyordu.

 

“Lütfen… acı… bana…”

 

Yalvarırcasına mırıldanması hücreyi koruyan askerlerin tüylerini ürpertmeye yetmişti. Öyle acınası bir haldeydi ki Kunibert, insanlara ihanet pahasına da olsa onu kurtarma isteği uyandırıyordu. Bunun sebebi ona hayran olmaları ya da tarafını tutmaları değildi. Sebebi ona acımalarıydı.

 

“Olmaz. Senin yüzünden kemiğimde çatlaklar meydana geldi. Antrenman yaparken fark etmeseydim sağ elimi bir süre kullanamayacaktım.”

 

Çocuksu ancak şeytanları aratmayacak kadar duygusuzdu. Carl bandajlarla sarılı sağ eline baktı. Kaya Parçalayan Avuç İçi’ni kullanırken sınırlarını aşmış ve seviyesinin çok üzerinde bir güç ortaya çıkarmıştı.

 

Bu dünyada hiçbir şey karşılıksız değildi.

 

Seviyesinin çok üzerinde bir güç çıkardığından geri tepmeye maruz kalmıştı. Kolu bileğinden omzuna kadar kırılmıştı. Acıya duyarlı olan Carl bunu birkaç saat boyunca fark etmemişti. Ancak antrenman yaparken kolundan gelen çatırtıları duyunca durumu çakmıştı.

 

“Benim için oldukça değerlisin. Seni hayatta tutmak için ne kadar para harcadım haberin var mı?”

 

Kunibert’i teslim etmeden önce bir yudum Uhrevi Yıldız Suyu’ndan içermişti. Zaten ölümün eşiğinde olan Kunibert, Anka Kuşu askerlerinin onu dövmesine kesinlikle dayanamazdı. Böyle değerli bir rehineyi kaptırırlarsa Ronald’ın emekleri boşa gidecekti ve Kraliyet Akademisi’ne girişi ertelenecekti.

 

“Sen… bir… iblissin… öldür… benii… lütfen…”

 

“Hayır.”

 

“Her… şeyi… anlattım… bırak… öleyim… lütfen…”

 

Carl omuz silkti ve hafifçe eğilerek onun ağzına bir damla su bıraktı. Kunibert suyu yutmamak için elinden gelen her şeyi yapsa da nafileydi. Su yavaşça midesine inerken tüm vücudunu alevler sardı. Yaraları gözle görülür bir şekilde iyileşmeye başlarken, iğnelerin saplı olduğu yerdeki yaralarda yavaşça iyileşmeye başladı.

 

Sonrasında öyle güçlü bir çığlık attı ki…

 

Öfkeyle hapishaneye gelen Anka Kuşu Generali’nin tüyleri dahi ürperdi.

 

“Carl!”

  






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44446 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr